Ulusal ve kişisel onurunu koruyan Esad’ı Kremlin’in kapısında böyle karşılıyor Putin, koruyamayan Tayyipgiller’i ise aşağıdaki gibi…

Putin nam Yeni Çar size ne biçim çizik atmış öyle, Tayyip…

Sizi yerin dibine sokmuş be, aşağılamasıyla, hakaretiyle. Kabul odasının kapı önünde yer yarılsa da içine girebilsek, der gibi bakınıyorsunuz hepiniz.

Acımasız Yeni Çar, daha yüz yüze gelmeden önce diz çöktürerek bitirmiş sizin işinizi.

Eski Çarların ünlü komutanlarının boy ve portre resimleriyle süslü kabul odası giriş kapısı önünde tam 1 dakika 54 saniye bekletmiş sizi. Ve bu süre içinde hiçbiriniz yani ne Kalın’ınız, ne İnce’niz, ne Çavuşun oğlunuz, ne Hulusi’niz, ne Damat Berat’ınız tabiî ne de sen tek kelime etmeye kadir olamamışsınız.

Hulusi’nin kravat ve ceket düzeltme tiki nüksetmiş, heyecandan, sıkıntıdan. Bir müddet sonra senin dizlerinde derman kalmamış olacak ki çöküvermişsin giriş kapısı önündeki kanepelerden birinin üzerine.

Avanen heyecanla kapıdaki camdan içeriyi görmeye çabalamakta, ne olup bittiğini anlamak için. İki dakikanın sonunda kapı açılıyor, nihayet içeri girebiliyorsunuz.

Üstelik kapı önünde sizi böylesine rezil rüsva edişini Rusya’nın devlet televizyonunda da yayınlatıyor Putin, iki gün sonra. Üstelik de görüntülerinizin üzerine nal gibi bir kronometre koyarak. Yani kapıda sizi ne kadar süre beklettiğini herkes netçe algılasın diye…

Bereket ki Putin ayakta karşılıyor sizi. Sen, “Dostum Putin” filan diyecek oluyorsun, fakat Yeni Çar hiç oralı değil. O hiçbir şey demiyor. Yüzünde ise donuk bir Pitbull sırıtışı…

Oturuyorsunuz koltuklara, tüm nezaket ve saygı kurallarını bir tarafa iterek doğrudan Suriye diyerek söze giriyor Putin. Üstelik oturduğunuz yerin hemen arkasında, yani yanıbaşınızda Osmanlı’yı yenerek Kırım’ı alan Çariçe İkinci Katarina’nın heykeli sizi süzmekte. Yine onun biraz sol tarafında yani omuz başınızda 93 Harbi’nde Osmanlı’yı yenilgiye uğratıp Balkanlar’daki en büyük toprak kaybına sebep olan Rus askerlerinden oluşmuş heykelcikler figürü.

Putin böylece; “Tarihte de biz sizi defalarca yenilgiye uğratmıştık”, mesajı vermekte Tayyipgiller’e.

2 saat 45 dakika sürüyor Tayyip’le Putin’in görüşmesi. Tabiî mütareke şartlarını dikte ettiren hep Putin. Sonrasında heyetlerin görüşmesine bırakılıyor iş. Ve Putin ekibinin daha öncesinde 6 madde şeklinde medyaya sızdırmış olduğu taleplerin tamamı, mütareke maddeleri olarak Tayyipgiller’le Putin ve ekibi tarafından imza altına alınmış oluyor.

Tayyipgiller’in payına düşen, daha önce de belirttiğimiz gibi tam bir teslimiyettir, bu görüşmelerde. Yani Tayyipgiller açısından fiyaskoyla sonuçlanmıştır Moskova seferi.

Bu, sadece bizim iddiamız değil, bilindiği gibi. Aklı eren ve aklını özgürce kullanabilen, konu hakkında bilgiye sahip her aydın kişi aynı kanıdadır bizimle.

Bir örnek verelim isterseniz. Emekli Büyükelçi Süha Umar, 7 Mart tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yaptığı değerlendirmesinde aynen şunları söylüyor:

“Türkiye önceki güne kadar, yıllardır yapılan tüm uyarılara karşın, Suriye bataklığında boğulmak üzere idi.

“Türkiye, Suriye’ye, Suriye halkının daveti üzerine gitmediği gibi o halkın büyük bölümü, ülkesini işgal ettiğini düşündüğü Türkiye’ye karşı savaşıyordu. Türkiye’nin politikasının da katkısıyla bize sığınmak zorunda kalanlar da şimdi Türkiye’yi terk etmeye çalışmaktadır. (…)

“Türkiye, PYD/YPG/PKK’nin Türkiye’yi hedef alan saldırılarını ve Irak gibi Suriye’de de bir Kürt biriminin oluşumunu önlemek amacıyla Suriye’ye müdahale etme gereğini duymuştu. Bu haklı ve savunulabilir politikasına, destek de bulmuştu.

“(…)

“Gerçekçi olmayan talep

“Türkiye, İdlib’de Soçi ve Astana mutabakatları ile kendisine verilen bölgeyi terör örgütlerinden arındırma görevini yerine getirememişti. Suriye’nin ülkesi üzerindeki egemenlik hakkını ve yönetme yetkisini geri almasını sağlamak amacıyla Türkiye’ye verilen bu görevlerin yerine getirilmemesi, Suriye’nin egemenlik hakkına dayanarak İdlib’i terör unsurlarından temizleme girişimi için ek bir gerekçe oluşturuyordu. İdlib’de, uluslararası hukuka uygun olan bu hakkını kullanan Suriye’nin topraklarının bir bölümünden çekilmesini istemek, bu talebin başka ülkeler tarafından da desteklenmesini beklemek gerçekçi değildi.

“AKP’nin Suriye politikası, ABD ile İsrail’in çıkarlarına hizmet etmiş ve Suriye’nin istikrarsızlaştırmasına, bölünmesine; PYD/PKK’nin, ABD’nin desteği ile Suriye topraklarının bir bölümünde egemen güç haline gelmesine yol açmıştır.

“Yine bu politika, Rusya’nın “sıcak denizlere inme” amacına ulaşmasına katkıda bulunmuş, Türkiye Rusya’yı kendi eliyle güneyine de yerleştirmiştir. Erdoğan’ın “Putin’e Suriye’de bir iki üs istiyorsanız kurun dedim” sözleri, vahim ötesi ifadelerdir.

“Türkiye’nin dağıtması beklenen HTŞ terör örgütünün İdlib’in tamamına yayılması, Türkiye’nin bu örgütle birlikte hareket ettiği hatta örgüt elemanlarını Libya’ya da taşıdığı konusunda Batı’da ve Rusya’da yerleşen kanı, bizi Batı ve Rus kamuoyunun desteğinden de yoksun bırakmıştır.

“Türkiye, Suriye politikası nedeniyle sorun yaratan; sık sık aşağıladığı müttefiklerini işine geldiğinde yarattığı sorunların içine çekmeye çalışan; PKK/PYD/PKK’den şikâyet ederken HTŞ, IŞİD, El Nusra gibi terör örgütleri ile işbirliği yapan; radikal İslamın önüne düşüp cihat zihniyetini canlandırmaya çalışan; ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen; durdurulması, engel olunması gereken bir ülke olarak algılanıyordu.

“Diplomatik başarısızlık

“İdlib felaketinden 5 Mart’a kadar da çok daha büyük kayıplara yol açacak, Türkiye’nin ülke ve millet bütünlüğünü, devlet olarak varlığını tehlikeye sokacak girişimlere kalkışılabileceğinin işaretleri vardı. Cumhuriyet dışında en beklenmeyen basın organları bile yayınlarıyla bu yaklaşıma destek veriyorlardı.

“Suriye bataklığından kurtulmanın yolu, sonu belli olmayan yeni askeri harekâtlara kalkışmak değil Rusya ile anlaşarak silahlı kuvvetlerini önce daha kuzeye çekmek, yapılabilirse burada sığınmacıların yerleştirilebileceği bir güvenli bölge tesisi için Rusya ve Suriye ile anlaşmaktı.

“Bugüne kadar söylenenlerin tam tersi olan 5 Mart, Erdoğan-Putin Moskova Mutabakatı, Cumhuriyet tarihinin en büyük diplomasi başarısızlığıdır. Çünkü bu mutabakatla Türkiye:

“1. Suriye Arap Cumhuriyeti’nin gerçek muhatap olduğunu kabul etmiştir.

“2. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumayı bir kez daha üstlenmiştir.

“3. Tek taraflı bir ateşkes kabul etmiştir. Türkiye, Suriye ordusuna karşı ateşi kesmiştir ama Suriye ve Rusya, “terörist unsurlar”a karşı silahlı mücadeleyi sürdüreceklerdir. Türkiye de bu mücadelede, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alacaktır.

“4. Suriye son aylarda geri aldığı topraklarını terk etmeyecektir. Aksine M-4 karayolunun iki tarafında güvenli bölgeler oluşturulacak, üstelik bu bölgelerin güvenliğini Türk ve Rus devriyeler sağlayacaklardır. Kısacası Türkiye, Suriye’nin zaten kontrolünde olan M-5 karayoluna ek olarak M-4 yolunu da rahatça kullanabilsin diye devriye görevi yapacaktır.

“Özetle Rusya ve Suriye, Türkiye’ye tüm isteklerini kabul ettirmiştir. Bundan sonraki adımlar Türkiye’nin Suriye’yi en kısa zamanda terk etmesini sağlamaya yönelik olacaktır.

“Yine de olumlu düşünmeliyiz, çünkü bu diplomasi başarısızlığı Türkiye’yi Suriye bataklığında boğulmaktan kurtarabilecek, Mehmetçikler ölmeyecektir.

“Korkarım Erdoğan, kendisini bataklığın kıyısından dönmeye ikna eden dostu Putin’e bir teşekkür borçludur.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/suriyede-batakligin-kiyisindan-donmek-1725619)

Yine 9 Mart tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Mehmet Ali Güller köşesinde konuya ilişkin şunları yazıyordu.

“Erdoğan ile Putin arasında 5 Mart’ta Moskova’da imzalanan ek protokol ile Soçi Mutabakatı, sahanın yeni gerçekliğine göre güncellenmiş oldu. Özetle, İdlib topraklarının yarısının Suriye ordusunun kontrolüne geçtiğini saptayan, Halep’i Şam’a bağlayan M-5 karayolunun artık Şam yönetimi denetimi altında olduğunu kayda geçiren, Halep’i Lazkiye’ye bağlayan M-4 karayolunda 12 km. genişliğinde güvenli koridor oluşturarak Rusların üslerine giden yolu garantiye alan, M-4 ve M-5 karayollarının kesişim noktası olan ve şubat ayı boyunca iki kez el değiştiren Serakib’in Şam yönetiminin denetiminde olduğunu resmeden ek protokol, AKP hükümeti için tam bir geri adımdır ama Türkiye için yararlı ve kazançlı olmuştur!

“Ankara’yı Şam’la işbirliğine zorlayan mutabakat

“Erdoğan’ın geri adım atarak imzaladığı ek protokol, içerdiği potansiyel nedeniyle Ankara’yı Şam’la işbirliğine zorluyor. Anlatalım:

“Ek protokolde çok önemli iki konu var:

1.“Terörizmin tüm tezahürleriyle mücadele ile BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması…”

“2. “Mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilen kişilerin güvenli ve gönüllü olarak Suriye’deki asıl ikamet yerlerine geri dönüşlerinin kolaylaştırılması…”

“Tüm terör gruplarının ortadan kaldırılması ve mültecilerin geri dönüşü konusu, pratikte Şam’la işbirliği yapmadan çözülemeyecek konudur.

“Rusya Dışişleri Sözcüsü Zaharova’nın, “Teröristlerle mücadele, Suriye ordusu ve onlarla işbirliği içindeki güçler tarafından yürütülmeli” (06.03.2020) sözleri ile Esad’ın imzadan bir gün önce ilan ettiği şu hedef, yeni bir sürece işaret ediyor: “Suriye ordusunun İdlib’den sonraki hedefi, doğu bölgelerini militanlardan temizlemek olacak.” (4.3.2020)

“Dil değişti

“Ek protokolün özellikle terör ve göçle ilgili bölümünün Ankara’yı Şam’la işbirliğine zorladığı gerçeğinin ilk göstergesi, Ankara’nın dilinde oluşan hızlı değişimdir:

“- Literatürdeki rejim ifadesi, 5 Mart’ta Suriye Arap Cumhuriyeti’ne dönüştü!

“- 15 Temmuz’un devamı bile sayılan Suriye ordusu ile çatışma, 5 Mart’tan sonra “Müslümanın Müslüman ile olmaması gereken çatışmasına” (Erdoğan 6.2.2020) dönüştü!

“-“Yansın Suriye, yıkılsın İdlib, Kahrolsun Esad” çizgisi (Bahçeli/11.2.2020), “Esad ile konuşuldu, değil mi?” (Erdoğan’ın Çavuşoğlu aracılığıyla Lavrov’a sorusu /5.3.2020) noktasına geldi.

“- “Bu rejim defolup gidene kadar bu iş sürecek” (Hulusi Akar/4.3.2020) çizgisi, “Bizim derdimiz Türkiye olarak bundan sonra Suriye’yi kimin yöneteceğini tespit etmek değildir” (Numan Kurtulmuş/7.3.2020) anlayışına geldi.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mehmet-ali-guller/ek-protokolun-potansiyeli-1725988)

Evet, Tayyip…

Sen büyük bir hezimet yaşadın ama sizler alışıksınız böyle durumlara yahu…

Ensar’larda, kurslarda, yurtlarda, şeyhleriniz, hocalarınız alıştırdı sizi böyle durumlara düşürülmeye. O bakımdan size dokunmaz böylesi dünya âleme rezil rüsva olmak.

Ha, tüm bunlara rağmen Putin, siz giderken de, yani siz mutabakat sonrasında Kremlin’den ayrılırken de size son bir ayar çekmekten geri durmuyor.

Ne diyor, ya da ne emrediyor size?

Aynen şunları:

“Bu ziyaret için teşekkür ederim. Gelmekle doğru yaptınız. İyi yolculuklar. Dikkatli olunuz.” (https://tele1.com.tr/putin-erdogani-bekletti-haberinin-tam-metni-yayinlandi-139201/)

“Gelmekle iyi yaptınız” diyor. Yani gelmeseydiniz, durumunuz daha da acıklı olabilirdi. Yaşayacağınız felaketin boyutları çok geniş olabilirdi. Gelmekle kendinizi bir anlamda kurtarmış oldunuz, düştüğünüz kötü durumdan. Yani kendinizi attığınız bataklığın sizi yutmasından kurtulmuş oldunuz. Ha, bakın, bundan sonra da “dikkatli olunuz”. Sakın bir daha aynı hataları tekrarlamaya kalkmayınız.

Son uyarısı ya da tehdidi bu oluyor Yeni Çar’ın…

Sana binbir kere söylendi ve sen hiç dinlemedin bunu ama biz yine de bir kez daha tekrarlayalım:

Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yönetimi ve lideriyle anlaş. Türkiye’nin çıkarı buradadır. Senin ve avanenin de o bataklıktan yaralı bereli olarak da olsa çıkabilmeniz yine buna bağlıdır.

Bak, akıllı, sağduyulu ve vatansever, Türkiye dostu Beşşar Esad ne diyor bu konuda:

“- Türkiye ile Suriye arasında kademeli bir bağ kurmak için herhangi bir umut var mı, en azından şimdi ordu ile istihbarat arasında ve gelecekte belki de diplomatik ilişkilerde?

“- Türkiye’nin saldırganlığına rağmen, son iki yıl içinde Türk yetkililerle yaptığımız nadir toplantıları dikkate alırsak, Rusya ile ortak hedefimiz Türkiye’yi teröristleri desteklemekten vazgeçirmekti. Çünkü bizim için de sizin için de Türkiye komşu bir ülkedir. Komşu ülke ile sağlam ilişkilerinizin olması da doğaldır. Hiçbir başlık altında veya herhangi bir koşulda ilişkilerin kötü olması normal değildir. Sorunuza gelince, mümkün mü? Tabiî ki mümkün. Ama Erdoğan teröristleri desteklediği sürece bu sonuca ulaşamayız. Terörizmi desteklemekten vazgeçmeliyiz. O zaman işler geri döner. İki halk arasında düşmanlık olmadığı için. Düşmanlığın sebebi siyasi olaylar veya özel çıkarlarla ilgili politikalardan kaynaklanıyor. Suriye vatanı ile Türk vatanı arasında hiçbir anlaşmazlık, çelişki yoktur. Bu yüzden cevap; Bu ilişkilerin normale dönmesi gerekir.

“Türk halkına mesajınız bu mu? Aranızda hiçbir düşmanlık yoktur, ben doğru mu anladım?

“Tabiî. Biz ona kardeş halk diyorduk. Şimdi de ben Türk halkına soruyorum: Suriye’yle davanız nedir? Bir Türk vatandaşının uğruna ölmesini gerektirecek dava nedir? Suriye’nin savaş esnasında veya savaş öncesinde Türkiye’ye yönelik küçük veya büyük düşmanca tavrı oldu mu? Kesinlikle yoktur. Bağlarımız vardır. Ortak ailelerimiz vardır. Suriye ile Türkiye arasında güçlü çıkar ilişkisi vardır. Türkiye’de Suriye asıllı aileler, Suriye’de de Türk asıllı aileler vardır. Bu aramızdaki bağ tarih boyunca mevcuttur. Bu yüzden aramızda anlaşmazlıkların olması mantıksızdır.” (https://www.independentturkish.com/node/142236/d%C3%BCnya/suriye-devlet-ba%C5%9Fkan%C4%B1-esad-t%C3%BCrkiye-ile-ili%C5%9Fkilerin-normale-d%C3%B6nmesi-gerekiyor)

Anlaşıldı mı, Tayyip?

Bak, bütün mesele senin; “Yeter artık ben bu BOP Eşbaşkanlığından bezdim, istifa ediyorum”, demende. “Bu Eşbaşkanlık ülkenin felaketi oldu ve giderek benim de felaketim olmak üzere, bunu anladım!”, demende.

Bunca kötülüğünden ve ihanetinden sonra Beşşar Esad’ın hâlâ sana uzatmış olduğu dost elini havada bırakma, sık…

Kulağına efendin ABD Çakalı’nın fısıldamış olduğu “Zalim Esed” cart curt saçmalamalarını da at çöpe gitsin.

Ne demiş Halkımız ünlü özdeyişinde?

“Zararın neresinden dönersen kârdır…”

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

10 Mart 2020

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı