Türkiye’nin tüm gelişim yollarını ve gözeneklerini tıkayan Ortaçağ karanlığının Cehennem Zebanileri

Evet, Türkiye 11 gündür 6 yaşında bir kız çocuğunun, bizzat tarikat şeyhi olan babası önde gelmek üzere, ailesi ve tüm tarikat mensuplarınca Kadir İstekli adlı, şeyhin aynı zamanda veliaht gözüyle baktığı müridiyle sözüm ona evlendirilerek on yıllar boyu onun tecavüzüne maruz bırakılmasını konuşuyor.

Tayyipgiller’i ve o çatı örgütü altında derleşik 30 Tarikat ve bunlara bağlı 100 civarındaki “Cemaat” adı verilen (ki bunların tamamı Devrim Kanunlarıyla kapatılmış olan Tekke ve Zaviyelerin bire bir aynısıdır) Ortaçağcı, sapık Din Derebeyliklerine göre zaten bu tür evlilikler İslam’a uygundur, normaldir, burada herhangi bir sorun aramak Laiklerin hatta din düşmanlarının işi olabilir. Çünkü bu Ortaçağ Din Derebeyliklerinin tamamı aynı anlayıştadır.

Biz bunların zihniyetini biliyoruz. Çünkü bunlar 1400 yıl öncesinin Arap Yarımadası’nın Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı egemenliğindeki toplumunun ideolojisini, onun bir bölümü olan dinini, ahlâkını, geleneğini, örfünü, kural ve kanunlarını savunmaktadırlar. Laikliği ve insanlığın ulaştığı bugünkü ortak evrensel ahlâki ve insani değerleri “kâfirlik” olarak görmekte, reddetmekte ve ona karşı olanca güçleriyle gizli-açık mücadele etmektedirler.

Bu bakımdan onların bakışı ve anlayışı, ideolojileriyle bire bir uyumludur.

Fakat kendini Laik, demokrat, ilerici, solcu, sosyalist ve hatta komünist sayan korkak, tavşan kadar yürek taşımayan düzenbaz sözde muhalifler de siyasilerinden aydınlarına, akademisyenlerine, gazetecilerine, televizyoncularına, yazarçizerlerine varıncaya kadar ağız birliği etmişçesine yaygara koparıyorlar; “Din bu değil!” diye. Onlara göre İslam bu değilmiş, böyle bir uygulamaya yer yokmuş İslamiyet’te. Sapık olan, sapkın olan sadece bu “Hiranur Vakfı” adlı zaviyenin Yusuf Ziya Gümüşel adlı şeyhi, Kadir İstekli adlı müridi ve tarikatın diğer mensuplarıymış.

Yüreksiz küçükburjuvalar!

Madem yüreğiniz yetmiyor gerçeği dile getirmeye, ortaya koymaya; o zaman bari susun!

Hem ekranlarda hiç nokta kullanmadan, olağanüstü doğrular dile getiriyormuş gibi, ajitasyon üslubuyla geyik kapsamına giren böyle yalan yanlış saçmalamalarda bulunacaksınız hem de; “Bakın, işte biz ne kadar iyi muhalefet yapıyoruz, bu yanlışlıklara nasıl doğrudan karşı çıkıyoruz”, diye övüneceksiniz, öyle mi?

Ayıp be…

Baştan söyleyelim ki tamamınız ancak tavşan ya da serçe kuşu kadar yürek taşıyorsunuz. Ayrıca da dürüst değilsiniz.

Bakın, bakın da biraz hem insanlık öğrenin hem de yürekli, ahlâklı nasıl davranılırmış, onu görün:

Ağır kanser metastazlarıyla boğuşan değerli İlahiyatçımız Prof. Mustafa Öztürk’ün şu videosunu bir izleyin ya da tapesini okuyuverin.

***

Videonun Tapesi:

Merhabalar…

Yaklaşık iki, iki buçuk ay oldu, herhangi bir video çekemedik. Sebebi; ben bağırsaklarımdan ikinci bir kez ameliyat geçirdim. Bağırsaklarımın bir kısmı yine alındı ve tıbbi atık arasına katıldı. Bu zaman zarfında ancak toparlanabildik. Bugün “bismillah” diyelim, bir video çekelim istedik. Konuyu Türkiye’nin yine gündemi belirledi.

Bugünlerde küçük kızlarla evlilik meselesi tartışılıyor. Bir cemaat bünyesinde birileri altı yaşındaki kızını tırnak içinde, amiyane tabirle “kocaya vermiş.” Bu yaştaki çocuklarla evlenmek çocuk istismarı, tecavüz, sapıklık, pedofili, gibi değerlendirmeler var.

Peki bu cemaatler, sözüm ona bu dini cemaatler bu uygulamanın referansını sırf cinsel hazlarını tatminden mi alıyor yoksa geleneksel fıkıhtan kendilerine az çok referanslar bulabiliyor mu?

Şimdi, belki çoğunuzun hoşuna gitmeyecek ama ne yazık ki, ama ne yazık ki, bugünkü bu bahse konu uygulamanın fıkıh geleneğimizde maalesef epeyce bir dayanağı, epeyce bir referansı var. Ben bütün bu uygulamaların vakti zamanında Tarihselcilik çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini; bu Arap’ın örfüne ait tortuları, uygulamaları saf dışı etmek gerektiğini; “din” dediğimiz şeyin çok fazla kalabalık bir şey olmadığını; hepi topu A4 kağıdına ne dediğini yani dinin bizden istediği şeyi sığdırmanın mümkün olduğunu; bunun da toplamda ahlâklı, iyi bir insan olmaktan geçtiğini; gerisinin laf-ı güzaf olduğunu yıllardır söyledim, yırtındım durdum. Kimisi dinimizle oynuyor, dediler, kimisi Kur’an’ı Kerim’i hükümsüz sayıyor, kimisi Peygamberin sünnetini işte dikkate almıyor falan da filan da… Bizi tefe koyup çaldılar.

Ama bu konu geçmişte de muhtemelen gündeme gelmiş olmalı ki Diyanet İşleri Başkanlığı, 2012 yılında bir karar almış, Din İşleri Yüksek Kurulu. 44 no.lu kararda diyor ki; evet, İslam ülkelerinde ve İslam geleneğinde geçmişte küçük kızları evlendirme uygulaması var. Evet, böyle bir olgu var, bunu inkâr etmek mümkün değil. Ama bu olgu bugün kabul edilebilir değildir. Bunu ne yapacağız peki? Sahabesi uygulamış, hatta Peygamberi uygulamış. Bunu o dönemin şartları ve kültürel motifleriyle değerlendirmekte fayda var…

Yani bu uygulamaları kendi tarihine iade etmek, bugüne taşımamak gerekir, diyor. Yeri geldiğinde, toplumsal tazyik yoğunlaştığında, Diyanet izahsız kaldığında, direkt Tarihselciliğin kapısına dayanıyor ve benden iyi Tarihselci olabiliyor. Bu ikiyüzlülükleri, hiçbir zaman sona ermeyecek bunların. Sıkıştıklarında, izahsız kaldıklarında, rezil rüsva olma durumuyla karşılaştıklarında Tarihselciliğin merceğine, sığınağına sığınmayı biliyorlar.

Evet, bahsini ettiğim 2012 44 no.lu kararı okuyun. O kararda diyor ki evet, İslam geleneğinde, fıkıh kitaplarına girmiş olan hatta birçok içtihada, alimin fetvasına konu olan küçük kızlarla evlilik meselesi, o dönemdeki Arap Toplumunun mütearifesidir, o dönemin kültürel uygulamasıdır. Bugün bunun kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Küçük kızlar evlendirilemez, diyebiliyor.

Şimdi bunu söyleyen Diyanetle benim bugüne kadar söylediğim; “Arkadaş bu tür uygulamalar Arap’ın örfüdür, din değildir, ahlâk değildir, diyanet değildir”, demem arasındaki fark nedir?

Fark hiçbir şeydir.

Şimdi gelgelelim bu küçük kızlarla evlilik meselesinin fıkıhtaki referanslarına. Elbette kendi kanaatimi söyleyeceğim, aslında kanaatim çoktan belli oldu da… Nasıl bir gelenek var elimizde, şu arkamdaki kitaplar neler içeriyor, ibreti alem olsun diye bunları anlatmakta fayda var. Hocam ne olursun ya bunları elâleme söyleme. Bırak bunlar yerinde kalsın. Sumenin altına sür gitsin, kimsecikler duymasın demenin; ilim adamlılığıyla, insanlıkla, insanlık onuruyla bağdaşır hiçbir tarafı yok. Dürüst olacaksınız, her zaman dürüst olacaksınız. Nerede çürüğümüz çarığımız varsa onu da önümüze koyacağız, bununla da hesaplaşmayı bileceğiz. Efendime söyleyeyim, bugünkü yaşanan istismar kapılarını da bu fıkıh kitaplarının aralarından çıkardıkları o çürük fetvalarla referanslandırıp, kendilerine dayanak bulup altı yedi yaşındaki kız çocuklarına tecavüz etmenin önüne de geçmenin yolu ancak bu kitaplarla hesaplaşmaktan geçiyor.

Başlayalım…

Şimdi geleneğimizde şu mezhep imamları dediğimiz imamlar var ya Ebu Hanife’ler, İmam-ı Malik’ler, Şafi’ler, Ahmedi İbni Hanbel’ler falan filanlar. Bunların tamamına göre veli… Ya bu veli dediğimiz, baba olabilir, cedd-i sahih, dede olabilir veyahut başka birisi olabilir. Veli sıfatını haiz olan kişi küçük yaştaki sabi, sabiyye olan kız çocuğunu evlendirme yetkisini haizdir. Kız çocuğunu evlendirebilir. Kız çocuğunun bu konuda buluğa erme muhayyerliği yoktur. Bu, mezhep imamlarının ve ulemanın kahir ekseriyetinin görüşüdür.

Hakkını teslim edelim. Geleneğimizde İbni Şübrime, bu bir fakihtir, Osman el-Betti, Basralı bir alimdir, fakihtir. Bu ikisi de İmam-ı Azam’la, Ebu Hanife’yle aynı çağın alimleridir bir de Mutezile Alimi Ebu Bekir El-Esamm. Bu üç alimin ismi ön plana çıkar. Bunlar der ki; hayır, küçük kızlar velilerinin izniyle mizniyle evlendirilemez. Yani küçük kızları evlendirmek caiz değildir. Fakat gelenek bunun üzerine oluşmamıştır. Bu “şazz” [aykırı] görüş kenarda, marjinal kalmıştır. Fıkıh geleneği, küçük kızlar bal gibi de evlendirilebilir, şeklindeki bir görüş üzerine doktrin oluşmuştur.

Peki dayanak nedir?

Dayanak, bir; Kur’an’ı Kerim’den dayanak buluyorlar.

Talak Suresinin dördüncü ayetini gelenek, bakın gelenek diyorum, Caner Taslaman demiyorum, Mehmet Okuyan Hoca demiyorum, gelenek. Yani 1400 yıllık fıkıh, tefsir, hadis geleneği.

Ya, kaldır at geleneği, adam!

Ya, atalım, tamam atalım. Ben de atalım, diyorum da bu geleneğe yaslanılıyor 1400 yıldır. Hakkında, efendime söyleyeyim, hatim dualarında Fatiha gönderdiklerimiz. Efendime söyleyeyim, bazen hatim indirdiklerimiz… Buhari hatmi indiriliyor. Buhari’ler, Müsli’m’ler, İbni Mace’ler, Tirmizi’ler ne ararsanız yani bütün hadis kitaplarında Mebsut’tan, bilmem İbni Kudame’nin Muğni’sine kadar her yerde. İşte Vehbe Zuhayli’nin İslam Fıkıh Ansiklopedisi denen çağdaş fıkıh kitaplarında bile gelenek böyle, doktrin böyle oluşmuş.

Talak Suresinin dördüncü ayeti Kur’an’ı Kerim’den gösterilen en büyük referanstır. Bu ayetin bir kısmında “vellâ-î lem yehidne”, diye bir ifade geçer. Bunu bizim geleneğimiz “cahd-ı müstağrak” yani henüz adet görmemiş kadınlar yani çocuk gelinler olarak anlamışlardır, cahd-ı müstağrak. Orada “cahd-ı mutlak” aslında adet görme imkânı bitmiş, bu ihtimal ortadan kalkmış yani menopoz evresine girmiş manası verilebilecek lem edatıyla gelen ayeti, ki dilciler bu konuda farklı görüşler de söylerler, lemma diye anlamışlar, henüz adet görmemiş…

Tefsirlerin izahı böyle. Bu Tefsirlere bu izahı yaptıran faktörlerin birisi Übey Bin Ka’b’dan veyahut başka bir sahabeden gelen şu rivayettir ki peygambere gelip evet, bazı kadınların iddet sürelerini öğrendik ama küçük yaştaki gelinlerin, kızların, çocuk gelinlerin iddet süreleri ne olacak? Bu konuda bizim bir bilgimiz yok, deyince bu ayet indi. Onların iddet sürelerinde şüpheniz varsa yani henüz adet görmemiş küçüklüklerinden dolayı, onlarınki de üç aydır, diye tefsir etmişlerdir bu rivayete dayanarak. Birincisi bu.

İkincisi Nisa Suresinin üçüncü ayetinde geçen “yetâmâ” kelimesi. Yine Nisa Suresinin 127’nci ayeti, Nur Suresinin 32’nci ayeti gibi ayetleri de ikinci dereceden Kur’an delilleri olarak gösterirler. Fakat buralarda yapılan kıyaslamalar “kıyas-ı maal farık” tarzındadır yani alakasız, kel alaka kıyaslardır. Bunu da bir yere not etmek gerekir.

Ama asıl delil Hz. Peygamber ve sahabe uygulamasıdır. Zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Peygamberin meşhur Hz. Ayşe ile evliliği, malum, çok tantanalı bir konudur. Öteden beri tartışılır. Bizzat kendi ağzından Buhari, Müslim başta olmak üzere sahih kabul edilen, muteber kabul edilen hadis kitaplarının tamamında vardır. Akrabalarından gelen rivayetler de aynı yöndedir. “Peygamber benimle altı yaşımda nişanlandı, dokuz yaşımda evlendi, zifafa girdi.” Evet birinci örnek bu.

Bu konu, biliyorsunuz çok tartışılıyor. Çağdaş dönemde olmaz böyle şey, denip 9’un önüne bir takım kelime oyunlarıyla, tarih kurcalamalarıyla 1 atıp 19 yapıyorlar. Fakat güneş balçıkla sıvanmaz. Bütün geleneksel müktesebat, bilgi kaynakları, bu işin böyle yani altı-dokuz yaş arasında olduğunu söylüyor.

Kaldı ki bir tek bu olay da değil. Hz. Peygamberin Zeynep, Rukiye isimli kızları, Hz. Hatice’den olan kızlarının işte Ebu Leheb’in oğullarıyla evliliklerine falan bakarsanız, Rukiye’nin filan, onların da tarih saptamaları falan yaptığınızda Peygamberin yaşı bunların doğumu, evlilik yaşları, nereden baksanız sekiz on yaşlarına denk gelir.

Ama daha sağlam tarihsel veriler var, söyleyelim.

Mesela; Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm kiminle evlendi?

Hz. Ömer’le evlendi. Bu da biraz sıkıntılı bir evlilik, bugünkü zaviyeden bakarsanız. Bu evlilikle ilgili Hz. Ömer güya Peygamber soyuyla akrabalık bağı oluşturmak maksadıyla Ali’den kızını ister. Ali de ya sabi der, ya daha çocuk, veremem. Yok vur sür ısrar edince, Hz. Ali kızını gönderir. Ömer razı oldu, onaylandı ve evlilik oldu. Evet bu evlilik olmuştur. Çocuk yaşta Ümmü Gülsüm’le evlenmiştir, iki de çocukları olmuştur bu evlilikten Hz. Ömer’in.

Ama bu evliliğin öncesinde kızı isteme, görme meseleleriyle ilgili olarak Abdurrezzak dediğimiz hadisçinin Musannef’inde İbni Ebu Şeybe gibi Sünni alimlerin kitaplarında çirkin ifadeler yer alır. Ömer kızı Ümmü Gülsüm’ü gördüğünde (…) bacağını açtı, kaldırdı, baktı, tamam, olgunlaşmış, dedi. Veyahut şöyle (…) bacağını tuttu, gibi ifadeler de var. Bunlar maalesef kitaplarımızda var.

Şiiler bunu asla kabul etmezler. Olmaz yani. Hz. Ali kızını Ömer’e vermiş olamaz, derler. Böyle bir akrabalık, hısımlık bağı kurulmasını düşünemezler bile. O yüzden böyle mitolojik, efsanevi hikayelere sarılmışlardır. Ali aslında kızı Ümmü Gülsüm’ü Ömer’le değil cinlere bile hükmetme gücü olduğu için, Necran’dan gelen bir cinle evlendirmiştir. Şii yorumudur bu. Ali’nin evlendirdiği Ümmü Gülsüm Fatıma’dan olan kızı değil, başka bir karısından olan kızıyla evlendirmiştir. Veyahut aslında bir başka Şii yorum, Ömer’in hilafet baskısı, otoritesi karşısında mecbur kalmış, istemeye istemeye kızını evlendirmek durumunda kalmıştır, diye yorumlar var. Ama sonuçta Hz. Ömer, Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm’ü sabi yaşta yani bugün tartışılan sekiz-dokuz yaşlarında almıştır.

Şimdi burada, “evlendirme başka, zifafa girme başka”, diye bir şeyler söylüyorlar. Arkadaşım şunu arz edeyim; mezhep imamları orada duruyor, kitaplar burada duruyor. Böyle bir şey yok yani…

Nikahladın, cinsel ilişki ne zaman kurulabilir?

Kimi alimler der; “dokuz yaşında”, kimi alimler der; “bünyesine bakarsın, müsaitse bal gibi de cinsel ilişkiye girersin”, derler. Bir yaş saptaması falan filan da yoktur. Dolayısıyla kalkıp evlendirmek başka, zifafa girme başka, gibi böyle zorlama tevillere hacet yok. Evlendirildiyse sonuçları da her zaman yaşanabilir demektir.

Şimdi bir başka örnek Abdullah İbni Ömer, Ömer’in oğlu. O mesela küçücük kızını Urve bin Zübeyr’e vermiştir. Urve bin Zübeyr iki yeğenini, bir kardeşinin kızını, bir kardeşinin oğlunu, küçücük yaşta birbiriyle evlendirmiştir. Kendi oğlunu altı yaşında evlendirmiştir. O çocuk ölmüştür, geline bilmem dört bin dinar miras kalmıştır.

Yine Hz. Peygamber, amcası Hamza’nın kızı Ümame’yi Ebu Seleme’nin oğluyla her ikisi de küçük yaşta sabiyken sabiyyani sagiyyari, böyle geçer inne ümme… Evet, bu yaşta evlendirmiştir. Evet, açıp bakarsanız hadis kitaplarında “babu nikahi sagireyn” diye… İki küçük çocuğun evlendirilmesine ilişkin hadislerin, böyle rivayetlerin derlendiğini görürsünüz.

Evet, bu Arap örfü böyle. Hattı zatında arkaik eski zamanlarda İbrani gelenekte de, Çin geleneğinde de, Hint geleneğinde de hatta Batı Avrupa’sında da sekiz on yaşında çocukların evlendirildiğine şahit oluyoruz.

Bence bu, insanlığın sosyal evriminin, insan haklarını fark etmesinin, yani bir sosyolojik evrimin neticesinde on dokuz-yirminci yüzyıla kadar bu iş neredeyse olağan sayılmıştır. Burada bir yani iyi anlamda bir evrimden, insanlığın sürekli kötüye evrildiğinden değil, aynı zamanda bazı iyi şeyleri de fark ettiğinden, bu anlamda pozitif, müspet anlamda da evrim geçirdiğinden söz etmek, bu konuda da hakkı teslim etmek gerekir.

Bugünkü dünyaya baktığımızda da İslam ülkelerinde kızların on beş ila on dokuz yaş arasında kimisi veli izniyle veyahut mutlak olarak evlendirilebileceğine dair Tunus’ta, Umman’da, Fas’ta şurada burada, Libya’da… Sadece Sudan’da on yaşında temyizden söz edilir ve veli izniyle evlendirilebilir. Suudi Arabistan’da ise yaş sınırlaması, belirlemesi yoktur. Bunun dışında diğer İslam ülkelerinde de dokuz ile on beş yaş arasında rakam böyle, yaş oynar.

Şimdi gördüğümüz gibi aslında bu uygulamanın fıkıh kitaplarında bir mesnedi var. Mesnedi de Kur’an’ı Kerim’den ziyade Peygamberin Ayşe ile evlenmesi ve sahabe uygulaması ve sahabe icmasıdır. Evet, en büyük dayanak budur.

Peki gelgelelim bu, bugün kabul edilebilir bir şey midir?

Şimdi eğer bunu kalkıp siz sünnete ittiba etmek, Peygamber ve sahabenin sünnetini yaşatmak adına yapıyorsanız; çok böyle amiyane, basit bir mantık yürüterek bu sünnetçilere şunu sormakta fayda vardır. Hz. Peygamberin gündelik yaşam alışkanlıklarında; şu tek göz odalarda yaşamak sünnetine riayetiniz yok, deve sünnetine yok, çadır sünnetine yok, efendime söyleyeyim günü birlik yaşamın diğer koşullarına ait sünnetlerine yok. Onların yerine en lüks arabalara binmek var, en lüks rezidanslarda yaşamak var. Fakat çok affedersiniz, tırnak içinde kaba söyleyeceğim, “karı kız meselesi” olunca sünnete uymak aklınıza geliyor…

Bence kendi cinsel açlığınızı, kendi cinsel boşluğunuzu doldurmak, doyurmak için sünnet münnet deyip fıkıh kitaplarındaki bu çürümüş fetvaları, kendi Arap Toplumunun arkaik uygulamalarını getirip iki Arapça ibareyle, iki üç tane süslü rivayetle, ciltli kitapla önünüze koyup bizim önümüze koyup, bizim önümüze din diyanet diye getiriyorsunuz ve bugün altı yaşındaki çocuklara göz göre göre din adına tecavüz ettiriyorsunuz.

Siz insan evladı falan değilsiniz. Evet bunun insan onuru, insan haysiyeti, insanlık vicdanı açısından hiçbir tolere edilebilir bir yanı yoktur.

Peygamber döneminde nasıl tolere edilebiliyordu?

O dönemin kültürü beni hiç alakadar etmiyor. O dönemi onlara sorarsınız. Sorarsınız İbni Ömer’e; “Yahu kızını bu Urve b. Zübeyr’e sekiz-dokuz yaşında nasıl verdin?”, cevabını alırsınız.

Bu dönemde cevap istiyorsanız şöyle evdeki kızınızın gözünün içine bakacaksınız, altı yaşındaki evladınızı, daha henüz anaokulunda, ilkokula bile başlama çağına gelmemiş ya da henüz gelmiş çocuğunuza, kız çocuğunuza bakacaksınız; şöyle ensesi kalın, efendime söyleyeyim, bir karış sakal, böyle dombili tipteki adamlara, kart adamlara bunu karı yapacaksınız, gelin olarak vereceksiniz, vicdanınız yiyorsa. Evet diyorsanız; size diyecek bir şeyim yok. Ben sizinle aynı varlık familyasından olmadığımı söyleyebilirim, ancak bu kadar…

Evet, dedim, Arap’ın örfünü olduğu gibi bütün böyle kucaklayarak alıp getirip; “Beyler buyurun bunlar dindir”, diye bizim önümüze koyarsanız bunun altında ezim ezim ezilirsiniz. Sonra da altından kalkamadığınız zaman, gelir Tarihselciliğin merceğine, sığınağına sığınırsınız. Tıpkı Diyanet İşleri Başkanlığının 2012 44 no.lu fetvasında yaptığı gibi. Efendime söyleyeyim, orada kıvrım kıvrım kıvranarak kıvırırsınız. Yani dersiniz ki bunlar o dönemin toplumsal, kültürel uygulamaları çerçevesinde değerlendirilmeli, küçük kızlar asla evlendirilmemeli, demeyi bilirsiniz.

Ama şuna da inanıyorum ki yürekten demiyorsunuz. İmkân bulsanız siz de onu başkaları için tecviz edersiniz. Ama bakın, bir şey dedim, başkaları için tecviz edersiniz. Hemen hemen içinizdeki on kişiden dokuzu, bu Gelenekçilere sesleniyorum, şu bütün geleneğe sırtını yaslayıp da hatta “Bir kişi ya Müslümandır ya Tarihselcidir”, diyecek kadar kafayı yemiş, sıyrık, gelenek fetişistlerine sesleniyorum. Bu efendilere sorun: Kızınızı bir adama dördüncü eş olarak nikahlar mısınız? Hayır, der. Ama bunu sadece teorik olarak tartışırsanız bu bir mubah alanıdır, İslam buna izin vermiştir, pekâlâ olabilir, der. Ama hep başkalarının kızı çocukları üzerinden onay verirler, cevaz verirler. Kendilerini saklarlar ya da ayrı tutarlar.

Keza altı yaşında çocukla evlenilebilir mi?

Evlenilebilir efendim, sahabe evlenmiştir, fıkıh kitaplarında bunun delilleri vardır, ayette bunun yeri vardır, derler. Peki siz verir misiniz altı yaşında kızınızı bir adama, dediğinizde; yok ben vermem. Zaten bu da bir ibaha alanı yani emir değil, vacip değil, farz değil, olabilir alanıdır, der ve kendini o işin içinden sıyırırlar. Bu iki yüzlülüğü hep yaparlar.

Evet bir daha söylüyorum Arap’ın kültürel tortusunu benim önüme din diye getirip koyamazsınız. Evet, altı yaşındaki kız çocuğuyla evlilik benim için de insanlık dışı bir suçtur, insanlık suçudur. Bundan 1400 yıl önce birilerinin evlenmiş olması beni hiç alakadar etmemektedir. Kimin kiminle evlendiği de kaç yaşında evlendiği de umurumda değildir. Ben bugünkü aklımın olgunluğuyla, bugünkü dünyanın geldiği kültürel normlar, değerler açısından, insan hakları, insan onuru, insan haysiyeti açısından baktığımda, bunun tartışılması abesle iştigaldir. İnsanlık için bir utanç ve ayıp vesilesidir, diyorum. Bu bahsi de burada kapatıyorum.

Evet ilk video biraz hard, sert oldu. Ama yapacak bir şey yok çünkü konu pis bir konuydu. Böyle bir konuyla video serisini açtığım için pek memnun değilim. İnşallah daha güzel, daha hoş, daha bilgilendirici videolar ve konularla buluşmak ümidiyle, diyorum. Hepinize sağlık, afiyet diyorum. Allah’a emanet olun. Hoşça kalın.

***

Gördünüzü mü ülen!

Bu sapıkça davranış, bu insanlık dışı, vicdan merhamet dışı davranış, bu tarikatın şeyh ve müritlerinin kendine özgü bir anlayışı ve uygulaması mıymış yoksa dinin ya da İslam’ın özü de bu anlayış ve uygulamayı bire bir içeriyor muymuş?

Başta dinin kurucusu Hz. Muhammed ve en önde gelenlerinden Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali olmak üzere sahabilerin anlayışları ve uygulamaları da bire bir aynı mıymış?

Evet, aynıymış…

Demek ki arkadaşlar; Prof. Mustafa Öztürk de, Prof. Ziya Kazıcı ve İlahiyatçı, üstelik de ilk dini öğrenimini Diyarbakır yöresinde, yine bu tarikatların egemenliğindeki bir Medresede 15 yıl eğitim görerek yapmış olan, sonrasında da İmam Hatip Lisesini, İzmir’deki bir İlahiyat Fakültesini bitirmiş olan Arif Tekin’le, Hz. Muhammed’in Hz. Ayşe’yle 6 yaşında evlendirilip 9 yaşında zifaf yaptığı konusunda hemfikirdir.

Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, diğer pek çok konuyla birlikte bu evlilik ve cinsellik konusu da 1400 yıl öncesinin Arap Yarımadası, Hicaz Bölgesi şehirlerinde egemenliğini sürdüren Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının ideolojisi kapsamında yer alır. O ideolojiye göre de kadının yeri budur, arkadaşlar.

Yani nedir?

İsmailağa Tekkesi ve onun bir kolu olan Hiranur Vakfı Tekkesi Şeyhi Yusuf Ziya Gümüşel’in ve müritlerinin uygulamasının aynısıdır.

Ve defalarca dile getirdiğimiz gibi, bu ideolojik anlayış, adlarına “tarikat ve cemaatler” denen tekke ve zaviyelerle aynı niteliğe sahip, Anayasa dışı, kanunsuz Ortaçağ Din Derebeyliklerinin tamamına şamildir.

Ve hep söyleyegeldiğimiz gibi; din ya da İslam işte tam da budur…

Batıda Burjuva Devrimleriyle birlikte bu karanlıktan çıkılmış, Deizm ya da Protestanlık şeklinde dini inançlar insanların özel hayatlarına indirgenmiştir. Kilisenin devletle, kamu hukukuyla ve kamusal hizmet alanıyla ilgili hiçbir bağlantısı kalmamıştır. Ancak bu şekilde Burjuvazi, devrimci çağlarında bilim ve teknolojide ilerlemeler sağlayabilmiş, buluşlar yapabilmiştir. Bunun sonucunda da “Geniş Yeniden Üretim”e dayalı, sadece meta üretimine yani pazar için mal üretimine dayalı bir ekonomik sistem oturtabilmiştir. Tabiî bu sistemde Burjuvazinin kârını ve büyük servetlerini oluşturan da, ezilen ve sömürülen ana sınıf olan İşçi Sınıfının yarattığı emeğin, artıdeğer biçiminde gasp edilmesidir.

Batı Toplumlarındaki bu bilimsel ve ekonomik gelişme sonucu Burjuvazi öylesine bol mal üretebilmiş ve finans sağlayabilmiştir ki artık kendi ülke sınırları içine sığamaz olmuştur. Bu sebeple de Tekelci aşamaya geçen Burjuvazi tüm dünya pazarlarını ve dünyanın hammadde kaynaklarını ele geçirip dünyanın nüfusça yüzde 85’lik bir bölümünü oluşturan insanları soyup soğana çevirerek sömürebilmek için gizli-açık emperyalist saldırılar, emperyalist paylaşım ve hegemonya savaşlarına girişmiştir.

İslam Toplumlarıysa üretim dışı Antika Tefeci-Bezirgân Sermayeden yani üretimle hiç ilgilenmeyen, sadece üreticilerle tüketiciler arasında aracılık yapan, hayâsızca kâr ve faiz alarak insanların kanını kurutan, Ortaçağ düzeninden ve onun ideolojisinden yakasını kurtaramadığı için Batılılar emperyalist sömürgeci, İslam ülkeler de onların sömürgesi, yarısömürgesi ve bağımlı ülkesi olmaktan çıkamamıştır bir türlü.

İşte bu 6 yaşındaki evladımızın içine atıldığı cehennem de hep bu Ortaçağ ideolojisinin bir parçasını oluşturan dinlerin, kadına ve cinselliğe dair fetvalarıdır, buyruklarıdır.

Bu kahredici gerçeklik, anlattığımız şekilde yani aynen olduğu gibi kavranıp, ortaya konup anlaşılmadıkça, konuya ilişkin hiçbir şey anlaşılmış olmaz…

Yukarıda videosunu ve tapesini koyduğumuz İlahiyatçı Profesör Mustafa Öztürk, aslında İslam’a bir ışık getirmek, bir aydınlık getirmek istiyor. Tıpkı Aydınlanma Çağı ve sonrası Batı Aydınlarının oluşturdukları Deizm ya da Protestanlık benzeri bir mezhep oluşturmak istiyor. Fakat çağ, emperyalizm çağıdır. Kendisini toplumun altyapısını oluşturan ekonomik temelde savunacak Batının Devrimci Çağının Burjuvazisi yoktur. Tekelcileşmiş, gericileşmiş, hem Batı Emperyalizmiyle hem de Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıyla kaynaşık, domuz topu olmuş bir Parababaları zümresi vardır. O yüzden yalnız kalıyor Mustafa Öztürk vb. İlahiyatçılar.

İşte bu yarısömürge, geri Antika ve Modern Sermaye Sınıflarının kırmasından-karmasından, Batının emperyalist tekelleriyle de etle tırnak gibi kaynaşmasından doğan bir egemen Parababaları Antika Sınıfı ve Zümresi vardır, şu an Türkiye’nin altyapısını ve üstyapısını yönetmekte olan.

İşte bu tarikatlar ve cemaatler denen tekke ve zaviye adlı Ortaçağ’ın Din Derebeylikleri de, yukarıda da tekrar tekrar belirttiğimiz gibi, bu egemen sermayedarların, vurguncuların, soyguncuların ideolojisinin bir parçasını-bölümünü oluşturmaktadır. O yüzden bunlar Anayasa ve yasalarca yasaklanmış olmalarına rağmen fiiliyatta serbestçe çalışmalarına göz yumulması bir yana; devletten milyarlarca liralık yardımla desteklenmektedirler.

Ekrem İmamoğlu ne demişti?

“İstanbul’da soruşturması devam eden değeri 100 milyonlarca lira tarikat binaları var. 2 milyar liraya yakın kira almamız gereken yapılardan aldığımız kira şu anda 100 milyon. Bunların hepsi tarikat, cemaat, vakıf adı her neyse.” (https://www.odatv4.com/guncel/imamoglu-acti-agzini-yumdu-gozunu-feto-den-ders-almadiniz-goz-yumdunuz-bunlara-2-milyar-liralik-kirarantiverdiniz-262380)

İşte Tayyipgiller’in belediyeleri, bakanlıkları tarafından halkın alınterinden gasp edilen paralar, böylesine hayâsızca boyutlara ulaşan bir miktarda bu Ortaçağ kurumlarına aktarılmıştır ve aktarılmaktadır.

Ne diyelim, arkadaşlar?

Bu karanlıklar dünyasının din kisveli her türden ve boydan temsilcilerinin de sonu gelecek. Tarikatları da tekkeleri de şeyhleri, şıhları, mürşitleri de Tarihe karışacak. Onların siyasi plandaki destekçileri, koruyup kollayıcıları olan Tayyipgiller İktidarı da ve onları dolaylı yoldan savunan, Mecliste muhalif rolü oynayan Amerikancı Beşli Çete de Tarihe karışacak. Gelecek o günler de muhakkak.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

14 Aralık 2022

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email