Yüreksiz, çapsız, burnunun önünü görmekten aciz Tayyipgiller Hükümeti,AB-D’nin, Ortadoğu’daki bekçi köpeği-petrol bekçisi Siyonist İsrail’e,Müslüman kanı içmeye kanmayan o kahpe düşmana, Türkiye’yi çizdirdi

Yüreksiz, çapsız, burnunun önünü görmekten aciz Tayyipgiller Hükümeti,AB-D’nin, Ortadoğu’daki bekçi köpeği-petrol bekçisi Siyonist İsrail’e,Müslüman kanı içmeye kanmayan o kahpe düşmana, Türkiye’yi çizdirdi

Biz yıllardan beri diyoruz ki Tayyip kuru gürültü, palavra, yalancı pehlivan. Yani yüreksiz, korkak. Mert, yiğit, delikanlı değil… Çünkü psikoloji bilimi okuduk. İnsan psikolojisini, insan davranışlarının kökenini, motive edicisini biliriz. Tayyip, rüzgara tutulmuş kavaklar gibi öne arkaya sallanarak, yaylanarak yürür. Böylece yürüyüşüne külhanbeyi havası vermeye çalışır. Oysa gerçekten yürekli, yiğit bir insan buna tenezzül etmez. Evinde, dağda, bayırda gözlerden uzak yerlerde yürürkenki gibi yürür. Cesur insan, cesur görünme çabasına girmez. Buna ihtiyaç duymaz. Tıpkı güzeliğinden, yakışıklılığından emin bir insanın makyaja, pahalı giysilere-tavırlara ihtiyaç duymayacağı gibi… tüm makyajlar, süslenme ihtiyaçları, hep bir eksikliği, yetersizliği örtme, gizleme çabasından kaynaklanır… Tayyip’in külhanbeyi yürüyüşünü taklit etmesi de aynı nedenden yani yürek yoksunluğundan kaynaklanmaktadır.

Sonra Tayyip, Sami Ofer’i tanıma meselesinde olduğu gibi, aynı konuda bir günde birden fazla yalan söyleyebilecek denli yalancıdır. Su içer, soluk alır gibi yalan söyler. Yine, hanımefendi Satançımız Sevim Tanürek’i, lüks mercedesiyle ezip öldüren, sürücü belgesi olmayan oğlunun, kazadan sonra alınan çakma ehliyetini, “Oğlum ehliyetliydi” diyerek, Sanatçının cenaze töreninde medyaya göstermesi gibi. Daha pek çok örnek verilebilir Tayyip’in yalancılığına…

Sonra Tayyip vurguncu. Yüz kızartıcı 7 tane suçtan yargılanmaktaydı. Tabiî bunlardan dokunulmazlık sayesinde şimdilik kurtulmuş bulunmaktadır.

Tayyipgiller’in diğer bileşenleri de aynıdır. Mesela en yakını A. Gül… O da Tayyip’in tıpatıp benzeridir… Yine hep diyoruz ya bunlar Ortaçağcı menfaat çetesi, çıkar amaçlı suç örgütü diye…

Bunlar AB-D’den aldıkları emirler doğrultusunda içeride halka zulmediyorlar. Halklarımızı soyup soğana çeviriyorlar. Kamu mallarını yerli yabancı Parababalarına komisyon karşılığında peşkeş çekiyorlar. Ve durup dinlenmeden küp dolduruyorlar.

Tabiî bu arada laikliğe saldırıyorlar. Laik yurtsever, Mustafa kemalci, antiemperyalist, namuslu Türk Ordusu’na, Türk Yargısına, Bilim İnsanlarımıza ve Aydınlarımıza, Basınımıza saldırıyorlar, CIA’nın hazırladığı planlar çerçevesinde…

AB-D Emperyalistleri Türkiye’yi Yeni Sevr’e götürmek istiyor. Yerli hainler de (TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TOBB YÖNETİMİ, PARABABALARI MEDYASI ve TAYYİPGİLLER de) bu süreçte hem vurgunlarını vurarak-küplerini doldurarak hem de Türkiye’yi Ortaçağın karanlıklarına-DİN DEVLETİNE götürmek istiyorlar.

Mustafa Kemal’in Büyük Nutku’nun sonundaki GENÇLİĞE HİTABE’de dediği gibi; “(…) memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.” Evet ne acıdır ki Mustafa kemal’in öngördüğü felaketler bugün gerçekleşmiş bulunmaktadır.

Tayyipgiller Hükümeti arkalarında AB-D Emperyalistlerinin ekonomik, siyasi, askeri ve casus örgütlerinin desteği olduğu için, içeride onların ellerine verdiği reçeteleri çok başarılı şekilde uyguladı. Tabiî yerli Parababalarının ve onların medyasının, dönekler ordusundan oluşan yazarçizerlerinin de desteğini aldı bu hainane işte. Halka hayâsızca zulmetti, kamu mallarını yağmalattı. Toplam 39 milyar dolarlık “özelleştirme”nin 31 milyar dolarlık bölümünü bu Hükümet yaptı. Tabiî bu para Türkiye’nin ödediği bir yıllık borç faizinin bile ancak beşte üçünü karşılayabilmektedir. Yani yağmalatılan kamu malları bütünüyle borç faizine gitmiştir. Üstelik de borçlar azalmamış artmıştır. Dış borçlar bile Tayyipgiller döneminde ikiye katlanmıştır.

“Ergenekon Davası” adlı hukuk kılıfına büründürülmüş CIA yapımı saldırıyla namuslu, yurtsever, laik, Mustafa Kemalci güçler Silivri zindanına doldurulmuştur. Ve Tayyipgiller’in en önde gelen temsilcilerinden Bülent Arınç, “Ergenekon’u ezdik!” diye sevinç naraları atmıştır. ABD’nin kucağında dincilik oynayan Fethullah Gülen; “Ergenekon’da daha istenilen noktaya varılmadı. Üstlerindeki zırhları yırtılmadı” diyerek emrindeki Zekeriya Öz ve ekibine “Yola devam!” emri vermiştir…

AB-D Emperyalistleri de alkışlarla izlemiştir kendi planladığı saldırıyı… ABD Emperyalizminin en etkili gazetelerinin yazarları, “T. Erdoğan Hükümeti, Türk Ordusu’nun kâğıttan kaplan olduğunu gösterdi” diyerek övmüştür yapılan hainliği…

Tayyipgiller, bu pis, hainane, halk ve vatan düşmanı işlerin adamıdır. Ne yazık ki, biz gerçek yurtseverler olan devrimcilerin dağınıklığından faydalanarak bu aşağılık işleri gerçekleştirebilmektedirler…

AB-D’den bağımsız, hele hele AB-D’nin istemediği bir iş yapmaya kalktıkları anda ise, hemen tökezlerler ve burunlarının üzerine düşerler…

Bu nedenle bunların en yapamayacakları iş, onurlu, bağımsızlıkçı, halkın çıkarlarını gözeten bir dış politikadır. İçeride, AB-D’yi arkalarına alarak, halklarımızın temiz din duygularını sömürerek başarılı olabilirler. Ama dış politikada, AB-D’nin desteklemediği, hele hele karşı olduğu önemli bir konuda, bir işte asla başarılı olamazlar. Çünkü bunlarda o politikayı yürütecek yürek yok öncelikle. Sonra da bilim ve bilinç… Bunlar bütün ihtisaslarını, uzmanlıklarını din sömürüsü-din alıp satma üzerine yapmışlardır. Bir de vurgun vurmayı, küp doldurmayı iyi bilir bunlar. Şeytanın aklına gelmeyen sömürü ve vurgun yollarını, biçimlerini bulur ve bilir bunlar… Başkaca da bir şey bilmezler.

Dikkat ederseniz Tayyip bu konularda tam bir örnektir. Aslında bunlar dinin özünü yani Hz. Muhammed’in kurduğu dinin amacını, ruhunu da hiç bilmezler ve kavrayamazlar. Bunların savunduğu din Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin ve onun da oğlu Yezid’in savunduğu dindir. Yani derebeylerin, vurguncuların çıkarlarına uygun düşecek biçimde biçimlendirdikleri, bozdukları dindir. Hz. Muhammed’in amaçlarıyla da, yaşayışıyla da yani uygulayışıyla da hiç ilgisi yoktur bunun… Tabiî Hz. Muhammed’in yolundan giden Dört Halife’yle de…

Tayyip’in üslubuna dikkat edersek, tam bir kasaba vaizi üslubuyla konuştuğunu görürüz. İçtenliksiz, yapma, özentili bir üsluptur bu. Tonlamaları, duraklamaları tamamıyla yapmacıktır. Duygulardan, hissiyattan yoksun bilgisayar kayıtlarını andıran bir konuşmadır.

Tayyipgiller Hükümeti, 7 yıldan beri, AB-D’nin emirleri doğrultusunda Halklarımıza uyguladığı ekonomik zulüm, insanlarımıza ve vatana ettiği ihanetler yüzünden bir hayli yıpranmıştı. Özellikle B. Obama’nın, Türkiye’ye gelişinde, Meclis’te yaptığı konuşmada, basın açıklamasında ve Tayyipgiller’le yüz yüze yaptığı görüşmelerde ısrarla üzerinde durduğu dört emrin (Ermeni, Kürt, Kıbrıs ve Patrihane’nin Ekümenikliğinin tanınmasıyla Heybeliada Ruhban Okulu’nun Rumların istediği şartlarda yani MEB’den bağımsız bir şekilde çalışması koşuluyla açılması şeklinde özetlenebilir bu “4 emir”) uygulanmaya çalışılmasıyla uğranılan hezimetin yarattığı yıpranma Tayyipgiller’in, halk gözünde inandırıcılığını, güvenilirliğini önemli ölçüde düşürmüştü.

Tayyipgiller, bu durumu tabiî ki görmekte gecikmediler. AB-D’nin ve onların şu anki şefi B. Obama’nın “dört emri”nin uygulanmasında, yerine getirilmesi konusunda ısrarlı olmanın kendilerini bitireceğini gördüler. Ve bu konudaki çalışmaları durdurdular.

Kaybettikleri oyları yeniden kazanabilmek için, AB-D’nin Ortadoğu’daki düşmanları olan Suriye ve İran’la dostluk ilişkilerini geliştirmeye yöneldiler. Bu elbette ki doğru bir politikaydı… AB-D Emperyalistlerinin çıkarlarına aykırı olan, dolayısıyla da onların istemediği her şey genelde bizce iyidir. Yapılmalıdır, desteklenmelidir.

Tayyipgiller bu süreçte, Latin Amerika’nın Küba ve Venezuela dostu, Brezilya Devlet başkanı Lula’yla da ilişkiye girdi. Lula’yla birlikte, İran’la “Nükleer Takas Antlaşması”nı imzaladı. Sonra da bildiğimiz gibi Latin Amerika gezisine çıktı Tayyipgiller. Ve Latin Amerika’nın, ABD Emperyalistlerine uzak Sosyalist Küba’ya yakın duran ülkelerini bir bir gezmeye başladı. Onlarla dostluk ilişkileri geliştirmeye başladı. Bunlar da hep olumlu şeylerdi…

Yine hatırlanacağı gibi Tayyipgiller Rusya’yla da yakınlaşma içine girip ekonomik antlaşmalar imzaladılar. Vize uygulamasını tümden değilse de çok önemli ölçüde kaldırdılar. İşte bütün bunlar AB-D Emperyalistleri ve onların Ortadoğu’daki bekçi köpeği-ileri karakolu durumunda olan İsrail için hiç istenmeyen, tehlikeli sonuçlar yaratabilecek davranışlardı…

Tayyipgiller bunlarla da yetinmedi: Gazze’deki bir buçuk milyon Filistinli’ye, Siyonist İsrail’in 35 aydır uygulamakta olduğu insanlık dışı, alçakça ablukayı delmeye yönelik bir davranış başlattı: Kendilerinin STK’si olan durumunda bulunan “Deniz Feneri”, “Kimse Yok Mu Derneği” benzeri bir Ortaçağcı kuruluş olan İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) aracılığıyla, Gazze’ye aynî yardım göndermeye kalktı. Başta “Mavi Marmara” olmak üzere gemilere yüklediği yardım malzemelerini, üçte ikisi Türkiye insanlarından oluşan 600 kişilik bir yardım heyetiyle birlikte yola çıkardı. Bu yardım heyetinde bulunan yabancılar, İsrail’in uyguladığı zalimane ekonomik ablukaya tepki duyan, insanî duyarlılığı yüksek olan insanlardı. İçlerinde parlamenterler, Rahipler ve Museviler de vardı. Sol düşünceye sahip olanlar da…

Tayyipgiller, 35 aydır süren bu ablukayı yararak onu işlemez hale getirerek, İslam dünyasında, Arap aleminde ve özellikle de yurt içinde büyük saygınlık kazanacaklarını ve kaybettikleri oylarını yeniden geri alacaklarını düşünmüşlerdi. Onlarınki her davranışları gibi yine içtenlikten yoksundu. Gösterişe ve siyasi rant sağlamaya yönelikti. İsrail’in, “Mavi Marmara Katliamı2nı yaptığı günün öğleni, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı açıklama, Tayyipgiller’in bu iki yüzlü, iğrenç tutumlarının gün gibi açığa çıkarılmasını sağladı. O gün öğrendik ki; Türkiye önümüzdeki aylarda İsrail’le üç askeri tatbikat gerçekleştirecekmiş. Böylesine bir askeri işbirliği içindeymiş İsrail’le. Bunlardan birinin adı “Deniz Kızı”ymış. Nasıl da şiirsel adlar buluyorlar, yapmayı planladıkları pis işlere değil mi? Bunlardan ikisi “Arama Kurtarma” tatbikatıymış. Biri de savaş oyunuymuş. Bu tatbikat İsrail’de yapılacakmış. Bunlardan birine Ürdün de dâhilmiş. Yani Türkiye, Ürdün, İsrail olmak üzere üçlü tatbikatmış bu.

AB-D Emperyalistleri, Ortadoğu’daki bu uydu devletlerinin bu denli kaynaşmasını istiyor demek ki…

İsrail, AB-D Emperyalistlerinin, Ortadoğu’da Petrol Bekçisi olması için- o görevle görevlendirdikleri bir yapay, kukla devlettir. Ve ABD’ye organik bağlarla bağlıdır. AB-D bu kuklasını teknolojinin son sözü silahlarla donatmıştır. Ki bu silahlara atom dâhildir. AB-D Emperyalistleri, sessiz sedasız bu ileri karakollarını, bu jandarma müfrezelerini atom silahlarıyla donatmıştır. Bu gerçeği bugün artık İsrail yetkilileri de açıklamaktan çekinmemektedirler…

Aynı AB-D, İran’ın nükleer çalışmalarından müthiş bir korku ve endişe duymaktadır. Peki, İsrail’e bu konuda tık diyor mu?

Hayır.

Bu tutum da AB-D’nin iğrenç, pis, aşağılık içyüzünü bir kez daha açığa çıkarmaktadır. İsrail, bugün, kuduz hayvanlar gibi tüm komşularına hak hukuk tanımadan canice saldırabiliyorsa, bu öncelikle ağababalarından yani başta ABD olmak üzere batılı Emperyalistlerden aldığı güçten kaynaklanmaktadır. Biliyor ki, su Siyonist cellat onların koruması altındadır. Ve onların da çıkarınadır yaptığı bu katliamlar, döktüğü kanlar, kıydığı canlar…

Sonra askeri gücüne güvenmektedir. Atom bombalarına güvenmektedir. Bilmektedir ki, bölgede bu silaha sahip olan yalnızca kendisi var. Tabiî bu durum, kendisine, tartışmasız bir askeri üstünlük sağlamaktadır…

İşte AB-D Emperyalistleri, İsrail’in bu askeri ayrıcalığını, üstünlüğünü korumak ve sürdürmek için, İran’ın nükleer çalışmalarından korku, endişe duymaktadırlar ve bu çalışmayı durdurmak için var güçleriyle çalışmaktadırlar…

Biz diyoruz ki, bu silahı bulundurmak bile, bırakalım kullanmayı, bulundurmak bile-kullanma potansiyeline sahip olmak bile bir savaş suçudur… Çünkü bu bir “Kitle İmha Silahıdır”. Bu silahı hiçbir devletin bulundurmaması gerekir. Dünyayı ve insanlığı, bu korkunç, insanlık düşmanı silahın tehdidinden kurtarmak gerekir. İnsanlığı bu alanda güvenceye almak gerekir. Bu silahın yaratabileceği olası felaketleri şimdiden potansiyel halindeyken ortadan kaldırmak gerekir.

Yeni Hiroşimalara asla izin vermemek gerekir… İnsan olma sorumluluğumuz bize bunu emreder…

Fakat biz şunu da çok açık olarak bilmekteyiz ki AB-D Emperyalistleri ve İsrail, bu silaha sahip olmaktan ve gerekli gördükleri anda-aşağılık emperyalist, Siyonist çıkarları gerektirdiği anda kullanmaktan çekinmeyeceklerdir…

O zaman bunları durdurmanın, bu korkunç silahı kullanmaktan caydırmanın geriye bir tek yolu kalıyor: Bölgenin diğer ülkelerinin de bu silaha sahip olması. Hani Friedrich Engels der ya: savaş araçlarının şiddeti gelecekte savaşları imkânsız kılacaktır, diye. İşte o durumun yaratılması, o dengenin kurulması gerekir. Bu açıdan biz, insanlık düşmanı, cellât İsrail’in atom silahı olduğu sürece bölgenin diğer ülkelerinin de bu hakkı vardır, diyoruz. İsrail’in sahip olduğu atom bombasını görmezlikten gelen, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün ve Dünya Atom Enerjisi Kurumu’nun, İsrail dışında kalan Ortadoğu ülkelerinin Nükleer silahlara sahip olmaması yolundaki çabalarını, tutumunu iki yüzlülükle suçluyoruz ve AB-D Emperyalistlerinin ve onların maşası İsrail’in safında yer almak olarak değerlendiriyoruz. Çünkü bu tutumun mantıkî sonucu; bölgede yalnızca İsrail Nükleer Silaha sahip olsun, diğerleri yani İsrail’in Siyonist anlayışından dolayı, Tarihî düşmanları olarak gördüğü Müslüman ülkeler bu silaha sahip olmasın, dolayısıyla da İsrail, bu Tanrısal düşmanları karşısında daima silah üstünlüğüne sahip olsun demektir.

Bölgenin diğer kukla devleti olan Ürdün’se İngiliz Emperyalizminin kurdurduğu bir ajan devlettir. Görevi, hainlik ederek Arap Ulusu’nu arkadan ya da içten vurmaktır.

Fakat Türkiye, İsrail ve Ürdün gibi AB-D Emperyalistleri tarafından kendilerine uşaklık etsin, itlik etsin diye kurdurdukları devletlerden değildir. Tersine Türkiye, AB-D Emperyalistlerine karşı, dünyada ilk zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın sonunda, onun ürünü olarak kurulmuş bir devlettir. Bu uşak devletlerle aynı askeri ittifaklar içinde olmaması gerekir. Fakat ne acıdır ki, son 60 yıldan beri Türkiye’yi yönetenler Türkiye’yi İsrail ve Ürdün gibi haysiyetsiz, AB-D kuklası devletlerin safına iteledi. Onlarla aynı çizgiye ya da çukura düşürdü. Yerli Parababaları, TÜSİAD’çılar, MÜSİAD’çılar, TİSK’çiler, TOBB’cular ve onların emrindeki siyasiler, medya yaptı bu hainane alçakça işi… İşte o yüzden Türkiye de, İsrail ve Ürdün’le “Ortak Askeri tatbikatlar” yapar hale geldi.

Bir Haziran günü, yani İsrail’in uluslararası sularda seyreden “Mavi Marmara”ya ve Barış Filosu’nun diğer gemilerine saldırarak, dokuz Türkü katlederek, onlarcasını yaralayarak terörist, korsan bir devlet olduğu, hak hukuk tanımaz bir insanlık düşmanı güç olduğunu bir kez daha, insanlık âlemine sergilediği gün, Bülent Arınç’ın çıkıp, bundan sonra Türkiye’nin ne yapacağı, Türkiye’nin bu saldırı ve katliama nasıl bir tepki göstereceği konusunda, kalkıp, “İsrail’le önümüzdeki Ağustos ayından başlamak üzere yapmayı planladığımız askeri tatbikatları iptal edeceğiz, iki maç yapmak üzere İsrail’de bulunan Genç Milli Futbol takımımızın maçlarını da iptal ettik, onlar da hemen Türkiye’ye dönecek” diye açıklamada bulunması, tam da bir ihanetin itirafıydı. Suçüstü yakalanmıştı Tayyipgiller. Hatırlanacağı gibi bunların eski duayenleri, Necmettin Erbakan da İsrail’le bir milyar dolarlık silah alım antlaşması imzalamıştı. Türkiye Tarihindeki, İsrail’le imzalanan en büyük silah antlaşmasıydı bu. Yine Tayyipgiller, bir ay kadar önce de İsrail’den on adet adına Heron denen insansız keşif uçağı almıştı. Yine biliyoruz ki, İsrail savaş uçakları Konya Karapınar’da atış eğitimi-tatbikatı yapmaktadırlar yıllardan beri. Yani Gazze’de, Batı Şerida’da, Lübnan’da ve daha pek çok Arap ülkesinde Müslüman halkı vuran, o ülkeleri yakıp yıkarak harabeye çeviren Siyonist İsrail uçakları atış-vuruş eğitimlerini Konya-Karapınar’da yapmaktadır.

Bunu kim yaptırtmaktadır?

Tabiî ki hem İsrail’in hem de Türkiye’nin hâkimi olan AB-D Emperyalistleri. Ne acı bir durum, değil mi?

İşte hain yerli Parababaları ve siyasiler, Türkiye’yi bu hallere düşürmüşlerdir.

AB-D Emperyalistlerinin de Siyonist İsrail’in de tarihi soykırımlarla, en ağırından insanlık suçlarıyla doludur.

ABD Emperyalistleri, burjuva tarihçilerinin bile sayılarını 20 ila 30 milyon civarında verdiği Amerikan Yerlisini, soykırım yaparak yok etmişlerdir. Bugün yaşıyor olsalardı yani böyle bir felaketle karşılaşmamış olsalardı, bu halkın nüfusu yüz milyonları bulmuş olacaktı.

AB Emperyalistleri, Avustralya yerlilerini aynı yöntemle yani soykırıma uğratarak yok etmişlerdir. Ayrıca Afrika’da, Çin’de, Hindistan’da milyarlarca masum insanı, sömürgeci alçakça amaçlarla katletmişlerdir.

İngiliz Emperyalistleri, yalnızca Hindistan’da sadece geçen yüzyılın ilk yarısında, Hindistan’ın bağımsızlık süreci boyunca 4 milyon masum insanı katletmişlerdir.

Fransa, Cezayir’de 1.5 milyon masum insanın canına kıymıştır.

ABD Emperyalistleri, son Irak işgallerinde, çoğu katledilerek, bir bölümü de, ABD’nin yürüttüğü emperyalist savaşın ülkeyi harabeye çevirmesi nedeniyle açlık ve hastalıklardan olmak üzere toplam 5 milyon insan hayatını yok etmişlerdir.

Hâlâ da kalkıp hiç utanıp sıkılmadan, yüzleri kızarmadan, BOP adını verdikleri alçakça ve şerefsizce projeleriyle Ortadoğu, Asya ve Kuzey Afrika’da 24 ülkenin sınırlarını yeniden belirleyeceklerini-çizeceklerini söyleyebilmektedirler. Bizim AB-D hizmetkârı Tayyipgiller’in şefi Tayyip de BOP’un ‘Eşbaşkanıyım’ diye övünmektedir.

Katliamcı, Müslüman kadınların ırzına geçen, sarhoş, sapık ABD askerlerini “Kahraman” ilan ederek “Kahraman Amerikan askerlerinin sağ salim vatanlarına dönmeleri için Allah’ıma dua ediyorum” diye mesajlar vermektedir Bay Tayyip! Güler misiniz? Ağlar mısınız?

Tayyipgiller’in ikinci adamı A. Gül, yine Amerikan askerlerine övgüler düzmekte, onları “Kahraman ve fedakâr” ilan etmektedir.

Bunlar, o ünlü fıkradaki “Geçmiş olsun Enişte”ciler. Bir ellerinde havlu, diğerinde kolonya kapıda nöbet tutmaktadır bunlar. Allah’la aldatılarak tuzağa düşürülen, oyuna getirilen, saf, cahil, bilinçsiz halkımız bunlara oy vermektedir, ne acıdır ki. Tabiî AB-D’nin emrindeki yerli satılmış Parababaları ve onların Medyası da bu alçakça oyuna, kandırmaya var gücüyle destek vermektedirler…

Çünkü yerli Parababaları, Batılıların ortağıdır, uşağıdır. Onlarla resmen ortaklık kurmuştur. Şirket ortaklıkları yani menfaat evlilikleri yapmıştır. Satılmış medyanın dönek yazarçizerleri de aylık on binlerce dolar aldıkları ve Finans-Kapitalistler gibi lüks bir hayat sürdükleri için bu hayâsızca oyuna, gidişe kan teri dökerek destek vermektedirler…

İsrail’se, AD-D Emperyalistlerinin doğrudan desteğiyle, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında, Filistin’e kitleler halinde yerleşmeye başlamıştır. Yine aynı Batılı Emperyalistlerce askeri eğitimden geçirilmiş ve modern silahlarla donatılmıştır. Yani İsrail Ordusu, AB-D tarafından oluşturulmuş ve donatılmıştır. Bu Siyonist insan düşmanı güç, Filistin’de Müslüman köylerini basarak, masum halkı katliamlara uğratmıştır. İşin enteresan tarafı, bu katliamlarını fotoğraflayarak herkese teşhir etmiş ve Filistin Müslüman Halkının, terörize edilerek bölgeden kaçmasını, köylerini, doğup büyüdükleri atalarının yurtlarını terk etmesini sağlamıştır, bu şekilde… Böylece Filistinlilerin köylerine, evlerine, yurtlarına yerleşen Siyonist Yahudiler, durmadan işgalleri altındaki bölgeyi genişletmeye koyulmuşlardır. Yani tuttukları köprübaşından çevre köylere, kasabalara saldırarak oralardaki yerli halkın canlarını kurtararak bölgeyi terk etmesini sağlamışlardır. Sonunda da 1948’de İsrail devletinin kurulduğunu ilan etmişlerdir. O günden sonra da durup dinlenmeden topraklarını genişletme saldırılarını sürdürmüşlerdir. Bunda da ne yazık ki hep başarılı olmuşlardır.

İsrail devletinin ilanını kabul etmeyen Arap ülkeleri İsrail’le savaşa tutuşmuşlar. Savaş 1 yıl sürmüş. Yine acıdır ki, AB-D Emperyalistlerinin eğitip donattığı 75 bin kişilik İsrail Ordusu, savaştığı beş Arap ülkesinin ordularını yenmiştir. Bu Arap ülkeleri; Mısır, Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün’dür. Bu savaş sonunda İsrail, Filistin topraklarının dörtte üçünü ele geçirmiştir.

1956’da, yine İngiltere ve Fransa’yla birlikte İsrail, Arap Halkına karşı bir savaşa daha girişti, Ve bu savaştan da galip çıkmayı bilmiştir. Tabiî ABD’de doğrudan değilse de dolaylı yollardan İsrail, İngiltere ve Fransa’yı desteklemiştir.

1967 Haziran (5 ile 10 Haziran) Altı Gün Savaşı’nda da, başta ABD’nin ve diğer Batılı Emperyalistlerin dolaylı desteğini alan İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’den oluşan Arap ülkelerini bir kez daha çok ağır bir hezimete uğratmıştır. Bu savaşta, ABD, İngiliz ve Fransız stratejistleriyle birlikte, onların istihbarat bilgilerinin ışığında oluşturduğu savaş stratejisiyle İsrail, Arap ülkelerini tam anlamıyla felç etmiştir. Koca koca askeri birliklerden oluşan Arap ülkeleri ordularını 6 gün içinde darmadağın etmiştir. Ve bu savaş sonunda topraklarını daha öncekinin 4 katına çıkarmıştır. İsrail tüm bu savaşlarda, Alman Nazilerinin, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda uyguladıkları  “Yıldırım Savaşı” yöntemini uygulamıştır.

Arap ülkeleri, 1973’te bir kez daha savaşmış İsrail’le fakat bu savaştan da yenilgiyle çıkmışlardır.

Bu savaşlardan İsrail’in zaferle çıkmasının çok önemli bir nedeni de, Arap Medeniyetinin Abbasilerle birlikte derebeyiliğin batağına yuvarlanması ve bu bataklıkta insanlarını çamurlara bulamasıdır. Ortalama bin yıl boyunca Arap Ulusu, önemli sayılabilecek bir askeri zafer kazanmamıştır. İşte bu derebeyileşmenin çürüttüğü insan malzemesinin yönettiği Arap devletleri, İsrail Ordusu karşısında iskambilden kaleler gibi çöktüler.

Taa ki 2006’da Hasan Nasrallah’ın yönettiği Hizbullah, Lübnan’da 1947’den bu yana ilk kez olmak üzere, İsrail’i açık bir yenilgiye uğrattı. Çünkü Hasan Nasrallah ve emrindeki idealist, inançları için gözünü kırpmadan ölüme gidebilecek gençlerden oluşan ordusu, Siyonist İsrail Ordusu’nu önce durdurdu, sonra da yendi. Üstelik de hava kuvvetlerine sahip olmamasına rağmen. Hizbullah gençleri, şehit olmak için savaşıyordu, İsrail askerleri ise hayatta kalmak için. Elbette Hizbullah gençleri yenecekti ve öyle de oldu.

Oysa Arap devletlerinin yönetici ve generalleri, Hizbullah’ın tersine, çürümüş insan malzemesinden oluşmaktaydı. Fark buydu…

Demek ki, büyük askeri düşünürlerin, kuramcıların ve stratejistlerin hep öne sürdüğü gibi; “En büyük, en güçlü silah davasına adanmış bir cana, bedene sahip insandır”

Ne yazık ki, bizim Tayyipgiller’in de, Arap devletleri yöneticilerinden bir farkı yoktur. Bunlar da aynı toptan kesmedir. Hepsi de Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının siyasi temsilcileridir bunların. Bunların canı tatlıdır. Bunlar korkaktır. Bunlar düzenbazdır. Kendi halklarına düşmandır. Bunlarda vatan sevgisi ve ulusal onur yoktur. Bunlar Ortaçağcıdır. Ve bunlar AB-D Emperyalistlerinin işbirlikçisidir, hizmetkârıdır. Bunlarda yürek, kararlılık, atılganlık ve bilim-bilinç isteyen askeri kalite sıfırdır. Bunların ustalığı demagojiyle, saf, cahil insanlarımızın din duygularını istismar ederek kandırmaktır. Ve şeytanın bile aklına gelmeyen vurgun, sömürü yolları bularak küp doldurmaktır.

İşte bu nedenden bunlar, bu Gazze’ye Yardım Filosu’nu organize edip yola çıkararak, kolay bir başarı ve saygınlık kazanacaklarını sandılar. Bizim bu konudaki düşündüklerimizin hemen aynısını Can Ataklı, Vatan’da yazdığı için ondan aktaralım, Tayyipgiller’in hezimetle sonuçlanan hesaplarını:

“Olayın esası şudur:  İktidar, bir sivil girişim hareketinin arkasına sığınarak İsrail’e karşı bir gövde gösterisine hazırlanmıştır. İçine 600 kişi konan bir yolcu gemisi İsrail açıklarına gönderilmiştir. İsrail’in bu yardım gemisine karşı çıktığı bilinmektedir. Ama şu sanılmıştır: İsrail gemileri durduracak. Sahile yanaştırmayacak. Aradan günler geçecek. Gemidekilerin su ve erzak stokları tükenmeye başlayacak. Gemiden yapılacak canlı televizyon yayınları ile bu durum dünya kamuoyuna gösterilecek. Bir süre sonra dünya kamuoyu tepki göstermeye başlayacak. İsrail baskılara direnemeyecek ve gemiler limanlara yanaşacak. Yardımlar dağıtılacak. Tayyip Erdoğan da İsrail’i dize getiren Başbakan olarak Orta Doğu Arap halkının kahramanı olacak. Bu durumdan çok hoşnut olan Türk halkı da “kahraman başbakanının” arkasına geçecek.

“Plan geri tepti. İsrail daha ilk gün alçak bir saldırı yaparak hem insanlarımızı öldürdü hem de 400’den fazla kişiyi tutukladı.

“İşte iktidar bunu hiç beklemiyordu. Beklemediği gibi aslında dünya kamuoyu önünde de zor duruma düştü. Evet, medyaya bakarsanız “dünya ayakta” diyorlar. Hiç de öyle değil. Dünyanın tepkisi bir trafik kazasında ölenlere duyulan üzüntüden öte gitmedi. (Vatan, 2 Haziran 2010)

Tayyipgiller’in hiçbir askeri yetenekleri olmadığı için, İsrail’in nasıl davranacağını öngöremediler. Oysa İsrail’i kimlerin kurdurduğu, bugün de arkasındaki güçlerin kimler olduğu ve İsrail’in 1945’ten bu yana nasıl davrandığı bilinse ve kavransaydı, bu hezimet yaşanmazdı. AB-D uşağı Siyonist kahpe düşmana Türkiye çizdirilmezdi. Can Ataklı yukarıdaki yazısında bir de şöyle demektedir:

“İktidarın ilk yılındaki “çuval” olayı bir kere daha ve katmerlenerek yaşatılmıştır bu halka. Üstelik çuval geçirildiği gibi bir de başımıza balyoz vurulmuştur.” (agy )

Kaldı ki, 2003’te Süleymaniye’de Türk Ordusu’nun başına çuval geçiren dünyanın Başhaydutu ABD’ydi. Bu kez onun uydusu, bekçi köpeği yapmıştır aynı işi. O nedenden Türkiye, bir kez daha, hem de çok daha ağır olmak üzere çizdirilmiştir.

Tayyipgiller, askeri açıdan İsrail’i tanımıyordu. Ama Siyonist düşman Tayyipgiller’i, bunların yetersizliğini, çapsızlığını çok iyi tanıyordu. Ondan cesaret edebildi bu alçaklığa.

Tayyip’in, ABD ve İngiltere’nin hazırladığı “Annan Planı”nı savunurken yaptığı savunmayı hem ABD hem de İsrail iyi izlemiş-gözlemiş ve yazmıştı bir kenara, daha doğrusu tuttuğu “Türkiye Dosyası”na…

Tayyip ne demişti o zaman?

“Eğer bugün bu planı kabul etmezsek, sonra birileri gelir, size Kıbrıs’tan çık derler, siz de kuzu kuzu çıkarsınız.”

Bu savunma, Tayyip’in ancak bir serçe kadar yüreğe sahip olduğunun göstergesiydi…

Sonra yine; “Beni kanalizasyon deliğinden aşağı süpürmeyin, kullanın!” diyerek, ABD Emperyalizminin temsilcileri önünde diz çöken ve yalvaran da yine Tayyip’in kendisiydi, gönderdiği elçiler vasıtasıyla. Hatırlandığı gibi bu elçiler, Cüneyt Zapsu’yla Şaban Dişli’ydi.

Sonra AB temsilcileriyle görüşmelerde, İsveç temsilcisinin acımasına uğrayacak denli teslimiyetçi, özgüvensiz tavır koyan da yine Tayyip ve ekibiydi. Yani Tayyipgiller’di.

ABD ve İsrail’in yani CIA ve MOSSAD’ın kişilik analizcileri, Tayyipgiller’i, her potansiyel düşmanlarını olduğu gibi çok iyi incelemişler ve gerekli sonuçlara ulaşmışlardı… Nitekim alçak düşman bu konuda da doğru öngörüde bulundu.

İsrail’in, açık denizlerde Türkiye’nin organize ettiği yardım filosuna saldırısından ve 9 Türk’ü öldürmesinden ve onlarcasını yaralamasından sonra Tayyipgiller ne yaptı? Ne tepki verdi?

Hemen hemen hiç… Yellemeden tayyare kaldırdı… Tayyipgiller’in çok iyi bildiği iki şeyden birini yaptılar saldırı ve katliam sonrasında: Vaiz üslubuyla nutuk attılar, Tayyip, Davutoğlu, Arınç ve Gül… Başka bir şey bilmez ki bunlar. Bildikleri bir diğer şey de vurgundur, küp doldurmaktır… Başkası ellerinden gelmez ki bunların…

Biz çok iyi biliyoruz ki İsrail, Tayyipgiller’in palavradan nutuklarına, kuru sıkı tehditlerine, bu yalancı pehlivanlıklarına, ensesinin belden aşağı kısmıyla gülüyordur… Yazık… Türkiye bu duruma düşürülmemeliydi.

Bunlar (Tayyipgiller) Türkiye’yi yönetebilecek, taşıyabilecek insanlar değil… Bunların başarıyla yapabilecekleri iş, bir Tecimevi (Bezirganevi) yönetmektir

AB-D Emperyalistleri işte bu yüzden Türkiye’nin başına bela ediyor Tayyipgiller’i… Alçakça amaçlarının gerçekleştirebilmek için…

Bu konuda da Can Ataklı bizimle benzer düşünmektedir. Görelim:

“Başbakan çok sert konuşmuş, lanetlemiş, bunların hepsini geçin. Sonuçta her zaman olduğu gibi yine “yaptığı yanına kar kalan” bir ülke konumundadır.

“Göstermelik bir askeri tatbikat ertelemeyi ve çocukların katıldığı bir futbol turnuvasının iptali hiçbir anlam taşımaz. Türkiye şu ana kadar ne askeri antlaşmaları bozmuş ne de ekonomik ilişkisini dondurmuştur. Elçi çekme olayı ise son 40 yılda kaç kere yaşandı hatırlamıyoruz bile.”(agy)

Tayyipgiller’de ulusal değerler ve ulusal onur olmadığı için bu faciadan fazla etkilenmezler. Başka bir şey de beceremezler. Olan Türkiye’ye olmuştur. Onurumuz kırılmıştır.

Tayyip bu olay sonrasında bile içtenlikli bir konuşma yapamamıştır. Yapma vaiz üslubunu bırakamamıştır.

Davutoğlu, konuşurken yer yer klasiği olan sırıtkan yüz ifadesini sergilemekten geri durmamıştır. Yani bunlarda ulusal değerler olmadığı gibi, insanî değerler de, acıma duygusu da yok. 9 tane Müslüman samimi insanımız canice katledilmiştir. İnsan bunların üzüntüsünü duyar yüreğinde hiç değilse. Ama bunlarda o da yok.

Tayyipgiller, “meşruiyetini kaybetti”ğini ileri sürdükleri, “korsanlık”la, “alçakça bir pervasızlık”la “insanlığı ayaklar altına almış” olmakla, “hiçbir ahlak kuralına uymamakla”, “hukuk tanıma”zlıkla, “şiddeti politika haline getir”mekle, “masum insanlara silahla saldırarak kan akıtmak katliamda bulunmak”la, “açıkça devlet terörü” uygulamakla, “katliamı, öldürmeyi ne kadar iyi bilmekle” çok haklı olarak suçladığı Siyonist, bekçi köpeği, AB-D maşası İsrail’le ilişkilerini, ne yazık ki, dün olduğu gibi bundan sonra da sürdüreceklerdir. O alçak caniyle, siyasi, ekonomik ve askeri antlaşmalar yapacaklar, var olanları da sürdüreceklerdir. Çünkü bunlar (İsrail ve Tayyipgiller) aynı haydut devletin işbirlikçileri, hizmetkârlarıdır…

Oysa bu olayda başından beri yapılması gereken neydi? Türkiye’nin geçmişine, tarihine, halklarına yakışan bir yönetim olsaydı ne yapardı? Nasıl davranırdı?

Öncelikle caydırıcı gücünü ortaya koyardı: Hem sözle İsrail’in bir alçaklık yapması durumunda, bunun karşılığını misliyle vereceğini kararlı bir biçimde ortaya koyup İsrail’i uyarırdı…

Sonra yardım Filosu’na askeri güvenlik vererek ve olası bir çatışma durumunda ordusunu hemen en sert şekilde vuracak durumda tutarak, olayı her aşamasında saniye saniye izlerdi.

İsrail’in yine de bir alçaklığa yeltenmesi durumundaysa hemen hak etttiği dersi verirdi… Tabiî sonra da onunla herhangi bir ilişkiye girmezdi. Yani ne siyasi ne ekonomik ne de askeri…

Onurlu bir yönetim zaten böyle bir facia, cinayet yaşanmadan İsrail’le olan ilişkilerin keser, bitirirdi… Bu onurlu yönetim, İsrail’in kuruluş yıllarında bulunsaydı Türkiye de zaten onunla herhangi bir siyasi ilişkiye girmezdi.

Çünkü yukarıda Tayyip ve Davutoğlu’nun İsrail hakkında yaptığı nitelemelerin tamamı, taa İsrail’in kuruluş aşamasında bile onun karakteristiğidir… O meşru bir devlet değildir. AB-D maşası, Ortadoğu’da AB-D’nin çıkarlarının jandarmalığını yapan, AB-D’nin bir ileri karakoludur. Onunla siyasi ilişkiye girmek, onun suçlarına ortak olmaktır. Suç ortaklığı etmektir.

Kuruluş sürecinde, bir milyon Filistinli Müslüman bölgeyi terk etmiştir, bu alçağın şerrinden korunabilmek, hayatını kurtarabilmek için… Böyle bir alçakla ilişki kurulabilir mi?

Peki,  Türkiye Halklarına yakışan onurlu bir yönetim bundan sonra ne yapar?

İsrail’le her türden ilişkiyi keser.

Batılı Emperyalistlerin (AB-D’nin) İsrail’in ağababası, yaratıcısı ve suç ortağı olduklarını o alçakların yüzlerine karşı da haykırır…

Bakınız, B. Obama, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley böyle bir canavarlıkta bile açıktan İsrail’i savunmaktan geri durmamışlardır.

B. Obama, “Gazze’ye yardımın İsrail’in güvenliğini sarsmayacak bir yolu bulunmalıdır” diyerek, yaşanan facianın “İsrail’in güvenliğini sarsacak bir yol” olduğunu açıkça belirtmiştir.

Diğer ABD sözcülerinin İsrail savunularını ise 3 Haziran tarihli gazetelerden aktaralım:

“ABD, İsrail’e sahip çıktı: Kınama uygunsuz bir karar

“ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, İsrail’in ‘güvenlik çıkarları kapsamında’ düzenlediği baskında haklı olduğunu söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley ise İsrail ile ilgili verilen kınama kararlarının uygunsuzca ve acele olduğunu açıkladı

“ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, İsrail’in ‘güvenlik çıkarları kapsamında’ düzenlediği baskında haklı olduğunu söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley ise İsrail ile ilgili verilen kınama kararlarının uygunsuzca ve acele olduğunu açıkladı

“ABD Başkan Yardımcısı Biden’dan filo baskınına destek ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, İsrail’in, silah kaçakçılığını önlemek için Gazze’ye giden filo üzerine baskın yapma hakkı olduğunu söyledi.

“PBS televizyonundan Charlie Rose’a konuşan Biden, “İsrail’in güvenlik çıkarları konusunda mutlak bir hakkı var” derken, Obama yönetiminin şeffaf ve tarafsız bir inceleme talebini de yineledi. Biden, “İsrail ‘Buyrun bakalım, şu an Akdeniz’desiniz. Bu gemi az daha kuzeye giderse içindekileri boşaltabilir ve biz de malzemeleri Gazze’ye götürürüz’ dedi. Ne var bunda?” diye konuştu ve ekledi:

““Doğrudan Gazze’ye gitmekte ısrar etmenin ne anlamı vardı ki?”

“ABD Başkan Yardımcısı, Hamas’ı kast ederek İsrail’in, “Bu gemide ne olduğunu bilmiyorum, bu adamlar benim halkımın üzerine sekiz bin roket atıyor” deme hakkı olduğunu söyledi.

“Ancak Biden, ABD’nin İsrail üzerinde her türlü baskıyı kurarak, inşaat malzemesi gibi ürünlerin girişine izin vermesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

“CROWLEY:  İHH’NİN HAMAS YETKİLİLERİYLE GÖRÜŞTÜĞÜNÜ BİLİYORUZ

“ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley, BM İnsan Hakları Konseyi’nin İsrail’in Gazze saldırısını kınayan kararına ABD’nin karşı oy kullanmasıyla ilgili olarak, “Olayla ilgili bir soruşturma açılması fırsatına daha erişmeden, bu kararın tüm sorumluluğu İsrail’e yüklediğini” belirterek, “Bunun uygunsuzca ve acele bir karar olduğunu düşündük” dedi.

“Crowley, günlük basın toplantısında, kararın, hassas durumu daha da politize etme riskini taşıdığını savunan Crowley, “Gemilerde neler olduğuna dair anlayışın geliştirilememesinin doğru aracının bu olmadığında karar kıldık, ancak diğer ülkelerin farklı görüşe sahip olabileceğine de saygı duyuyoruz” diye konuştu.

“BM Güvenlik Konseyi’nin hızlı, güvenilir, şeffaf ve tarafsız soruşturma yürütülmesine dair açıklamasını desteklediklerini söyleyen Crowley, “İsrail’in, bu soruşturmaya öncülük edecek en iyi pozisyondaki ülke olduğuna inanmaya devam ediyoruz” ifadesini kullandı. Crowley, Konseyin kararına karşı oy kullanmalarının nedeniyle ilgili olarak, “Olayla ilgili bir soruşturma açılması fırsatına daha erişmeden, bu kararın tüm sorumluluğu İsrail’e yükledi. Bunun uygunsuzca ve acele bir karar olduğunu düşündük” dedi.

“Crowley, güvenilir soruşturma olmasını istediklerini yineleyerek, bu soruşturmaya olası uluslararası katılım konusunda İsrail ve diğer ülkelerle görüşmeyi sürdüreceklerini kaydetti.

“Soruşturmayı yürütecek en iyi pozisyondaki ülkenin neden İsrail olduğuna dair bir soru üzerine de İsrail demokrasisini “canlı bir demokrasi” olarak nitelendiren Crowley, “Etkili ve kabiliyetli hükümet kurumlarına sahip. İsrail, kendi askerlerinin işin içinde olduğu bir meseleyi soruşturmaya tam olarak muktedir. Dolayısıyla İsrail adil, şeffaf, güvenilir bir soruşturma yürütebilir mi? Cevap evet” dedi.” (Radikal, 3 Haziran 2010)

Biz yıllardır diyoruz ki İsrail, AB-D’dir. Bunlar organik birliğe sahiptir. AB-D Emperyalistlerine karşı olmadan İsrail’e gerçek anlamda karşı olamazsınız. Bu son katliam bizim ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha göstermiştir.

İşin bir diğer yürek parçalayıcı yönü de şudur: AB-D’nin kucağında on yıllardır dincilik oynayan ve masum, saf, cahil, bilinçsiz insanlarımızı “Allah’la aldatan” İblis Fethullah Gülen de, bu kanlı saldırıda İsrail’i yandan çarklı savunmaktan geri durmamıştır. Tabiî o alçağın görevi de bu.

Görelim:

“Fethullah Gülen’den şok açıklama: İsrail’den izin almalıydılar

“Nur Cemaati’nin lideri Fethullah Gülen İsrail’in kanlı baskınını değerlendirirken, İHH’nın İsrail’den izin  almamasını eleştirdi ve ‘İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır’ dedi.

“Fetullah Gülen, İsrail’in Gazze’ye yardım gemilerine düzenlediği ve en az 9 kişinin hayatını kaybettiği baskını değerlendirdi.

“eyABD’nin Pennsylvania aletinde yaşayan Gülen, “İnsani Yardım Vakfı” gemisinin İsrail’den izin almamasını eleştirdi.

“Amerikan Wall Street Journal gazetesine demeç veren Gülen, yaşananlarla ilgili “Gördüğüm şeyler hoş değil. Çirkin şeylerdi” dedi.

“OTORİTEYE BAŞKALDIRDILAR

“İnsani Yardım Vakfı İHH’nın varlığından kısa bir süre önce haberdar olduğunu belirten Fethullah Gülen, organizatörlerin İsrail’in onayı olmadan hareket etmesini otoriteye baş kaldırı olarak niteledi.

“BİZİMLE İLİŞKİLİ DERNEĞE DE İZİN ALIN DEDİM

“Gülen, İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemenin faydalı sonuçlar doğurmayacağını söyledi ve kendi hareketiyle ilişkili bir derneğin Gazze’ye yardım götürmek istediğini, ancak onlara İsrail’den izin almaları gerektiğini söylediğini anlattı.

“Gülen ayrıca, bu olayda suçluyu bulma görevinin Birleşmiş Milletler’e bırakılmasının en iyi seçenek olduğunu sözlerine ekledi.” (kurultay.net adlı internet sitesi, 04.06.2010)

Samimi dindarlarımızı-saf Müslüman Halklarımızı böyle sahtekârların, düzenbazların, AB-D uşaklarının elinden ve etkisinden kurtarmak gerekir. Hatırlanacağı gibi bu alçak, AB-D’nin birinci ve ikinci Körfez Savaşlarını ve Irak’ın işgalini de alçakça savunmuştu. Verdiği vaazlarla, yaptığı açıklamalarla… Geçelim…

Evet, onurlu Türkiye Halklarına yakışan, onları gerçekten temsil eden bir yönetim, iktidar, dökülen bu kanın hesabını mutlaka İsrail’e sorar! Hem de misliyle, onun en iyi anladığı dilden… Türk Ordusu’nun, yiğitlik yarışı etmek için bu ocağa katılmış yüz binlerce subay ve eri vardır bu görevi tamı tamına yapacak… Yeter ki aynı kararlıkta bir iktidar bulunsun… Tabiî böyle bir iktidar gerçekten bir halk iktidarı olacaktır… Demokratik Halk Devriminin zaferiyle yönetimi ele almış, Demokratik Halk İktidarı olacaktır. Ve er geç o günler de gelecektir…

AB-D Emperyalistlerinin ve onların maşası Siyonist İsrail’in yaptıkları yanlarına kalmayacaktır. Ettikleri zulmün, döktükleri kanın hesabını vereceklerdir! 05.06.2010

KAHROLSUN AB-D EMPERYALİSTLERİ VE ONLARIN MAŞASI, ORTADOĞU’DAKİ PETROL BEKÇİSİ SİYONİST İSRAİL!

YAŞASIN DİRENEN MAZLUM HALKLARIN MÜCADELESİ!

 

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ

GENEL MERKEZİ