14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın, İ.Ü Tıp Fakültesi 14 Mart Geleneksel Tıp Dergisi’nde 14 Mart 1970 tarihinde yayımlanan “Tıbbiyeli-Harbiyeli” başlıklı yazısını bir kez daha yayımlıyoruz.
***
Duygucul ölçülerle günü gününe yaşayan Şair sözüne bakmayın. Ne denli parlak (manyak) veya acıklı (melankolik) olursa olsun, Şiire aldanmayın: TIBBİYELİ “yalnız insan” değildir.Tıbbiyeli, tek başına Robenson değildir. Tıbbiyeli, olayların sürekliliğini varlığın şaşmaz kanunlarında izleyen BİLİM çocuğudur.
Toplum yaşantısında Tıbbiyeli en azından küme olarak göründü. TIBBİYELİ – HARBİYELİ: dünyamıza ikiz doğdular. Son tarihimizin iki ayrılmaz yoldaşı oldular. Modern devrimler çağında uzun yıllar, iki ülkücü yiğitlik örneği: Harbiyeli–Tıbbiyeli adını aldı.
Nasıl?
İlk bakışta, Tıbbiyeli ile Harbiyeli arasına dağlar yığılmış, uçurumlar açılmıştır.
Harbiye: insancıl ölme-öldürme bilim ve sanatının ocağıdır.
Tıbbiye: insanı ölümden kurtarıp yaşatma bilim ve sanatının ocağıdır.
Demek, Tıbbiye ile Harbiye birbirleriyle taban tabana zıt yönlü iki evren midir?
Evet: biri öldürüyor, biri yaşatıyor!
Nasıl oluyor da bu iki ayrı çelişkin alanın çocukları yurt ve insan bütününde birleşiyorlardı?
İnanılır şey miydi bu?
Aristotales’in bin yıllık mantığınca inanılmaz şeydi, elbet.
Ama hiç değilse biz, Tıp biliminin serinkanlı erleri iyi anlarız. Olumlu bilim Fizyolojinin en kaçınılmaz somut kanununu, başka herkesten daha elle tutarca öğrenmiş olmalıyızdır. Yaşamak aynı zamanda her an ölmektir.
Düz ve düzmece mantık için, yaşamak: sırf yalınkat yaşamaktır, ölmek de ölmektir… Tıp biliminin ve Tıp sanatının ise her gün laboratuvarda, klinikte belirttikleri bunun tersidir. Camda (in vitro) deneylerimizde, Canda (in vivo) hastabaşı gözlemlerimizle görür, yakalar, kavrarız. Yaşamak denilen şey Anabolizma (yapıcı prose) ile Katabolizma (yıkıcı prose)nin birarada bulunuşudur. Hücre (selül) için katabolizmasız anabolizma, yahut anabolizmasız katabolizma olmazsa, tıpkıyla, Uzuv (organ) için ölümsüz yaşamak, yahut yaşamazsız ölüm yoktur.
Bu gidişe sonsuz varlığın Diyalektiği denir. Başka herkese ölüm-yaşam olaylarının bir araya getirilişi saçma gelebilir. Önyargısız, bönyargısız hiçbir Tıp emekçisi için: canlı varlığın en doğal kuralı, yaşamla ölümün bir arada bulunuşundan başka bir şey değildir.
Tıbbiyeli-Harbiyeli ikizimiz, o Diyalektiğin birliği ve bütünlüğüdür. Yaşamcıl Tıbbiyeli ile Ölümcül Harbiyelinin ortak varoluş felsefeleri bu ölümlü ölmezlikten gelir. Onun için (yaşam +ölüm)çelişkili (Tıbbiye+Harbiye) ocakları, 19. yüzyıl devrimci akımını yaratan (pozitif +negatif) kutuplu Düşünce-Davranış bataryamız olmuşlardı.
Birinci Kuvayimilliyeciliğimizin sonuna dek, Türkiye’de yerli yabancı her sömürgen eğilimin en
çekindiği iki varlık (Tıbbiyeli+Harbiyeli) idi.
Neden?
Batı ile en çok ve en yakın davranış-düşünce ilişkisi Harbiyeli ile Tıbbiyelinin işidir. Tıbbiyeli-Harbiyeli öncülüğünde bu durumun etkisi önemsiz olamaz. Ancak bu etki teknik etkidir.
Tıbbiyeli ile Harbiyeliyi öncüleştiren asıl Sosyal etkenler Tarihimizden gelir. Beş yüz yıllık Osmanlı gelenek -göreneğince Türkiye’nin her Sosyal ve Politik sarsılışında dört başlı “Sunuf-uDevlet”ten özellikle ikisi: İlmiye (Bilimciller) ile Seyfiye (Kılıçlılar) baş rolü oynamışlardı. Tıbbiyeli Bilimcil’di, Harbiyeli Kılıççıl’dı.
Bilim ve Kılıç temsilcileri önünde ilerici, gerici, dost, düşman ayağını denk atmalıydı. Antika Tefeci-Bezirgan müstebitliklerine karşı olduğu gibi, Modern Komprador vurgun vezorbalıklarına karşı da, henüz kabuk bağlamamış Harbiyeli ve Tıbbiyeli yürekler güçlü güçlü çarpardı. Geçmiş gelecek soygun, azgınların kanlı irinli dalgaları, Tıbbiyeli-Harbiyeli denilen inanç ve enerji kalesinin eteklerine her çarpışta kırılırdı.
Ne var ki, olağanüstü dinamik ve diyalektik davranışlı olan Tıbbiyeli de Harbiyeli de düşünce alanlarında diyalektik değil, Metafizik mantıkla işliyordu. Ocaklar, Osmanlı derebeyleşme Skolastiğine karşı savaşırken Metafizik burjuva mantığından yararlanıyorlardı. O mantık, 19. yüzyılın boyu Harbiyeli ile Tıbbiyeliye, dünyada Meşrutiyet’ten (Kapitalist şartlı Padişahlıktan)başka Cennet’in bulunamayacağını bal gibi yutturmuştu.
Tanzimat’tan beri kaynayan Harbiyeli-Tıbbiyeli, Birinci Meşrutiyet trajedisi üzerine, büyük kapitalist Batı ülkelerinde göçmen kuşlar gibi Veysel Karani’lik etti. İkinci Meşrutiyet komedyasıüzerine Cennet’ine kavuşmuş sayılabilirdi. Ama kapitalist dünya bunalımlar dönemine girmişti. Tuna’dan Umman’a uzanan “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini”deniyordu.Vatan’la birlikte, Tıbbiyeli ile Harbiyeli de Kompradorlaşmanın ateşine yandı.
Harbiyeli ile Tıbbiyeli ülkücüler, yeniden dağarcıklarını sıktılar. Bu yol, Batı kapalı, Anadolu açıktı. Göçmen kuşlar, hatta takım takım Batı’dan gelerek Anadolu’ya uçtular. Birinci Kuvayimilliyecilik başladı. Kurtuluş Savaşı Kılıççılların işiydi. Türkiye’yi mandalaştırmak için sağlı sollu her ihaneti beceren Komprador zümrenin iktidardan indirilip sindirilmesi, yeter de artar Devrim sayıldı. Şanlı zafer, Tıbbiyeli ile Harbiyelinin arasına karlı dağlar gibi girdi. Tıbbiyeli son bir atılışla Devrim geleneğine “mezbuhane” sarıldı. Yalnız bırakıldı.
Tam 25 yıl, Tıbbiyeli-Harbiyeli Devrim ocakları yerine, sermaye birikiminin devrim edebiyatı tüttürüldü. O samanın altında Şirketlerin Finans Kapitali, Türkiye’nin bütün zenginlik kaynaklarını Tekeline geçirip, sosyal-politik-kültürel gibi tüm üstyapı subaşlarını kesti. İkinci emperyalist Evren savaşı biter bitmez benzin istasyonlarından, kasaba Tefeci-BezirganHacıağası “Demirkırat”ın sırtına atladı. Kurtuluş Savaşı’nın Harbiyelisi Mustafa Kemal’in yerine Menderes’e palto tutan Generali, Tıbbiyelisi Doktor Reşit Galip’in yerine Üniversiteyi polis kabadayılarıyla bastıran Doktor Namık Gedikleri geçirdi.
Ve genç Türkiye 27 Mayıs sabahı Harbiyeli marşıyla uyandı. Ama bu yolda Harbiyeli yalnızdı. Başta 3 Milyonluk İşçi Sınıfı gelmek üzere Halkı unutmuştu. Harbiyeli Mustafa Kemal’in yerine Gümüşpala, Tıbbiyelinin yerine 8 gencin kurşunlanmasını dinleyen Doktor Faruk Sükan geçerse, Türkiye güllük gülistanlık olacak sandı. Sonuç ortada, Hazine “tamtakır”. Hırsız fareler boğaz boğaza. 20 yıldır kaşarlandırılmış 20 yıllık uğursuzluklar ağırlıklarını arttırıyorlar.
Şimdi, Harbiyeli’nin Halk kökünü kazımak için Askeri Okullar tahtadan siliniyor. Tıbbiyeliye: yurt
içinde 500 lira, yurt dışında 5000 lira ölümlerden ölüm beğendiriliyor. Tıbbiyeliğin de, Harbiyeliğin de gelip dayandığı nirengi noktası budur. Ya Antika İstibdata karşı olduğu gibi, Modern istibdata; yerli yabancı Finans-Kapitale (Emperyalizme) karşı eski Tıbbiyeli-Harbiyeli devrimci geleneği çağdaş bilinçle dirilip örgütçül açıdan (işçi-köylü) halkla kaynaşılacak; yahut Doktor Namık Gedik’in “Ya Allah!” deyip pencereden kendini atışıyla Gümüşpala’nın muhteşem cenaze töreni arasında sallanılacak.
Bugün Harbiyeli de, Tıbbiyeli de: “Üniversiteli” adını alan 50 bini aşkın yüksek öğrenim gençliği yığınına girer. Bu 5 tümenlik bilim ve bilinç ordusu, ne pencereden atılabilir, ne cenaze töreni ile savuşturulabilir.