Sevmek, acılara katlanmayı baştan, gönüllü kabullenmektir

Sevmek, acılara katlanmayı baştan, gönüllü kabullenmektir

Biz de, yaşamımız boyunca, aşağıda hukukçu yoldaşlarımızın aktardığı Amerikan Yerlisi Şefi’nin altın değerindeki şu prensibi çerçevesinde yaşadık, düşündük, davrandık, duygulandık:

“Herşey aynı nefesten alır; Hayvanlar, insanlar, ağaçlar… Tüm hayvanlar gitse, insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur; İnsanlar yalnızlıktan ölür.”

İnsanlar, hayvanlar ve doğa, bir bütünün değişik unsurlarıdır. Hepsi beraber hayatı oluştururlar. Hepsi canlıdır, durup dinlenmeden değişirler, dönüşürler. Yani hayvanlar da bizim gibi doğayı oluşturan birer parçadırlar. Bu sebeple de değerlidirler, önemlidirler. Onların da duyguları vardır, sevgileri vardır, bağlılıkları, sadakatleri vardır. Onlar da bizim gibi sevinirler, üzülürler, acı çekerler, gözyaşı dökerler…

Eğer onlarla tanışır ve dostluk kurarsanız, güvenlerini kazanırsanız, nasıl cömertçe size sevgilerini verdiklerini görürsünüz. Sadakatlerini görürsünüz.

Hz. Muhammed’in yine şu dahice tespit ve buyruğu da bizim anlayışımızı güzelce ifade eder:

“Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu Kitap’ta, herhangi birşeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde haşredilirler.” (En’am Suresi, 38’inci Ayet, Yaşar Nuri Öztürk Meali)

“Hem yerde debelenen hiç bir hayvan ve iki kanadiyle uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasınlar, biz kitâbda hiç bir tefrit yapmamışızdır, sonra hepsi toplanır Rablarına haşrolunurlar” (En’am Suresi, 38’inci Ayet, Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Açıkça görüldüğü gibi, Hz. Muhammed ve Kur’an, yeryüzünde yürüyen ve gökyüzünde uçan tüm hayvanları, biz insanlarla aynı önemde ve değerde görüyor. Aynı kategoriye sokuyor.

İşte biz de hep böyle düşündük ve böyle davrandık bir ömür… Çocukluğumuzdan beri…

Daha önce de birkaç kez söylediğim gibi, babam, ailemizi hayvancılıkla geçindirdi. Yani iç içe geçti hayatımız hayvanlarla.

Yeni yıla da bu sevgiye ve yardıma muhtaç, sokağımızdaki kuyruklu torunlarımızla birlikte girdik. İşte o geceki sokağımızdan görüntülerimiz:

Bizim ilgimiz ve sevgimiz onları mutlu etti. Onların bize gösterdiği sevgi ve teşekkür mırıltıları, tavırları da bizi mutlu etti. Huzur verdi, dinlendirdi…

Hastaları, sokakta kalmaları halinde hayattan kopacaklarını bildiğimiz yaralıları, sakatlananları görünce, ne olurlarsa olsunlar, ne yapalım, diyerek geçip gidemiyoruz. Alıp eve getiriyoruz, veterinere götürüyoruz; bazen veterinerlerin bile yetersiz kaldıkları oluyor, o zaman da alıp İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesine götürüyoruz. Yapılabileceklerin azamisini yapıyoruz, sağlıklarına kavuşabilmeleri için.

İşte bunlardan, sokaktan alıp sağlığa kavuşturduklarımızdan üçü…

Üç kuyruklu kız torunumuz…

Bu kızlarımızı sokakta küçücük yavruluklarından itibaren besliyoruz. Her ikisinin de aralıklı olarak arka ayaklarından biri basmaz oldu. Üç ayaklı kaldılar. Tabiî o halleriyle de sokakta yaşayamazlardı. Zaten sağlam olanlar bile ölüp ölüp gidiyor.

Tedavileri yapıldı, iyileştiler, şimdi sağlıklılar ve mutlular evde…

Bu kızımızın da sağ ön ayağının uç kısmı işlevsizdi, basamıyordu o ayağı. Onu da aldık mecburen. Veterinere götürdük, bizim de tahmin ettiğimiz gibi, o bacağının alt kısmının bir yere sıkışıp uzun süre kalması sonucunda sinirlerinin ölmüş olduğunu öğrendik. Yapılabilecek bir şey yokmuş… O da üç ayağıyla evimizde mutlu bir yaşam sürüyor…

Aşağıda görülen, iştahla balık yiyen kara kız bebek de, otobüs durağı arkasında yine şimdilik taşlaşmamış bir bahçede yaşayan kedi kolonisinin bir yavrusuydu. Baktım ki bir gün, hiçbir şey yiyemiyor, kokluyor ama yiyemiyor verdiğim yiyeceği. Yaklaşınca ağır bir koku geldiğini hissettim. Sırtını sıvazladım elimle, çok zayıftı. Omurları tek tek seçilebiliyordu sırtında. Ölüme gidiyordu, yavaş yavaş. Geceydi vakit. Orada bulduğum bir mukavva kutunun içine koyup getirdim eve. Ağır bir sindirim sistemi enfeksiyonu geçiriyordu. Hemen antibiyotikle birlikte bağırsak düzenleyici ilaçlarla tedaviye başladık. İyiye dönüp yemeye başladı. Bir süre sonra da bütünüyle sağlığına kavuştu. Semizleşti şimdi. İştahı ve mutluluğu yerinde… Gece yastığımın üstünde yatar. Sırtını veya başını mutlaka sırtıma yaslar. Böylesine sevgi verir, şükran sunar bize…

Bu aşağıda görülen yavru kara kız da apartman çevresinde baktığımız aileden biriydi. O da hastalandı, yemekten kesildi. Mecburen onu da alıp getirdik eve, tedavi ettik uygun ilaçlarla. İyileşti o da şimdi. Yaramaz bir sevimli oldu. Koşup oynar evde.

Fakat, her zaman böyle mutlu sonlar olmuyor…

İşte bugün evimizde doğup yedinci yaşını yaşıyor olan bir oğlumuz ölüp gitti…

Bir ay kadar önce idrarını yapamadığını gördük. Hemen veterinerimize götürdük. İdrar yolları iltihabı teşhisi koydu. Antibiyotik iğne ve idrar yolları antiseptiği şurup verdi. Mesanede eğer kum, taş gibi maddeler oluşmuşsa, onların çözülüp atılmasını sağlayan özel kuru mama verdi. Düzelmişti…

Geçen Cumartesi, yine idrar yaparken sıkıntı çektiğini gördük. Pazar günü de baktık ki idrar yapamaz hale gelmiş, hemen alıp veterinerimize götürdü, Eşim Sultan.

Yeni ilaçlarla birlikte sonda taktı veterinerimiz. Tabiî onu çıkarmaması için de boyunluk taktı. Mesanesinde kumlar iltihaplı yara yapmış olabilir, dedi.

Getirdik ama bir şey yiyemez oldu. Sudan başka hiçbir şey ağzına koymadı. Ağrı ve acı da çekiyordu. Bunun için de ağrı kesici ilaçlar vermişti veterinerimiz. Onlarla sakinleştirebiliyorduk. Kilosu filan da yerindeydi. Cumartesi günü bile tam beş buçuk kiloydu.

Giderek kötüleşti. Dün gece de sabaha karşı eşimin kucağında son nefesini verdi…

Sanırım, başka bir sorunu vardı. FİV’den ya da Corona Virüsünden kaynaklanan bir sorun… İdrar yollarında oluşan probleme de o yol açtı, gibi geliyor bana…

Aşağıda resmini gördüğümüz kızımız da doğumundan itibaren sokakta beslediğimiz hayvanlardandı. Hastalandı. Durgunlaştı, yiyemez oldu, alıp eve getirdik, tedaviye başladık.

İyileşti. Evdeki yaşıtlarıyla, hatta büyükleriyle koşup oynamaya başladı. Fakat on gün kadar önce yeniden hastalandı. Bütün tedavi çabamız iyileştirmeye yetmedi. Şimdi özel yiyeceklerden çok az yiyor. Hareketleri ağır, yavaş ve sendelemeli. Sanıyorum, onun da sinir sistemini tutmuş durumda şu anda, FİV denen lanet, başbelası virüs…

İstanbul kedilerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi bizim baktıklarımız da ne yazık ki bu virüsle enfekte olmuş durumda. Bazılarında dirençleri sağlam olduğu için atağa geçip hastalık yapamıyor. Ama atağa geçince de durdurulması neredeyse imkânsız gibi…

Oldukça dik bir yokuştan oluşan sokağımızın orta kısmında hasbelkader boş kalmış bir arsada, otlar ve çalılar arasında yaşayan bir anneyle üç yavrusu vardı, baktığımız. Her gün salamla doyururdum, günde bir sefer bu aileyi. Yavrular büyüdü, çok güzel kediler oldu. Anneleri de ürkek, korkak, çok güzel bir kızdı. Vişne çürüğü renginde…

20 günden bu yana hiçbirini göremiyorum. Bu, hayra alamet değil tabiî ki. Anneleri bir iki yıldır hep sokağımızdaydı, görürdüm. Başka bir yere gitmezdi. Şimdi yavrularıyla birlikte yok oldu oradan. Aklıma kötü şeyler geliyor hep. Çevredeki hayvan düşmanlarının biri acep zehirlemiş olabilir mi, diye de düşündüğüm oluyor…

Yine bu hayvanların olduğu yerden 100 metre kadar aşağıda bulunan yerde ise, bir anne, dört yavrusu yaşamaktaydı. Apartmanın alt katındaki, vicdan sahibi bir aile yiyecek veriyormuş bunlara. O sahip çıkınca diğerleri de kovalayamaz olmuşlar. Onları da besliyorduk, ben eşimle birlikte.

Eşim bir keresinde yemek verirken, katlardan birindeki bir kadın; “Orada yiyecek vermeseniz, koku yapıyor diye şikayetçi olan komşularımız var.”, demiş. Eşim de, “Ben doğranmış salam veriyorum bunlara. Onu da beş dakika içinde silip süpürüyorlar. Hiçbir iz kalmıyor ki verdiklerimden, koku yapsın”, diye karşılık vermiş.

Bunun üzerine, kendisi üst katlarda oturduğu için; “Ben değil de aşağıda oturan bir komşu şikayetçi olmuştu bunlardan.”, demiş.

O yavrular da büyüyük pırıl pırıl tüylere ve güzel renkli camlar gibi çekici, ışıltılı gözlere sahip kediler oldular. Fakat, bu yavrulardan biri, koyu kenevir olanı, bir haftadan beri hiç görünmüyor. Muhakkak ki başına bir şey geldi. Ya bir araba ezdi, ya biri yakalayıp attı başka bir yere, ya da öldürdü…

Çok zayıf olmakla birlikte iyimser bir olasılıksa, hayvansever birisi yakalayıp evine götürdü.

Tabiî bu kayıplar, bebeliğinden itibaren besleyip büyüttüğümüz, bizlere güvenen, bizleri görünce koşup gelen ve bakımımıza mırlamalarla teşekkür eden bizleri son derece üzmektedir. Ama neylersiniz…

Sevmeye karar verip başladıysanız, acılarla karşılaşmayı da peşinen kabul etmişsiniz demektir…

Hayatın kanunu bu. Ya da sevmenin kanunu… Elden ne gelir?..

Davayla ilgili olarak da acı tatlı, kuyruklu torunlarımıza dair bu hikayeleri anlatmış olalım. Umarız, zamanınızın boşa gitmesine sebep olmamışızdır, başınızı ağrıtmamışızdır…

Sağlıcakla kalın…

16 Ocak 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

*********************************

 

Kurtuluş Partili Hukukçuların sonuçlanan davayla ilgili açıklaması

Hayvanseverliğe Hakaret Edenler Cezasını Buldu!

Genel Başkan’ımız Nurullah (Ankut) Efe ve eşi Hacer (Ankut) Efe’nin militan düzeydeki hayvanseverliği tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir artık. Öyle ki emekli maaşlarının büyük bir bölümünü sokak hayvanlarına ayırmakta; evlerinde ve sokakta baktıkları hayvanlardan birini kaybettiklerinde toprağa verirken gözyaşlarına boğulacak kadar yürekten gelen bir sevgiyle sevmektedirler hayvanları.

Ancak onların bu sevgi dolu yüreklerini görmeyen, anlamayan ve vicdanları teşekkül etmemiş komşuları sokaktaki hayvanları taşlamakta, Genel Başkan’ımıza ve eşine hakaret etmektedirler.

İşte bugün bu “komşularından” birinin Hacer Ankut’a hakaret etmesi nedeni ile Hacer Ankut’un müşteki olduğu dava Anadolu 66. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü ve karara bağlandı. Davada Hacer Efe’ye hakaret eden sanık “komşu”ya 3.600,00 TL. para cezası verildi ve duruşmalara katılmadığı için hakkında yakalama kararı verilerek ifadesi alındığı için cezasında iyi hal indirimi yapılmadı. Sonuçta ise Sanık hakkında daha önce sabıkası olmadığı için Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kararı verildi.

Ülkemizde ne yazık ki hayvan hakları konusunda kanunlar çok yetersizdir. Hayvana tecavüz eden, işkence yapan “insan” görünümlü yaratıklar para cezaları ile kurtulmaktadır çoğu zaman. Oysa hayvana bunu yapan insana çok rahat yapabilir. Yapılan araştırmalar seri katillerin, cezaevlerinde yatanların büyük bir bölümünün çocukken hayvanlara eziyet edenler olduğunu kanıtlamıştır. Bizce hayvanseverlere eziyet edenlerin de bunlardan bir farkları yoktur. Bu nedenle cüzi miktarda da olsa hayvan düşmanlarına böyle bir cezanın verilmesi olumludur. Bu tür cezaların artırılması doğanın önemli bir parçası olan hayvanların; çürüyüp gittiğimiz bu şekilsiz, plansız beton yığınları arasında yok olmasına onlara bakan insanlar sayesinde engel olacaktır.

Ne güzel söylemiş İlkel Komünal Toplum İnsanı olan Amerikan Yerlileri: “Herşey aynı nefesten alır; Hayvanlar, insanlar, ağaçlar… Tüm hayvanlar gitse, insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur; İnsanlar yalnızlıktan ölür.” 16.01.2018

Halkçı Hukukçular

 

Print Friendly, PDF & Email