NATO bu kardeşlerin zihnini boşaltmış be yahu!
Bunlarda ne akıl bırakmış, ne feraset, ne bilim, ne bilinç, ne öngörü…
Zaten de bu sebepten dolayı değil mi, ciğeri beş para etmez, tavşan kadar yürek taşımaz, sıfır numara ABD uşaklarının; bir CIA Projesi olan “Ergenekon Davası” adlı operasyonla bunların tamamını elsiz ayaksız teslim alıp geçip gidişi…
Bir teki olsun yiğitçe, mertçe, Mustafa Kemal’in Subayına yakışır bir tepki koyamadı ortaya…
Kasap eline düşmüş zavallı kurbanlık koçlar gibi sessiz sedasız teslim oldular hainlere, satılmışlara…
Ondan sonra da lafa gelince konuşurlar: Biz Mustafa Kemal’in Askeriyiz diye…
Hadi be!
Ne askeri olacaksınız siz Mustafa Kemal’in…
Zerre miktarda olsun anlayabilmiş misiniz hiç, o dahi komutanı?..
O komutan ki, Çanakkale’de Yedi Düveli dize getirmiş bir komutandır. Bununla kalmamış; Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda bir kez daha hezimete uğratmış bunları. Yani Yunan ve Ermeni maskeli emperyalist çakalları…
Aşağıdaki sözlerin sahibi, güya bunların en akıldaneleri. Kendince de Ergenekon Operasyonu’na tepki koyanı…
Deniz Kuvvetleri Komutanı olacakken, her biri birer CIA Operasyonu olan bu Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy vb. davaları protesto etmek amacıyla istifa eden Emekli Oramiral Nusret Güner…
Aşağıdaki twitleri işte bu sözde amiral atıyor:
“Avrupa, beklendiği gibi ABD’den yana tavır almış durumdadır. Zaten NATO; ABD+Kanada’ya ilave olarak Avrupa ülkelerinden meydana gelmiştir.
“Konu, Türkiye NATO’dan çıksın mı, çıkmasın mı noktasına gelmiş durumdadır. Çok güçlü iseniz, bağımsız olmanız daha kolaydır. 2. Dünya Savaşı öncesi ABD içine kapanarak bunu denedi. Emperyalist Ülkeler bile, içine kapanarak, Bağımsız olayım diyemiyor; çünkü kendi Halkının refahını artırmak için sömüreceği ülkelere ihtiyaç duyuyor. Güvenlik ve Ekonomi yönünden kendi kendinize yeterli iseniz, içinize kapanabilirsiniz, Bağımsızım diyebilirsiniz. Aksi takdirde, özellikle bir Güvenlik Şemsiyesine ihtiyaç duyarsınız. Yani NATO’dan çıkalım diyenler, hangi Şemsiyeye girebileceklerini de söylemeliler: Rusya, Çin vb.
“Onun için bazı gizli maksadı olanlar, hep ‘Bağımsız Türkiye-NATO’dan çıkalım’ derler, Rusya, Çin vb. ile birlikte olalım demeyi telaffuz etmezler. Evet. Türkiye, Batıdan büyük kötülük görmüştür, ama bu AKP iktidarından çok evvelden beri vardır. Türkiye, Batıya rağmen, Batı ile birlikte olmayı tercih etmiştir. Türkiye’nin yarım yamalak da olsa, tek söz sahibi olduğu teşkilat NATO’dur.
“Türkiye, hayır dediği hiçbir şeyi NATO yapamaz. Tabii yapmak istiyorlarsa, ABD olarak, İngiltere olarak, Almanya olarak yapabilirler. NATO’dan çıkan bir Türkiye, onların işlerini daha da kolaylaştırır.
“Şimdi neyi yapamıyoruz da, NATO’dan çıktığımızda yapabileceğiz?
“Batının yaptığı en büyük hata, M. K. Atatürk’ün yönünü Batıya çevirmiş olduğuna inanmamış olmasıdır. Onu takip edenleri ulusalcı diye değerlendirmiş; BOP’da planladığı bölgenin şekillendirmesinde ulusalcıların yerine Ilımlı İslam gördüğü AKP’in iktidara gelmesini desteklemiştir.
“ABD/NATO kötüdür, daha doğrusu kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları bize kötülük olarak yansımaktadır. Gelinen bu durumda, AKP’nin ve de özellikle AKP’nin tek hakimi RTE’nin sorumluluğu yok mudur?
“Niçin bugüne kadar sürdürülen ilişkiler bozulmuş, 1 çuval incir berbat edilmiştir?” (http://odatv.com/deniz-kuvvetleri-komutani-olacakken-istifa-eden-oramiralden-ezber-bozan-nato-cikisi-1911171200.html)
Ne diyor, Amiral sıfatlı Hafız?
NATO’dan çıkmayalım, kullanılmaya devam edelim…
Alışmış aşağılanmaya. Parababalarının siyasileri gibi bunlar da bir kere yitirmişler onurlarını. Bir türlü bağımsızca, özgürce düşünüp davranmayı beceremiyorlar.
Çağrışım oldu burada, Hayyam’ın altın değerindeki şu dizeleri aklımıza geldi:
Girme şu alçakların hizmetine:
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.
Fakat, neylersiniz; alışmışlar adamlar alçakların hizmetine girmeye. Onsuz edemiyorlar bir türlü. Onsuz bir hayatın var olabileceğini hiç akıl edemiyorlar.
Hafız, bir ara ikrar da ediyor, Türkiye’nin NATO’dan bugüne dek hep kötülük gördüğünü.
Ne diyor?
“Türkiye, Batıdan büyük kötülük görmüştür, ama bu AKP iktidarından çok evvelden beri vardır.
“ABD/NATO kötüdür, daha doğrusu kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları bize kötülük olarak yansımaktadır.”
Yahu, bir hayvan bile kötülük gördüğü yere bir daha gitmez, yaklaşmaz. Sizin zihninizi öylesine boşaltmış ki o alçaklar; ağzı var dili yok o hayvancağızların gerisine düşmüşsünüz.
Diyor ki Hafız:
“Yani NATO’dan çıkalım diyenler, hangi Şemsiyeye girebileceklerini de söylemeliler: Rusya, Çin vb.”
Bre zavallı!
İlla bir şemsiye içinde yaşamaya mecbur musun?
Hiç mi tanımadın Mustafa Kemal’i?
O Askeri Okullarda ne anlattılar size?
Sadece Tören Atatürkçülüğü mü öğrendiğiniz?
Bak, Mustafa Kemal en kara günlerimizde bile, hemen hemen hiç kimsenin herhangi bir umut ışığı göremediği günlerde bile ne demiştir?
“Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Demek ki neymiş?
Millete güvenecekmişsin…
Emperyalist Çakallara değil!
Yine ne demişti Mustafa Kemal?
“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Hâlbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” (Mustafa Kemal Paşa, 6 Mart 1922, TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt:17, s. 6)
Ve başka ne diyordu, Mustafa Kemal?
“Fakat varlığımıza sataşan (tasallut eden) bütün Batı dünyası, Amerika da içinde olduğu halde, tabiatıyla büyük bir kuvvet teşkil ediyor.” (Mustafa Kemal, Aktaran: Fethi Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, s. 46)
Ve devam ediyor Mustafa Kemal, Birinci Kuvayimilliye’nin başlangıcında:
“Efendiler! Biz bu hakkımızı ve bağımsızlığımızı koruyabilmek için hepimizi, ulusumuzu mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusal savaşımı doğru bulan insanlarız.” (Atatürk’ün Bakanlar Kurulu’nun Görev ve Yetkisini Belirten Kanun Teklifi Münasebetiyle 1 Aralık 1921 (1337) tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmadan)
Mustafa Kemal’in bu altın değerindeki sözleri, bizim koftiden NATO Paşaları için hiçbir anlam ifade etmez tabiî.
Ne diyor NATO’cu Hafız yukarıda?
“Türkiye, Batıya rağmen, Batı ile birlikte olmayı tercih etmiştir.”
Hadi be!
O tercihi yapan Türkiye Halkı değil, satılmış, emperyalist işbirlikçisi, Türkiye’nin Parababaları ve siyasileridir. İşte onlar getirip atmıştır Türkiye’yi bugün içine yuvarlandığımız uçurumlara. Sen bunu bile görmekten acizsin, bir de kalkmış akıldaneyi oynuyorsun.
Devam ediyor zırvalamaya Hafız:
“Batının yaptığı en büyük hata, M. K. Atatürk’ün yönünü Batıya çevirmiş olduğuna inanmamış olmasıdır. Onu takip edenleri ulusalcı diye değerlendirmiş; BOP’da planladığı bölgenin şekillendirmesinde ulusalcıların yerine Ilımlı İslam gördüğü AKP’nin iktidara gelmesini desteklemiştir.”
Yukarıdaki cümlelerdeki kafa karışıklığını görebiliyor musunuz?
Eşekler bile acır böylelerine be…
Kendince Batı’ya akıl vermeye de kalkıyor Hafızımız.
A zavallı, senin aklına ihtiyacı mı var Batı’nın?
O kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda, hiç esnemeden ve savrulmadan, dosdoğru ilerliyor. İşte sizin bir türlü görüp kavrayamadığınız da, onun bu yönü. Daha doğrusu, bu özü…
Mustafa Kemal yönünü Batı’ya çevirmiş…
Öyle mi Hafız?
Peki kaynağın ne?
NATO’cu abilerinin sana öğrettikleri, değil mi?
Mustafa Kemal, sadece Sovyetler Birliği’yle sarsılmaz bir ittifak yapmıştır ve dış politikasını bu ittifakın üzerine oturtmuştur.
“Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve samimi en önce teslim ederek bize barışma elini uzatan Rus Şuralar (Sovyetler) Cumhuriyeti ile kardeşçe bağlarımızın sağlamlaştırılması, dış siyasetimizin esasıdır.” (Mustafa Kemal, Aktaran: Fethi Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, s. 46)
Demek ki neymiş arkadaşlar?
Mustafa Kemal, yönünü emperyalist Batı’ya değil, Bolşevik Rusya’ya çevirmiş. Sovyetler Birliği’ne çevirmiş.
İşte bir kaynak daha. Mustafa Kemal’in, ülkemizi o günlerde ziyaret eden General Frunze aracılığıyla Lenin’e gönderdiği mektup…
***
Ankara, 4 Ocak 1922
Değerli Başkanım,
Ankara’da genel bir saygı ve sempati kazanan yoldaş Frunze’nin, ülkemizden ayrılışı vesilesinden istifade ederek, şahsi his ve fikirlerimden başka, gizli olarak, Türk siyaseti konusundaki görüşlerimi ve bilhassa, Türk-Rus münasebetlerini, size, kısaca açıklamak isterim.
Bildiğiniz gibi, Türk ve Rus halkları, yüzyıllarca sürdürülmüş boyunduruk zincirini bir hamlede silkip attıktan sonra, kendi halklarının da bu yolu takip edeceklerinden dolayı büyük korkuya kapılan büyük Batılı emperyalist ve kapitalist kuvvetlerin saldırısına uğradığından, halklarımız arasındaki yakınlık ve anlaşma, kendiliğinden gelişmiştir. Hatırlayacağınız gibi, müşterek umutların ve benzer şartların neticesi olarak ortaya çıkan fikirlerin gelişmesi, hükümetlerimiz arasında resmi münasebetlerin kurulmasına yol açmış ve bilhassa bu münasebetlerde tayin edici bir rol oynamıştır.
Türkler ve Ruslar, tarihleri, yüzyıllarca sürdürülmüş kanlı savaşlarla doldurulduktan sonra, hemen anlaşmış ve uzlaşmışlardır. Bu vaziyet, öteki ulusları şaşkınlığa uğratmıştır. Pek çoğu, dostluğun geçici olduğu ve şartların zoruyla sağlandığı konusunda bir inanca sahip olmuşlardır. Hâlâ da bu inançtadırlar. Fakat, iki halkın hangi şartlarla ve ne ölçüye kadar birbirlerini anlayıp sevdiğini ve eski kavgaların, zalim yöneticilerin kışkırtmaları ile çıkmış olduğunu, son savaşta asker ve subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savaştığını görmüş olanlar, birkaç sene önce oluşan yeni vaziyetin sürekli ve istikrarlı olduğunu kabul etmekte gecikmeyeceklerdir. Çünkü bu vaziyet tabii olandır ve eski istihdafı ayakta tutan suni düşmanlık ise son nefesini vermiştir. Türkiye’nin rejim değiştirmesi, Rusya’da olduğu gibi, sosyal bir devrimle ortaya çıkmış olmayıp, yabancı devletlerin saldırı ve hâkimiyetlerine karşı bir başkaldırma türünde olduğundan, dünya kamuoyunun dikkatini çekmemiştir. Bu başkaldırış, canlı ve gerçek olarak dile getirilmemiştir. Yüzeysel de olsa, ülkemiz hakkında bir bilgiye sahip olanlar, 1918 Mütarekesi’nden, özellikle 16 Mart 1920’den beri alınan yolun çok büyük olduğunu kabul edeceklerdir.
Yüzyıllardan beri her şeyde efendilerine ve saraylılara ve daha sonra oligarşiye bağlı kalan Türk halkı, 1919 yazında girişilen savaşla, kendi kaderinin sahibi olmayı başarmıstır.
Açık konuşuyorum. Erzurum ve arkasından Sivas kongrelerinde bir araya gelen delegeler, halkların kendi kaderlerini tayin hakkını öngören bir hükme varmışlardır. Siz, değerli Başkanım, daha Dünya Savaşı’ndan önce, bu hususu müdafaa etmekteydiniz. Bu kongrelerde kabul edilen kararlarla, İstanbul’un yetersiz ve yeteneksiz ellerdeki iktidarı tasfiye edilecek ve yeni yöneticileri, bizzat milletin kendisi seçecektir. Büyük Millet Meclisi’nde bulunanlar, Türkiye’de yeni bir dönemin başladığını ve Türk halkının artık uzun süreden beri olduğu gibi kendi yöneticilerinin himayesi altında değil, efendisiz yaşayabileceklerini ilan ettiler. 16 Mart 1920 darbesinden sonra 23 Nisan’da Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde toplanan halk temsilcileri, milletin iradesini ve kaderini bağımsız ve hâkim bir varlık olarak tayin etme arzusunu ilan ettiğinde, bu isteğin, bütünüyle gerçekleşmesi milli bir gaye olmuştur.
Şimdi, bütün bunlar gerçekleşiyor. Halk tarafından seçilmiş olan temsilciler, sadece yasama kuvvetini değil, aynı zamanda, yürütme kuvvetini de doğrudan, kendi seçtikleri ve her hareketlerinde onlara hesap verecek vekâletler aracılığıyla ellerinde bulundurmaktadırlar. İstisnai olarak, milletin bağımsızlık ve güvenliğinin söz konusu olduğu fevkalade hallerde, halk temsilcileri, yargı vazifesini İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla yerine getirmektedir. Görüldüğü gibi, bizde iktidarın üç fonksiyonunun ayrılığı mevcut değil. Batı’da kapitalist sistemin bütün milletin üzerindeki efendiliğini güçlendirmek ve bu sınıfın iktidarı istismar etmesi için özenle hazırlanan bu sistem, nefret uyandırmaktadır. Bu bakımdan, biz kapitalist sistemden daha çok, Sovyet sistemine yakınız.
Sosyal alanda da, memleketimizde benzer değişimler olmuştur. Yeni vaziyetimizin ve ekonomik şartların gereği olarak, toplumun, artık istismara baş eğmemek konusundaki kararının neticesi olarak, herhangi bir çaba göstermeksizin, başkalarının emeği ile yaşayan parazitler sınıfı bütünüyle ortadan kalkmamışsa bile, bu sınıfa girenlerin sayısında büyük bir azalma olmuştur. Modern Türkiye’de, imparatorluk döneminin efsanevi zengin sınıfı artık yoktur. Büyük arazi sahiplerinin gelirleri artık düşmüştür. Şimdi, Türkiye’de herkes düzenli çalışmak zorundadır. Sonuç olarak, bugünün Türkiye’sinde atılan adımlar herkes içindir.
Türkiye, Batı Avrupa’ya olduğundan çok, bir bakıma Rusya’ya, özellikle son birkaç ayın Rusya’sına daha yakındır. Sonra, memleketlerimiz arasında bir başka mühim benzerlik, bizim, kapitalist ve emperyalist düzene karşı savaşmamızdır. Kapitalizm Türkiye’de, Avrupa’da ve eski Rusya’da olduğundan daha zayıf gelişti. Fakat vaziyet, büyük teşebbüslerdeki hemen bütün kapitalin yabancılar tarafından yatırılmış olmasıyla şiddetlenmiştir. Halkımızın istismarını kolaylaştırmak için kurulmuş olan kapitülasyon sistemi, gelişmemizi engellemiş ve bizi bu sömürüye tahammül etmeye mahkûm etmistir.
Bu rejimi ortadan kaldırma hedefine sahip bugünkü mücadelemiz her şeyden önce kapitalizme karşı yönelmiştir.
Biz memleketimizi düşman istilasından kurtardıktan sonra, kamusal ehemmiyet taşıyan büyük işletmeleri devlet eliyle yönetme niyetindeyiz. Böylece gelecekte büyük kapitalist sınıfların efendiliğinin ülkede hâkim olmasının önüne geçmiş oluruz. Türkiye’nin büyük devletler ve onların uyduları tarafından hâlâ açık veya kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün mazlum milletlere kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır.
Bütün bunlar, Türkiye’nin bütün müesseseleriyle ve bugünkü hükümetiyle sadece Sovyet Rusya’da güven hissi yaratabileceğini, Batı’nın ise, bize düşman gözüyle bakmasını gerektireceği gerçeğini ortaya koyar.
Milletlerarası siyaset alanında Türk-Fransız anlaşması, Rus-ingiliz ticaret anlaşması gibi, şartların zoruyla vücut bulmuştur. Bu anlaşma, gelecekte imzalayabileceğimiz anlaşmalar gibi, ideallerimizden vazgeçtiğimiz anlamını taşımaz. Sizi kesin surette temin ederim ki, her halükârda Büyük Millet Meclisi’nin Türkiye’si bugüne kadar Sovyet Rusya’ya karşı takip ettiği siyasetten vazgeçmeyecektir ve bu konuya dair yayılmış bütün söylentilerin hepsi yalandır.
Yine aynı şekilde sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşma yapmayacağız ve hiçbir koalisyona girmeyeceğiz. Son zamanlarda meydana gelen aramızdaki bütün yanlış anlaşılmalar, her şeyden önce Ankara-Moskova arasındaki yazışmaların oldukça yavaş olmasından kaynaklanmaktadır.
Değerli Başkanım, bu içten açıklamaların iki halkımız ve hükümetimiz arasındaki dostane ve kardeşçe münasebetleri daha da kuvvetlendireceği ümidiyle samimi kardeşlik hislerimi kabul etmenizi dilerim.
Mustafa Kemal (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.12, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 209-211.)
***
Mustafa Kemal’in bu açık ve net ifadeleri, anlayışı, NATO Paşalarına hiçbir şey ifade etmemekle kalmaz; onlara küfür gibi gelir. Çünkü onlar alıştırılmıştır bir kez, sinekler gibi pislik üzerine konmaya ve orada yaşamaya. Ya da, alçakların emir ve komutası altında askercilik oynamaya…
Emekli akıldane NATO Paşası, “NATO’dan çıkarsak hangi şemsiye altında yaşayacağız?”, diyor değil mi?
O, illa da bir koruyucu şemsiye altına sığınalım, diyor. Alıştırılmış buna…
Bağımsız yaşamanın onuru öğretilmemiş bu zavallılara. Kendi gücüne güvenmek nedir, bilmiyorlar…
Tabiî bunları bilmeyen, Mustafa Kemal’in Türk Milletine bıraktığı şu yüce ülküyü de hiç bilmez, bin kere karşısında okusanız da ondan hiçbir şey anlamaz.
Daha önce de birkaç kez aktarmıştık, Mustafa Kemal’in bu altın değerinde vasiyetini ve bize bıraktığı ülküyü. Tekrardan bir zarar gelmez. Tersine, tekrar sayısı öğrenme psikolojisinde öğrenmeyi olumlu yönde etkiler, diye bir kural vardır. Ve de yerindedir, doğrudur. Bu sebeple, bir kez daha tekrarlayalım, Mustafa Kemal’in bu vasiyetini:
“Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun yönetiminde, dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan dil bakımından, gelenek görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım, dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda. Tıpkı bir vücut gibi. Kederde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli.” (http://kurtuluspartisi.org/2017/09/11/2-7/)
Demek ki, şu anda yönümüzü döneceğimiz gerçek, burasıymış, arkadaşlar.
Sovyetler çözülmüş, çökmüş, dağılmış. O zaman yapmamız gereken, Asya’daki bu kardeşlerimizle birleşmek. Önümüze bu hedefi koyarak bütün gücümüzle ilerlemek…
Peki bu hedefimizi NATO, ki Amerika demektir aslında, bilmekte midir?
Adı gibi hem de…
Mustafa Kemal’in bu vasiyetini NATO Paşaları bilmez. Ama emperyalist çakal ABD ve onun NATO’su bilir. Bakın, bizim bu hedefimize varmamızı engellemek için nasıl İblisçe planlar yapıyor. Hem de tâ 1960’lı yıllarda:
“Batının Türkiye ve Türk dünyasına uyguladığı politikanın özünü, içyüzünü ve bu politikanın ne kadar yıkıcı olduğunu anlamak için en gizli, Vagram dereceli bir NATO belgesine bakmak yeterlidir. 1961 yılında, günümüzden 45 yıl önce, Washington’daki NATO karargâhında, yüksek rütbeli bir Türk subayının ele geçirdiği en gizliden (Cosmic Top Secret) daha yüksek gizlilik derecesine sahip (Vagram) bir dosyada, Sovyetler Birliği’nin dağılacağı, Orta Asya’da 5 ya da 6 Türk Cumhuriyeti kurulacağı, 30 yıl öncesinden görülerek, kurulacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye’yle ilgili politika şu şekilde belirlenmiştir.”
“Bunu Ali Tayyar Önder söylüyor, “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabında. Şimdi o belgeyi aktarıyor, NATO belgesini, o çok gizli NATO belgesini. Şöyle deniyor:
“Türk devletlerinin işgal edecekleri coğrafya, stratejik yönden çok değerli. (E tabiî kaynaklar bakımında çok zengindir. – N. Ankut) Bu devletler batıdaki Türkiye Cumhuriyetiyle birleşirse o zaman ortaya Hitler Almanyası veya Stalin Rusyası’ndan daha tehlikeli bir kuvvet Batılıların karşısına çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı, Türkiye’nin lider devlet olmasını engellemek için, siyasi ve ekonomik bütün tedbirler alınmalıdır.” (http://kurtuluspartisi.org/2015/03/20/ey-donme-ataturkcu-hem-ataturkte-birlestik-diye-kursulerde-ekranlarda-her-gun-nutuklar-atacaksin-hem-de-mustafa-kemalin-bu-millete-kusaktan-kusaga-aktarilmasi-ic/)
Emperyalist Haydudun NATO Belgesi, onların Türkiye hakkındaki İblisçe planını açık ve kesin biçimde ortaya koymaktadır, değil mi arkadaşlar?
NATO, işte böylesine düşmandır. Onun ardındaki emperyalist haydut devletler, öylesine azgın bir kin ve nefretle düşmandır Türkiye’ye.
Ve işte bu sebepten, Ege’de Muavenet Savaş Gemimizi vurmuşlar ve 5 Türk Askerini şehit etmişlerdir.
Yurtsever ve Mustafa Kemalci Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’yı, işte böylesi hainane ve aşağılık bir niyet taşıdıkları için, uçağını düşürerek şehit etmişlerdir.
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de 11 Türk Subayını, başına çuval geçirerek, dersdest etmişler, küfür ve tekmeler eşliğinde karargâhlarından alıp götürmüşlerdir.
Ne yazık ki bu aşağılık saldırılar karşısında bir tepki ortaya koyamamıştır, Türk Genelkurmayı da. Siyasiler zaten koyamazdı, çünkü onlar tümden ABD devşirmesi ve ABD hizmetkârıdır.
Ve “Ergenekon Davası” adlı CIA Operasyonu da, işte onların böylesi bir niyet taşımaları sonucudur.
Ve en son 15 Temmuz 2016’daki, Pensilvanyalı İmam’la Kaçak Saraylı İmam’ın Ganimet Paylaşım Savaşı yine ABD ve AB Haydutlarının Türk Milletine karşı böylesi bir niyet taşımaları sonucu olmuştur. Çünkü İki Hain Gayrimeşru Gücün o Paylaşım Savaşı’nı da baştan sona ABD yönetmiştir, CIA yönetmiştir, Pentagon yönetmiştir.
Şu an, adım adım, günbegün, istikrarlı bir şekilde bir Ortaçağcı Din Devletine giden Kaçak Saraylı Reis ve onun AKP’giller’ini de, Meclisteki diğer Üç Amerikancı Burjuva Partisini de ABD yönetmektedir, ABD oynatmaktadır.
Hal böyle iken, hâlâ NATO’da kalmayı savunmak, zavallılığın da ötesindedir. Ve artık onu anlatmaya kelimeler bile yetersiz kalmaktadır.
Demek ki arkadaşlar; emperyalistler bizim hakkımızda ne düşünüyorsa, biz onun tam tersini yapmalıyız. Ülkemizin, halkımızın ve vatanımızın çıkarı, kurtuluşu bunu emretmektedir bize.
İşte biz, Gerçek Devrimciler olarak, yıllardan bu yana bu hedefe varmak için savaşmaktayız.
Bu neyi gösterir aynı zamanda?
Mustafa Kemal’in de tek gerçek ve meşru mirasçısının biz olduğunu gösterir.
Yukarıda da defalarca belirttiğimiz gibi, NATO ne yazık ki Paşalarımızın ruhlarıyla birlikte zihinlerini de imha etmiştir. Onları sağlıklı düşünemez ve davranamaz hallere düşürmüştür.
İşte gördünüz, en akıldane ve uyanık geçineni bile hâlâ “NATO’da kalalım” diye kendince çabalayıp durmaktadır…
Burada bir çağrışım daha oldu:
Ünlü eseri Mesnevi’sinde ne der Mevlana?
“Bok böceği, gül bahçesinin kokusunu ne bilsin…”
Emperyalistler, Mustafa Kemal’in deyişiyle, “Geldikleri gibi gidecekler!”.
NATO’larıyla, üsleriyle, füzeleriyle, işbirlikçi, hain siyasileriyle, ajan profesörleriyle ve bilumumu satılmış hizmetkârlarıyla birlikte…
Kimsenin kuşkusu olmasın bundan…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
20 Kasım 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı