Tüyap Kitap Fuarı 2010

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ’NDEN

TÜYAP İZMİR FUARI’NDA İKİ KONFERANS

 

TÜYAP İzmir Kitap Fuarı 17-25 Nisan 2010 tarihleri arasında yapıldı. Derleniş Yayınları Standı her zaman olduğu gibi yine kıpkızıldı. Partimizin ilk Genel Başkanı Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarının yanı sıra, Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut’un kitapları ve Kurtuluş Yolu Gazetesi’nin yoğun ilgi gördüğü Fuar’ın son gününde iki ayrı Konferans da gerçekleştirildi.

Kurtuluş Partisi İzmir İl Başkanı Tacettin Çolak’ın yönettiği, “AB-D Emperyalizminin Yeni Sevr Planında Ordu-Yargı ve Bilime Karşı Saldırılar” konulu Birinci Konferans, Kurtuluş Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı tarafından verildi.

“Yakın Tehlike; Ortaçağcı İrtica ve İkinci Kurtuluş Savaşı’mız” konulu ikinci Konferansı İzmir İl Sekreteri Levent Çelik yönetti, Kurtuluş Partisi Merkez Komite Üyesi ve Ankara İl Başkanı Av. Sait Kıran verdi.

Birinci Konferans’ın yöneticisi Tacettin Çolak,  açış konuşmasında TÜYAP Yönetiminin her iki Konferansı da Fuar’ın son gününe koymasını ve birincisinin saatini de 12:00 olarak belirlemesini adaletsiz bir uygulama olarak eleştirerek sözlerine başladı. Ve konuya ilişkin özetçe bilgi vererek Gürdal Çıngı’ya söz verdi.

AB-D Emperyalizminin Yeni Sevr Planında Ordu-Yargı ve Bilime Karşı Saldırılar” konulu Birinci Konferans’ın konuşmacısı Çıngı, konuşmasına; toplumdaki emek-sermaye çelişkisini ve sınıflar savaşını anlatarak başladı. Toplumdaki olayların sınıflar savaşından bağımsız değerlendirilemeyeceğini, Kurtuluş Partisi’nin İşçi Sınıfının Partisi olarak, başta onun ve emekçi kesimlerin hak ve çıkarlarını savunduğunu, dolayısıyla ülkede yaşanan son gelişmeleri de İşçi Sınıfı açısından ele alacağını vurguladı.

 

Çıngı, ABD ve AB Emperyalizminin dünya halklarına uyguladığı vahşetten, vurgun ve talandan örnekler verdi. Ülkemizdeki yerli satılmışların da bu emperyalist yağmacılarla nasıl işbirliği yaptıklarını somut belgeleriyle ortaya koyarak, bunların halk düşmanı satılmışlar olduklarını kanıtlarıyla gösterdi.

Türkiye’de, Osmanlı’dan bu yana gerçekleşmiş önemli toplumsal dönüm noktalarında Ordu’nun büyük bir rolü olduğunu söyleyen Çıngı, bunun tarihsel köklerini anlatarak (Osmanlı’nın, İlkel Komünal Toplumun Göçebe Sürü Ekonomisinden Medeniyete girdiğini ve bu toplum konağının İlkel Sınıfsız Toplumun bir konağını olduğunu), bu Tarihsel gelenekten neden ve nasıl yararlanmamız gerektiğini anlattı. Türk Ordusu’nun Ordu Gençliği’nin; Birinci Meşrutiyet’te, İkinci Meşrutiyet’te, Birinci Kurtuluş Savaşı’nda, 27 Mayıs Politik Devrimi’nde, 28 Şubat’ta ve en son 27 Nisan’da ilerici, halktan yana tutum aldığını anlatarak, bunun bu Tarihsel kökten geldiğini vurguladı.

Aynı Türk Ordusu’nun; 12 Mart ve 12 Eylül Faşizmlerinde de kullanıldığını söyleyen Çıngı, bu iki faşist darbenin “emir komuta zinciri içinde ve emirle” gerçekleştiğini ve ABD’nin tezgâhladığı faşist darbeler olduğunu, oysa diğerlerinin Ordu Gençliği’nin önderliğinde Batılı Emperyalistlere ve ABD’ye rağmen gerçekleştirildiğini vurguladı.

Türk Ordusu’nun bu ilerici, devrimci geleneğini yok etmek isteyen ve karşısında bir direnç noktası olmamasını isteyen AB-D Emperyalistlerinin ve yerli satılmışların (Tayyipgiller’inden MÜSİAD’ına, TÜSİAD’ına, TOBB’una) CIA tezgâhlı dalga dalga süren (Balyoz, Kafes, AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı, vb.) “Ergenekon” maskeli bir saldırı başlattığını ve namuslu, yurtsever, antiemperyalist, AB ve NATO karşıtı, Mustafa Kemalci ve laik askerleri yaka paça gözaltına alıp tutuklayarak Silivri Zindanı’na tıktığını anlattı. Ve bizzat bu saldırıyı tezgâhlayan ve savunan kesimlerin de bu gerçeklikleri itiraf etmek zorunda kaldığını somut aktarmalarla kanıtladı.

Türk Ordusu’na karşı bu saldırıyı başlatan yerli yabancı Parababalarının, orada da durmayarak Mustafa Kemalci, laik rektörleri, dekanları, öğretim üyelerine yani Bilim İnsanlarımıza yöneldiğini, Türkan Saylan gibi bir eğitim meleğini bile gözaltına almaya kalktığını anlattı.

Ve ardından Yargıya yönelindiğini, Anayasa değişikleri maskesi altında da yargının düşürülmesinin planlandığını somut örneklerle anlattı.

Bütün bu planları tezgâhlayan AB-D Emperyalistlerinin asıl amaçlarının birinci Kuvayimilliyecilerce parçalanıp atılan Sevr’i yeniden hayata geçirmek yani Yeni Sevr’i gerçekleştirmek istediklerini, Tefeci-Bezirgânların ve siyasi plandaki temsilcileri Tayyipgiller’in de toplumumuzu Ortaçağın karanlıklarına yani Şeriata götürmek istediklerini vurguladı.

Ermeni, Kürt, Kıbrıs Açılımlarının halkları birbirine düşman etme planları olduğunu anlatan Çıngı,   AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışların bu hayâsız saldırılarına karşı, Halkın Kurtuluş Partisi olarak yoğun bir mücadele yürütüldüğünü, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde Çanakkale’de 500 kişilik bir kutlama yapıldığını, Yargıya yönelik baskılara ve haksız tutuklamalara karşı çeşitli eylemler ve suç duyuruları yapıldığını, ancak Parababaları medyası tarafından Partimizin susuşa getirildiğini, buna rağmen, İşçi Sınıfımız ve emekçi halklarımızla birlikte bu hayâsız akının durdurulacağını ve Demokratik Halk İktidarının kurulacağını vurguladı.

Çıngı, katılımcıları Kurtuluş Partisi saflarında birleşmeye çağırarak sözlerini noktaladı.

Günün ilk konferansı olmasına karşın 120 civarında izleyicinin dikkatle dinlediği ve sık sık alkışlarla desteklediği Konferans, coşkulu bir şekilde sonuçlandı.

 

“Yakın Tehlike; Ortaçağcı İrtica ve İkinci Kurtuluş Savaşı’mız” konulu İkinci Konferansımız saat: 15:45’de İl Sekreterimiz Levent Çelik’in açış konuşmasıyla başladı.

Bu konferansın sunumunu yapan Sait Kıran Yoldaş da Ortaçağcı İrticanın, niçin Batı’da değil de ülkemizde yakın tehlike olduğunu tarihsel kökleriyle anlattı.

Ortaçağcı İrticanın sınıfsal temelinin Tefeci-Bezirgânlık olduğunu anlatan Kıran Yoldaş, Avrupa ülkelerinde kapitalizmin iç dinamikleriyle gelişimini takiben, burjuvazinin önderliğinde yapılan burjuva demokratik devrimleri ile Avrupa Feodalitesinin dayanağı olan Kilisenin de gücünün kırıldığını, laikliğin egemen hale geldiğini belirtti. Klerikal akımın toplumsal temeli ortadan kaldırıldığından Avrupa ülkelerinde iktidara gelme tehlikesinin bulunmadığını belirtti.

Ülkemizde ise Tefeci-Bezirgân Sermaye sınıfının aşırı gelmişmiş olması nedeniyle iç dinamiklerle kapitalizme geçilemediğini, kapitalizmin ülkemize dışardan ve emperyalist biçimiyle girdiğini, emperyalizmin gericilik demek olduğunu ve gittiği ülkelerin gerici egemen güçleriyle ittifak yaptığını belirtti.

Yine demokratik devrimin burjuvazinin önderliğinde, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı biçiminde verildiğinden olumlu yönleri olmasına karşın sonuna kadar götürülemediğini, Ortaçağcı İrticanın üst yapısı demek olan Padişahlığın ve Hilafetin ortadan kaldırıldığını, ancak ekonomik tabandaki Tefeci-Bezirgânlığın yok edilemediğini, bu nedenle Ortaçağcı İrticanın toplumsal temeli yaşamakta olduğundan, ülkemizde ve benzer koşulları paylaştığımız ülkelerde Ortaçağcı İrticanın somut bir tehlike olduğunu söyledi. Örnek olarak da Afganistan, İran, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri gibi ülkelerdeki gerici iktidarları verdi.

Mustafa Kemalin Ortaçağcı İrtica tehlikesini görerek denetim ve baskı altına almaya çalıştığını, laikliği savunduğunu, ancak yukarıda belirtildiği gibi demokratik devrim sonuna kadar götürülemediğinden laikliğin sınırlı biçimde uygulandığını anlattı. Gerçek laik bir ülkede, devlet tarafından karşılanan bütçesi Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı gibi önemli Bakanlıkların toplamından fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun olamayacağını; devletin maaşını ödediği doksan bin imamı istihdam ederek, gün beş vakit laik yaşam koşullarının altını oymalarına olanak sağlamayacağını belirtti. Ancak Halkın Kurtuluş Partisinin gerçek laikliğin uygulanması için mücadele ederken, sınırlı da olsa uygulanan laikliğin tamamen ortadan kaldırılması için savaşan Ortaçağcı İrticaya ve destekçilerine karşı mücadele etmeye devam edeceğini vurguladı.

AB-D Emperyalizminin Tayyipgiller hükümeti eliyle “Ilımlı İslam” politikasını yaşama geçirdiğini, oysa bunların Allah’la adam kandıran, din alıp-satan din bezirgânı olduğunu, gerçek Müslümanlıkla hiç ilgilerinin olmadığını, milyonlarca halk işsizlik pahalılık cehenneminde kavrulurken kendilerinin dolar milyarderi olduklarını örnekleriyle anlattı.

Ortaçağcı irticacıların, bundan doksan yıl önce de emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veren M. Kemal ve arkadaşları hakkında “katli vacip” fetvaları verdiklerini, o zaman da emperyalistlerin yedeğinde hareket ettiklerini, bugün de aynı şekilde, emperyalist politikaların eş başkanlığını yapmakta bir beis görmediklerini, günümüzde de aynen 1918 koşullarının yaşandığını, hainlerin-satılmışların ise sadece isimlerinin değiştiğini özünde değişen bir şeyin olmadığını ve Ortaçağcı güçlerin yine emperyalistlerin hizmetkârlığını yaptıklarını vurguladı.

İki halkın 1071 yılından beri bu topraklarda kardeşçe yaşadığını, Bizans ordularına karşı Malazgirt’te, Birinci Kurtuluş’ta, Çanakkale’de, Anadolu’da Batılı Emperyalistlere karşı omuz omuza savaştığını bugün de aynı dayanışma içerisinde her iki halkın gerçek eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği temelinde kurulacak Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti için verilen İkinci Kurtuluş Savaşı’mızın da mutlaka kazanılacağını vurgulayarak sözlerini tamamladı.

Salonun tamamı dolu olan Konferans’ta katılımcılar Sait Yoldaş’ı da alkışlarla destekleyerek, teşekkür ederek ayrıldılar.

Bu Konferanslarımız bir gerçeği, bir kez daha gösterdi: Halklarımız bizi dikkatle izlemekte, takip etmekte, gittikçe benimsemektedir. Katılımcıların bileşimi de bunu göstermektedir. Ve halklarımızın kurtuluşunu ancak biz Kurtuluş Partililer sağlayabiliriz.

Afiş:

Print Friendly, PDF & Email