Yunancılar 2002’de iktidara geldi Türkiye’de

Saygıdeğer arkadaşlar!

1922’de “Yunan Galip Gelemedi”. Tam tersine hezimete uğratıldı 26 Ağustos’ta… Bozgun halinde geri çekildi ve 9 Eylül’de İzmir’de denize döküldü, Mustafa Kemal’in komutasındaki Kurtuluş Ordusu tarafından…

Fakat ne acıdır ki 2002’de yani tam 80 yıl sonra Yunancılar (Keşke Yunan Galip Gelseydiciler) iktidara geldiler Türkiye’de… Ve an geçirmeksizin Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş’la hesaplaşmaya giriştiler. Sinsice, İblisçe ve kalleşçe… Yılan gibi hep sessizce yaptılar saldırılarını. Kerte kerte aşındırdılar Laik Cumhuriyet’i. Santim santim yol aldılar, FETÖ’yle ve bilumum Ortaçağcı tarikat ve cemaatlerle omuz omuza dayanışarak yürüdükleri ihanet yollarında. Sonunda da çatırdatıp çökerttiler. Ne Ordu bıraktılar, ne Yargı, ne Eğitim, ne de sağlıklı işleyen herhangi bir kurum. Hepsini çürütüp bozdular sonra ele geçirdiler.

Tabiî bu hainane işi tıpkı 80 yıl önce atalarının (Vahideddin’lerin, Damat Ferit’lerin, Sait Molla’ların vb.lerinin) yaptığı gibi yine Batılı Emperyalist Haydutlarını arkalarına alarak-sırtlarını onlara vererek, onların emir ve komutası altında yaptılar.

Ege’de 18 Ada’mızı verdiler elleriyle Yunan’a. Ki Lozan’da bize bırakılmıştı o adalar… İzmir, Aydın, Muğla il sınırlarımız içindedir bu adalarımız.

ABD ve AB’li efendileri öyle emrettiği için yaptılar bu ihaneti, bu vatan satıcılığını…

FETÖ başta gelmek üzere tüm Ortaçağcı, insan düşmanı ve birer Din Derebeyliğine dönüşmüş bulunan tarikat ve cemaatlerle nasıl ve hangi amaca ulaşmak için kol kola yürüdüklerini, Tayyipgiller AKP’sinin “Medya ve Tanıtım Başkan Yardımcısı” Emre Cemil Ayvalı, bakın nasıl da netçe ifadelendirerek savunuyor:

***

Videonun Tapesi:

Emre Cemil Ayvalı: FETÖ ile AK Parti kol kola diyorsunuz. Eğer FETÖ ile AK Parti geçmişte bürokraside kol kola girdiyse şayet, bunu da farklı darbecileri tasfiye etmek için yaptı çünkü eski devlet düzenindeki atama düzeni şöyleydi: 2002’de ben iktidara gelmişim, sene 2007-2008.

Yahu benim bir müsteşar atamam için bu adamın memur olarak 12 yılı doldurması lazım, genel müdür olarak 12 yılı doldurması lazım. Ben sanki kendi kadrolarımla geldim de, çok mücadele etme gücüm vardı, muktedirdim de böyle bir fanteziye mi girdim?

Hayır.

Bir tarafta, çok açık söylüyorum, darbeci Kemalist gelenek vardı bir tarafta FETÖ vardı ve bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldık 2010’a kadar.

***

Demek ki neymiş?

“Kandırıldık” filan söylemleri düpedüz bir yalanmış… Hem de insanları hıyar yerine koyan bir yalan… Ya da aldatmaca…

Bu Tayyipgiller 2002’den 2013’e kadar aynı menzile ulaşmak için FETÖ’yle ve benzerleriyle iç içe, kol kola, omuz omuza olmuşlar.

Neymiş yapmak istedikleri?

“Kemalist Darbeci Zihniyet” adını vererek halkı namussuzca kandırarak Laik Cumhuriyet’i yıkmak…

“FETÖ’yle Kemalistleri birbirine kırdırarak”, yol aldık, diyor Tayyipgiller’in E. C. Ayvalı’sı…

Bir de hâlâ FETÖ’nün siyasi ayağı açığa çıkmalı, diyerek ortada dolaşan gafil ve hainler var. İşte siyasi ayak kabak çiçeği gibi en kör gözlere bile batacak şekilde oportada duruyor.

Ne demişti Abdüllatif Şener?

“AKP’de benim dışımda FETÖ’yle düşüp kalkmayan yoktur. Benim dışımdaki AKP’lilerin tamamı FETÖ’cüydü…”

E. C. Ayvalı’nın bu açık ve kesin itirafı üzerine de bir suç duyurusunda daha bulunur herhalde Hukukçu Yoldaşlarımız. FETÖ’yle Tayyipgiller’in 11 yıl boyunca suç ortaklığı yapmalarından dolayı…

Demek ki arkadaşlar; Tayyipgiller ve FETÖ, iradi olarak bu ihanet yolunu tutmuşlar ve güçbirliği etmişler. Bu, yüzde yüz kesinliğe sahip bir gerçektir…

Peki ama bu hainler güruhu nasıl türedi ve nasıl bir yol bulup yürüyerek bunca ihaneti ve tahribatı yapabildi?

Cumhuriyet’i kuranlar-Mustafa Kemal’ler, İnönü’ler ve silah arkadaşları bunlara karşı bir tedbir almadı mı?

Kendilerince aldı. Fakat derde derman olmadı aldıkları…

Neden olmadı?

Altı bin yıldan beri Sosyal Sınıflar gerçeği vardır Türkiye’de. Bu canalıcı gerçeği atladınız mıydı, hiçbir toplum olayını duru göremezsiniz. Hep şaşı kalırsınız sosyal olaylara.

Cumhuriyet’i kuranlarsa on yıllar boyu; “İmtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz!”, masallarıyla avuttular ve kandırdılar kendilerini ve sözlerine inananları.

Oysa o sözleri bile bir sınıf tavrıydı. Ve de siyasi bir tavırdı.

Mustafa Suphi ve On Dört Yoldaşını Karadeniz’de hunharca katleden, Anadolu’da 6 bin yıldan bu yana var olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıydı. O sınıfın bu katliamda yer alan temsilcileri de, Erzurum ve Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde örgütlenmiş bulunan, her türlü ilerlemeye karşı Taşra Eşraf ve Ayanlarıydı. Askeri planda da temsilcileri vardı bu insanlık düşmanı sosyal sınıfın: Bunlar Kâzım Karabekir ve Fevzi Çakmak’tı.

Mustafa Suphi ve Yoldaşlarına, Kâzım Karabekir’in Bolşevik rolü oynayarak nasıl bir tuzak kurduğunu ve Türkiye’ye gelmelerine vesile olarak onları aldattığını, bu amaçla yazdığı davet mektuplarını görüp okusanız mideniz bulanır, iğrenirsiniz Karabekir’den.

Öylesine Bolşeviği oynuyor ki, Meclisteki bazı vekiller bile; “Karabekir Bolşevik düşüncesini benimsemiş, çevrede o yönde konuşmalar yapıyormuş”, diye eleştirilerde bulunuyorlar.

Bunlara cevap veriyor Mustafa Kemal“Her şey bizim bilgimiz dahilindedir. Öyle bir şey yok. Karabekir de biz nasıl bakıyorsak Bolşevikliğe, öyle bakıyor. Yaptığı her şey bir plan dahilindedir ve bir amaca matuftur. Siz rahat olun…” (Bakınız: TBMM Gizli Oturum Konuşmaları)

Yani tuzağı Karabekir kuruyor Mustafa Suphi ve Yoldaşlarına. Mustafa Kemal de tuzağın-kapanın her aşamasından haberdar. Takipte…

Mustafa Kemal için savaşın liderliğini yürütmek en öncelikli seçim oluyor, gerisi ikincil öneme sahip konular…

Ülkenin ekonomik ve siyasi sisteminin Kapitalist ya da Sosyalist olması pek önem arz etmiyor kendisi için. Fakat tabiî kendi tercihi sorulsa ya da onun tercihine kalsa iş-seçim; kuşkusuz Kapitalizm der. Çünkü aldığı eğitim, yetiştirilme tarzı o yönde…

Nitekim Kurtuluş’tan sonra o şekilde bir seçim yapılıp uygulamaya konuluyor.

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı dönemde-Havza günlerinde önde gelen silah arkadaşı Hüsrev Gerede, Bolşevikliği öven ve benimsememizi öneren bir mektup yazıyor 7 Haziran 1919 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’ya. Tabiî bu mektubun Mustafa Kemal’in bilgisi ve onayıyla yazıldığı bellidir ya da kesindir diyebiliriz.   Mustafa Kemal de Kurtuluş Ordusu’nun oluşturulması aşamasında Kâzım Karabekir’e yazdığı mektupta; “Rusların teklifini beklemeden hemen Bolşevikliği benimsediğimizi gidip onlara bildirelim. Bolşevikliği nasıl kuracağımız konusunda yardım isteyelim onlardan. Uzmanlar gelsin ve birlikte Bolşevik bir sistem oluşturalım memlekette. Böylelikle Kurtuluşumuzu da güvenceye almış oluruz”, der. Fakat Karabekir; “Şu anda kış kıyamet, havaların düzelmesini bekleyelim öncelikle”, diyerek işi geçiştirir. Bilinmeze erteler…

Bu arada İnönü Savaşı kazanılır. Bu da; “Tek başımıza da kazanabileceğiz. Bolşevik Rusya’nın yardımına kesince bel bağlayıp ona göre bir hareket tarzı ve sosyal düzen benimsemek mecburiyetinde değiliz”, şeklinde bir anlayış oluşturuyor Mustafa Kemal ve savaşı yöneten kurmaylarda.

İşte bu anlayış doğrultusunda ya da buradan hareketle karar veriliyor, Mustafa Suphi’nin ve On Dört Yoldaşının Karadeniz’in azgın dalgaları arasında boğdurulmasına. Önce hançerlerle ölümcül şekilde vuruluyorlar, sonra dalgalara teslim ediliyorlar, 28 Ocak’ı 29’a bağlayan akşam. Yıl, 1921’dir…

Tayyipgiller’in bu talan, ihanet ve yıkım günlerine uzanan yolun başlangıcı o tarihtir.

Burjuva Sosyal Devriminin kendi devrimine ihaneti o gün tescillendi. Başka türlü ifadelendirirsek; Burjuvazi kendi ideolojisi çerçevesinde gerçekleşmekte olan harekete o gün sırtını döndü ve devrimini yarım bıraktı. Çünkü çağ, 20. Yüzyıl’dı. Emperyalizm Çağıydı. Burjuvazi, dünya ölçeğinde devrimci barutunu bitirmiş, gericileşmişti. Emperyalizm aşamasına ulaşmıştı.

Türkiye’deki devrime sınıfsal yön veren Anadolu Burjuvazisi de bu gericileşmeden uzak kalamazdı.

İşte bu sebepten de devrimine sırtını döndü ve gidip Asurlular Çağı’ndan beri Anadolu’da varlığını sürdüren Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı’yla ittifak kurdu…

Bu Anadolu Burjuvazisi o denli çapsız ve kendine güvensizdi ki, Ordu Gençliği’nin vesayetine girmekten hiç çekinmedi.

Jöntürk Gelenekli Ordu Gençliği’nin bu idealist subayları da ister istemez devrime sınıfsal damga vuran sınıfın ideolojisini benimsemekte bir sakınca görmediler.

Zaten Kurtuluş’tan hemen sonra da ekonominin dümenine, sonraları Mustafa Kemal’in kayınpederi olacak olan Uşakizade Muammer Bey ile Osmanlı döneminin Deutsche Bank memurlarından Celal Bayar geçti. Türkiye İş Bankası kuruldu. Bu, Anadolu Burjuvazisinin hızla Finans-Kapital aşamasına sıçradığını gösterir. Çünkü çağ artık Finans-Kapitaller çağıdır.

Finans-Kapital Zümresinin gericiliğiyle Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının gericiliği çarkla dişli gibi birbirine uydu.

Sola soluk aldırmama anlayışında birleştiler. Artık solcu, zindanda gerekti… Bir acımasız derebeyi zulmü, bir ilan edilmemiş gizli faşizm sürüp gitti artık.

1925, 1927, 1929, 1937-38, 1946, 1951, 1952, 1957 Tevkifatları birbirini izledi.

Bu arada Sabahattin Ali suikastı gibi insanlık dışı canice cinayetler de işlendi. Bu alçakça cana kıymaları MAH’ın-MİT’in asker ve sivil ekipleri elbirliğiyle yaptı. (Bakınız: Nevzat Bölügiray, Geçmişten Geleceğe, Tekin Yayınları.)

1952’de NATO’ya girişten hemen 6 ay sonra; “Seferberlik Tetkik Kurulu”, adıyla Süper NATO-Gladyo-Kontrgerilla kuruldu Türkiye’de, tüm NATO ülkelerinde olduğu gibi.

Devrimcilere karşı yapılacak haince ve canice provokasyon ve katliamları CIA yönetimindeki bu kanlı cinayet örgütü gerçekleştirdi.

Tabiî bu arada ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” de uygulamaya koyuldu Türkiye’de, bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi…

Tarikat ve cemaatlere, 1950 öncesinin Kemalist iktidarlarının kurduğu-ördüğü derme çatma set de yıkıldı, yeni iktidar-Bayar-Menderes iktidarı tarafından.

1950 14 Mayıs seçimleriyle Finans-Kapital + Tefeci Bezirgân birlikteliği, Ordu Gençliği’nin vesayetinde kurtuldu. Ülkeyi Uluslararası Finans-Kapitalin yani ABD ve müttefiki emperyalist haydutların kollarına attı.

Ancak Ordu Gençliği’mizin sivil Aydın Gençliği’mizle el ele vererek gerçekleştirdiği 27 Mayıs Politik Devrimi ülkeye kısmi de olsa bir özgürlük ortamı getirdi. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü iyi kötü hayata geçti.

İşte bu devrimci rüzgâr Solu uçuşa geçirdi. Sosyalist gençlik hızla gelişip güçlendi. Sol literatür özellikle de Marksizm-Leninizmin klasikleri Türkçeye çevrilip yayımlandı.

Bu gelişme tabiî ABD ve Türkiye Parababalarını çılgına çevirdi. Hemen Kontrgerilla’yı ve onun sivil uzantısı olan MHP’yi devreye sokup 12 Mart 1971 Faşist Darbesi’ni tezgâhladılar, Kızıldere Katliamı’nı ve Denizler’in idamlarını gerçekleştirdiler… Amaç, gençliğe gözdağı vermek ve Devrimci Gençlikle birlikte Sosyalist Kültürü de ortadan kaldırmaktı.

Bu alçaklık yetmedi, 12 Eylül 1980’de ikinci bir faşist darbe yaptırttı ABD, CIA-Kontrgerilla emrindeki Amerikancı faşist generallere. Altı yüz bin insanı işkencelerden geçirttiler, yüzlercesini katlettiler.

Zaten faşist darbelere uygun zemin oluşturabilmek yani halkı kandırmak ve onları faşizmi destekler hale getirecek gerekçeler yaratabilmek için ortalama beş bin insanı katlettirmişlerdi.

Bütün bu ihanetler, kötülükler, İblislikler yetmezmiş gibi, 1991’de Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp çöktü…

Bu da Solu moralsizliğe, umutsuzluğa itti büyük ölçüde.

Marksist-Leninist Teori henüz kavranamamıştı. Türkiye’de Devrimci Hareket, İşçi Sınıfı içinde kök salıp örgütlenmemişti. Kendi Devrimci Partisini-Proletarya Partisini de kuramamıştı.

Bu sebeple de Küçükburjuva Sosyalistleri, Sosyalist Kamp’ın çöküşünün sebeplerini Devrimci Teoride aramaya başladılar. Bu arayış onları inançsızlığa ve Burjuvazinin saflarına doğru savruluşa itti.

Oysa Sosyalist Kamp, Devrimci Teoriyi küçümsemekten, anlayıp kavramamaktan, gerektiği şekilde uygulamamaktan çökmüştü. Marks-Engels ve Lenin’in bu konuya ilişkin uyarılarını, öngörülerini hiç anlamamaktan çökmüştü.

Bu sebeple Sosyalist Kamp’ın çöküşü, bizim Marksist-Leninist Teoriye olan inancımızın da pekişmesine, sağlamlaşmasına ve ona daha sıkı sarılmamıza yol açmıştır. Unutmayalım ki biz Gerçek Devrimcileriz…

Özetlersek, arkadaşlar;

1920’lerden beri Türkiye’yi yönetenler hep Solsuz bir ülke yaratalım özlemi ve davranışı içinde olmuştur…

Yani siyasetçisi, askeri, polisi, istihbaratçısı ve tabiîki sermayedarları-Parababaları da aynen “Komünizmle Mücadele Derneği” gibi, “İlim Yayma Cemiyeti” gibi çalışmışlardır.

Böyle olunca da ülke hep yampiri ilerlemiştir.

Bilinir ki tek ayakla koşu yapılmaz, tek kanatla kuş uçmaz. Tek gözle sağlıklı ve net görüş elde edilmez. Tek elle güreş tutulmaz…

Oysa Sol, yani Gerçek Sol-Bilimsel Sol, ülkenin demokratikleşmesinin, ilerlemesinin, kalkınmasının en güvenilir teminatıdır.

Gerçek Sol, namus demektir, özgür, sorgulayan akıl demektir. Aydınlık Düşünce demektir. Ahlâk demektir, vicdan demektir.

İşte böyle bir hazineden mahrum etti ülkeyi yönetenler, Türkiye’yi.

Bu durumda da meydan kime kaldı?

Ortaçağcı gericilere, tarikatlara, cemaatlere ve onların her türden örgütlerine kaldı. Gönüllerince cirit oynadılar ülkede bu emperyalizm devşirmesi; insan, vatan millet düşmanı örgütler…

12 Mart 1971 sonrasında korkusundan önce Almanya’ya, ardından İsviçre’ye geçen Molla Necmettin’e Amerikancı, antikomünist faşist general Muhsin Batur aracılığıyla; “Dön gel Türkiye’ye, yeniden dinci partini kur. Yeter ki Solun önü kesilsin”, diye haber gönderdi Ordu Fosilleri. Yani Amerikancı Generaller. (Bakınız: Sabahattin Önkibar, Derin ve Gizli Devlet Gazetecisi Olarak İtiraflarım, Kırmızı Kedi Yayınları.)

12 Mart ve 12 Eylül’ün faşist generalleri hep iç içe olmuşlardır Molla Mecmettin’lerle, Said Nursicilerle, Fethullah Gülen’lerle, Amerika’nın kendilerine emrettiği şekilde Sola karşı dinci Ortaçağcılarla, MHP’li Gladyo yetiştirmeleriyle.

Böyle bir sürecin sonunda da varılacak yer bellidir gayrı.

Bunu öngörmemek için insanın Sınıf Körü olması gerekir. Ki, Mustafa Kemal, İnönü ve silah arkadaşları böyleydi…

İyi niyetlerine ve içtenliklerine, vatan milletseverliklerine rağmen ekonomik, sosyal ve siyasi konularda cahildiler. Bu gerçeği, bir burjuva yazarı olan Falih Rıfkı Atay bile “Çankaya”sında açık açık anlatır.

ABD, AB ve Siyonist İsrail devşirmesi, yetiştirmesi Tayyipgiller anlatılan bayır aşağı gidişin son aktörleri olmuştur.

Bunca acıya ve milyonlarca cana mal olmuş bu ülke ve vatan, bin beş yüz kişilik koruma ordusu önünde, yanında ve ardında olmadan zırhlı arabasıyla olsun sokağa çıkamayan yürek yoksunu Tayyip’le Kaset Tutsağı Kaçak Saray’ın Arka Bahçeli’sine kalmıştır. Ne kadar yürek parçalayıcı bir durum, daha doğrusu trajedi, değil mi?

Yukarıda andığımız efendileri, bunları Yeni Sevr’i uygulamaları şartıyla iktidara taşımıştır.

Ve 18 yıldan beri de verdiği görevleri tamamlasınlar diye orada tutmaktadır.

Bu yerli taşeronlar artık o denli gemi azıya almışlardır ki; “Keşke Yunan Galip Gelseydi”, demekten bile çekinmiyorlar…

Bu hainler, bu vatan satıcılar, bu kamu malı hırsızlarından ülkeyi kurtarmak biz Gerçek Devrimciler için bugünün en öncelikli görevidir…

Yapacağız bunu da…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

13 Haziran 2020

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email