“TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ” “İLERİ DEMOKRASİ”CİLER (TAYYİPGİLLER) KUVVETLER AYRILIĞINI DA KALDIRMAK İSTİYOR!

 

“TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ”

“İLERİ DEMOKRASİ”CİLER (TAYYİPGİLLER)

KUVVETLER AYRILIĞINI DA KALDIRMAK İSTİYOR!

 

Bunlar, demokrasiyi bir ulaşım aracı olarak gördüklerinden, hedeflerine vardıklarında ya da kendileri için ayakbağı olduğunu gördüklerinde hemen terk ederler. Zaten zamanında “Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğiniz yere kadar gider orada inersiniz.” diyerek bunun teorisini de yapmışlardı.

Bunlar, hak arayan işçiyi, memuru, köylüyü de “ayaktakımı” olarak gördüklerinden; toprağına istediği ürünü ekemeyen, ektiğini de pazarlayamayan dolayısıyla da geçim derdine düşen köylümüzün “anamızı ağlattığınız” feryadına da onlarca korumasını saldırtarak “ananı da al git” diye efelenerek kuru kabadayılık yapmışlardı.

2008 yılında “ayaklar baş olunca, kıyamet kopar” diyerek, İşçi ve Emekçilere 1 Mayıs Alanı’nı yasaklayarak onları polisin gaz ve tazyikli suyuna maruz bırakanlar da bunlardı.

Aydın’da kendisini protesto eden 17 yaşındaki bir genci, korumalarının yardımı ile yanına getirtip, acımasızca boğazını sıkarak tırnaklarını geçiren de bunlardı.

Gittikleri her yerde sokakları kapatıp trafiği durdurarak yaşamı insanlara zindan ettikleri yetmiyormuş gibi, buna itiraz eden ve protesto hakkını kullananlara koruma ordusuyla saldıran da bunlardı. İzmir’de Partimizin İl Başkanı’nın bürosunu basan, Hopa’da kendilerini protesto eden halka acımasızca saldırarak bir insanımızı katledenler de bunlardı.

Hangi birini sayalım, yine kendilerini protesto etmek isteyen ODTÜ öğrencilerini kampus içinde biber gazı ve tazyikli su yağmuruna tutarak, plastik mermilerle öğrencileri ölümcül derecede yaralayanlar da bunlar değil mi?

Biber gazı ile kreşteki küçücük bebelerin bile gözlerini yakarak verdikleri korku yetmiyormuş gibi, yapılan bu despotluğu kınayan Öğretim Üyelerini de kapsayacak şekilde her geçen gün cepheyi genişleterek saldırganlaşmaları ise son örneği…

Sanki, 2002 yılında zamanın ana muhalefet liderini de arkalarına alarak, şeytanın bile aklına gelmeyecek yargı oyunuyla, AB-D Emperyalizmi tarafından iktidara getirilen kendileri değilmiş gibi, iktidara gelir gelmez yargıyı ilk tasfiye edilecek kurum olarak gören de bunlardı.

Mecliste sahip oldukları çoğunluğa güvenerek, ardı ardına hukuka aykırı eylem ve işlemler yapanlar, yasalar çıkaranlar…

Emperyalizmin “Ilımlı İslam” projesi gereğince ülkemizde Emevi İslamını ya da CIA İslamını yerleştirmek için toplumu hızla Ortaçağın karanlığına götürmek için en başta Laiklik olmak üzere, Cumhuriyetin kazanımlarına karşı saldırıya geçenler…

Türbanı şeriatçı ideolojilerinin bayrağı yaparak gencecik kızlarımızı kullananlar…

Birçok kamu malını, başta kendi yandaşları olmak üzere, yerli-yabancı Parababalarına peşkeş çekenler hep bunlardı.

Dolayısıyla başta Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere yüksek yargıyı; Üniversiteleri, Ordu’yu, Basın’ı velhasıl kendilerine direnç noktası olabilecek tüm kurumları hızla ele geçirmeye başladılar. Öyle ki, Emperyalizmin desteğinde iktidarlarını pekiştirdikçe söylemleri daha da pervasızlaşmaya başladı: “Ben meclisim, gerekirse Anayasa Mahkemesini bile kapatırım”, “yargı seçilmiş hükümete karışmasın” diyerek mahkeme kararlarını tanımamaya başladılar. Fiilen Yargı yetkisini ve kuvvetler ayrılığını hiçe saymaya başladılar.

Bunlardan en tipik olanı ise şudur: Nisan 2012’de bazı üst kurul başkanlarının görev sürelerini düzenleyen yasa görüşülürken bir gece yarısı operasyonu ile TÜPRAŞ, Seydişehir Eti Alüminyum Tesisleri, SEKA Balıkesir, Kuşadası ve Çeşme Limanları özelleştirmelerine karşı açılan davalarda Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından verilen iptal kararlarının Bakanlar Kurulu kararı ile uygulanmayabileceğini yasalaştırdılar. Böyle bir yasanın çıkması dünya tarihinde görülmemiş bir olaydı. Ama Tayyipgiller iktidarında görüldü ve böylece her biri bir yandaşa peşkeş çekilen bu özelleştirmelerde Yargı kararlarını “fiili imkânsızlık” bahanesiyle uygulamadılar. En kötüsü ise bu açık hukuksuzluk karşısında başta Yargı organları olmak üzere, Hukuk Fakültelerinin ve Baroların (birkaç istisna dışında) gıkı bile çıkmadı.

Her bir adımda yoklaya yoklaya, aşama aşama iktidarlarını pekiştirdiler. Örneğin, Özel Yetkili Mahkemece MİT Müsteşarı hakkında başlatılan bir soruşturmanın bizzat Tayyip’in kendisine dayanacağını görünce, tek maddelik bir yasayla yandaşlarını soruşturma kapsamının dışına aldılar.

Artık bir CIA planı olduğu iyice ayyuka çıkmış olan Ergenekon-Balyoz-ODA TV-KCK vb. operasyonlarında bizzat mahkemelere, savcılara talimatlar vermekten çekinmediler.

Bütün bunları niçin anlatıyoruz?

Adamlar zaten iktidara geldikten bu yana kendilerini denetleyebilecek hiçbir mekanizmayı tanımadılar. Meclis çoğunluklarına güvenerek karşılarına çıkan her engeli gece yarısı yasalarıyla aştılar.

Ancak her ne kadar fiilen aşmış olsalar da yürürlükteki Anayasa ve Yasalarda birer norm olarak varlığını sürdüren, klasik burjuva demokrasilerinin olmazsa olmaz koşulu olan Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin izini tozunu silmek istediklerini de saklayamıyorlar artık.

Son olarak, Başbakan Tayyip, Konya’da bir ödül töreninde yaptığı konuşmada: “Yav işte 326 milletvekiliniz var hâlâ mı bahane diyorlar. Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya, o önünüze gelip engel olarak dikiliyor” diyerek gerçek niyetlerini iyice açık etmiş oldu.

Yani “takke düştü kel göründü”!

Onlar için kuvvetler ayrılığı ilkesinin anlamı; çoğunluğu ele geçirdikler Yasama ve kendilerinin başında olduğu Yürütmeden ibarettir. Yargı ise hedefe varmada süreci uzatan ayak bağıdır. Öyleyse bundan kurtulmalıdır.

Oysa Kuvvetler Ayrılığı; tâ 1215 yılında İngiltere’de Kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılan Magna Carta’dan itibaren insanlığın mücadele ile elde ettiği ilerici kazanımlardan en önemlilerindendir.

Bu ilke, Feodalizmin tasfiye edildiği Ortaçağ Avrupası’nda, milyonlarca insanın canı-kanı pahasına yürütülen Burjuva Demokratik Devrimleri ile özellikle de 1789 Fransız Devrimi’nin etkisiyle Laik Hukukla birlikte insanlık tarihinin en önemli kazanımlarından oldu.

Böylece burjuva hukukunun en temel ilkeleri haline gelen Kuvvetler Ayrılığı ile yasama ve yürütmeyi eline geçirmiş iktidarların kamu yararı, temel hak ve özgürlüklerden uzaklaşan eylem ve işlemlerinin yargı eliyle denetlenmesi sağlanmıştır. Laik Hukuk ile de toplumsal yaşamda dinin ve din kurumlarının etkisi ortadan kaldırılmıştır.

Her ne kadar “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince siyasal iktidarın Parlamentolar ve Yargı organlarıyla kısmen de olsa denetlenmesi-sınırlanması öngörülüyorsa da ülkemiz uygulamasında da görüldüğü gibi, bir partinin mutlak çoğunluğa sahip olduğu parlamentoda iktidarın denetlenemeyeceği çok açıktır. Böyle bir parlamenter yapıda bırakalım denetimi, iktidarın başının (Başbakanın) ağzından çıkan her kelime yasa haline gelmektedir. Ya da komisyonlarda görüşülmüş ve hatta genel kurula kadar gelmiş bir yasa tasarısının sırf Başbakan istemedi diye geri çekildiği, içeriğinin tamamen zıddına dönüştürüldüğü de ülkemizdeki Tayyipgiller uygulamasında sıkça görülmektedir. Dolayısıyla yasama ve yürütmenin adeta tek elde toplandığı bir yapı oluşmaktadır. 

Ülkemizde, bu iki erki eline geçirmiş olan Tayyipgiller hükümeti, AB-D Emperyalizminin de desteği ile Yargı erkini de tamamen kendisine bağlamış durumdadır. Özellikle de 12 Eylül 2010 Referandumu ile birlikte yanlarına aldıkları, “yetmez ama evetçi” dönek ve hainlerin de desteğiyle yargıyı AKP’nin hukuk bürolarına dönüştürdüler. Ama bu dönüşüm bile bunlara yetmemektedir. Yargı denetiminden kurtulmak ve Cumhuriyet’in kazanımlarından olan Laiklik ilkesini ortadan kaldırmak için ısrarla ve inatla yol almaktalar. AKP’nin hukuk bürosuna dönüştürülmüş bir yargının, ülke genelinde başlatılan “kentsel dönüşüm” uygulamalarında Tayyipgiller ve yandaşlarının vurgunlarına seyirci kalacağı da malumdur..

Geçmişte Anayasa Mahkemesi tarafından “irticai faaliyetlerin odağı” haline geldiği tespit edilen ve hazine yardımından mahrum bırakma cezası verilen AKP, bugün ne Anayasa Mahkemesi ne Danıştay ne Yargıtayı ne de Sayıştayı takmaktadır. Daha doğrusu bizzat bu kurumların yapılarını değiştirerek buraları da kendileri gibi Ortaçağcılarla doldurup ele geçirdikleri için, artık buralardan kendilerini rahatsız edecek bir karar çıkmamaktadır. Dolayısıyla uygulamada zaten tüm kuvvetler Tayyipgiller’in elinde toplanmış durumdadır.

AB-D Emperyalizmi tarafından iktidar koltuğuna oturtulan Tayyipgiller’in kuvvetler ayrılığından daha doğrusu yargı denetiminden rahatsız olduğu yönündeki açıklamaları, bunların “ileri demokrasi” söylemleriyle faşizm özlemi içinde yanıp tutuştuklarının da bir itirafıdır. Bir yandan “demokrat” geçinip, diğer yandan demokrasinin olmazsa olmazlarından olan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak tüm erki tek elde toplamalarının başka bir izahı yoktur.

Ancak bu günler de geçecektir. Yerli yabancı Parababalarının desteği ile iktidara getirilenlerin halkların mücadelesi ile koltuklardan indirileceği günler gelecektir. İşte o zaman bunlardan yaptıklarının hesabı tek tek sorulacaktır. 03.01.2013

KURTULUŞ PARTİLİ HUKUKÇULAR

Print Friendly, PDF & Email