Siyasal İslamcılar neden ahlâka sahip olmazlar?

Bu Siyasal İslamcılar her türlü ahlâksızlığa, yolsuzluğa, hırsızlığa, vurguna, ihanete neden potansiyel olarak hep hazırdır?

Bunun sebepleri nedir acaba?

Sebepleri iki maddede formüle edebiliriz:

Birincisi; din üzerine sistematik değerlere sahip bir ahlâk inşa edilemez. Çünkü din, varoluşsal benlik değerinin oluşmasına izin vermez. Daha çevrende olup bitenleri algılamaya başladığın andan itibaren yani aşağı yukarı üç yaşından itibaren senin kendi başına hiçbir değer ifade etmediğini, senin yalnızca seni yaratmış olan yüce varlığa ibadet etmek ve onun emir ve yasaklarını uygulamakla yükümlü olduğunu sana yüklemeye başlar.

Böylece, artık varoluşunun sorumluluğunu taşıyan bir canlı ya da birey olmaktan çıkarsın. Senin varoluşuna karar veren ve sana ne yapıp ne yapmayacağını söyleyen-emreden bir ulu yaratanın aciz bir kulusun artık…

Yani ahlâk sistemin özgün değerlerden oluşmaz. Tanrının emir ve yasaklarından oluşur. Yaşamanın anlamı, ona durup dinlenmeden yakarmandan, ibadet etmenden ve onun buyruklarını yerine getirmekten, yasaklarına uymaktan ibaret olur. Yani neyin erdemli, neyin erdemsiz olduğuna dair senin kendine has hiçbir düşüncen, kanaatin oluşmaz. Eğer iyi bir kul olur ve onun tüm buyruklarına uyarsan; öbür dünyada Cennet’e gidersin ve sonsuz bir mutluluk içinde geçen bir yaşama kavuşursun. Ama uymazsan; Tanrının Cehennem’ine gidersin, orada akla hayale gelmeyecek işkencelerden geçirilirsin. Ve bazen de bu sonsuza kadar sürer…

Böyle bir zihin yapısına sahip insan, artık varoluşunun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan özgür bir birey değildir. Kendini, inandığı yüce varlığına adamış ve sadece öbür dünyaya hazırlanmakla görevli kılmış bir kuldur. Dolayısıyla, gerçek anlamda insan olmak bakımından bir hiçtir.

İşte durum böyle olunca, onun bir ahlâk sisteminin olması da olası değildir asla…

“Dinsel Ahlâk” denen şey, Tanrının emir ve yasaklarından başka hiçbir şey içermez. Siyasal İslamcılar işte bu yapıdaki kişilerdir. Aslında yukarıda da belirttiğimiz gibi, onlar bir ahlâki değerler sistemi taşımazlar, ona sahip değildirler. Çünkü varoluşunun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan insan değildirler.

İşte böyle insanlar, ellerine imkan-fırsat geçtiği anda her türden ahlâksızlığı yapmaktan geri durmazlar. Marksizmin o ünlü tespiti neydi?

“Yaşamı belirleyen bilinç değildir. Tam tersine; bilinci belirleyen yaşamdır.”

İşte bunlar da hırsızlık, yolsuzluk, taciz, tecavüz yapma imkanlarına sahip oldukları anda; “elime geçmiş böyle bir fırsatı niye kullanmayayım ki?”, diyerek duraksamadan bunların hepsini yaparlar.

Ayrıca, dinlerde belirli ay ve günlerde yapılan dini ritüellerin “Eraser-Silici” işlevi gördüğü de malûmdur. O günlerde ya da aylarda o ibadeti yaptın mıydı, seni yaratmış olan Tanrın işlediğin bütün günahları anında siler. 17-25 Aralık Tapelerinde tanık olduğumuz gibi, Tayyip’in ve Bilal’in de kullanmayı çok sevdiği “Sıfırlama” işini yapar. Yani tüm günahlarından arınıp sıfırlamış, tertemiz olmuş hale gelirsin.

Hal böyle olunca, bolca tanık olduğumuz gibi, bunlar dini; türbana, feraceye, çarşafa, sarığa, takkeye, cübbeye ve belli ritüellere indirmiş olurlar. Gerisi yoktur…

Yani bu insanlar, herhangi bir ahlâksızlık yaptıklarında vicdanları tarafından sorgulanmazlar. Çünkü bunlarda gerçek bir insan vicdanı teşekkül etmemiştir. Ahlâksızlık yaptıklarında; “Evet ya, Şeytana uyduk yaptık işte. Tövbe ederiz Allah affeder”, deyip geçerler. Ya da; “Bir ben mi yapıyorum ki bunu? Herkes yapıyor. Aynı fırsat başkalarının eline geçse onlar da yapar. Bugün biz bu fırsatı bulmuşuz, biz niye yapmayalım?”, diyerek kendilerini rahatlatırlar. Hiçbir suçluluk duymazlar yaptıkları ahlâksızlıktan dolayı.

Oysa insan olarak var olmuş olmanın sorumluluğuna ve bilincine varan, onları taşıyan bir Gerçek İnsan, geniş bir erdemler sisteminden oluşan ahlâka sahip olduğu için, bir yanlış yaptığı ya da bir suç işlediği zaman her şeyden önce vicdanı tarafından sorgulanır.

Diyelim yalan söyledi ve öyle oluruna da geldi ki söylediği kişi ya da kişiler bütünüyle ona inandı. Ama kimi inandıramaz yalanına bu insan?

Kendini…

Aynaya baktığı zaman der ki ona vicdanı ya da sahip olduğu ahlâki erdemleri; “Sen bir yalancısın. Sen kaliteli bir insan olmaktan vazgeçtin. Sen kendine saygı duyan, kendinle gurur duyan bir insan olmaktan vazgeçtin. Sen insanlığını terk ettin. Bunu neden ve nasıl yaptın?”

İşte bu türden bir sorguya çekileceğini bilen insan yalan da söyleyemez, hırsızlık da yapamaz, yolsuzluk da yapamaz, taciz ve tecavüzde de bulunamaz, kimseye karşı haksızlık da yapamaz ve kimseyi rahatsız edecek bir davranışta da bulunamaz…

Varoluşunun sorumluluğunu taşıyan insanın en büyük yargıcı kendi vicdanıdır. Ve o yargıcı asla kandıramaz, onun yargısından asla kurtulamaz böyle insanlar. Bu bilince sahip olduğu için de her davranışını ona göre yapar. Ve sahip olduğu değerler sistemine göre yaşar.

İşte böyle insanlar aynaya baktıkları zaman kendileriyle gurur duyarlar. “Ben insan olarak varoluşumun sorumluluğunu taşıyan ve onun gereğini her an yerine getiren bir insanım. Dolayısıyla da ben Gerçek İnsanım”, diye kendileriyle övünürler, kendilerine yönelik büyük bir saygı beslerler.

Başta söylediklerimize dönersek; Siyasal İslamcıların din üzerine oturttukları ahlâk, sadece korkuya ve ödüle dayanır. Bunların olduğu yerde de tabiî ki özgür bir insanın ahlâkından söz edemezsiniz…

Gelelim Siyasal İslamcıların herhangi bir ahlâki değerler sistemine sahip olmayışlarının ikinci sebebine…

Dinler Tarihi Uzmanı Jules Soury’nin de çok yerinde bir tespitte bulunduğu gibi, Semit Dinleri Kan, Ateş ve Cehennem Tanrısına sahiptir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu dinlere dayalı ahlâkların tamamı korkuya ve ödüle endekslidir. Sabit, değişmez bir Evren, Dünya ve Toplum anlayışını ortaya koyarlar. Her şey olmuş, bitmiş, nihai sonucuna varmıştır. Tanrı tarafından konan emir ve yasaklar kesin ve tartışmasızdır. Kıyamete kadar onlar hep aynı kalacaktır. Çünkü hepsi ölçülmüş, biçilmiş, sonsuz bir güce sahip Tanrı tarafından belirlenip buyurulmuştur kullarına.

Dinlerdeki bu değişmezlik, bu dinlerin içinde doğduğu, dünyada ilk ortaya çıkan egemen sınıf olan, sömürgen, vurguncu, asalak Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının işine çok gelir. O asalak sınıf da kendi egemenliğinin hiç sarsılmadan yine mahşere kadar sürüp gitmesini ister. Bu bakımdan, kendi sosyal düzeni içinde doğmuş olan Yahudiliği, Hıristiyanlığı ve İslamiyet’i siyasi ideolojisi olarak benimser ve savunur.

Hz. Muhammed her ne kadar Mekke Döneminde ortaya koyduğu ayetlerde eşitlikçi-rızıkta herkesin eşit olmasını isteyen bir ekonomik sistem önermişse de bunu asla hayata geçirememiştir. Bazı Kur’an ayetlerinde geçen bir özlem olarak kalmıştır, Hz. Muhammed’in gönlünde yatan bu komünist toplum düzeni.

Kaldı ki Hz. Muhammed, Medine Döneminde cihatlarla bol ganimete kavuşulunca, gönlünde yatan bu ekonomik sistemi de pek kararlı savunamaz hale gelmiştir. Medine’de artık önde gelen bütün sahabelerin köleleri, cariyeleri ve malları mülkleri vardır. Bu nedenle İslam Toplumlarının tamamında Kölelik neredeyse ortalama 20’nci Yüzyıla kadar sürmüştür. Osmanlı’da da Tanzimat’la birlikte Köleliğin kaldırılmasına yönelik girişimlerde bulunulmuş fakat kesince yasaklanması ancak İkinci Meşrutiyet’le gerçekleşmiştir (23 Temmuz 1908). İslam’ın hemen bütün fıkıh kitaplarında Kölelik meşru bir kurum olarak yer alır.

Demek ki arkadaşlar; İslam da içinde doğmuş bulunduğu Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının egemen olduğu Köleci Toplumun kültürünü, geleneklerini, örflerini içinde barındırır. Kadın Sorunu’na bakarsak; bunu daha da net görürüz. Mesela bugün bile İslam’a göre bir erkeğin dört kadınla aynı anda evli olması meşru bir durumdur. Bu anlayış da İslam’ın ilk doğduğu yıllardaki Antika sömürgen sınıfın kültüründen kaynaklanmaktadır.

Yine şahitlik ve miras konusunda kadının erkeğin yarı değerini oluşturması yani ancak iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine eş tutulması, hep bu anlayışın bir sonucudur. Yani kadın cariye değil de hür bile olsa ancak erkeğin yarısı kadar bir değere sahip sayılır. Tabiî kadın, ekonomik üretim sistemi içinde yer almaz İslam’ın anlayışında. Onun sadece evinde oturup çocuk doğurması ve çocuklarıyla eşine hizmette bulunması istenir. İslam kültürüne göre yine, 9 yaşından itibaren kızlarla evlenilebilir. Düşman sayılan bir ülkenin ya da kişinin malına, karısına, kızına, çocuğuna el konulabilir. Zor durumda kalındığı hallerde yalan söylenilebilir, hatta Müslüman olmadığın bile iddia edilebilir.

Bütün bu anlayış, Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının sömürü, vurgun ve soygun düzeninin sürüp gitmesi açısından çok uygun bir ahlâk oluşturur.

Yani arkadaşlar; buradaki ahlâk anlayışı kişisel çıkara uyumludur. Kişisel çıkarın nasıl gerektiriyorsa öyle konuşabilir ve davranabilirsin, büyük ölçüde. Bunda dinen bir sakınca olmaz. Zor durumdan kurtulmak için yalan söyleyebilir, dinini inkâr edebilirsin. Kafir saydığın bir kişinin ya da devletin mallarına el koyabilir, değişik yol ve yöntemlerle onu aşırabilir, zimmetine geçirebilirsin. “Niye hırsızlık yaptın, devlet malını çaldın?”, sorusu aklına düşerse de; “Bu devlet kafir bir devlettir. Bu sebeple onun malını aşırmak, gasp etmek helaldir”, diyerek kendini rahatça haklı ve meşru çıkarabilirsin. Kesince yapman gerekense, Allah tarafından buyurulan dini ritüellerdir: Namazdır, oruçtur, hacdır, zekâttır, zikirdir, Kur’an’ın emrettiği şekilde giyinmendir.

Siyasal İslamcılar tümüyle bu din ve ahlâk anlayışına sahiptirler. Bu sebeple de insancıl ahlâk açısından ahlâksızlık sayılan her türden işi yani cürmü duraksamadan yapabilirler. O potansiyel hepsinde vardır. Yani temsilcisi, sözcüsü, çıkarlarının savunucusu oldukları sınıfın karakterlerinden dolayı her türden ahlâksızlığı rahatça yapabilirler bu şahıslar.

Saygıdeğer arkadaşlar;

Bütün üstyapı kurumları gibi, ahlâkın da sınıf karakteri vardır. Yani genel bir ahlâktan söz edemeyiz. Sınıf ahlâkıdır hep toplumlarda geçerli olan.

Biz tabiî ki Proletaryanın ahlâkını savunuruz. Proletarya hiç kimseyi sömürmediği, aldatmadığı, kandırmadığı; onlara oyun, hile, dümen yapmadığı için ahlâksızlık yapmasına da gerek yoktur. Yalan söylemesi gerekmez. Hile, düzen yapması gerekmez. Tam tersine; yaptığı işin, savunduğu sistemin ne olduğunu en açık şekliyle anlatması onun sınıf çıkarının gereğidir. Herkesin de bunu görüp, anlayıp, kavramasını ister. Böyle bir ekonomik temele sahip olunca da o ahlâk sistemini dürüstlükler, mertlikler, yiğitlikler, adillikler, fedakârlıklar, sevgiler ve saygılar oluşturur. Her insanın birbirine eşit ve aynı değerde olduğunu savunur. Her canlının yaşama hakkına sahip olduğunu savunur. Doğanın özenle savunulmasının hem bugünün hem de yarının insanlarının çıkarına olduğunu savunur. Özetçe; tüm insanların bir anadan doğmuş kardeşler gibi sevgi ve saygı içinde, eşit haklara sahip, eşit hayat standartlarına sahip bir toplum oluşturmasını ister ve onun için mücadele eder.

Gizlisi saklısı yoktur bu bakımdan, Proletaryanın. Proletarya iktidarı “açık diplomasi” uygular. Yapılanın halkın tamamı tarafından görülüp bilinmesi amaçlanır.

Özetçe arkadaşlar; Proletaryanın ahlâk sistemi, en değerli ahlâk sistemini oluşturur…

Demek ki arkadaşlar; sabit, değişmeyen, genelgeçer bir ahlâk sistemi yoktur. Üretici güçlerin gelişmesiyle, yeni sosyal sınıfların ortaya çıkmasıyla ve sosyal sınıf altüstlükleriyle beraber sürekli değişen ahlâk sistemleri vardır.

Sömürücü sınıfların egemen olduğu toplumlarda ise geçerli olan ahlâk sistemi hep kandırmacaya, hileye hurdaya, yalana, düzene dayanır. Çünkü onlar açıkça; “Biz insanları yük hayvanları olarak, sağmal sürü olarak görüyor ve onlara öyle davranıyoruz. Bu, egemen sınıf olarak hakkımızdır”, diyemezler. Mecburen halkı kandıracak, uyutacak yalan ve hile yollarına başvururlar. Tayyipgiller de durup dinlenmeden insanlarımızı “Allah’la Aldatmaktadırlar”, tanık olduğumuz gibi. Hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, vatan satıcılıklarını, ihanetlerini arttırdıkça din alıp satmaya da hız verirler, gözlemlediğimiz gibi. Ağızlarını her açışta Allah’tan, Peygamberden, dinden, imandan söz ederler. Böyle yapmakla demiş oluyorlar ki saf, cahil, yoksul, bilinçsiz halkımıza; “Yahu bakın, en Müslüman biziz. Sizde Müslümanlar olarak başınızda en dindar insanların bulunmasını istemiyor musunuz? İstiyorsunuz. O zaman işte istediğiniz biziz. Bizden hiç ayrılmayın. Hep bizim peşimizde olun. Hırsızlıkmış, yoksullukmuş, bunların gerçekle ilgisi yok. Bunlar bizim düşmanlarımızın bize attığı iftiralardır. İnanmayın bunlara. Onlar Müslüman değil ki inanasınız.”

İşte bu vurgun ve ihanet düzeni 20 yıldan bu yana Tayyipgiller eliyle en hayâsızca boyutlarına ulaştırılmıştır. Aslında 1950’den bu yana iktidara gelen tüm Amerikancı sermaye partileri hep insanlarımızı Allah’la Aldatmışlardır. Fakat Tayyipgiller bunu en hayâsızca boyutlara çıkarmıştır, yukarıda da belirttiğimiz gibi. Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi üzerine kurulmuş olan, kısmen de olsa, Laik Cumhuriyet’i yıkmışlar, Ortaçağcı Faşist bir Din Devleti inşa etme uğraşına girmişlerdir.

Türkiye’de bu yolla “İkili Devlet” yapısı ortaya çıkarılmıştır. Bir yanda ölmekte olan, enkaza dönüştürülmüş Laik Cumhuriyet, diğer tarafta günbegün daha da ihtişamlı hale getirilen, korunmakta olan Ortaçağcı Faşist Din Devleti. Bu devlette artık yolsuzluk yapmak, hırsızlık yapmak suç olmaktan çıkarılmış, bunları ortaya çıkarmak, yazmak, söylemek suç haline getirilmiştir. Yani suçlu olan hırsız değildir; hırsıza “hırsız” diyen suçludur bu yeni Faşist Din Devletinde.

İşte bunların insan olarak kalibreleri bu olduğu için arkadaşlar; hırsızlık ve yolsuzluk yapmayana neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Her gün bunların birkaç alandaki bu akçeli vurgunları, soygunları, hırsızlıkları ve akçesiz ahlâksızlıkları ortaya çıkar olmuştur artık. İşte iki gün öncenin haberi:

“CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, Kızılay’daki 12 şirket üzerinden 42 yöneticiye aktarılan “huzur hakkı” bilançosunu açıkladı.

“Bağımsız denetçi raporları, faaliyet raporları KAP bildirimlerinden elde edilen verilere göre Kızılay’da kurulan 12 şirkete atanan 42 yöneticiye her ay en az 249 net asgari ücret oranında (Bu ay için 1 milyon 369 bin 500 lira) “huzur hakkı” dağıtıldı.

“Bingöl’ün çalışmasına göre Kızılay’da Kerem Kınık’ın genel başkanlığı döneminde, kurulan 12 şirkette Kınık “yönetim kurulu başkanı” oldu. Şirketlerin çatı kurumu Kızılay Yatırım’ın CEO’su İlyas Haşim Çakmak da 12 şirkette “başkan vekili” sıfatıyla yönetici olarak her ay 36 asgari ücret (Bu ay için 198 bin lira) değerinde “huzur hakkı” elde etti. Kızılay’da genel müdür/CEO koltuğunda oturan ve “profesyonel çalışan” sıfatıyla ücret alan İbrahim Altan, ayrıca beş şirkette yönetici olarak da huzur hakkı elde etti.

“SAADET ZİNCİRİ”

“Kızılay denetim raporlarına göre, şirketler üzerinden “yöneticilere sağlanan fayda” ve “üst yönetime sağlanan menfaatler” adı altında 2020’de 9 milyon 612 bin 108 TL, 2021’de 11 milyon 701 bin 833 TL değerinde “huzur hakkı” dağıtıldığını aktaran Bingöl, “Son üç yılda ‘yöneticilere sağlanan fayda adı’ altında toplam 35 milyon 884 bin 923 TL dağıtıldı. Eş-dost-akraba yönetici atamaları ile ‘huzur hakkı’ diyerek Kızılay’ı tüketiyorlar” ifadelerini kullandı.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/kizilayda-gorev-alan-42-yoneticiye-uc-yilda-35-milyon-tlnin-uzerinde-para-dagitilmis-1971296)

Gördüğümüz gibi, arkadaşlar; zor günlerde halkımıza yardımda bulunmakla görevli olan Kızılay’ı bile ne hale getirmiş bu Ortaçağcı Hırsızlar İmparatorluğunun yöneticileri…

Baksanız bunların tamamı namazlı, oruçlu, haclı, kadınlarının kafaları bohçalanmış kişilerden oluşmaktadır…

Bunca hırsızlığı ve yolsuzluğu yapmaktan hiçbir rahatsızlık duymamışlar, görüldüğü gibi. Yıllardır; “Vur Allah vur”, demişler. Tabiî bir de; “Vurmayan mı var ki?”, demişlerdir muhakkak.

Yine aynı günün bir diğer haberi. Bakın arkadaşlar:

“Cumhuriyet, yazarımız Miyase İlknur’un imzasıyla 6 Ağustos 2019’da “Kavakcı için de çift maaş iddiası” başlıklı haber yayımladı. AKP İstanbul Milletvekili Ravza Kavakcı Kan’ın, milletvekilliği yaptığı dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iştiraki Metro AŞ’den de maaş aldığı iddiası kamuoyunun gündemine oturdu. Kan ile ilgili tartışmalar, gazetemizin 10 Ağustos 2019’da “Sözde mühendislik ve vekillik yapan Kavakcı’ya sorular” başlıklı haberiyle devam etti.

“TEPKİ ÇEKEN GEREKÇE

“Kan, haberler üzerine kişisel verilerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Kişisel Verileri Koruma Kurumu’na (KVKK) başvurdu. Kurum, haberde yer alan bilgilerin, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda yer alan “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar verdi. Gazetemize 30 bin lira, İBB iştiraki Metro İstanbul AŞ’ye de 40 bin lira para cezası verildi. Kararda, Metro İstanbul tarafından Kan’ın kişisel verilerinin korunması yükümlülüğünün yerine getirilmediği savunuldu.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/akpli-razva-kavakcinin-sikayetiyle-cumhuriyet-gazetesine-ceza-verildi-1971294)

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar; yolsuzluğu, hırsızlığı yapmak suç olmaktan çıkmış bakın. Onu açığa çıkarmak, açık etmek suç haline gelmiş. Tayyipgiller’in hak, adalet, yargı ve hukuk anlayışı bu işte…

Yine bu aynı Ravza Kavakçı Kan, Tayyipgiller’in şu anda da milletvekili olan (bir zamanlar bakanıydı) Fatma Betül Sayan’ın da içinde yer aldığı 34 kişi, İstanbul Büyükşehir Belediyesini AKP’nin elinde olduğu dönemde 62 milyon TL dolandırmışlardı.

Dedik ya arkadaşlar; bunların içinde yolsuzluğa, hırsızlığa, ihanete bulaşmayan neredeyse yok gibidir. İşte bu sebeple AKP’giller yasalarla işleyen normal bir sermaye partisi değildir. Onlar hak hukuk, adalet, kanun tanımayan, Amerikan yapımı çıkar amaçlı mafyatik bir suç örgütüdür. Oynatıcıları da ABD Emperyalist Haydudunun siyasileri ve casus örgütleridir.

Davidson Ahmet ne demişti birkaç yıl önce?

“Ben Başbakanı olduğum bir dönemde Erdoğan’a bir şeffaflık yasası hazırlamamız gerektiğini belirttim. Böylece herkesin geliri, gideri açık bir şekilde görülür, izlenebilir hale gelsin, dedim.

“Benim bu teklifim üzerine Erdoğan, eğer böyle bir kanun çıkarırsak partimize ilçe başkanı bile bulamayız, dedi.”

Görüldüğü gibi, arkadaşlar; Tayyip’in kendisi bile açıkça Davidson Ahmet’e parti adı altında oluşturdukları suç şebekesinin bir hırsızlık, yolsuzluk ve akçeli suçlar işleyen mafyatik bir yapıdan ibaret olduğunu söylemiş oluyor.

İşte bunların tamamı hiçbir rahatsızlık duymadan, vicdan azabı nedir bilmeden akla gelebilecek her türden ahlâksızlığı, hukuksuzluğu, kanunsuzluğu duraksamadan yaparlar. Türkiye’nin trajedisi de budur…

Ne diyelim?..

Bunların da artık sonu yakın, diyelim, değil mi arkadaşlar…

Dönüşü olmayan çıkmaz bir yoldadır artık onlar. Kendilerini bekleyense sadece Çelik Bileziktir.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

20 Ağustos 2022

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı