Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın 1971’de Sosyalist Gazetesi’nde yayımlanan “Filistin: Kaynayan Petrol Kazanı” başlıklı yazısı

Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın 1971’de Sosyalist Gazetesi’nde yayımlanan “Filistin: Kaynayan Petrol Kazanı” başlıklı yazısı

Filistin Olayının Düşündürdükleri

Hikmet Kıvılcımlı

I

Filistin: Kaynayan Petrol Kazanı

Dünya her zamankinden çok ve aşırıca “Bir Tek Dünya”dır. En belirsiz noktasında bir sivilce, Dünyanın büyük hastalığına bağlıdır… “Filistin” meselesi o sivilcelerden kan çıbanı olanı, Yakındoğu’yu yangına verenidir.

Yakındoğu-Türkiye

Türkiye, Yakındoğu’dan bir parçadır. Aslına bakılırsa Yakındoğu demek: Türkiye demektir. Dünkü Türkiye (Osmanlı İmparatorluğu) bugünkü Yakındoğu dedikleri şeydir. Bugünkü Yakındoğu, dünkü Türkiye Tespihinin ipini koparmış taneleridir. Tarihçe durum budur.

Yakındoğu-Petrol

Ekonomice Yakındoğu: Petrol demektir. İran’dan Cezayir’e, Fas’a dek uzanan dünkü Türkiye toprakları altında, kim derdi ki, yeryüzünün damarlarında dolaşacak eşsiz kan: Petrol yatıyormuş… Düne dek Türkiye, Batı Kapitalizminin Uzak Ana Sömürgeler yolu üzerinde bir köprü-engeldi. Emperyalizm, Türkiye’yi, muazzam Arap dünyasından koparıp, şimdiki Cumhuriyet yol kıyısına iteleyip dondurdu… Bir de bakıldı ki, Türkiye’nin atıldığı yerler petrol hazinesidir.

Emperyalizm bir yerde hazine gördü mü, onu aşırıp metropolüne taşıyamazsa, “Böl ve Güt” prensibi ile hazinenin yerini yangın yerine çevirir. Emperyalizm Uzakdoğu’da ağzının payını aldı. Çin Kızıl Ejderha oldu. Emperyalizm nereye el atsa (Kore’de, Vietnam’da) başı belaya giriyor. Koca Hindistan’ı kasap çengelindeki et gibi kıydı. Pakistan parçasını bir çeşit Yakındoğulaştırdı. Latin Amerika ve Zenci Afrika için için tutuşurken, Emperyalizm var gücünü (NATO’sunu ve 6’ncı Filo’sunu) Yakındoğu’ya verdi.

Emperyalizmin Can Damarı

Çünkü kapitalizmin can damarı, kan damarı, petrol damarı Yakındoğu’dadır. Bu can damarının böğrüne Emperyalizm tuttu, hiç yoktan İsrail kamasını soktu.

Ne vardı bu Filistin’de? 1,5 milyonluk zavallı vatansız Yahudi’yi getirip o nalla mıhın arasına sokmanın ve her gün ölümle göz göze getirmenin âlemi var mıydı?

Vardı.

O “âlem” Petroldür.

New York milyonlarca Yahudi dolu. Bunların hepsi zengin milyoner. Yerlerinden kıpırdamazlar. Türkiye’deki 50 bin Yahudi’den bile kalkıp giden yok Filistin’e.

Hem Yahudilik ne?

Bir din.

Bu dindekilerin ortak bir dilleri bile yoktu. Yahudilik bir millet değil, olsa olsa bir Ümmet. İçine yetmiş yedi buçuk millet karışmış, İslamlar yahut Hıristiyanlar yahut Budacılar ayrı bir yurt istiyorlar mı?

NATO’lar, yurtları belli onlarca milletin sınırlarını eritirken, o bir avuç Yahudi züğürdü, müzeden bir “İbranice” dil çıkararak ayrı bir devlet kurmayı nereden aklına getirdi?..

“Petrol”den.

Petrol Kumkuması Filistin:

Niçin Filistin?

Yedi bin yıllık Irak-Mısır uygarlıkları bir yana. O uygarlıkların hemen bütün Bezirgân yollarının düğümlendiği Kudüs kutsal kenti uğruna derebeyleşmiş Barbarların bin yıllık Haçlı Seferleri de bir yana. Filistin, 19’uncu Yüzyıl’da Avrupa kapitalizminin büyük sömürge geçitleri üstünde sataşma üssü olarak da eski görevini gölgede bıraktı. 20’nci Yüzyıl’da Filistin’in bir petrol kumkuması olduğunu anlamak için, Yakındoğu haritasına bir bakıvermek yeter.

Filistin’de petrol mü var?

Hayır. Olsa ne çıkar?

Filistin: Finans-Kapitalin Petrol Kuyuları ülkesi değil, Petrol Boruları ülkesidir. Yakındoğu’nun en büyük petrol kaynaklarında üretilen cevher akaryakıt, düne dek başlıca 4 uzun petrol borusu ile Akdeniz’e akardı. O Pipeline’lardan 3’ü doğrudan doğruya Filistin topraklarına emanet edilmiştir.

Birinci Petrol Borusu:

İsrail

En güneydeki birinci büyük Pipeline, Kızıldeniz boyunca çıkarılmış petrolleri toplar. Bu petroller Akabe Körfezi’nde Eliat Yahudi limanına getirilir. Oradan tam Filistin ortasından İsrail Devletini yara yara, tâ Akdeniz kıyısındaki Aşgelon’a varır. Fakat gemilere verilmez. Boru, kuzeye doğru, kıyı boyunca geldiği yer kadar uzağa yollanır. Her [bir bölümü] İsrail’in Aşdod-Yıbna-Yafa-Telaviv-Herali-Netanya-Hadena-Zikron-Atlit-Hayfa gibi kıyı kentlerini birbirine bağlar.

Böylece İsrail Filistin’i, Uluslararası Finans-Kapital petrol can damarını, kendi şahdamarı gibi, tepesinden tırnağına dek kuşanır. İsrail’in hangi bölgesinde olursa olsun, Kızıldeniz’den Lübnan sınırına dek neresinde kılına dokunulsa, mutlak petrol borusuna dokunulmuş olur. O boruya değen, Finans-Kapitalin Şahmerdanı Dünya Petrol Şirketlerinin bamteline basmış olur. O bamtelin harekete getirdiği başta İngiliz-Amerikan Emperyalizmleri gelmek üzere, birbiri ile domuz topu olmuş irili ufaklı tüm emperyalizmi ayağa kaldırır.

İkinci Petrol Borusu:

Gene İsrail

Yalnız o bir tek Akabe-Hayfa Pipeline’ı bile, Filistin İsrailliği ile bütünüyle emperyalizmin içli dışlı, ölüm kalım kaynaşması içinde bulunduğunu göstermeye yeter. İsrail’e yumruğunu değil, parmağını uzatan: Emperyalizmin petrol aortuna hançer saplamış gibi suçlu düşer. Ve bu petrol stratejisinde, İsrail’in yedeği Ürdün olur. İsrail püf noktasını Batı’da: Süveyş’e dek uzanan Sina Çölü korur; Doğu’da: Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki Ürdün korur.

Hepsi bu kadar değil. Biri Basra Körfezi’nde Bahreyn kıyısından, öteki ikisi Kuzey Irak’ın Kerkük merkezinden kalkan 3 muazzam petrol borusu vardır. Bahreyn’den kalkan boru Arabistan yarımadasını boydan boya keserek Ürdün’ün en kuzeydeki doğu sınırından içeriye girer. 3-4 yüz mil kadar Kuzey-Batı’ya, Suriye sınırına doğru varırken, Ürdün’ün Asfar semtinde birdenbire Kerkük’ten çıkmış 2 Pipeline’dan Güney-Batı’ya ineni ile neredeyse birleşecekmişçesine bir noktaya varır.

Üçüncü Petrol Borusu:

İsrail’in Top Ateşi Altında

İki boru, Asfar’a yakın birbirini kestikten sonra, 100 kilometre kadar birbirlerine tam paralel olarak ilerlerler. Sabba’ya varmadan birbirlerinden ayrılırlar. Kerkük borusu, Ürdün’ün Mafrag-Hüsn-İrbid semtlerinden Batıya doğru İsrail sınırına girer. Nazaret semtinden geçerek, gene İsrail’in Hayfa Limanı’na bağlanır. Bu Pipeline’ın durumu bize çok ilginç bir şeyi anar.

Kral Hüseyin, Gerillacılara karşı kendi başkenti Amman’ı ve ona yakın Zerka’yı şiddetle topa tutup yaktı yıktı. Ama Kuzey Ürdün’deki Bekaa-Salt-Yeraş ve hele İrbid semtini kuşatmakla yetindi.

Neden?

Gerillalardan korktuğu için mi?

Hayır.

İrbid, Kerkük’ten gelen petrol borusu hizasındadır. Hüseyin neyin bekçi köpekliğini yaptığını biliyor. 10 binlerce Ürdünlü Arabı, sorusuz öldürüyor. Petrol borusuna kıyamıyor. Nedense çeteler de, ölüyorlar, petrol borusuna dokunamıyorlar!

Irak petrollerinin Pipeline’ı çift boruyla Kerkük’ten yola çıkıyor. Fırat üstünde Al Hadithah’ta iki boru birbirinden ayrılıyor. Güneye inen 3’üncü boru Havran Vadisi’ni, Şam badiyesini [çölünü] aşıp, doğru Ürdün sınırına giriyor. Bahreyn borusuyla epey yoldaşlık ediyor. Sonra Bahreyn borusu, ansızın Kuzey Batı’da Tisia semtinden giriyor, Suriye Güney sınırına paralel olarak Batı-Kuzey’e gidiyor. İsrail sınırını dik Kuzey yukarı çiziyor. Lübnan sınırına giriyor. Doğru Batı’da Sayda semtinde Akdeniz’e ulaşıyor.

Bu gidiş insana iki şeyi hatırlatıyor:

1- Bahreyn veya Irak borularından biri tökezlerse, Asfar semtinde ötekisinin yardımıyla karşılanacak.

2-  İkinci Pipeline, Ürdün’den doğru Suriye ve Lübnan’a ayrılıyor. Ama hep İsrail sınırına en yakın semtten geçiyor. İsrail bir atlasa 2’nci boruyu eline alacak. Ve atladı. Suriye’nin boru geçen bölgesini işgal etti. Lübnan’ın da Pipeline çizgisine doğru olan Güney bölgesine ikide bir “Komandolara” baskın yapmak bahanesiyle saldırıp duruyor.

Filistin meselesi böyle bir Petrol meselesidir.

II

Gerilla Düşman-Kardeşliği 

Filistin Sınırında 4 Arap Devleti

Filistin’e sokulan Yahudi, bütün Arap dünyasında alerji yarattı. Yahudi’nin arkasında bütün Dünya Finans-Kapitali çok başlı bir ejderha. Arap dünyası “Maşrıktan-Mağribe” [Doudan-Batıya] dek ufalanmış sayısız gövdeler ve başlarla paramparça. Zorla Yahudileştirilen Filistin’in çevresini 4 Arap Devleti sarmış. Dördü İsrail önünde birbiriyle karşı karşıya: Lübnan Suriye’den kuşkulu, Ürdün Mısır’dan…

Bu dört İsrail’le sınırdaş Arap Devleti dışındaki Arap Devletleri de önce kendi içlerinde bölük pörçük. Arap Halkları, kendileri ezildikleri için ezilen Filistin Arabından yana. Arap Devletleri, güttükleri Arap Halklarını taşırtmamak [sabrını tüketmemek] için sözde Filistin hareketine yardım ediyor. Ama bu yardımı yaparken en başta Petrol Şirketlerinin sözünden dışarıya çıkamıyor.

“Filistin Hareketi” ne?

Muz gibi, yiyenin niyetine bağlı. Filistin kurtuluşu alanında en ağır basan hareket BAC [Birleşik Arap cumhuriyeti]: Mısır’da görülüyordu. Son haftalık savaşla Mısır, İsrail sınırından Süveyş ötesine atıldı. Bundan ödü patlayan Lübnan, bütün işini gücünü bıraktı: toprağındaki gerilla hazırlığını, başka hiçbir işe yaramayan Lübnan ordusu ile yok etmeye girişti. Suriye, iktidarda bulunan Baas Partisi’nin askerleri ile sivilleri arasındaki iç çelişkiden iş yapmaya vakit bulamıyordu.

Filistin’le Sınırsız Arap Devletleri

İsrail’le sınırı bulunmayan yahut sınırı yokmuş gibi duran öteki Arap Devletleri: Amerika’ya mı, yoksa kendi içlerindeki halklara mı yaranacaklarını bilemiyorlar. Bir ara hemen hepsi Amerika’ya yaranıp, kendi halkına Kur’an Kursu açmakla Müslümanlığını ispat ediyordu. Irak ve Cezayir Devrimleri, bu iki ülkeyi Amerika’ya yaranmaktan vazgeçirtti. Ötekiler direniyorlardı Finans-Kapitalle alınyazısı birliklerinde. Ama ne denli “dindar” ve “sofu” görünürse görünsün, bir Devletin kendi halkına dayanmamasını, Allah görmez sanılsa bile, Toplum affetmiyordu.

Filistin Hareketini istediği gibi yorumlayan, Finans-Kapital boyunduruklu bağımsız Arap Devletlerinden ikisi daha tapayı attı: Sudan ve Libya, Amerika’ya yaranmaktan caydı. Bununla birlikte, Finans-Kapital çıkarına Devrimci ve karşıdevrimci Arap Devletlerinin dengeleri hâlâ Filistin Hareketini çözümleyecek kerteye gelemedi. 4 Yeni Devrimci Arap Devleti (Irak-Cezayir-Sudan-Libya) devrimciydi ama yıkık ve züğürttü. 4 Eski Karşıdevrimci Arap Devleti (Umman kıyılarında kendileri “muhtaç-ı himmet” kımıldanmalar bir yana bırakılırsa) Fas-Tunus-Suudi Arabistan-Kuveyt idi. Bunlar Tekelci Şirketlere sırtlarını dayadıkları için güçlü, Şirketlerden sadaka aldıkları için Zengin idiler.

Çelişkiler Kıyametinde: Filistin-İsrail

Arap Dünyası içinde Filistin Hareketi denilen olayda bir düzine Arap Devletinin ayrı ayrı en az bir düzine politika gütmesi bundandır. Bu her biri başka telden başka şarkı çalan Devletler için Filistin Hareketi ister istemez geldi, iki kutupta toplandı. Filistin Hareketi’nin 2 kutbu da Ürdün’de toplandı. Filistin: Yahudi’nin elinde Finans-Kapital tezi idi. Ürdün: sözde Arabın elinde bir antitez’di.

Tez: Yahudi Filistin, Evrensel Finans-Kapital gibi bir tekti. Sınırı, Devleti, Müttefikleri belirli, elle tutulur, gözle görülür bir varlıktı.

İsrail’in Antitezi ne idi?

Arap-Filistin’di.

Arap-Filistin nerede ve kimdi?

Ürdün’de bulunduğu bir oldubittiye gelmişti. Bir ismi de vardı:  “Filistin Kurtuluş Hareketi”.

Ancak cismi nasıl şeydi?

İşte orada bütün emperyalistleri keyiflerinden rakınrol dansına kaldıracak bir kargaşalık egemendi.

Filistin’in kendisi: Toprakları ve hayli insanları İsrail’in elindeydi.

Filistin Kurtuluş Hareketi kimin elindeydi?

İsrail salgınından kaçmış Filistinliler Ürdün’e sığınmışlardı. Geçimleri: Birleşmiş Milletler denilen Zümrüt-ü Anka kuşunun gagasından düşecek kırıntılardı. O kırıntılar Filistin’e varlık değil, yokluk ve yoksulluk sağlıyordu.

Ürdün’ü Besleyen 2 Milyarın Kökü

Geriye kalıyordu Ürdün. Kimin elindeydi?

Haşimi Kralcığı, (Atası İstanbul’un Şifa Yurdunda deli gömlekli)  Hüseyin’in elindeydi.

Kralcılık oynayan Hüseyin’in geçimi (yani Devleti) kimin elindeydi?

Problemin en firaklı, yanıcı ve yakıcı yanı burasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir küçük memurunu bile kurtarmayan çöl Ürdün’de, bir Krallık beslemek için her yıl 2 Milyar Türk Lirasından fazla para olarak dış yardım girer Ürdün’e. Türkiye’nin bütçesi: 1 milyon nüfusa 1 milyar lira; Ürdün’ün l buçuk milyon nüfusuna 2 milyar dış yardım!

Ürdün’ün ve Hüseyin Kralcığın: Filistin Kurtuluş Hareketi o 2 milyara bağlı, o 2 milyarsa: Arap Karşıdevrimci Petrol Devletleri tarafından ödeniyor. Bu Devletlerin başında Amerika US kuyruğunda Kuveyt ile Suudi Arabistan gelir. Bu Kuyruk-Devletlerin: Petrol Şirketlerine bekçi köpekliği yapmaktan başka hiçbir rolleri bulunmadığını söylemeye hacet yoktur. Nitekim öteki 2 Karşıdevrimci Arap Devleti:  Burgiba’nın Tunus’u ile Kral Hasan’ın Fas’ının, Uluslararası Finans-Kapitalin sayılı uşakları oldukları hatırlatılmaya değmez.

Petrolün-Doların Bekçi Köpeği

Anlaşıldı mı, Ürdün’ün ve Kralcığının Filistin Kurtuluş Hareketi içindeki rolü ve o hareketi temsil edişi. Bir de bugün ve her zaman: “Para”nın, ne denli fetiş, put yapılırsa yapılsın, pis bir kâğıt dolar olduğu göz önüne getirilsin. O pis kâğıt heladan başka yerde kullanılıyorsa, sırf kâğıt olduğu ve üzerinde dolar yazıldığı için putlaşmamıştır. Arkasında emperyalizmin bütün silahları (Kara-Deniz-Hava-Uzay vb. açık veya gizli bütün Silahlı Kuvvetleri) bulunmasa, helada kullanmak için bile kimse ona elini sürmezdi.

2 milyar dış yardım: Her yıl Ürdün çölündeki açları sürüleştirecek çoban ve köpeklerini beslemeye yetebilir. Ama o çoban ve köpeklerin Ürdün Halkını ısırmaları için gerekli dişler ve pençeler, halkta bulunmayan silahlar, cephaneler ve silahlı eğitimlerdir. Ürdün Ordusu, iliklerine dek İngiliz Buldog Emperyalizminin dillere destan “Paşa”sınca yetiştirilmiş ve Hüseyin’e tümüyle teslim edilmiştir. Bu İngiliz Buldog militarizmince yaratılmış ordunun en son sistem bütün silahları, cephaneleri vb. ise Amerikan Kaplanının armağanıdır.

Filistin Kurtuluş Güçleri:

Ordu – Çete

Filistin Kurtuluş Savaşı cephesinde düzenli ordu gücü olarak yer alan kuvvetlerin iç yüzleri de, dış yüzleri de budur. Ve santralize gerçek vurucu güç de bundan ibarettir. Hüseyin Kralcığın yarı deli (Tâllâl tohumu) ve yarı çocuk elceğizin Emperyalizmin yıllarca süre pişirip kotararak sunduğu ve belki her subayın hâlâ Entelicens servisle CIA tahsislerinden desteklediği Ürdün Ordusu dışında Filistin Kurtuluş Savaşı cephesinden kim kaldı?

İrili ufaklı Gerillalar.

Nedir ve kimdir bunlar?

İçi dışı Finans-Kapital casuslarıyla dolu Mısır Ordusu, Tekgöz  [Moşe] Dayan[1] Ordusuna trampet çala çala bozguna uğratılınca, beliren Çeteciliktir. Devrim gibi Savaş da yitirildi mi, düzenli eylem birliklerinin yerini ister istemez Çete, Partizan, Gerilla savaşçıları tutar. Nâsır “Hamamın namusunu temizlemek” için Gerilla’ya başvurdu.

CIA’nın Yeşil Işığında Nasır

Nâsır kimdir?

İsrail’den dayak yedikçe isyan eden genç Mısır subaylarından biri. Bu genç subayı seçen ve Kral Faruk’un cancağızına kıymamak şartıyla krallığı kaldırmaya iten gizli güç: Amerikan US’ın ünlü bilimcil casus örgütü CIA’dır. Ve Nasır, istediği denli filozof subay olsun, istediği denli Moskova yollarında Veysel Karânî bulunsun: CIA’nın yeşil ışığı altında Kraldan çok Kral olmak üzere Krallığı “Kansız İhtilâl” ile devirip İktidara geldiğini bir türlü unutamamıştır. 19’uncu Yüzyıl artığı Bunak İngiliz-Fransız Emperyalizmleri, İsrail’le hep birden Mısır’a çullandıkları gün, Sovyetler’in yanında Amerika US da, saldırıya: “Dur!” demişti. Çünkü Nâsır, en vurguncu krallık kodamanlarına Adaletin en yumuşak yelpazesiyle dokunmaya kıyamamıştı. Ama azıcık insan hakkını arayan işçileri, gözünü kıpmaksızın ipe çektirivermişti. Amerika US, şu İsrail azgınlığını ve Kredi yasaklarını biraz yumuşatabilseydi! Nâsır o saat, uzlaşacaktı.

Sovyetlerle samanın üstünden her çıkarlı anlaşmayı gerçekleştirdikçe, samanın altından US ile kur yapmakta kusur etmiyordu. Ah şu İsrail olmasa, Nasır yapacağını bilirdi. Oysa İsrail olmasa ne Nâsır olur, ne Ortadoğu Petrolü garanti edilebilirdi. Emperyalizm, Petrol candamarına her el atacak Araba, İsrail “halkını” korumak gibi “meşru” savunulabilir bir maşayla vurabilirdi. Nâsır da ancak İsrail’e karşı “Arap Milleti”nin koçbaşı olabildiği ölçüde “Milli Kahraman” sayılırdı.

Ürdün Tahterevallisi

Bu karşılıklı içinden çıkılmaz çetrefil çelişkiler kompleksi, Filistin Kurtuluş Savaş’ına da, Nâsır’ın Gerilla hareketine de kaçınılmaz damgasını vurmamazlık edemezdi. Ve vurdu. Eski İngiliz ünlü casusu Lawrence’çe ortalığa “lanse” edilmiş (sürümlendirilmiş) Hâşimî (Peygamber Muhammed dölü!) Hüseyin Kralcığın tahterevallisi, biçimce klasik İngiliz Parlamentarizm kurallarına uygun olarak iki başlı idi:

1- Süleyman Nablûsî’nin liderlik ettiği Millî Cephe. Zaman zaman Ürdün Hükümet Başkanlığına çıkınlıyordu. Nablûsî, hem devrimci, hem Gerilla âşığı. Neredeyse liberal bir İşçi Partisi Başbakanı idi.

2- Vasfi El Tal: düpedüz “sert” tutalak (muhafazakâr) ve Kralcı idi…

Filistin’in Kurtuluşu mu?

Olur.

Ama o, yalnız ve ancak Hüseyin Kralcığın bileceği işti. Gerilla, Merilla tanımazdı. El Tal İngiliz Paşasının Bedevi (Barbar) aylıklı askerlerinden kurduğu “Ürdün Ordusu” dururken, baldırı çıplak komandolara kim hizmet buyurur? El Tal Nâsır’ın değil, yüzde yüz Hüseyin Kralcığın (patron Entelicens Servisin) adamıydı.

Hüseyin Kralcık bu iki başlı Tahterevalliyi, gâh bir yana, gâh öbür yana basarak güzel oynatıyordu. Bir Osmanlı Mutasarrıfı kadar toprağa “hükmeden” Kralcık Hüseyin, ortasına oturduğu Tahterevallinin hangi yanına: sağdaki Tal’a mı, yoksa soldaki Nablûsî’ye mi basacağını kendisi bilemezdi. Elbet yapacağını ona ne “Arap Milletinin eğilimi, ne Hz. Muhammed’in ruhu söylemezdi. Kulağı dibindeki iyi saatte olsunlar: Yedi buçuk Ulu Emperyalist “casus”u muhteremleri fısıldardı.

Gerillacı Düşman-Kardeşler

Ya Hüseyin Kralcığın dışındaki Gerillalar?

Onlar, bir tek amaç için, üçü de birbirini yemekle görevli başlıca 3 gruba ayrılmışlardı. Nasır’ın iç dünyasındaki bütün çelişkiler, bu üç ayrı ve birbirini dinlemeyen 3 zıt kardeşlerde derlenip toparlanmıştı. Hepsinin bir dillere destan lideri ve parlak adı vardı. Göz önüne getirelim ki: o üç adlı ve üç liderli Gerillacılar, İstanbul’un Üsküdar kazası kadar bir yerde, birbirlerine sığmıyorlardı. Ama tüm Arap dünyası adına kahraman oldukları için kendi kaplarına da sığmıyorlardı.

“Halk Cephesi”:

Küçükburjuva

1- Corç Habaş’ın Halk Cephesi: tipik Anarşizm örneğine yatkındı. Otorite olan Kralı hırpala. Kral sarsıldı mı, Kurtuluş kendiliğinden büyük Liderin çizdiği yoldan yürürdü. Kralcık bir kukladır mı? Kralcığın ardında koca bir Emperyalizm mi var?.. Latin Amerika’da icat edilen “Uçak Kaçırma” eylemi ne güne duruyor? Kaçıra kaçıra “Emperyalizmin çıkarları” bozulur, tekerine kama sokulur. Olur, biter.

Habaş’çılık küçükburjuva isyancılığının kulağa hoş gelen atılımıdır.

“El-Feth”:

Burjuva “Realpolitiker”liği

2- Yaser Arafat’ın El Feth’i: daha ağır aksak, “akılcı” ve “gerçekçi” geçinen Burjuva isyancılığı idi. Filistin’in Kurtuluşu, onun için Filistin Burjuvazinin öncülüğünde gerçekleşebilirdi. Açık bir ideoloji pek yapılmamakla birlikte, davranışlar onu gösteriyor. Filistin Milli Demokratik Devrim eşiğinde sayılıyor.

“El-Feth” ve “Eşşeara” (Kıvılcım) gazeteleri aşağı yukarı bu eğilimi tutuyor. Her Devrimci hareket gibi Feth hareketi de, ister istemez Proletarya Devriminin vokabülerini kullanıyordu. O lugatçaya göre Filistin hangi yılda idi? 1917 yılında hiç değil, 1905 yılında idi.

Filistin Çar’ının Hüseyin Kralcığın durumu da o açıdan değerlendirilebilirdi. Çar hâlâ kuvvetli idi. Öyleyse Çarla uzlaşarak bir şeyler yapılabilirdi. Kral Hüseyin, İsrail’e karşı savaşta “En iyi istihkâm” olurdu. Böylece Yaser, tam Habaş ile Hawatme arası: ne Cennet, ne Cehennem ehli, ortada: tam adı gibi “Arafat”ta kalıyordu.

“Demokratik Cephe”:

Marksizm Softalığı

3- Nayef Hawatme’nin “Demokratik Cephe”si: açıktan açığa Sovyetler İhtilalinin takvimine göre bir gündem çizmişti. Filistin problemi Ürdün’ü tam 1917 Çarlık Rusya’sının durumuna getirmişti. Hem Çarlık bile Ürdün’de yıkılmıştı. Hatta Kerenski çağı dahi sonuna ermişti. “Kerenski’nin son saati çaldı” deniyordu.

Ne güzel “bilimsel sosyalizm” kılıfı değil mi? Biz o kılıfı görünüşte daha çok haklı çıkaracak daha nice elemanlarla süsleyebiliriz. Tıpkı Rusya’nın 1917 ortaları gibi Ürdün’de Lenin’in anlattığı “Diyarşi” (Çifte Egemenlik) yok muydu? Bir yanda Hüseyin Kral ve Ordusu iktidarı, ötede Gerillacıların elde silah kurdukları Halk İktidarı… Bu iki iktidardan ya birisi, ya ötekisi ömürlü olabilirdi.

Hawatme, Kerenski’yi bile “son saati”ne ulaştırdığı için artık ne Çar-Kralcık, ne onun Ordusu ortalıkta yoktu. Daha ne duruyoruz? Bu işin bütün anahtarları 53 yıl önce bulunmuş. Takalım ve hazır anahtarları Filistin Ürdün kilidine: “Açıl kapım açıl!”, dedik mi, Sosyalizm hazinelerinin içinde bulurduk kendimizi, kendiliğinden.

O kulak üzerine yatıyordu Hawatme. Onun üfürdüğü acep keskin “Marksist-Leninist-Mavzedung düşüncesi” midir? Adı gerekmez. “Demokratik Cephe”nin ansızın ayyukla çıkan ünü, böyle bir sıkı Devrimci, sıkı Proletaryacı özleme susamıştı. Davulun sesini uzaktan her dinleyenin, Hawatme’ye gönül kaptırmaması elden gelir miydi? Şu bizim Türkiye’den bile az mı “gönüllü” gitmiş bu yönde Filistin gerillacılığına?

Corç Habaş’ın Küçükburjuva Anarşizmine, Yaser Arafat’ın Burjuva “Realpolitiker”liğine bir sözümüz olamaz. Onlar ne iseler odurlar. Gel şu Sovyet Sosyalist Devrimini adım adım izlemekte son derece titiz görünen keskin “Marksist” Hawatme’nin 1917 İhtilalciliğine ne buyurulur? Hayran olmamak elden gelemez. Ne var ki, en klasik Bilimcil Sosyalizm metinlerinden makaslanıp çıkarılarak bayraklaştırılmış formüller, bir iki noktacığı unutmuyorlar mı?

III

Partisiz Gerilla Başıbozukluğu

Genç genç, içtenlikli, yiğit ve canını dişine takmış dövüşen insanlara saygımız ve hele sevgimiz ne denli büyük olursa olsun, diyalektik maddeci düşüncenin alfabesi olan olaylardan kopuk düşmek, olayların nesnel ve somu gerçekliği gözden kaçırmak olur mu?

Örneğin, Filistin Kurtuluşu bir proletarya devrimi olsun kim istemez? Ama hani Filistin’in proletaryası “Demokratik Cephe”de? Bütün Filistin ve Ürdün proletaryası ve yarı-proletaryası ve küçük üretmenleri ve aydınları Hawatme’nin öncü-kurmay örgütü Proletarya Partisi? Böyle bir partinin cebinde olması yeter mi? Partisiz sosyal devrim nasıl olur?

Sudan’da, Libya’da görüldü: Ordu, Vurucu bir Güç olarak iktidarı karşıdevrimin elinden aldı.

Ürdün’ün ordusu kimin elinde?

İngiliz Entelicans Paşasının seçip yetiştirdiği subaylar elinde.

Ürdün Çarı Hüseyin Kralcıksa, o ordunun elinde oyuncak. Ve Çar-Kralcık Hüseyin her zamankinden daha çok Filistin Kurtuluş Savaşı’nın bir numaralı kahramanları sırasında ve ayakta. Evet Ürdün’de Kerenski değil, henüz Çar-Kral devrilmemiş ve çevrenin en yaman silahlı kuvveti à l’angle [köşedeki] Ürdün Ordusu da, o Kral-Çar Hüseyin’in bir işaretine bakıyor, gerillaları temizlemek için.

Devrimcilik Palavracılık mıdır?

Gerçekçilik midir?

Ama “Devrim için devrim”cilerin okudukları kitap öyle yazmıyor. Hawatme’lerin, Habaş’ların gözünde Çar Hüseyin, salt Çar olduğu için 1917 yılı “devrilmiş”tir. Devrilmiş bir Çar’ın Ürdün Ordusu da kim oluyor?.. 3 grup gerilla elde silah bütün köşe başlarını kesmişler. Bütün Arap Dünyası gerillanın bir iki yıllık heyecan dolu eylemlerine sempati dolu. Kral kim, Ordusu ne?

Bunu hiçbir gerillacı saklamıyor: “Müslüman dini âşikâre!” Gerillâlarla Ürdün Ordusu arasında silahlı çatışma Eylül’ün 17’sinde patlayacaktır. Bundan 4 gün önce 13 Eylül günündeyiz. Doktor Habaş’ın Halk Cephesi’nin yöneticisi Abu Şehab, hem de bir Fransız gazetecisine şöyle diyor:

“Rejim (Ürdün Krallık Düzeni) diyelim ki bertaraf edilmiştir. Kral Hüseyin’in Ordusu, Saraya karşı yürümek için bizim işaretimizi bekliyor. Kendi yanından Halk ayaklanacaktır. Gerçi, komando örgütlerinin birliksiz oldukları ve bir yedek düzen önerecek ölçüde bulunmadıkları doğrudur! Ama ne önemi var? Şimdiki anarşi yeni bir biçim, bu yol devrimci biçim alacaktır…”

Yaser Arafat’ın Fetih örgütünde İstihbarat Sorumlusu Abu Halem, aynı Fransız gazetecisine, çatışmadan 2 gün önce şu müjdeyi veriyor:

“Ordu hiçbir zaman Halkın üzerine ateş etmeyi kabul etmeyecektir. Ve halk ise, direnişin ezilmesine girişilmesini hiçbir zaman kabul etmeyecektir. Bizde susan çoğunluk yoktur.”

Aynı gün, 15 Eylül günü, “Demokratik Cephe”nin keskin Lideri, bu sefer bütün gazeteciler (CIA’dan Kralcı’ya dek herkes) önünde açık açık şöyle konuşuyor:

“Sarayın, Ordunun, istihbarat servislerinin ve idarenin temizlenmesi gerek. Bundan böyle Kral egemen olur ama idare ve hükümet edemez.”

“Çarşı Çoğunluğu”

Şoför Milleti

Çatışmadan birkaç gün önce Gerilla Liderleri bu havayı estiriyorlardı. “Susucu çoğunluk” olmayan Ürdün ve Filistin halkları, “Çarşı” kadar velveleli kalabalık. Filistin, 7 bin yıllık Bezirgân, Mısır-Irak yollarının dörtyol ağzı kavşaklarındandır. Kudüs o Bezirgânlığın Kâbesi’dir. Hiç Arap çarşısında, Arap bezirgânın yırtınışını gördünüz mü? 7 bin yılın tiryakiliği ve tükenmez enerjidir o. Bir dokun, bin âh işit…

20’nci Yüzyıl’ın Finans-Kapitali geri ülkelerin aç ve işsiz Çarşısına: getirdi, ansızın ve tepeden inme bir otomobil esnaflığı boşalttı. Yalnız Türkiye’de 100 binleri aşan şoför sayısı düşünülsün. Detroit’teki Amerikan Finans-Kapitali, dünyanın yedi iklim dört bucağında “şoför millet”ni ileri karakol gibi kullanır. Şoför, bir lokma ekmek için 24 saat gerginlikten çatlayan sinirleriyle, egzoz gürültülerini çatlatarak motor çabukluğu ile bir uçtan öbür uca sallanmakta, değme esnafı ve köylüyü yaya bırakır. Altındaki arabayı kendi “özel mülkü” sayar. Özel mülkü değilse bile, bir gün olabileceği umudu dağ gibi içinde yatar. Gerçekte Ford yahut Volkswagen araba: tâ Amerika ve Almanya Şirketince ayarlanmıştır. Şoför arabasının, borç taksitlerini ödediği gün, araba da “amortismanını” sona erdirmiştir. “Rantable” dedikleri, kârı masrafından üstün olmaktan çıkmıştır bile. Şoför artık hayatını kaptırdığı, o Finans-Kapital tuzağı arabasıyla tıknefes ola ola can çekişir durur. Tâ ki, bütün dengeleri bozulup, kabuklu böcekler gibi birbiriyle yahut bir direkle, taşla çarpışıp yamyassı kesilinceye dek…

Şoför “kaza”dan (yani Finans-Kapitalin belirlendirdiği alınyazısından) canını kurtardıysa, haydi, gene, bile bile lades borçları, yeni arabayı boynuna bir boyunduruk gibi takar. Er meydanı, asfalt ya çamur, çakıl yollar helâl olsun “Yeşee Şefer Agabiy!”e. Dünyadaki beş on Otomobil ve Petrol Şirketinin gönüllü kölesi şofördür. “Arabası” şoförün değil, Şoför arabasının malı, yedek parçasıdır.

Finans-Kapitalin en insafsızca ve en doğrudan doğruya sömürüp soyduğu proleter şoför, Modern Toplumun en ciğerinden Finans-Kapital oltasına yakalanmış, beyni spor-totoyla yıkanmış, en makineleşmiş bönyargılı küçükburjuvasıdır. Kafası için Ortaçağın bütün Softalık molozları arındırmadan, üzerine kapitalizmin bütün tekelci otomatlığı abanıp çöreklenmiştir.

Şoför Ahmet:

İyi Gün Kahramanı

Filistin Kurtuluş Savaşı’nın belli başlı “Proletaryası” o “Şoför Ahmet”tir. Şoför Ahmet’i yerinde gören Batılı gazeteci şöyle tasvir ediyor:

“Ahmet… Eylül Sivil Savaşından önce Filistinli ve Direnişçi (Mukavemet hareketinden: Gerillacı) olmakla övünüyordu. Silâhı olan kalaşnikoftan bir an bile ayrı duramıyordu. Kalaşnikofu, insanın gözüne gözüne batırırca taksinin ön koltuğuna yerleştiriyordu. Ve bütün sınırları aşıp geçivermesi için El Fetih kartını çıkarıp sergileyivermesi yetiyordu. Ben bir fedaiyim, diye kükrüyordu. Şoför Ahmet hüviyetini denetleme cüretini gösteren bir Ürdün Ordusu askerini tehdit ediyordu.” (Le Monde, 9.12.1970)

Düşünelim, savaş durumuna girmiş bir ülkeyi. Orada yetmiş yedi buçuk Emperyalist ve İsrail casusu mekik dokur. Şoför Ahmet’in namusuna dokunur kontrol edilmek. Askerlik sırrı mı? Düşmanın görmemesi, bilmemesi gereken yerler mi? Ne münasebet. Verin taksi parasına ek “bahşiş”i, şoför Ahmet sizi dilediğiniz yere çekip emniyetle götürüp getirsin. Her biri bir Uluslararası casus örgütünün gizli açık avansları ile haber toplayan gazetecilerden sayın yazar Eric Rouleau, Şoför Ahmet’in marifetlerini anlata anlata bitiremiyor:

“Ahmet sayesinde, prensip olarak gazetecilere yasak edilmiş bölgelerde oradan oraya gezmemiz için en ufak bir izin kâğıdı tedarik etme ihtiyacını duymuyorduk, Ahmet’in gözünde, bütün Hâşimî Krallığı ülkesi, “kurtarılmış topraklar” idi. (Kral ve Ordusundan kurtarılmış!) ve her yer Filistin ihtilâlinin üssü idi.”

“Çocuktan al haberi” derler. Şoför Ahmet’ten al Filistin Kurtuluş Savaşı’nın durumunu. Yeryüzünün en müthiş silâhlarıyla donanmış Emperyalist Devletler, Filistin’de dünyanın her işini binbir türlü gizli ajanlarına işletip, izlerini yitirirlerken; Şoför Ahmet’in gerillacıları, böylesine açık iskambil kartı oynuyorlardı.

Emperyalizm bu yarayı tepe tepe işletmez olur muydu?

Şatafatlı Küçükburjuva Terörizmi

Şoför Ahmet, proleter açıklığını bilmeyen zavallı küçükburjuva şımarığı değildi. Bütün fedailerin ufak bir eşantiyonuydu. Görenler anlatıyorlar:

“Birkaç hafta önce fedailer kiminin gururunu, kiminin dehşetini arttırıyordu. Fedailer, bir bakarsın, kendilerince şüpheli görülen bir basın fotoğrafçısını yaka paça etmişler. Bir bakarsın, bir iş ihtilafında ücretliler yararına hakem olmuşlar. Güçleri, kudretleri heybetliydi zırhlı arabaları vardı, mitralyözlü otomobilleri, cipleri, kamyonları, hatta pırıl pırıl lüks Mercedesleri vardı. Ve Fedaî taşıtları, genellikle, dişlerine dek silahlı milislerle dolup taşıyordu. Bu taşıtlar sirenlerin kulaktozunu patlatan boru sesleri ve süsleriyle, şehri baştanbaşa çiğneyip geçiyorlardı. Sık sık düzen kuvvetleriyle karşılıklı ateş atışmaları yapıyorlardı. Çarşıların tacirleri, ya ürkerek, ya ihtiyat olsun diye, hemen dükkânlarının demir perdelerini çekiyorlardı. O zaman ahali, ertesi sabaha dek evlerine çekilip yeraltına giriyorlardı.” (agy.)

Bu şatafata can mı dayanırdı?

Tevekkeli değil, bizim çocuklar bile -kim bilir kimlerle- hantal Amerikan postalları ve cırcırlı sakolar giyip fedai olmaya gitmemişler… Cephede, İsrail cephesinde gizliliğin ve alçak gönüllülüğün son kertesi olmak gereken “fedailik”, delilere her gün düğün bayram, geri şehirlerde alabanda sancak, tadına doyum olmaz gösterişli geçit resmi imiş!

Küçükburjuva Paniği

Tabiî o sade suya kolay çalımlar İsrail’i korkutmaktan, Emperyalizmi ürkütmekten çok, kendi fakir fukara halkını huzursuz, işsiz bırakmaya, küçükburjuva yığınını karşıdevrimden yana geçmeye itecekti. Finans-Kapitalin de, bütün istediği ve şüphesiz el altından her türlü yardımı yaparak hazırladığı, kışkırttığı şey de bu idi.

Ciddi devrimcilik, Acem’in tavuk için söylediği gibi: “Yek beyza, hezâr fahr-ü dâvâ: Bir yumurta yumurtlamış, bin övünç ve iddialı” gıtgıdaklamak mıdır? Köylümüz ısıracak köpek dişini göstermez der. Fedailer, elbet bir insan yücelişine semboldürler. Ama düşman çizgileri ötesinde etken olmak için yapacakları işi ve yakacakları kurşunu, benzini, kendi ülkeleri içinde harcayıp tüketirlerse, dost mu kazanırlardı? “Halk Cephesi”, “Demokratik Cephe” mi kurarlardı? Yoksa Kutupları mı “Feth” ederlerdi?

Ürdün Ordusu:

İngiliz Tüfekçisi

Gelelim, her türlü toyluktan yahut provokatörlükten fırlama şaklabanlıklar ötesi, kesin Devrim Savaşına, Kurtuluş Dövüşüne, asıl silahlı davranışa. Burada hiçbir şey soğukkanlı, hesaplı, öngörülü, bilinçli, bilimli güçler dengesinin yerini tutamaz. Hiçbir modern devrim, modern ordunun azınlıkta olsun sempatisini, çoğunluğun tarafsızlığını kazanmaksızın başarıya ulaşamaz.

Ürdün Ordusu; işaret ettik. İngiliz Casusu Glob Paşa’nın yaratığıdır. Ancak, öyledir diye, diyalektiğin zıtların birliği ilkesini unutulacak mı? Ürdün Ordusu, ebediyen Glob Paşa’nın bütün köşe başlarına yığdığı İngiliz-Amerikan ajanlarına mı bağışlanacaktı?

“Kıbrıs Davası” gibi “Filistin Davası” da uluslararası Finans-Kapital politikasınca öylesine alevlendirip yayılmıştı ki, emperyalizmin kendisi için bile artık “Baba bir hırsız tuttum”a dönmüştü. Emperyalizm Filistin meselesini, daha niceleri gibi kendi icat ettiği halde, ne koyverebiliyordu, ne alıp getirebiliyordu. Hele Arap Dünyası, bizim piyangocu, totocu oy davarlarımızın Kıbrıs olayları önündeki heyecanlarına taş çıkaracak bir kaynama düzeyine çıkmıştı. O harıl harıl kaynatılan kazan içinde Hâşimi Hüseyin Kralcık bile, “küllü adabıyla” Kurtuluş Pehlivanı’nın pertavlarını[2] atmadıkça tahtında oturamıyordu… Glob Paşa’nın Hüseyin’e aktardığı Ürdün Ordusu, Hüseyin’den az mı Araptı?

Filistin Ordusu:

Eşekarısı Yuvası

Tam tersine, bizim zaman zaman “direnişe geçen” zavallı bir kaç yüz liralık “Toplum Polisimiz”den daha çetrefil bir aylıklı askerdi. Hz. Muhammed’in bıraktığı çölde, o zamankinden daha çaresiz kalmış “Bedevi” Arap çocukları idiler… “Bedevi”: Göçebe Barbar demekti. Her hangi nedenle, onu anlayacak yerde, üzerine üzerine varırsan, o da sana Elham okumazdı. Bedevi’nin gözüne Glob Paşa çöp kaçırtmış olabilirdi. Sen o çöpü kaçırtmamanın yolunu bulmalısın.

Fedai’ler, ellerinde silâh, altlarında zırhlı araba, süslü Mercedes bulunca, büsbütün dünya “Feth” edicileri kesildiler. Ne oldum deliliği ile eşek arısının yuvasına değnek sokarca, Ürdün’ün Bedeviler Ordusunu kızdırmak ve kışkırtmak için CIA ajanlarının istediklerinden âlâ provokasyonlara kapı açtılar. İngiliz Casusu Glob Paşa vazifesini yaptı. Hani senin kafan? Sen Fedailiği, yalnız kaba kuvvet gösterişli beyinsiz işgüzarlık mıdır sandın? Gidip Ürdün’ü gören yabancılar bile anormalliğin farkındalar. Şöyle yazıyorlar:

“Her ne denli o kuvvet gösterileri iş çevrelerini olduğu kadar, marasmın (illet olmuş geçim sıkıntısının) kurbanı küçümen halkı da rahatsızlandırıyorduysa da, öncelikle yetkilerinden yoksun bırakılmak ve şerefi söz konusu olan Kral Hüseyin Ordusunu da en yüksek kertelerde içerletiyordu… Genç bir subay o münasebetle bize şöyle dedi:

“– Fedailer, yararlandıkları empati sermayesini çarçur ettiler. Zaptedilmiş düşman toprakları içindeymiş gibi davranıyorlardı. Ben, kendim, kaç kez yol ortasında durduruldum. Üzerim arandı. Sorguya çekildim. Bunu yapanlar Filistinli milislerdi! Bunlar, Bunlar, bizim arabalarımıza “el koymaktan” sıkılmıyorlar, hatta bize sövüp saymaktan üzülmüyorlardı. Onlara göre biz gericiliğin gardiyanı idik!”

“Şimdi kralın kişicil temsilcisi olan General Ali Abu Navvar’ın bize temin ettiğine göre, şehre gitmekten iyice vazgeçmişti. Çünkü giderse; ‘herhangi bir küçük düşürülme’ durumunda kalıp, tabancasını kılıfından çıkarmak zorunda bırakılacağından ‘sakınıyordu.’” (ayg.)

Kontrolsüz Provokasyonlar

ve Atmasyonlar

Böylece Filistin Kurtuluş Hareketi, kıldan ince, kılıçtan keskin Sırat Köprüsü üzerine getirilmişti. Zaten emperyalizm de, İsrail de, alttan alta Hüseyin Kralcık da bunu istiyor, hazırlıyor, bekliyordu.

“Orduyu kışkırtanlar, Fedai kılığına girmiş Emperyalist ajanlarıdır” denecek. Asıl mesele de o değil mi?

Senin başın kuyruğundan habersiz ise, özrün kabahatinden büyük demektir. Hani ya Emperyalist gazetelere girecek kertede Ürdün’ün “emniyet hizmetleri komando çekirdekleriyle” tutulmuştu? Hani ya, Filistin’den göçenler, çok geri olan Ürdün Halkından daha okuryazar bulundukları için, “Ürdün idare mekanizmasının” önemli yerlerinde görevliydiler? Hani ya, Kralın kanunlarını işlemez kılmak için Komandolara özge: “Özerk (Otonom) İstihbarat Servisleri” kurmuştunuz?

Burnunuzun dibinde yapılan provokasyonları kontrol edemeyeceksiniz; Yakındoğu’nun en seçme, eğitimli ve yaman silahlı Ürdün Ordusu içinde size düşman gelişmeleri vaktinde görmek ve önlemek şöyle dursun, tersine görerek aldanacaksınız, bütün o köşe başlarını tutmanın anlamı nedir?

Gerillacı liderler, genç fedailer, İsrail ve Amerikan kurşunları altında şehit düşerken, siz bir çeşit Parlamento yerine “Milli Şura” topluyorsunuz. Silahlı milislerin namlularıyla çevrilerek, Krala “hain” demekle kinayeli konuşuyorsunuz. Hâşimi Krallığını “Tümcül Halk Devriminin Kalesi” yapmaya karar veriyorsunuz. “Filistin Üniversiteleri Genel Birliği” tarafından örgütlenen bir toplantıda, “Devrim tüfeklerinin gölgesi altında” Ürdün’ü “Nazi Almanyasına” benzetiyorsunuz (Y. Arafat). Krallığı “Halk Cellâdı” CIA’nın sunturlu ajanı ilan ediyorsunuz. Amman’ı “Filistin Devrimi’nin Hanoy”u yapacak “Ho Şi Minh”ini özlüyorsunuz (N. Hawatme).

IV

Gerillacı Ütopya ve Panik

Öyleyse, Ürdün’de Gerillalar İktidarı mı ele geçirecek?

2 kez hayır! Olmaz, olamaz.

1- Politikaca olmaz:

Filistin Direniş Merkez Komitesi, bu fikri (Komandoların İktidara gelmesi düşüncesini) oybirliği ile reddetti. Komando örgütleri öylesine bölünmüşlerdi ki, öyle bir hipotez halinde Ürdün anarşi içinde sönüp gitme tehlikesine düşerdi.” (agy.)

2- Ekonomice olmaz:

“Yabancı Devletler himayesinden yoksun kalan Ürdün, ayrıca, General [Moşe] Dayan ordularının insafına kalmış olurdu.” (agy.)

İktidarı almak olmazsa:

“Kralı yatıştırmak için hiçbir şey yapılmadığı halde, bir hafta gecikme ile uçak kaçırmayı mahkûm etmek neye yarardı? Fedailer şehirleri işgal etmekte, Ürdün Silahlı Kuvvetlerine karşı ikide bir kabaca böbürlenmekte, Devlet otoritesine karşı türlü türlü meydan okumakta devam ediyorlardı” (agy.)

Hem İktidarı almayacaklar, hem İsyan edecekler: İsyanla oyun oynanır mı?

Bir El Fetih’linin Batılı yazara dediği gibi:

“Eğer Düzeni devirmek aracımız, imkânımız ve isteğimiz bulunsaydı, bütün o yapılanlar tamamıyla meşru olurdu.”

Buna kimi şaşkın ördekler “Maoculuk” diyorlar. Mao, Japon Saldırısı önünde, örgütlenmiş Kızıl Ordu’yu Çan Kay Şek’in kumandası altına verdi. Filistin Komandoları, İsrail ve Amerikan altıncı düşman Filosu önünde, birbirlerini bile tanımıyorlar. Hiç bir Otorite, yetki ve hiçbir Merkez tanımayan başıboş başıbozukluktur yaptıkları.

“Oysa siyasî bir yönetim yokluğu yüzünden, aradaki rekabet arttıranın üstünde kalsın durumunu yarattığından, ılımlı liderler çarçabuk aşılıp taşıldı. Onların yerine geçenlere kimileri “Serüvenci” (Avantürye) hatta “Emperyalizm ajanı” demekte tereddüt etmez oldu.” (agy.)

Onun için, bir yandan Krala yaranacak anlaşma öneriyorlar, ötede: Bir “Milli iktidar”ı gözdeleştirmek için 19 Eylül günü sınırlı bir Genel Grev hazırlıyorlardı. Anarşizmin sakrosent [kutsal] Genel Grevi bir daha isyanla karıştırılıyordu. Bu durumda gerillalar neye güveniyorlardı?

Birinci Ütopi:

Ordu Vuramaz

Devrimcinin geri ülkede iki ciddi dayanağı olabilir:

1- “Yığınların ayaklanması”,

2- “Ordunun çatlaması”…

Yığınların halini kabataslak bir ortalamayla Şoför Ahmet temsil eder. Ordunun halini ise, Nasır’ın Genelkurmay Başkanı Muhammed Sâdık Ürdün’e havadan indiği 17 Eylül akşamına dek giyotin gibi işlemiş tedip seferi açıklar. Gerillacılığın bütün hüneri Başsız Develik, Beyinsiz İşgüzarlık oldukça sonuç önceden de kestirilebilirdi.

Gerillacılar hep o karlı dağa dayandılar. Fedai Başlarından çoğu İktidara gelmeyi dilemez ve olanaksız görürken, kendisini; “her türlü icazetten hür ve serbest Marksist-Leninist”, ilan eden Hawatme ne yapar?

Bir an “Lenin” olduğunu sanır. Bolşeviklerin bir an atıp, hemen geri aldıkları “Bütün İktidar Sovyetlere” parolaları kitapta yazar ya… Hawatme de kendisini 1917 Eylülünde görüp: “Bütün iktidar Dirence” parolasını atmıştır. Kral Ordusunun Subay ve askerlerine: “Proletaryanın ve Devrimin saflarına katılma” çağrılarını yapılıyordu.

60.000 kişilik Ürdün Ordusu, Glob Paşa’nın bıraktığı gibi bile durmuyordu. Her gün biraz daha Fedai’ler aleyhine “bedava “provokasyonlar”la kışkırtılmıştı. Ordu: “Şu Filistinli ve İsrail köpekleri” diye içerliyordu.

“Ak Ev [Beyaz Saray] (Nasır’a yeşil ışık yakan Amerika US) Hüseyin’in tahtında alakonulmasını, Rogers Planı’nı uygulamak ve bölgede Sovyetler’in, hele Çin’in emellerine ket vurmak için gerekli sayıyordu. Onun için İç Savaştan önceki haftalar boyunca Ürdün Ordusu debboylarına [silah depolarına] önemli Amerikan silahları ve mühimmatı akın akın yağdı.” (agy.)

Bunu fedailerin bilememesi olmazdı. Bu durumda onlar neye güvendiler?

Ürdün Ordusu’nda çok sayıda Filistinli askerlerin kendilerine katılacaklarına.

Demek, Fedai liderleri o Ordu denilen zırhlı kapalı kutunun ne olduğunu bilmiyorlardı. İktidar o noktayı hesaplamıştı. Filistinlileri hep yaya asker ve kilit noktalardan uzak tutmuştu. Ordu Halkın bir parçasıydı, ama “İçine en az işlenir, en çok yasaklanır” parçasıydı. Ve Kral, Fedai’lere karşı piyadeden çok topçuyu ve öteki birlikleri kullanıverdi.

İkinci Ütopi:

Kral Kıyamaz

Fedai’lerin ikinci güvendikleri karlı dağ: “Kral, kendi şehirlerini topa tutamaz” umutları oldu.

Demek Fedai’ler, iç savaşta egemen sınıfların ne olduğunu da bilmiyorlardı. O “Her icazetten hür Marksist-Leninist”ler İngiliz Burjuvazisinin 1830-1848-1871 ayaklanmalarında yaptıkları katliamları nasıl unutabilirlerdi? Mac Mahon’lar, Cavaignac’lar boşuna mı akbabalık etmişler, kendi halklarının etiyle beslenmişlerdi? Fransız sömürücüleri, kendi gözbebekleri, “Dünya Kraliçesi” saydıkları biricik Paris’lerini 1871’de ve II. Emperyalist Evren Savaşında, işçiler İktidara gelmesin diye, can düşmanları Alman Militarizmine ve Nazi ordularına elleriyle teslim etmemişler, topa tutturmamışlar mıydı?

Nitekim Hüseyin Kralcık en büyük katliamını büyük Ürdün şehirlerini topa tutarak yaptı. Ürdün’ün kuzeyinde Fedai’leri kuşatmak ve tek tük ateş etmekle yetindi. Ancak 650 ölü, 1500 yaralı üretti. Amman ve Zerka gibi en büyük kentlerde kan gövdeyi götürdü. Yalnız Zerka şehrinde 3.000 ölü ve 15.000 yaralıyı Kızılhaçlılar saydılar.

Bir Filistinli şöyle der:

“Bu şerefli bir muharebe değil, militanların pisi pisine katliamıydı.”

Gösterilen yırtıcılık ve kan içicilikten 50.000 Filistinli Suriye ve Lübnan’a göç etmek zorunda kaldı. Bir Amman kahvesinde, çevresindeki işsizleri şahit gösteren Filistinli işçi şöyle haykırıyor:

“Hüseyin’in bize yaptığını, Yahudiler bile hiçbir zaman yapmadılar. Şimdi gözümde tüten rüyam, Ürdün berisindeki aileme gidip katılmaktır. Yeter ki İsrail yetkilileri dileğime yol ve izin versinler.”

Üçüncü Ütopi:

Nasır Her Şey

Ne Ürdün Ordusu’nun tarafsızlığı, ne Hüseyin Kralcığın şefkatli Peygamber döllüğü tutmayınca, Fedai’ler Nâsır’a sırtlarını dayadılar. O ise “karlı dağların” en az güneşe dayanıklısı idi. O çapraşık çelişkileri içinde kalp sektesinden ölmeyip de ne yapabilirdi?

Hüseyin, Amerikan Bakanı Rogers’ın İsrail-Arap Planı’nı kabul edince, yanına “Milli Cephe” lideri Süleyman Nablûsi’yi alarak Kahire’ye gitti. Kral ile “Reis” (Nasır) şu kendi icat ettikleri ve kendilerinin de beğenmedikleri kanlı Filistin kar helvasını halka nasıl yutturacaklarını bilemiyorlardı.

Nablûsi eski Ürdün Başbakanı, üstelik de “Reis”in ateşli hayranı idi.

Nasır ona şöyle dedi:

“Süleyman Paşa, hem Rogers Planı’nı uygulamaya koyabilecek, hem Fedai’lere tam emniyette olduklarını sağlayabilecek tek adam sizsiniz. Sizin Milli Birliği savunmada oynayacak olumlu bir rolünüz var.”

Nablûsi Fedailerden aşağı kalır mı?

Reis’e şu karşılığı verdiğini söylüyor:

“Başkan Nasır’a dedim ki, öyle bir rolü oynayamam. Çünkü Nasır’dan yana olmamla beraber, Filistin Direnişinin Rogers Planı’nı reddedişinde kendimi Direnişle (Fedai direnişiyle) dayanışma içinde hissediyorum.”

Bu pazarlığı ve haberi alan Hüseyin Kralcık, bir yıl önce başka olayla da beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bakın CIA ve yerli ortakları olayları nasıl değerlendiriyorlar. Kral ile Reis 1 Eylül 1969 günü baş başadırlar. Ansızın ortalarına, bir havadis düşürülür. Libya’da Sünusi Krallığının devrildiği haber veriliyor. Hâşim Kralcığı Hüseyin’in önünde bulunduğunu unutan hem ikircikli, hem fermanlı patavatsız Reis, Arap Dünyasında yeni bir Cumhuriyet doğuşunu en taşkın sevinç ve coşkunlukla kutlayıveriyor.

Hüseyin Kralcık, Fedai’lere karşı katliam emrini vermezden birkaç gün önce, dostlarından birine saklıca şu itirafta bulunuyor:

“O sahne ölsem gözümün önünden gitmeyecek düzeyde belleğime çelik kalemle kazıldı.”

Kendisi öleceğine, devrimcileri, onları yakalayamazsa Filistinli kadın ve çocukları öldürür.

Bedevi’nin Azgınlığı

Ürdün Ordusu öyle. Hüseyin Kralcık böyle. Keskin Hür Nasır dersen, CIA’dan icazetli bir “ne şiş yansın ne kebap”çı. Bu gidişle önüne gelen köşe başlarında bir gerillacı soğan başı kesilirse Hareket ne yapabilir? Ürdün-Filistin Halkı ne diyebilir?

Ürdün Ordusu’ndaki Bedevi: Haşimi Kralcığına Glob Paşa eliyle şartlanmıştır. Vur dediler mi vurur. Dost mu, düşman mı bakmaz. Nerede çatırtı kopsa, orada Filistinliyi Ürdünlüden ayırmaz. Ateş eder. Çapul eder. Bedevi Muhammed, zamanın Gazve’sindedir. Gerillalar da, Marks’ı, Lenin’i lafta bırakıp, doğru Mao’dan bir slogan öğrenmişlerdir: Devrimci, Halk içinde “Su içinde bir balık” gibi olmalıdır, demiş Mao. Gerillalar şehir varoşlarında, hatta göçmen kamplarında fakir fukara arasında sığınmışlardır. Güzel. Ama Ürdün suyu, o Çin suyu mudur? Ürdün’deki balıklar hemen Mao olabilmişler midir?

Hüseyin Kralcık; “bir iki saat içinde Fedai’lerin işini bitirivereceğini”, sanmıştır. Direnç çetin olmuştur. Kafası kızan, ne yaptığını hiç bilmeyen Bedevi aylıklı asker, gözü karardı mı, artık Hüseyin’i de dinlemez. Allah’tan da korkmaz, Peygamberden de utanmaz. Saldırdığının yalnız canını, malını almakla kalmaz. Yere yatırdığının ırzına da geçer. Hele Amman ve Zerka avratlarını görünce… Kurbanlardan bir tanesi Ürdün elçisinin güzel kızıdır.

Böylesine din iman, bin mintan saldırı önünde Halk ne yapsın?

Silahsızdır. Bilinçsizdir. Hazırlıksızdır. Tek örgüt Fedai’lerde. Onlar da Biricik Programsızdır. Plansızdır. Tüzüksüzdür. Son duruşmada fukara içine kaçıp, Anarşist palavrası “Genel Grev” yağmur duasına çıkmışlardır. Slogan tekerlemek başka, Siyasi Örgütlü Devrimcilik başka şeydir.

Halkın Ezginliği

Yapamayacağı işi, yaparmış gibi davranan Fedai’ler istedikleri denli Fedai, Kahraman olsunlar, başıbozukluğu sürdürünce, halkta panik başlar. O halk ki, büyük çoğunluğu “Bâbil çağından kalmış”, yenik, bitik küçükburjuvazidir. Bir türlü kesin karara varamayan Çifte İktidar (Diyarşi) ortalıkta iş ve emniyet bırakmamıştır.

Reis Nasır’da, ABD’nin Rogers Planı’nı görür görmez hoşafın yağı kesilir. “Fedailerin yanındayım!” diyen BAAS’çı Irak birlikleri, Ürdün toprağında kılını kıpırdatamaz. Suriye’de Fedai’leri tutan BAAS’çılar alaşağı edilir. Lübnan’da milliyeti şüpheli bir adam Cumhurbaşkanlığına getirilir. Amman’da domuzuna Kralcı kukla Vasfi El Tal hükümetin başına geçer.

Halkın yapacağı ise Libya ve Kuveyt tarafından yapılan para yardımıyla geçimini sağlamak ve Sudan Başbakanının “Bu bir soykırımdır” ithamını kaydetmek olur. Ondan öncesi küçükburjuva yığını ve küçükburjuva devrimcisi için, hotzot sökmeyince, külahını kurtaran kaptandır. Bu eğilimi en iyi açıklayan tip, yarı yoldan ziyade burjuvaya yakın, yarı yoldan ziyade proletaryaya uzak olan Fedai Şoför Ahmet’tir. Onu en son görenler şöyle anlatıyorlar:

“Sivil Savaştan sonra, Ahmet, artık aynı adam değildi. Bizi Ürdün kuzeyine götürmek üzere Amman’ı bırakmadan önce, şehrin kütüphanelerine bir tur yapmıştı. Şimdi, askeri yetkililerden ve İstihbarat Başkanlığından edinmiş bulunduğu serbest geçme belgesine karşın, umudunu son damlasına dek çabalayarak Kral Hüseyin’in bir resmini araştırıyordu. O resmi arabasının ön camına yapıştıracaktı. Büyük yol kavşaklarında Fedailerin yerini almış olan Ordu barajlarında (engelli yol geçitlerinde), hiç nezaket ve cana yakınlığını yitirmeksizin, her soruya karşılık vermeye can atıyordu. Haklı olarak, Ürdün ötesinde konuştuklarından Filistin asıllı olduğunun bir ürküntü yaratmasından korkarak, Amman asıllı olduğunu iddia ediyordu. Eski halini bilen bizlerden de sıkılınca, kendisini haklı çıkarmak için, tam altı çocuk babası olduğunu ve ne de olsa yaşamak zorunda olduğunu hatırlatıyordu.” (agy.)

Her Fedai şehidinin yeri, devrimcilerin gözünde ölümsüzleşir. Ama bir ülkede kendi orijinal sınıf ilişkilerini dupduru seçmeden, gerçek güçler dengesinde salt duygusal gösteriş kabadayılıklarıyla şaşı bakmanın bilançosu her zaman acıklı olur.

Sosyalist, Sayı: 13-14-15-16

5 Ocak 1971 / 16 Şubat 1971

[1] Moşe Dayan: İsrail Genelkurmay Başkanı.

[2] 1. Türk cambazının becerilerinden biri: İp üstünden takla atma ve ipin üstüne düşerken bacakları makas gibi açma numarası. 2. Atılma, sıçrama.

Print Friendly, PDF & Email