Yeni Terörle (Toplumla) Mücadele Mahkemeleri üzerine

 

Yeni Terörle (Toplumla) Mücadele Mahkemeleri üzerine

 

Bilindiği üzere “Torba Kanun” olarak tabir edilen yasalardan 6352 Sayılı Yasa 02/07/2012 tarihinde AKP’li Milletvekillerinin gece yarısı oylamalarıyla çıkartıldı. Bu Yasa AKP’nin “3. Yargı Paketi” olarak adlandırılıyordu. Yasanın başlığında düzenlemenin, yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi amacıyla çıkarıldığı belirtilse de,  şeklî kurallar göz ardı edilerek,  maddeler üzerinde tartışma olanağı ortadan kaldırılarak toplam 23,5 saatte tasarı Meclisten geçirilmiş oldu. Bir gün içerisinde de Cumhurbaşkanlığı onayından geçen metin,  yasa olarak yürürlüğe girdi.

Bu arada bir kez daha belirtelim ki; bu ülkede “demokrasi”,  “halk egemenliği”, “kuvvetler ayrılığı” vb. ilkelerin tamamı, yerli-yabancı Parababaları ve Tayyipgiller açısından tamamen halkı kandırmanın birer aracı durumundadır. Çünkü günümüzde, Burjuva Hukukundaki yasa yapma teknikleri dahi değiştirilmiştir. Ülkemizde artık yasalar Tayyip’in iki dudağı arasından çıkan kelamlardan oluşmaktadır. Zira hükümet sözcülerinin açıklamasına göre Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili değişiklik 3. Yargı Paketi’nde yoktu. Fakat Tayyip’in “bu pakette çıkacak” demesiyle ve bir gece yarısı önergesiyle ve her zaman olduğu gibi kimseyle tartışmadan, öneri, eleştiri almadan, Torba Yasa şeklinde çıkartılmış oldu.  

Bu kanunla birçok yasa metninde değişiklik yapılsa da, en dikkat çekici ve kamuoyunda tartışılan bölümü, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin hükümleri idi. Bu nedenle yapılan bu yasal değişiklikleri halkın çıkarları doğrultusunda kısaca değerlendirmekte fayda olacağı kanısındayız.

Öncelikle daha önceki Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Mahkemelerin geçmiş uygulamalarına kısaca göz atamak gerekirse;

“Devlet Güvenlik Mahkemeleri” kavramı, 12 Mart Faşizminin ardından 1973 yılında yapılan değişiklikle  getirildi. Aynı yıl içerisinde Anayasa değişikliğine uygun olarak yasal düzenleme yapıldı ve DGM’ler kurulmuş oldu. Ancak özellikle DİSK başta olmak üzere Halk Örgütlerinin yoğun baskısı sonucunda Anayasa Mahkemesi 1975 yılında aldığı kararla şekil açısından Anayasaya aykırı düzenleme yapıldığını belirtti ve DGM yasasını iptal etti.

Her ne kadar sonraki dönemlerde tekrar bu konuda düzenleme yapılmak istense de 12 Eylül 1980’e kadar bu mahkemeler halkın muhalefeti sonucunda tekrar kurulamadılar. 12 Eylül Faşist Cuntası, 1982 Anayasası’nda yaptığı düzenlemeyle tekrar DGM’leri hayata geçirmiş  oldu. 2004 yılına kadar yürürlükte kalan 1982 Anayasası’nın 143. Maddesi’nde; “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya Devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur.”  hükmü getirilmişti. Bu Anayasa düzenlemesine uygun şekilde de 1983 yılında devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu yürürlüğe girmişti.

DGM’ler 2004 yılına kadar varlığını korumuş oldu. Fakat DGM’ler kaldırılırken aynı kanunla 1412 no’lu Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun “Bazı suçlara ilişkin muhakeme usulü” başlıklı Üçüncü Faslına maddeler eklenmiş, özel görev ve yetkili mahkemelerin oluşturulması yolu açılmıştı. 04.12.2004 tarihinde kabul edilen ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 no’lu Ceza Muhakemesi Kanununun md. 250, 251 ve 252 ise, yürürlükten kalkan CMUK’un md. 394/a ve sonrası maddelerinin yerini almıştı.

Bugün de 6352 Sayılı Kanunla CMK’nın 250, 251 ve 252. Maddeleri kaldırılmış ve Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yeni değişiklikler yapılarak Özel Yetkili Mahkemeler bu kanun kapsamına alınmıştır. Daha doğrusu bu maddelerin yeri değiştirilerek aynen TMK içine aktarılmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül Faşizmleri, Devlete Karşı İşlenecek Suçlara bakacak mahkemelere isim vermekte çekinmemişti ancak 2004 ve 2005 yıllarındaki değişikliklerde Tayyipgiller Hükümeti bu mahkemelere isim vermeyerek bu garabet mahkemeleri gizlemeye çalışmıştır.

Ancak her ne kadar kamufle edilmeye çalışılsa da söz konusu mahkemelerin son olarak “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV” gibi yargılamalarda uygulamaları açıkça ortadadır. CIA patentli operasyonlarla sözde yargılama adı altında yüzlerce aydın, akademisyen, genç subay ve hatta milletvekili seçilenler cezaevlerinde tutulmaktadırlar. Bu mahkemelerin mağdurları olan “sanıklar” kendileri gelip yargılamanın yapıldığı mahkemelere teslim olsalar da kaçma şüphesi var denilerek kişiler cezaevlerinde esir alınmaktadırlar.

Şubat ayında ortaya çıkan Fethullah-Tayyip arasındaki düellodan sonra da bu mahkemelerin içyüzü artık açıktan yazılır-çizilir hale gelmiştir. Bu nedenle halk arasında da bu mahkemelerin inandırıcılığı artık kalmamıştır.

Diyarbakır Hakimi ve Demokrat Yargı Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Faruk Özsu’nun 01/07/2012 tarihli Radikal 2 Gazetesinde yayımlanan “Özel Yetkililerde Cemaat su sızdırmaz biçimde örgütlendi. O alan Cemaat dışı dindar-muhafazakârlardan bile temizlendi” başlıklı yazısında;

“Şöyle başlayalım: HSYK’nın yaz kararnamesi 13 Haziran’da çıktı ve her yorumcu “inanmak istediği” gibi yorumladı. Ancak başta yargı-siyaset meselelerinin akil adamı sayılan Ali Bayramoğlu’nunki (Yeni Şafak 15.06.2012) olmak üzere tüm analizlerle toplumun hakikat algısı arasında bir uçurum vardı. Bence sebep Demokrat Yargıçlar’ın ısrar ettiği şu “hakikatin” es geçilmesiydi: “HSYK, adalet komisyonları ve başsavcılıklar ile ÖYM’lerde mutlak ve kesin olarak hâkim olan güç ‘Cemaat’tir.  

“Bu “net ve yalın” gerçek, yargıya dair sorulara anlamlı cevaplar üretmemizi sağlayan anahtardır. Özellikle de ÖYM’lerle ilgili düzenlemenin konuşulduğu bugünlerde bu hakikati -hele de düzenleme sonrası görev taksiminin havale edileceği HSYK ile ilgili olan kısmını- merkeze almadan yapılan her teşhis ve tedavi acıklı bir çırpınıştan ileri gitmeyecektir.” şeklinde görüşünü ifade etmiştir.

Demokrat Yargı Derneği’nin, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan “Anayasa Referandumu”nda hükümet yanlısı tavrını ve oylamaya “evet” çağrısını hatırlatmakta fayda var.

Hal ve durum bu kadar açıkken, artık bu zulüm mahkemelerine yeni bir kılıf bulmakta ve böylelikle demokrat görünmekte fayda var, denilerek yeni yasal düzenlemelere gidilmiştir. Ancak bu yasal düzenlemeler somut olarak hiçbir hukuksuzluğu giderecek nitelikte değildir.

Özel Yetkili Mahkemeleri ve yargılama usulünü düzenleyen ve kaldırıldığı belirtilen CMK 250, 251 ve 252. maddeleri aynı şekilde korunarak Terörle Mücadele Yasasının 10. Maddesinin içerisine aktarılmıştır. Tayyip’in adamlarını koruyan MİT Yasasının 26. Maddesi hükmünün hariç tutulması dışında yapısal olarak bir değişikliğe gidilmemiştir.

Böylece yukarıda da belirtildiği gibi tümüyle Fetocu bir örgütlenmeye dönüşmüş olan ve giderek kendileri için de tehlike arzetmeye başlayan mevcut ÖYM’ler, ellerindeki 22 bin dosya ile baş başa bırakılmış oldu. Buralarda yargılananlar da Tayyipgiller’in tasfiye etmek istediği kişi ve kurum mensuplarından olduğu için bunun kendilerine bir zararı dokunmaz. Ancak MİT elemanlarının sorguya çekilmesi gibi kendilerine yönelebilecek yeni saldırılara karşı Fetocu ÖYM’ler etkisizleştirilerek Tayyipgiller, Cemaat’le çatışmasında bir üstünlük yakalamış oldu. Fakat HSYK’daki Cemaat örgütlenmesi karşısında bu çatışmanın ileride hangi boyutlara tırmanacağını yaşayarak göreceğiz.

Ancak, halk cephesinde değişen bir şey yoktur. Bu değişikliklerle 90’lı yıllarda antidemokratik uygulamaların yasal kaynaklarından olan Terörle Mücadele Yasası daha aktif uygulanır hale getirilmiştir.

Bu nedenlerle DGM’ler ve Özel Yetkili Mahkemeler için tartışma konusu olan Burjuva Hukukunun içerisindeki kazanılmış hukuksal prensiplere aykırı yargılama ve uygulamalar bu yasal değişiklikten sonra da aynen devam edecektir. Kaldı ki, bu haliyle bile bir yanda ÖYM’ler diğer yanda TMM’lerle (Terörle Mücadele Mahkemeleri) “Çift Yargı Sistemi” getirilerek Anayasa ve Uluslararası hukuk normlarına açıkça aykırı düzenlemeler yapılmıştır.

Diğer yandan söz konusu özel yargılama düzeni Adil Yargılanma Hakkı, Bağımsız Yargılama ve Yargı Birliği prensiplerine aykırıdır. Bu yargılama düzeninde şüpheliler için daha uzun bir gözaltı süresi belirlenmiş ayrıca gözaltı süresinde yakınlarına ulaşma ve avukattan yararlanma olanakları son derece kısıtlanmıştır. Hangi suçun Terörle Mücadele Mahkemesinin kapsamına girdiği savcıların vicdanlarına bırakılmıştır. Özel yetkilendirilmiş savcının herhangi bir eylemin örgüt kapsamında olduğunu düşünmesi bu suçun bu yargılama usulüne tabi olması için yeterlidir. Bu mahkemelerin hâkim ve savcıları, TCK’nde yer alan her eylem için “şüpheli bu suçu örgütün amacı doğrultusunda işledi” diyebilmektedirler. Böylece her suç tipini kendi yetki alanlarına dâhil edebilmekte son derece serbesttirler. Bu genişletme hukuka aykırı olsun ya da olmasın…

Ayrıca güvenlik gerekçesiyle her an yargılamanın yeri değiştirilebilmektedir. Bu durum da suçun işlendiği yerde ve zamanda mevcut olan görevli-yetkili mahkemede yargılanmasını gerekli kılan “doğal hâkim” prensibine aykırıdır. 

Tüm bunların yanında bu mahkemelerin kuruluşunun yürütme organının kontrolünde gerçekleşmesiyle bağımsız yargı ilkesinin çiğnenmesi söz konusudur. İlgili mahkemelerin kurulmasında ve Hâkim-Savcı atamalarının yapılmasında Adli Yargı Adalet Komisyonu ve Başkanlığını Adalet Bakanının yaptığı Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu yetkilidir. Deniz Feneri davasında ve diğer birçok davada yaşandığı üzere istenilmeyen kararları veren savcı ve hâkimlerin başına nelerin geldiği malumdur.

Yeni yasayla, Hükümete karşı işlenen suçlar doğrudan soruşturulabiliyorken artık devlet memurlarının karıştığı  ve görevle ilgisi olmayan uyuşturucu kaçakçılığı gibi diğer örgütlü suçları  yetkili makamlardan izin almadan soruşturmak mümkün değil.

Sonuç olarak Ustalara kulak verirsek; şunu belirtmek gerekir ki Marks’a göre devlet; sınıf egemenliğinin, alt sınıfların egemen sınıflar tarafından ezilmesinin organıdır. Bu nedenle devlet sınıf çelişkilerinin uzlaşmazlığının ürünü ve tezahürüdür. Engels de devlet denen gücün iki esas unsurunun olduğunu belirtir. Birincisi emrinde toplumdan ayrı eli silahlı insanların bulunması,  ikincisi de hapishanelerin bulunması. Devleti devlet yapan bu iki unsurdur.

Lenin, “Modern devletlerin anayasalarını alın, yönetim yöntemlerini alın, toplantı ve basın özgürlüğünü alın, “yurttaşların yasa karşısında eşitliğini alın; adım başında Burjuva Demokrasisinin, her dürüst ve sınıf bilinçli işçi tarafından iyi bilinen iki yüzlülüğünü görürsünüz. En demokratı da dahil her devletin anayasasında, “düzen bozukluğunda” yani gerçekte sömürülen sınıf, içinde bulunduğu kölelik durumunu bozup kölece davranmamaya çalıştığında, burjuvaziye, işçilere karşı askeri harekete geçirme, sıkıyönetim ilan etme vs. olanakları veren açık kapılar hükümler bulunur.” demektedir. (Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, İnter Yayınları Toplu Eserler Cilt 7 syf 145)

Günümüzde ülkemizde yaşananlar Marks, Engels ve Lenin Ustaların tespitlerini bir kez daha doğrulamaktadır. Egemen sınıfların iktidar mücadelesine göre hukuk şekil almakta ve uygulanmaktadır.

Partimiz, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuyla artık yargının da tamamen Tayyipgiller’in yargısı, daha doğrusu AKP’nin hukuk büroları haline geleceğini öngörmüş ve halkımızı “Hayır” oyu vermeye çağırmıştı. Bu öngörümüz ne yazık ki gerçekleşmiş oldu. Bu Referandumdan sonra yukarıda yazısından alıntı yaptığımız yargıcın da belirttiği üzere, yargıda Fethullah Cemaati ve Tayyipgiller  tamamen örgütlenmiş durumda. Aralarındaki çelişkileri ise bu yasayla dengeler görünmekteler, şimdilik!

Dolayısıyla da Terörle Mücadele Mahkemeleri’nin bugünkü görevi; AB-D’ci “Ilımlı İslam” Devleti projesinin, Yeni Sevr planının önünde engel olan namuslu, yurtsever, laik, Mustafa Kemalci, tam bağımsızlıkçı güçlere (askerlere, yargı mensuplarına, bilim insanlarına ve medyadaki aydınlara) karşı, bu hainane planlarını korumak, güvenlik altına almaktır. Bu mahkemelerin kuruluşu ve işleyişi hangi yasaya dayanırsa dayansın, AB-D Emperyalizminin verdiği bu görevler yerine getirilmektedir. Kısacası bu emperyalist plana ve uygulayıcılarına dokunan bu mahkemelerce yakılmaktadır. Yeni yasayla da yeni mahkemelerle de yakılmaya devam edilecektir.

Ancak ümitsizlik devrimcilerin harcı değildir. Bizlerin hiç unutmayacağı, gerici saldırıların, baskıların kırıldığı dönemler ve mücadelelerdir. 1975’te Türkiye Halkı örgütlü bir şekilde mücadele ederek DGM’lerin kurulmasını engellemeyi başarabilmiştir. DGM’ler ancak 12 Eylül’ün açık faşizm koşullarında yeniden kurulabilmişti.

Artık yaptıkları ayyuka çıkmış bu mahkemelerin de sonu örgütlü ve bilinçli halk kesimlerinin mücadelesiyle gelecek, gerçek Halk Demokrasisi’nin hayata geçeceği Demokratik Halk Mahkemeleri kurulacaktır. Adalet adına söylenecek her söz o zaman karşılığını ve anlamını bulacaktır. 05/07/2012

 

Kurtuluş Partili Hukukçular

 

 

Print Friendly, PDF & Email