Tavşanın Suyunun Suyu Davasında, HKP Genel Başkanı, Efkan Ala’nın kendisini Savcılığa şikayet etmesine karşı Savcılığa savunma (itham) dilekçesini sundu

HKP_Nurullah AnkutTavşanın Suyunun Suyu Davasında, HKP Genel Başkanı, Efkan Alanın kendisini Savcılığa şikayet etmesine karşı Savcılığa savunma (itham) dilekçesini sundu

Suriye Halkının kitlesel katliamlarla öldürülmesine, hayatta kalanların ise önemli bölümünün derbeder, perişan, yakınlarını yitirmiş şekilde göç yollarına düşmesine, minicik Aylan Bebek’lerin cansız bedenlerinin sahillerimize vurmasına sebep olan Emperyalist Haydutların Türkiye’deki İşbirlikçileri konumundaki AKP önde gelenlerine karşı pek çok suç duyurusu yapmış, HSYK’yi ele geçirerek Türkiye’de aleyhlerinde hiçbir soruşturma ve kovuşturma yürümemesini garantiye alan AKP’lileri, Suriye’ye karşı 3 farklı eylemleri için Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığına şikâyet etmiştik. Son şikâyetimiz Odatv haber sitesinin ve Cumhuriyet Gazetesi’nin ortaya çıkardığı yeni deliller ve AKP’li Yasin Aktay’ın itirafları üzerine MİT TIR’larıyla ÖSO ve IŞİD’e silah taşınmasına ilişkindi.

Dönemin İçişleri Bakanı olan Efkan Ala da, UCM’ye, hakkında suç duyurusunda bulunduğumuz savaş suçluları arasında yer alıyordu. Evet, kendisine bu isnadı yapmıştık, keza isnadı bir Uluslararası Ceza Muhakemesi şikâyeti kapsamında ifade etmiştik. Yani iddialarımızı hukuk mücadelesine taşıyorduk.

Kendisi aleyhindeki başvurumuzu, Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut aleyhinde “hakaret, iftira” suçlarından savcılığa şikâyet konusu yapan Efkan Ala’ya karşı şöyle seslenmiştik:

“Partimiz Genel Başkanı ve avukatlarımız, şayet Efkan Ala’nın savaş suçlusu olduğunu bizzat mahkemede ispat edebilirlerse, bu durumda kendisine karşı kullanılan bu söz ve nitelemeler asla hakaret olarak adlandırılamayacaktır. Ancak Efkan Ala’nın, bu iddiamızı ispata rıza göstermesi gereklidir… Kendine ve gücüne bu kadar güveniyorsan, gel senin savaş suçlusu olduğunu mahkemede ispat etmemize rıza göster. Savcılığa başvurundan sonra buna rıza göstermezsen, zaten haksızsın ve savaş suçlusu olduğunu zımnen ikrar ediyorsun demektir… Biz bugünkü hukuk düzeninizde, sizin düzeninizde bile hesaplaşmaya varız. Siz var mısınız?

“Korkmayın, korkunun ecele faydası yok!”

EFKAN ALA İSE BU AÇIKLAMAMIZA DA SAVCILIK ŞİKAYETİNDE BULUNMUŞ, GENEL BAŞKANIMIZI “İFTİRA, TEHDİT, HAKARET, VE DEVLET KURUMLARINI AŞAĞILAMA (TCK 301.MD.)” İLE İTHAM ETMİŞTİ.

Genel Başkanımız, Bu kez bir başka itham savunması yaparak Efkan ALA’ya şöyle seslendi:

“Bizler, Yurtsever, Halksever, Gerçek Devrimciler, düşmanımız bile olsa kimseye iftira atmayız. Gördüklerimizi, bildiklerimizi söyleriz. Müştekiye de dedik ki, “gel bizi yanılt, mahkemede beyanlarımızı ispat etmemize muvafakat et, mertçe, yüreklice tezlerimizi çatıştıralım. Yanlışsak zaten sen aklanırsın.” Ama müşteki bu çağrımızı bile “tehdit” olarak algılamış ne yazık ki…

“Şunu da açıklığa kavuşturalım; bizim tehdit gibi külhanbeyi tafralarıyla da ilgimiz olmaz, söz ve eylemlerimiz doğrudan hedefine gider. Asgari hukuk bilgisine göre tehdit, bir yıldırma/korkutma eylemi ile haksız bir talepte bulunmak, bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya zorlamak suçudur. E, biz hangi haksız talepte bulunduk müştekiden? Gel, sizin hukuk düzeninizin mahkemelerinde hukuken karşılaşalım, dedik.

“Peki, biz seni mahkemede sözlerimizi ispata rıza göstermeye çağırdık diye müşteki niye korksun ki? Korkmadıysa nasıl tehdit suçu oluştu?

“Bunları doğrudan müştekiye sormak için mahkemene gel diye davette bulunduk. Bizatihi müştekinin başlatmak istediği yargı sürecine davet ettik diye, niye iftira atmış, hakaret etmiş, tehdit etmiş olalım müştekiyi?

“Hukuk düzeninde hesaplaşmaktan korkma” sözünü de tehdit olarak algılamış müşteki. Hukuk düzeni kavramı neden tehdit unsuru olarak algılanır, bunu da müştekiye sormak lazımdır.

“EFKAN ALA’NIN KENDİSİ, “BEN BU ANAYASAYI TANIMIYORUM” DEMEMİŞ MİDİR? (http://www.cnnturk.com/video/turkiye/icisleri-bakani-efkan-aladan-tepki-ceken-anayasa-ifadesi)

“Yaptığı suçlamaları reddediyor, hakaret suçunun oluşmadığına dair isnadımızı ispatlayabileceğimizi yineliyor ve kendisinin suçlarını ispatlamamıza TCK 125 vd. hükümleri çerçevesinde rıza göstermeye davet ediyoruz.”

Genel Başkanımızın sözlerini biz de tekrar ederiz. Açılmış ve açılacak davalarda, savaş suçlarınızdan biz sizi yargılayacağız. 25.12.2015

Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi

HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un Savcılığa verdiği dilekçenin tam metni:

ANKARA C. BAŞSAVCILIĞI’NA

Basın Soruşturma no: 2015/5462

Basın Birleştirme no: 2015/1642

Konusu: Suçlamalara karşı yazılı savunmamdır.

Ben Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanıyım. Olay, Parti olarak avukatlarımız kanalıyla müşteki ve siyasi arkadaşlarını, Suriye’ye karşı savaş suçu işlediklerinden bahisle, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet etmemiz ÜZERİNE, müşteki Efkan Ala’nın bu şikâyetimiz sebebiyle şahsımızı “suç uydurma”, “iftira”, “hakaret” suçlarından savcılığa şikâyet etmesi üzerine, bu kez şikâyetine karşı yaptığımız basın açıklamasından dolayı “kamu görevlisine görevinden dolayı “hakaret”, “iftira”, “tehdit” ve TCK 301. maddeyi ihlal suçlaması yapmasından ibarettir.

1- Suçlamalar, öncelikle savunma hakkının kullanılması bağlamındaki beyanlarıma dönüktür. Efkan Ala’nın bizi savcılığa şikâyet etmesine karşı beyanda bulunmak, bu bağlamda savunma hakkı kapsamındadır.

Yine, Vatansever, Halksever devrimci bir partinin genel başkanı olarak, doğaldır ki sözlerimiz sert siyasal eleştiri kapsamındadır.

Daha önemlisi, Efkan Ala, her sözümüzü savcılığa taşımakta, ve her şikayette savcılık bizi ifadeye çağırmaktadır. Bu da memlekette ifade özgürlüğünün, eleştiri hakkının tümüyle ortadan kalktığının göstergesidir. Yaşımız 70’i geçmiştir. Devrimci sözlerimiz sebebiyle yargılanmak da, cezaevine düşmek de bize vız gelir. Ancak mevcut hukukun dahi yok sayıldığı bir süreç yaşamaktayız. Söyleyeceklerimiz de yalnızca bu minval üzeredir.

2- Ulusal ya da Uluslararası bir mahkemeye başvurmak, şikâyet hakkını kullanmak, başlı başına SUÇ ATFEDİLEBİLİR BİR EYLEM DEĞİLDİR. Bilakis, ETKİLİ BAŞVURU HAKKI, Uluslararası Sözleşmelerde düzenlenmiş bir hukuksal haktır.

Efkan Ala’ya isnat ettiğimiz “savaş suçlusu” kavramı, bu uluslararası şikayette kullanılmıştır. Soyut bir isnat değil, hukuksal biçim içinde yer verilen bir iddiadır. Bu yönüyle de bu sözümüz, “iddia dokunulmazlığı” kapsamındadır.

3- Bu iddialarımıza dönük pek çok belge ve veriyi sunduğumuz, yakınıcının UCM’ye başvurumuz sebebiyle ilk şikayetine bakan, halen Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesi 2015/651 E. sayılı derdest dava dosyası içeriğinde mevcuttur. Savcılığınızın o dosyayı isteyerek incelemesi mümkündür.

Yine, Uluslararası Ceza Mahkemesine şikayet ettiğimiz bir diğer savaş suçlusu Tayyip Erdoğan, MİT TIR’larında silah olduğunu tevil yollu ikrar etmiştir. Bu ikrarın konuşması şu haberde izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=dNYC-AaJLrg

Aynı ikrar şu haberde ise yazılı olarak mevcuttur:

http://www.aktifhaber.com/mit-tirlari-ile-ilgili-erdogandan-ilginc-aciklama-1264554h.htm

MİT TIR’ları kime, Ne Taşıyordu?

Bu konuda önce bir AKP’linin ikrarları yansıdı basına:

AK Parti Siirt milletvekili adayı ve AK Parti Dış İlişkiler’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı YASİN AKTAY, Adana ve Hatay’da durdurulan MİT TIR’larının Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) gittiğini söyledi.

“Odatv internet sitesinde yer alan görüntülü habere göre, Siirt’te seçim çalışmalarını sürdüren Aktay, esnaf ziyaretinde tepkiyle karşılaştı. Görüntülere göre Aktay, bu tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kobani ile ilgili geçmişteki açıklamasına ilişkin açıklamalarda bulunuyor.

“Bunun ardından bir vatandaşın “Oraya giden TIR’lar nerede? O TIR’lardan ne çıktı? Silahlar. IŞİD’e giden silahlar” demesi üzerine ise AKTAY’IN, “ÖZGÜR SURİYE ORDUSU’NA GİDİYORDU” DEDİĞİ DUYULUYOR.

(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29036154.asp)

Daha sonra da Cumhuriyet gazetesine ulaşan video görüntüleri ortaya çıktı, TIR’larda açıkça silah ve mühimmat vardı.

Ve basına yansıyan MİT TIR’ları soruşturması tutanaklarına göre bu silahlar ÖSO ve IŞİD’e gidiyordu. Örneğin: http://www.diken.com.tr/chpli-vekil-mit-tirlariyla-ilgili-tutanaklari-acikladi-iside-silah-tasiniyordu/

Keza, soruşturma savcıları da bu nedenle MİT TIR’larını durdurmuşlardı:

“MİT’e ait silah yüklü TIR’ları durdurarak arama yaptıkları için “hükümeti devirmeye teşebbüs” iddiasıyla tutuklanan 4 savcı ile albayın mahkeme ifadeleri ilk kez ortaya çıktı. Kırıkhan’da TIR’ları durduran Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, “O tarihlerde ve öncesinde gerek benim yaptığım, gerekse başsavcı vekilliğimiz tarafından yapılan birçok soruşturmada tesadüfen bir kısım devlet görevlilerinin devlet görevi, istihbarat ve terör ayrımını yapamadıklarını, IŞİD’e ve benzeri Suriye bölgesinde faaliyet gösteren başka unsurlarla hukuka aykırı temaslarının bulunduğunu birçok dosyada tespit ettik” dedi.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/273117/Devletin_ISiD_le_temasi_vardi.html)

Ancak AKP’nin müsteşarı bu savcıları arayıp tehdit etmişti o zaman:

“İfade sorgu zaptına göre, dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Adana’da MİT’e ait TIR’ların durdurulması üzerine dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in kendisini aradığını belirterek, “Müsteşar Bey, bana TIR’larda arama yaptırılamayacağı, MİT Yasası’nın 26. maddesinin bu duruma aykırı olduğunu, eğer arama yapılırsa aramayı yapanlar ve ben dahil hepimizin üzüleceğini, böyle bir şey olmasını istemediğini söyledi” dedi.” (a.g.y.)

Peki MİT tırlarıyla taşınan silahlar hakkında yabancı basın ne diyordu?

“Hollanda’da muhalefetteki Hristiyan Demokrat Parti (CDA), MİT’e ait TIR’larla Türkiye’den Suriye’deki cihatçı örgütlere silah gönderdiğine ilişkin “gizli belgelerin” kendilerinde de bulunduğunu açıkladı. CDA, bu belgeleri hükümete iletti.

CDA Milletvekili Raymond Knops, hükümeti, Türkiye konusunda “deve kuşu politikası izlemekle” suçladı.

Türkiye konusundaki gelişmeleri yakından izleyen CDA’lı parlamenter Pieter Omtzigt, MİT tarafından Suriye’deki El Kaide militanlarına silah gönderildiğine ilişkin belgelerin kendilerinde de olduğunu bildirdi.

Omtzigt, Kasım ayında ulaştıkları “gizli belgeleri”, Güvenlik ve Adalet Bakanı Ivo Opstelten ile Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele Koordinatörü (NCTV) Dick Schoof ile de paylaştıklarını açıkladı.

BBC Türkçe’nin edindiği bilgiye göre CDA’nın ulaştığı belgeler arasında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait tutanaklar, MİT ve jandarmaya ait belgeler bulunuyor.

Savcılığa ait belgede, dönemin Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’un, “silah ve mühimmat yüklü TIR’ların MİT’e ait olduğunu ve başbakanın talimatıyla Suriye’ye gönderildiğini söylediği” belirtiliyor.

CDA’lı Omtzigt, Güvenlik ve Adalet Bakanı Opstelten’e, bu belgeleri Türkiye ziyareti öncesi Dışişleri Bakanı Bert Koenders’a iletip iletmediğini sordu. Koenders, 5 -7 Ocak günlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti.

Hollanda Parlamentosu Dış Politika Komisyonu Üyesi CDA’lı Raymond Knops da, konuyla ilgili bir soru önergesi verdi. Knops, Dışişleri Bakanı Koenders’in yanıtlamasını istediği önergede, Türkiye’den El Kaide’ye silah ve mühimmat yardımı iddialarını sordu.

Knops, önergesinde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulan Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Komitesi’nin raporuna atıfta bulundu.

RAPORDA, IŞİD VE EL NUSRA CEPHESİ’NİN ELLERİNDEKİ SİLAH VE MÜHİMMATIN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜN TÜRKİYE ÜZERİNDEN GİZLİCE GÖNDERİLDİĞİNİN VURGULANDIĞINI BELİRTTİ.

KNOPS, BU BİLGİNİN, BM’NİN IRAK’TA GÖREVLİ MİSYONU UNAMI TARAFINDAN DA DOĞRULANDIĞINI DA DİLE GETİRDİ.” (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150117_hollanda_mit_silah)

Dolayısıyla, sanık sıfatı taşıması gereken müştekinin, bizleri Türkiye’nin dünya kamuoyu nezdindeki itibarını düşürmekle suçlaması, ayniyle kendilerine aittir. ULUSLARARASI BASINDA ONLARCA HABER, RESİM, KARİKATÜR VARDIR, AKP’Yİ, TAYYİP ERDOĞAN’I KÜÇÜMSEYEN, DİKTATÖR VE SAVAŞ SUÇLUSU OLARAK GÖSTEREN. Ülkemizin itibarını bu ve benzeri eylemleriyle düşüren bizatihi müşteki ve ceraim arkadaşlarıdır.

Yukarıdaki aktarımlarımız, MİT TIR’ları olayının bir savaş suçu olduğunun açık kanıtı niteliğindedir.

Tüm bu veriler ve Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesine sunmuş olduğumuz veriler bir arada değerlendirildiğinde, savaş suçu ithamımızın ispatlanabilir bir itham olduğu görülecektir.

4- Bunun da ötesinde, müşteki ve diğer savaş suçu işlemiş failler hakkında AİHS 10. maddede düzenlenen İfade hakkı/özgürlüğü kullanımı kapsamına girmektedir bu başvurunun içeriği. Zira AİHS 10 hükmü “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale olmaksızın ve ULUSAL SINIRLAR DİKKATE ALINMAKSIZIN, görüşlere sahip olma ve bilgi ve düşünceleri edinme ve bunları yayma özgürlüğünü içerecektir.”

Yine AİHM Lingens kararında, siyasilere yapılacak eleştiri hakkının neredeyse sınırsız olduğunu, siyasilerin en sert eleştirilere bile katlanmak zorunda olduğunu ortaya koyan bir karardır.

Uluslararası sözleşmeleri kendi kanunlarımıza üstün tutan da bu iktidardır. Ancak iktidarın bileşeni Efkan Ala, bu konuya ilişkin kendilerinin yaptığı anayasa değişikliklerine ve kanunlarına dahi uymamaktadır.

Hemen belirtelim, insan hakları dışında hiçbir sözleşmenin, kötü de olsa kendi kanunlarımıza üstün tutulmasını biz doğru bulmuyoruz. Yine, şayet insan hakları sözleşmesi adı altında emperyalistlerin binbir aşağılık planı dayatılıyorsa, biz bunu da yutmaz ve asla kendi kanunlarımızdan üstün tutmayız. Ancak sert siyasi eleştiri özgürlüğü hakkı, işte bu evrensel bir haktır, insanın insan olmaktan kaynaklanan en temel haklarındandır. Eğer bu hakkımız sebebiyle başımıza iş gelecekse Şairimiz Atilla İlhan’ın deyişiyle;

O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan 
Uğrunda asılırız.”

Yine bizler biliyoruz ki, dilekçemizde savaş suçuyla itham ettiğimiz müştekinin asıl siyasal önderi (ki onun da hakarete ve iftiraya uğradığını iddia etmektedir) Tayyip Erdoğan, yakın zamanda “TÜRKİYE’DE DÜZEN DEĞİŞMİŞTİR” şeklinde ikrarıyla, zaten kurulamayan demokratik hukuk devletinin yok edildiğini, bir AKP Diktatörlüğü kurulduğunu itiraf etmişti.

Dolayısıyla bu anlayış sahiplerinin, kendilerini her türlü demokrasi, hukuk, insan hakları kavram ve özgürlüklerinin üzerinde gördüğü, kendilerine hiçbir hukuksal müeyyide uygulanamayacağını, dahası hukuksal suçlama bile yapılamayacağını düşündüklerini biliyoruz. Bu bakımdan, kendilerinden ulusal/uluslararası hak ve özgürlüklerimize saygı duymalarını beklemiyoruz.

Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurumuz tam da bu ezberlerini bozmuştur.

5- Cumhuriyet hukuku düzenini fiilen ve cebren yıktıkları için sanık sandalyesinde olması gereken müşteki ve ceraim arkadaşlarını NEDEN ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NE ŞİKÂYET ETTİK.

Cevap çok açık: Ülkemizde etkili bir başvuru, yargılama olanağı bulunmadığından, ya da bırakılmadığından!

Soruşturma savcıları gayet iyi bileceklerdir ki, AKP’nin yolsuzluklarını soruşturmak isteyen savcılar, Deniz Feneri soruşturmasından beri, sürülmekte, görevden alınmakta, kendileri soruşturulmakta ve hatta tutuklanmaktadırlar. Eski savcı İlhan Cihaner’in tutuklanmasıyla başlayan, AKP ve şürekasının ve bir dönemki müttefiklerinin eylemleri hakkında soruşturma yürütmek isteyen savcılara önce “Darbeci”, “Ergenekoncu”, şimdilerde ise “Paralelci” yaftasıyla başına binbir iş getirilmesi zulmü, ne yazık ki meslektaşları tarafından dahi kanıksanmış durumdadır. Yine 2010 yılındaki anayasa değişikliği ile HSYK da tümüyle AKP güdümüne sokulmuştur. Yani gerçek bir hukuksal soruşturma yapacak, CMK 164 vd.deki düzenlemelere uygun vazife görecek imkan bırakmamıştır AKP iktidarı.

Diğer yandan, müşteki ve ceraim arkadaşları hakkında, Suriye hükümeti ve halkına karşı gerçekleştirdikleri suçlardan, Türkiye’de, Türk Ceza Kanunu’nun yabancı devlete karşı suçlar başlığındaki suçlarını gerçekleştirdiklerinden bahisle onlarca suç duyurusu yapmamıza rağmen, hem yukarıda anlattığımız koşullar sebebiyle, hem de DOKUNULMAZLIK garabeti sebebiyle, hep takipsizlik kararları verildi. Bu kararlara itirazlarımız da sonuç vermedi.

Bu durumda, AKP iktidarından ve onun hukuksuzluklarından çekinmeyecek, en azından hukuken çekinmeyecek bir merci aradık. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurumuz işte şeklen bu sebepledir.

6- Türkiye’nin UCM ana sözleşmesi olan Roma Statüsü’nü imzalamaması, başvuruya engel midir?

Hayır!

Roma Statüsü’nün giriş bölümünde, çok önemli bir ilke belirlenmiştir. Şöyledir ilgili bölüm:

“…Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak, Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul ederek, Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması…”

            Tam da bu noktadan, “uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçların cezasız kalmaması” prensibinden hareketle, UCM’ye başvuru yaptık.

UCM, bu ilkeden hareketle Uganda ve Sudan yetkilileri hakkında soruşturma yapabilmiştir örneğin. Öyle ki UCM savcısı, Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir’in tutuklanmasını bile istemiştir ve Sudan, Roma Statüsü’nü imzalamış değildir.

Konuyla ilgili haber şöyledir:

“Uluslararası Ceza Mahkemesi, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir aleyhinde dava açılmasına karar verdi. Ömer el Beşir, Darfur’da savaş suçu işlemekle itham ediliyor. Bu, görevi başındaki bir devlet başkanı hakkında açılan ilk dava olacak.” (http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=126:ucm-el-behakk-tutuklama-kararrdi-&catid=20:darfur-sudan&Itemid=80)

El Beşir, UCM savcısının bu kararını tanımadığını ilan etmiştir. Ama onun bu tavrı, UCM yargılamasını durdurmamıştır.

Biz, Roma Statüsünü imzalayan tüm devletlerin, yukarıda alıntıladığımız prensibi samimiyetle benimsediklerini düşünmüyoruz. Bu halde de geriye, bizler gibi Halk örgütlerinin başvurularıyla ve Dünyadaki devrimci-demokrat kamuoyunun etkisiyle UCM belki harekete geçirilebilir düşüncesiyle hukuk yoluna başvuruyoruz. Keza başvurumuz da UCM’ye değil, UCM savcısına bir ihbardır esasen. Zira soruşturma açma yetkisi UCM savcısındadır.

Yoksa, çok iyi bilmekteyiz ki, savaş suçlarına karşı asıl mücadele halkın örgütlü siyasi mücadelesidir. Tek başına mahkemelere terk edilebilir bir mücadele değildir.

7- TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME

“9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı ile uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin, nerede  ve kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın devletler ve halklar arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden kınadığını keza hatırlatılarak ,

“Uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen tedbirler beyannamesinde, Kurul’un, Devletleri, bu sorunun tüm veçhelerini kapsayacak genel bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin etmek amacıyla, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak yürürlükte bulunan uluslararası hukuki düzenlemelerin kapsamını acilen gözden geçirmeleri için de teşvik ettiğini not edilerek,

“Terörizmin, finansmanının engellenmesi ve faillerinin kovuşturulması ve cezalandırılması suretiyle tecziyesine yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve benimsenmesi amacıyla devletler arasında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine acilen ihtiyaç duyulduğuna kani olarak”

Türkiye Devletinin de taraf olduğu TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME imzalanmıştır.

Ancak Türkiye Devleti, Suriye’deki silahlı Uluslararası hukukta da Terörist sayılan grupları (IŞİD, El Nusra Cephesi ve El Kaide gibi uluslararası Terörist Gruplar) koruyarak,  dahası bu gruplara kendi ülkesinden katılımı da sağlayarak  ve silah, mühimmat yardımında bulunarak, TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME’nin  aşağıdaki  maddelerini  ihlal etmiştir.

Madde 2’de belirtilen Niteliği veya kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da bir silâhlı çatışma durumunda muhasemata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik diğer tüm eylemler Suriye Halkı üzerinde gerçekleştirilmiştir.

Yine Madde 9’da belirtildiği üzere 1. 2. Maddede belirtilen bir suçun failinin veya fail zanlısının topraklarında bulunabileceği bilgisini alan ilgili Taraf Devletin bilgisine getirilen hususların soruşturulması için iç hukukuna göre gerekli olabilecek önlemleri alması gerekir. Ancak Türkiye Devleti bu maddeye de aykırı davranarak Suriye’de sivil halka karşı saldırılarda bulunan terörist gruplara destek olmuş bu gruplardan kişilerin Türkiye’de yaşamasına, silahlanıp eğitilmesine, tedavi görmesine göz yummuştur.

Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında Uluslararası Sözleşme

  1. maddesinde belirtilen ölüm veya bedensel yaralanma amacıyla (madde 1) Suçun devletin hükümeti tarafından işletilen bir uçak vasıtasıyla işlenmesi hükmüne aykırı davranmıştır. Kendi sınırları içinde bir Suriye uçağı düşürüldüğü gibi yine yukarda belirtilen terör gruplarına sağlanan yardım sonucunda da yüz binlerce sivil insan ölmüştür. Bu terörist grupların meşru Suriye Hükümetine karşı giriştikleri savaş nedeniyle geçenlerde bizzat Tayyip Erdoğan’ın verdiği rakama göre tam 380.000 insan hayatını kaybetmiştir.

Kaldı ki tam altı milyon Suriyeli masum insan da bu savaş yüzünden vatanını terk edip başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır canını kurtarmak için. Bunların üç milyon kadar şu an Türkiye’de hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. On binlerce masum çocuk, kadın, ihtiyar, genç de bu kaçış sürecinde Ege’nin soğuk sularında boğularak can vermiştir. Bu kurbanlara her gün onar, yirmişer, bazen daha fazla olmak üzere yeni kurbanlar eklenmektedir.

VE MİT TIRLARIYLA, BU SÖZLEŞMEYE AYKIRI OLARAK, TERÖRİST GRUPLARA BOMBA, SİLAH VE MÜHİMMAT TAŞINMIŞTIR.

Müşteki ve arkadaşları, açıkça Ortaçağcı terörist grupları finanse etme suçunu işlemişlerdir.

UCM savcısına ihbar dilekçemizde, tüm bu hukuksal metinlere atıf yapmıştık. Ancak müştekinin işine gelmemiş olacak ki, Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmelere hiç değinmemiştir, yalnızca Roma Statüsü’ne Türkiye’nin taraf olmamasına değinmiştir. Bu durumun UCM’nin yargılama yapmasına engel olmadığını yukarıda ifade etmiştik kaldı ki.

Konunun bir diğer efektif tarafı şudur: BM Güvenlik Konseyinin başvurusu da, ya da UCM’nin BM’den görüş alması da yargılama başlatabilmektedir. Dolayısıyla başvurumuzun ardından, böyle bir gelişme de olabilir.

8- UCM, BAŞVURUMUZ ÜZERİNE TARAFIMIZA YAZILI CEVAP GÖNDERMİŞTİR (EK-1). Bu cevap da UCM savcısı, konunun değerlendirmeye alındığını, ancak bu cevabın herhangi bir soruşturma açıldığı anlamına gelmediğini söylemiştir. GÖRÜLECEĞİ ÜZERE UCM SAVCISI “TÜRKİYE TARAF OLMADIĞI İÇİN İŞLEM YAPAMAYIZ” DEMEMİŞTİR. Bilakis, başvurumuzu değerlendireceğini söylemiştir.

Bu durumda, UCM’nin başvurusunu muhatap aldığı partinin genel başkanı olarak benim soruşturulmam manidardır.

Bizi bu yolla uluslararası alanda ve ulusal planda hak aramaktan, savaş suçlularını yargılatma çabamızdan alıkoyacaklarını, korkutacaklarını düşünüyorlarsa NAFİLEDİR!

Biz Yurtsever, Halksever Gerçek Devrimciler, Emperyalistler ve İşbirlikçilerinin sebep olduğu “…Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak”, savaş suçlularının cezasız kalmaması için hukuken ve siyaseten son nefesimize kadar mücadele edeceğiz!

9- Yukarıda söylediğimiz gibi, asıl hukuksuzluğu yapanlar, Cumhuriyeti ortadan kaldıranlar tam da müşteki ve ceraim arkadaşlarıdır. Tayyip Erdoğan artık hiç çekinmeden “parlamenter sistem askıya alınmıştır”, “Türkiye’de düzen değişmiştir” diyebilmektedir!

EFKAN ALA’NIN KENDİSİ, “BEN BU ANAYASAYI TANIMIYORUM” DEMEMİŞ MİDİR? (http://www.cnnturk.com/video/turkiye/icisleri-bakani-efkan-aladan-tepki-ceken-anayasa-ifadesi)

Neden tanımaz Efkan Ala bu anayasayı?

Laiklik düzenlendiği için, demokrasi düzenlendiği için, hukuk devleti düzenlendiği için… dahası millet meclisi düzenlendiği için… Onların gönlündeki hilafet ve şeriat düzeni olmadığı ve dahi 4. madde ile yasaklandığı için. Hemen belirtelim, tüm bu nitelikler, Anayasada yazdığı için yerine gelmiş olmaz… Müşteki ve ceraim arkadaşlarının eylemleriyle bu niteliklerin neredeyse yok edilmesi bunun göstergesidir. Ancak işte müşteki ve arkadaşları, bunların kağıt üstünde düzenlenmesine bile karşıdırlar.

Yine Anayasa mahkemesince “LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞI HALİNE GELDİĞİ” TESPİT EDİLEN DE, MÜŞTEKİNİN PARTİSİDİR!

Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyetine karşı Kin ve nefret taşıyan işte müşteki ve benzerleridir. Bizse onların bu anlayışına karşı mücadele ediyoruz.

Bu nedenlerle, müştekinin bu minvaldeki suçlamaları bir yansıtma (projeksiyon) mekanizmasından başka bir şey değildir.

10- Suriye Halkına kan, gözyaşı, acı ve insanlık dışı katliamları müstahak gören savaş suçlarının asıl sebebi AB-D Emperyalistlerinin BOP (Büyük Ortadoğu Porjesi)’dir. Bu projenin “eşbaşkanlarından bir tanesi de”, kendisinin de defalarca bir övünme vesilesi sayarak belirttiği gibi, Tayyip Erdoğan’dır. Eski ABD Dışişleri Bakanlarından Condolleezza Rice, “Yeni Bir Ortadoğu’nun zamanı geldi” diyerek açıkça belirtmişti hedefini.

BOP projesi uyarınca Suriye fiilen bölünmüştür bile. Sıra Türkiye’ye gelmektedir. Türkiye Suriyeleşmiştir. Her gün onlarca kişinin öldüğü bir savaş ortamı yaratılmıştır Türkiye’de de. Dolayısıyla müşteki ve ceraim arkadaşlarının savaş suçları, Suriye’nin bölünmesini sağladığı gibi, Türkiye’nin de bölünmesine sebep olacak süreci başlatmıştır.

11- Komşu ülkenin meşru hükümetine karşı, şekli de olsa bir meclis kararı bile olmaksızın, illegal güçler eğiten, donatan, onlara yasadışı yollarla silah gönderenler hakkında tek bir işlem yapamayan Ankara Başsavcılığının, buna isyan eden, buna karşı ulusal ve uluslararası alanda siyasal ve hukuksal mücadele edenler hakkında soruşturma açmasına şaşırdık mı?

HAYIR!

Böylece savaş suçu işleyenlerin aklanmaya çalışılmasına ve bunların üzerlerine gidenlere “aman verilmesin” mesajına şaşırdık mı?

Buna da HAYIR!

Lakin müşteki savaş suçlusu Efkan Ala’nın buradan açılacağına emin olduğumuz davaya bizzat katılmasını bekliyoruz. Türk Ceza Kanunu’nun Hakaret suçunu düzenleyen 125. Maddesi, “bir olgu isnadı”nı suç olarak tayin etmiş, devamındaki düzenlemeler ise isnat edilen fiilin ispatı halinde fiil isnat edene ceza verilmeyeceğini hükme bağlamıştır. Ancak bu nitelemeyi yapanın iddiasını ispat talebine müştekinin rıza göstermesi gerekmektedir, gene düzenlemeye göre.

Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuruda kendisine izafe edilen “savaş suçu” isnadını hakaret olarak gören Efkan Ala’yı, bu isnadımızı ispata rıza göstermeye davet etmiştik basın açıklamamızda. Demiştik ki “Kendine ve gücüne bu kadar güveniyorsan, gel senin savaş suçlusu olduğunu mahkemede ispat etmemize rıza göster. Biz bugünkü hukuk düzeninizde, sizin düzeninizde bile hesaplaşmaya varız. Siz var mısınız? Korkmayın, korkunun ecele faydası yok!”

Efkan Ala, tavşanın suyunun suyunu çıkarmış, savcılık şikâyetine karşı bu beyanlarımızı da “iftira, hakaret ve TEHDİT” suçlamalarıyla niteleyip, bizi bir kez daha savcılığa vermiş ve işbu soruşturma başlamıştır.

Bizler, Yurtsever, Halksever, Gerçek Devrimciler, düşmanımız bile olsa kimseye iftira atmayız. Gördüklerimizi, bildiklerimizi söyleriz. Müştekiye de dedik ki, “gel bizi yanılt, mahkemede beyanlarımızı ispat etmemize muvafakat et, mertçe, yüreklice tezlerimizi çatıştıralım. Yanlışsak zaten sen aklanırsın.” Ama müşteki bu çağrımızı bile “tehdit” olarak algılamış ne yazık ki…

Şunu da açıklığa kavuşturalım; bizim tehdit gibi külhanbeyi tafralarıyla da ilgimiz olmaz, söz ve eylemlerimiz doğrudan hedefine gider. Asgari hukuk bilgisine göre tehdit, bir yıldırma/korkutma eylemi ile haksız bir talepte bulunmak, bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya zorlamak suçudur. E, biz hangi haksız talepte bulunduk müştekiden? Gel, sizin hukuk düzeninizin mahkemelerinde hukuken karşılaşalım, dedik.

Peki, biz seni mahkemede sözlerimizi ispata rıza göstermeye çağırdık diye müşteki niye korksun ki? Korkmadıysa nasıl tehdit suçu oluştu?

Bunları doğrudan müştekiye sormak için mahkemene gel diye davette bulunduk. Bizatihi müştekinin başlatmak istediği yargı sürecine davet ettik diye, niye iftira atmış, hakaret etmiş, tehdit etmiş olalım müştekiyi?

12- “Korkunun ecele faydası yok” sözünde bir teşbih vardı, ama bunu da görememiş müşteki. Biz hiçbir insanın siyasi suçları sebebiyle ölmesini istemeyiz, bu nedenle, tecavüz suçu dışında, idam cezasına da karşıyız. Burada ecel derken siyasi eceli, yani siyaseten, siyasi kişiliğin ölmesinden korkmayın demiştik aslında. “Hukuk düzeninde hesaplaşmaya var mısınız, korkmayın” diye geliyordu nitekim cümlenin öncesi. Ama bunu da, yani “hukuk düzeninde hesaplaşmaktan korkma” sözünü de tehdit olarak algılamış müşteki. Hukuk düzeni kavramı neden tehdit unsuru olarak algılanır, bunu da müştekiye sormak lazımdır.

13- Her ne kadar hakkımızda müşteki ve arkadaşlarını UCM’ye şikayetimiz sebebiyle ceza davası açılmışsa da, dava açan savcı dahi, suç uydurma ve iftira suçlamalarından hakkımızda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (EK-2: ilgili karar). Dolayısıyla bu beyanlarımızda bir iftira olmadığı hukuken ortadadır.

14- Müştekinin hakkımızda bir diğer atfı cürümü de TCK 301. madde kapsamındaki suçları işlediğimiz yönündedir. Yargının bugünkü halini eleştirmek suç mudur? 13 yıllık AKP iktidarı süresince yargının getirildiği içler acısı durumu, tarafsızlığını tamamen yitirmesini, AKP seçmenlerinin içinde küçük bir azınlık oluşturan bağnaz AKP’lilerin dışında eleştirmeyen var mı ülkemizde? Hükümeti, Tayyip Erdoğan’ı eleştirmek suç mu? Hiçbir kitapta böyle bir suç yoktur, olamaz da… Sadece müşteki ve ceraim arkadaşlarına ve onlar gibi konumlanan ortaklarına ve yandaşlarına göre suçtur bunlar. Bizlere göreyse onların halka karşı uygulamalarını, hukuksuzluklarını, yolsuzluklarını vb. gibi saymakla bitmez suçlarını eleştirmemek, karşı çıkmamak ve onlardan hesap sormamak suçtur.

15- Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlaması ise, suçlamanın konusu itibariyle mümkün değildir. Biz Efkan Ala’nın kamu göreviyle ilgili tek bir yorum yapmadık. Evet, yukarıda anlattıklarımızdan sonra bizce kendisi kamu görevlisi olamamalıdır. Ancak, madem ki Efkan Ala, “savaş suçlusu” ithamımızdan şikayetçidir, kendisinin kamu görevinin bir parçası mıdır ki savaş suçu, bu sözümüzü “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” olarak addetmektedir. Bu da bir tevil yollu ikrar değil midir?

Tüm bu nedenlerle, müştekinin, kendisinin ve ceraim arkadaşlarının savaş suçlarını gizlemek ve uluslararası hukuku engellemek amaçlı şikâyetinin usul ve esas yönünden hukukiliği yoktur.

Yaptığı suçlamaları reddediyor, hakaret suçunun oluşmadığına dair isnadımızı ispatlayabileceğimizi yineliyor ve kendisinin suçlarını ispatlamamıza TCK 125 vd. hükümleri çerçevesinde rıza göstermeye davet ediyoruz. 24.12.2015

Nurullah ANKUT