TAYYİPGİLLER GERİCİLİĞİ, 28 ŞUBAT İLERİCİ MÜDAHALESİNİN İNTİKAMINI ALIYOR, SAHTE “SOL”CU SOYTARILAR ZİL TAKIP OYNUYOR!

 

TAYYİPGİLLER GERİCİLİĞİ,

28 ŞUBAT İLERİCİ MÜDAHALESİNİN İNTİKAMINI ALIYOR,

SAHTE “SOL”CU SOYTARILAR ZİL TAKIP OYNUYOR!

 

Ülke gündemi, iki gündür süren “28 Şubat Operasyonu”na kitlenmiş durumda. Yine emekli generaller apar topar evlerinden alındı, evler didik didik aranıyor, Amerikancı Goril (28 Şubat’ın içine ABD tarafından sızdırıldığı açık olan) Çevik Bir dahi gözaltında. Özel Yetkili Mahkeme savcıları (gerçekte Fethullah’ın Hukuk Bürosu) 28 Şubat soruşturması başlatmış; “darbecilerden hesap soruluyor!”

Belki de partimizin görüşleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlara, başlık bile şaşırtıcı gelecektir. “Nasıl olur, 28 Şubat askerlerin darbesidir, nasıl ilerici olur?”

Ne yazık ki, AB-D Emperyalistleri ve yerli uşakları ile beyinlerini ve midelerini bunlara satmış olan sahte “sol”cular tarafından öyle bir iğdiş edildi ki halkımızın hatta iyi niyetli ama gafil “aydın”ların algısı, asker ne yapmışsa kötü yapmıştır (!), ne zaman söz söylediyse demokrasiye (hangi demokrasiyse) müdahale etmiştir(!), gücünü kötüye kullanmıştır(!), asker ülke meselelerine karıştırılmamalıdır(!), bunlara karşı geldiyse de, hesabı sorulmalıdır(!) vb… düşüncesi yaygınlaştı…

Oysa bu yaklaşımın ne bilimsellikle, ne demokratlıkla, ne insancıllıkla, hele hele ne de Marksizmle ilgisi vardır.

28 Şubat’ta ne yaşanmış, askerler ne yapmış, gelin önce buna bakalım…

“28 Haziran 1996’da kurulan Refahyol hükümeti 8 Temmuz’da güvenoyu aldı. Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı da Tansu Çiller oldu. 28 Şubat 1997’de MGK‘da alınan kararlar sonucunda 17 Haziran 1997’de hükümet istifa etmek zorunda kaldı” (haberturk.com)

Peki, hangi kararlar alınmış ya da aldırtılmıştı, bu MGK toplantısında?

İşte bu kararların bazıları:

28 ŞUBAT MGK KARARLARI

“- Laiklik ilkesi hassasiyetle korunmalı, bunun için mevcut yasalar uygulanmalı, yasalar yetersizse yeni düzenlemeler yapılmalıdır

“- Tarikatlarla bağlantılı özel, yurt, vakıf ve okullar denetim altına alınmalı ve MEB’e devri sağlanmalıdır: Denetim konusunda MEB uyarılmalı, bunların MEB’e devri için gerektiğinde kamulaştırma yoluna gidilmelidir.

“- a) 8 yıllık kesintisiz eğitim tüm yurtta uygulanmalıdır.

“- b) Kuran kursları MEB sorumluluğu ve kontrolünde olmalıdır.

“- Aydın din adamı yetiştirecek Milli Eğitim kuruluşları ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır. Bu okulların açılması ihtiyaçla sınırlandırılmalıdır.

“- Yapılan dini tesisler siyasi istismar konusu yapılmamalıdır.

“- Tarikatların faaliyetlerine son verilmelidir: 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin açılması yasaklanmıştır. Bu kanunun uygulanması için ilgililer uyarılmalıdır.

– Aşırı dinci kesimlerin kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite, eğitim kurumları, bürokrasi ve yargı kuruluşlarına sızması önlenmelidir.

“- Aşırı dinci kesimin toplumda kutuplaşmalara yol açacak faaliyetleri yasal ve idari yollarla önlenmelidir.

“- Kıyafet Kanunu’na aykırı uygulamalar önlenmelidir.

“- Kurban derileri kanunda belirtilen kuruluşlarca toplanmalıdır.

“- Özel üniformalı korumalar hakkında yasal işlemler sonuçlandırılmalı, bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

“- Ülke sorunlarının çözümünü ümmet kavramı ile sonuçlandırmayı amaçlayan girişimler önlenmelidir: İlgililer uyarılmalıdır.” (agy)

Şimdi, bu kararların hangisi yanlıştır? Hangisi “demokrasi”ye müdahaledir? Aklı başında bir solcu, bir demokrat, bir Marksist, bu kararların esasına-özüne karşı çıkabilir mi?

Ülkede Şeriatçılar cirit atmış, tarikatlar örümcek ağı gibi her yeri sarmış, imam hatip liselerinin orta eğitim bölümleri kapanacak diye tüm gericiler ayaklanmış -tabiî bazı sahte solcuların da gericilerin eylemlerine verdiği destekle- ülkenin başbakanı “millet şeriat istedikten sonra gelecek ama, kanlı mı olacak kansız mı o belli değil” minvalinde konuşmalar yapıyor, bunların hiçbirisi “demokrasi”yi ortadan kaldırmıyor, hepsi ülkemiz ve halkımız için, hatta “sol” için çok iyi gelişmeler, ama buna karşı tedbir alınmasını sağlayan, kırıntısı kalan Laikliği kurtarmaya çalışan askerler “darbeci”, “faşist” bilmem ne(!)

Çok beylik söze gerek yok. Gerçekler öylesine kör gözlere dahi batacak katılıktaki. Olay, gericilikle; kısmen de olsa, sınırlı da olsa ilericiliğin kapışmasıdır.

Tayyipgiller açısından amaçlanan, bu olayın ters düz edilmesidir elbette… Gericiye, sivil ve “demokrat”; ilericiye, “darbeci” ve “demokrasi düşmanı” denilecek ki, kitleler uyutulsun, hatta kitlelerin pasif de olsa desteği alınsın, bu hainane gidişat onaylansın, meşrulaşsın toplum nazarında.

Peki sözde “aydın”lara ne demeli?

Hadi bunların bir kısmı da Ilımlı İslam ve BOP projelerinden medet uman hainler; en AKP muhalifi görünen aydınlar, siyasetçiler, yazarlar dahi “asker karışmasa, 28 Şubat olmasa, halkla olsa, her şey sandıkta çözülse daha iyi olurdu” mahçup-ezik korosuna nasıl katılıyorlar?..

Çünkü bilmiyorlar ki:  “Ordunun bu yapısı, küçükburjuva yapısı gözönünde tutulursa: Devrime de gider, Faşizme de gider. Biz onun devrime giden yanını değerlendirmek, tutmak ve elimizden gelirse kazanmak zorundayız. Ve bunun için ama, sadece ona küfretmekle, yani Orduya karşı çıkıp aramızı bozmakla hiçbir şey kazanılmayacağını, tam tersine onu kazanmak için ayrıca bir savaş vermek gerektiğini unutmayacağız. Yani bizim bilincimiz bunu emreder.” (Hikmet Kıvılcımlı)

Ve yine bilmiyorlar ki, Anadolu’yu, Kürt Halkı ve az sayıda da olsa Ermeni Halkına mensup toplulukların desteğiyle yurt edinen “Türkler “Çadır”dan, yani Orta Barbarlık Konağından devlete geçmiştir. Türklerde ve sonrasında Osmanlı’da, eli silah tutan her fert aynı zamanda askerdir. Osmanlı’yı kuran “Kayı Boyu bütünü ile bir savaş ordusudur. Ayrı bir ordu yoktur. Bu nedenle de “Osmanlı Devletleşmeden önce Ordulaşmıştır. Çünkü önce Savaş vardı.(Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi, Cilt I, s. 151, 152, 153, Derleniş Yayınları, 2. Baskı, Nisan 2010)

Gerek ilk Türklerin, gerek Osmanlı’nın, gerekse Birinci Kuvayimilliye’nin “Ordu Millet” kaynaşması, bu öz ve tözden kaynaklanır.

İşte bu son derece diyalektik, tarihsel gerçeklik, bizim dışımızdaki Türkiye Solu’nda (Sosyal demokratıyla, Sosyalistiyle ve adına sol diyemediğimiz Sevrcisiyle) bilinmez. Bilinmediği için de doğru-tutarlı-kalıcı bir tavır alınamaz, soyut asker düşmanlarına karşı. Hatta askere karşı diye, gericiliğin yanında saf tutulur, bunların bir kısmı tarafından.

Evet, aynı ordudan Amerikancı, halk düşmanı, işkenceci komutanlar ve 12 Mart, 12 Eylül gibi Faşist Darbeler de çıkmıştır. Ee… bunlar da onun NATO eliyle, Finans-Kapital eliyle Faşizme giden (götürülen) yanıdır işte. Onlar Faşizme giden yanını çekmekte kendileri açısından tutarlıdırlar şüphesiz. Tutarsızlık bizim envayi türden “solcu”muzdadır.

Son söz yerine: Bakın bugün “sivil demokrasi”nin (gerçekte AB-D Emperyalizminin örümcek ağları demokrasisinin) en “dindar” geçinen, en “darbe düşmanı” görünen temsilcisi, İblis Fethullah ne demiş 28 Şubat günlerinde:

“Fethullah Gülen, 28 Şubat sonrasında Necmettin Erbakan’ı sert şekilde eleştirenler arasında yer almış ve silahlı kuvvetlerin müdahalesini demokratik bulduğunu ifade etmişti.

“Gülen 29 Mart 1997’de Samanyolu TV’de katıldığı bir programda silahlı kuvvetleri muhtıra vermekle eleştirenlere seslenerek, ”Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi” demişti:

“ Darbeciler iyi niyetlidir… Burada ‘Askeriye muhtıra verdi’ diye suçlanmak isteniyor. İsteselerdi, bu öyle bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler.”

“Fethullah Gülen, 16 Nisan 1997’de Kanal D’den Yalçın Doğan’a verdiği röportajda ise askerlerin anayasanın kendilerine verdiği yetkiyi kullandıklarını belirtmişti:

“Onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat… Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar.”

“Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan.” (Vatan Gazetesi, akt. Odatv.com)

Korku neler söyletiyor değil mi insana?

İşte bunlar, karşılarında azıcık örgütlü güç görseler, korkak ruhları onları aynen böyle, saniyesinde teslim olmaya itecektir.

Ant olsun ki bu örgütlü gücü karşılarına çıkaracağız. Ama bu sefer İşçi Sınıfımız ve onun Partisi önderliğinde mevzilenmiş Halk Kurtuluş Cephesinin gücü olacak bu örgütlü güç, Türküyle, Kürdüyle, Asker-Sivil Devrimci Gençliğimizle, tüm çalışan-ezilen üretmen halkımızla.

İşte o gün, alayı nedamet getirecek bu korkakların. Buna inancımız her geçen gün artarak devam ediyor, edecek! 15.04.2012

 

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ

GENEL MERKEZİ

Print Friendly, PDF & Email