Tayyipgiller’in yarattığı Tragedyaya ilk andan beri müdahil olarak, hedef alınan-kurban seçilen vatansever emekli Amirallerimizi korumaya ve onları ayakta tutmaya çalıştık. Fakat buna güç yetiremedik.
Sonunda ABD yapımı Tayyipgiller, Amirallerimizi oyuna getirdi. Sabahın altısındaki ev baskınlarıyla, ev aramalarıyla, telefon ve bilgisayarlarına imajlarını vermeksizin el koymalarla, tüm takım taklavatlarıyla koro halinde kopardıkları “Darbe” yaygaralarıyla ve de sekiz gün boyunca Polisin TEM hücrelerinde tutsak etmeleriyle dirençlerini kırdı. Yıldırıp korkuttu ve dağıttı…
Sonrasındaysa diz çöktürüp teslim aldı, Vatansever emekli Amirallerimizi…
Ne yapmıştı Amiraller?
Sadece şunu: Anayasal bir hak olan düşünce beyanlarıyla vatansever reflekslerini sergilemişler, Lozan’a, Montrö’ye ve Laikliğe sahip çıkmışlar. Bunlardan vazgeçmenin Türkiye’yi, vatanımızı milletimizi felakete sürükleyeceğini söylemişler. Bu, her vatansever Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının yapması gereken bir davranıştır…
Bakın, Tayyipgiller bile yaptıkları sahte anayasadan şu demokratik hakkı çıkaramamışlardır.
Anayasa Madde 26:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da fikir vermek serbestliğini de kapsar.”
Amirallerimizin yaptığı da neymiş?
Aynen bu… Bu anayasal hakkın kullanılması… Hepsi bu…
Bunu yaptı, anayasal hakkını kullandı diye emekli 104 Amiralimizi suçlamak, hem de “Yahudi Cesaret Madalyalı” Tayyip’in yaptığı “Buram buram darbe kokuyor” diye suçlamak; ancak faşist bir zihniyetin sonucudur… Hep söyleyegeldiğimiz gibi Tayyip ve avanesi Faşist Din Devleti kurma çabasındadır…
Boynukalın’ından Cübbeli’sine, Menzilcisinden İsmailağacısına-İskenderpaşacısına, Şentop’undan İ. Kahraman’ına, Milyar Ali’sinden Hulusi’sine kadar hepsinin anlayışı, inanışı ve uğraşı budur…
Öyle olunca da Kuvayimilliye’yi, Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş’u, Mustafa Kemal ve İ. İnönü Geleneğiyle Laik Cumhuriyet’i savunmak, bu Ortaçağcı ABD piyonları gözünde en affedilmez suçtur…
Bu suçu işlediklerini varsaydıkları Emekli Amirallerimizin üzerine anında polislerini salıp, onların önde gelenlerini şafak baskınlarıyla yakalayıp Ankara TEM hücrelerine tıkmışlardır… Sonrasında da Nemrut Mustafa Divanı’nın Mutant 2021 versiyonunun önüne atmışlardır. Bu mutant divan, Kaçak Saray’dan emir üzre, Amirallerimizin Duyurusunda “Ağır suç emaresi” görüp hem onları sorgusuz sualsiz sekiz gün hücrede tutmuş hem de haklarında TCK 316/1’den suçlamada bulunup dava açmıştır. Bu madde üç ila on yıl arası hapis cezası öngörmektedir kurbanları için…
Bu arada Amirallerimizin, Tayyip ve Hulusi’nin emri üzerine, anında yakın koruma ve lojmanda oturanların lojmanları ellerinden alınmış ve de Orduevlerine girişleri yasaklanmıştır… Rütbelerinin sökülmesi ve maaşlarına el konulması için de nasıl bir kılıf uydurabiliriz araştırmasının içine girmişlerdir. Mevcut statüye göre bu son iki işlemin yapılabilmesi için hedef kişilerin yargı kararıyla kesin biçimde mahkum edilmiş olması gerekmektedir.
Haklarında daha hiçbir “yargı maskeli hüküm” bile oluşmadan bu cezalara çarptırılmıştır Amirallerimiz…
Bilindiği gibi biz elli yılı aşkın bir süreden beri hep söylüyoruz ki, bu insanlık düşmanı sömürgen, asalak Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfında ve onun her boy ve soydan temsilcisinde vicdan merhamet, hak adalet, ahlâk, hakkaniyet ve insaniyet gibi değerlerin bir teki bile bulunmaz…
Asla kanun manun tanımaz-bilmez bunlar. Sadece azgın sömürü, vurgun ve talanlarına odaklıdırlar. Bu Firavun saltanatlarına karşı çıkanları da anında yok etmek isterler…
İşte yaşanan son trajedide de olan budur. Tanık olunan budur…
Tayyipgiller’i oluşturan tüm elemanlar acımasızlıkta, kanunsuzlukta ve yolsuzlukta, Kamu Malı Hırsızlığında birbirleriyle her an yarış halindedirler…
Onları, altı bin yıllık bu Antika Sınıf Temelleriyle birlikte görmezsek, hiç görememiş, tanıyamamış, anlayamamış oluruz.
Tarihte bilinen bütün Medeniyetleri batıran ve batan o Medeniyetlerin Kutsal Kitaplara bile girmesine sebep olan hep bu sömürgen, hayâsız, izansız insanlık düşmanı sınıfın iktidarları sinsice ele geçirip, vurgun ve talanını azgınlaştırmasıdır…
Osmanlı’yı da yıkan, bu asalak sınıfın dizginsiz sömürü ve talan hırsının, üretmen köylülüğümüzü, onun Dirliğini düzenini tarumar ederek, onu haraca bağlayıp nefessiz bırakmasıdır…
Bu Allahsız Kitapsız, yalnız Para Tanrısı’na tapan sosyal sınıf için yegâne Cennet, iktidarını İblisçe yollarla ele geçirdikleri ülkedir… İktidarlarını kaybetmeyi, Cehennemin en derin kuyusuna yuvarlanmak sayarlar. Bu sebeple de iktidarlarına delicesine sarılırlar… Tabiî her türlü yeniliğe de en azgın biçimiyle karşı olurlar…
Özetçe; toplumu tüm kurum ve insanlarıyla birlikte çürütürler… Ahlâkın da, hukukun da, vicdanın da yıkıcısıdırlar… Akıl ve idraki de yok ederler, yarattıkları zihin hasarıyla…
Tayyipgiller de bunu yapmaktadır, iktidarlarının ilk gününden beri çok yoğun bir şekilde. 1950 sonrası iktidara gelen tüm sağ partiler de aynı şeyi yapmıştır. Fakat Tayyipgiller’inkinin yoğunluğu çok daha fazladır…
Dikkat edersek; Birinci Kuvayimilliye sonrası ülkenin üzerine yarım hatta çeyrek de olsa düşürülmeye çalışılan Aydınlanma Işığını söndürmeye, yok etmeye çabalamaktadır Tayyipgiller…
Sürekli, kayıtsız şartsız egemen sosyal sınıf oldukları Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağının özlemi içindedirler… Ortaçağcı ve Ümmetçi oldukları için Ulusa ilişkin hiçbir değer taşımazlar… Ve otomatikman vatana da, Millete-Ulusa da düşmandırlar… Yani Vatansız ve Milletsizdirler…
Lozan’a, Montrö’ye, Laik Cumhuriyet’e uzlaşmaz biçimde düşmanlıkları da buradan kaynaklanmaktadır. Yani cibilliyetleri iktizasıdır-doğaları gereğidir…
Emekli Amirallerimiz; Lozan, Montrö, Laik Cumhuriyet deyince; yedi sülalelerine küfredilmiş gibi öfkelenmeleri, şirazeden çıkmaları, işte onların bu Antika kimliğe sahipliklerinden gelir…
Lozan, Montrö, Laiklik dedin miydi onların Ortaçağcı vurgun ve soygun düzenlerine ve Cennetlerine karşı çıkmış olursun… Onların küplere binip saldırganlaşmaları, bir operasyon silahı haline getirdikleri “Yargı”yı an gecikmeksizin harekete geçirmeleri hep bu yüzdendir…
Neyse, meselenin bu yönü böyledir…
Gelelim Amirallerimize…
Devlet gücü olarak, geniş bir organizasyon içinde savaşmak üzere eğitilmişler ve askerlikleri boyunca da öyle davranmışlardı.
Şimdiyse o yapı içinden atılmakla kalmamışlar, devleti temsil eden ve yönetimimi ele geçiren iktidar onları, hasım-düşman olarak karşısına almıştı…
Ve ömürleri boyunca bir parçası olmakla gurur duydukları TSK tarafından da dışlanmışlardı. Tayyip’in Hulusi’si aynen Tayyip ağzıyla suçluyordu kendilerini.
Hele hele Jandarma Genel Komutanı büyük bir vicdansızlıkla tüm kapıkulları gibi “kraldan fazla kralcılık” ederek, yaptıkları vatanseverlik duyurusunu “edepsizlikle” nitelendirmişti.
Umut bağladıkları Meclisteki muhalefet partilerinin hiçbiri kendilerine arka çıkmamıştı. Üstelik bu Amerikancı Burjuva Muhalefet de kendilerini suçlamaktaydı.
Azgın bir fırtınada gemilerinden okyanusa atılmış ve terk edilmiş gibi bir halde gördüler kendilerini; çaresiz, ümitsiz yapayalnız… Yaşları ileri, bedenleri yorgundu. Yaşlılığın getirdiği türlü hastalıklarla baş etmeye çalışıyorlardı da…
Adına “Ergenekon, Balyoz vb.” dedikleri CIA, FETÖ ve Tayyipgiller eliyle yürütülen CIA operasyonunda da böyle olmuşlardı vatansever silah arkadaşları… İçlerinde o operasyona uğramamış olanlar da vardı…
İşte bütün bunları bildiğimiz için bu vatansever Amirallerimizin imdadına koştuk, zaman yitirmeksizin…
Uğradıkları saldırının niteliğini içerik ve kapsamını anlattık kendilerine…
Türkiye’nin en iyi hukukçularından biri olan YARSAV Kurucu eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’yla bizim-Partimizin Ankaralı Hukukçuları, Ankara TEM’de ziyaret ettiler Amiralleri.
Onlara bu tür davalarda izlenen yolu, alınması gereken tutumu anlattılar: Kendilerinin yerden göğe kadar haklı olduklarını, Duyuru ya da Bildirilerinin anayasal bir hakkın kullanılmasından ibaret olduğunu ve her namuslu vatandaşın da aynı anlayış içinde olması gerektiğini söylediler…
Suçlu olanın kendileri değil, Tayyipgiller ve Kaçak Saray memurları haline getirdiği “Yargı Mensubu” maskeli kişiler olduğunu, onların anayasal bir suç işlediğini ve görevi kötüye kullandığını, böyle yaparak da kendilerine karşı zulüm uyguladığını anlattık. Daha doğrusu anlattı hukukçu Yoldaşlarımız ve Ömer Faruk Bey…
Poliste ifade vermemelerini, doğrudan savcılıkta ve hâkimlikte ifade vermelerini önerdiler…
Ortak bir metin hazırlamalarını ve hepsinin aynı metni okumasını önerdiler…
Duyuru metnini o hazırladıydı bu hazırladıydı, ben sadece imza attım gibi askerliğe de insanlığa da yakışmayan; yoldaşlığı, arkadaşlığı, aradaki güven duygusunu berhava eden söylemden kesinlikle uzak durmalarını, metni ortaklaşa kaleme aldık, dolayısıyla da hepimizin ortak ürünüdür bu metin, demelerini söyledik…
Ertesi gün süre uzatılması için Adliyeye getirildiklerinde yine konuştuk kendileriyle. İnancımız gereği hiçbir maddi karşılık beklemeksizin kendilerinin müdafiliğini-savunuculuğunu yapabileceğimizi bildirdik.
“Tamam, onur duyarız bu desteğinizden ”, dediler…
Mahkeme salonuna girildi. Tam bu noktada başta Cem Gürdeniz olmak üzere üç ya da dört Amiralin vekâletini almış, onların avukatlığını yapan Binkalıplılar Dergah’ından (Doğu Perinçek şeyhliğindeki PDA Tekkesi’nden) geçmiş Şule Nazlıoğlu Erol devreye girdi. Amirallerle, önlerinde parmak sallayarak tek tek konuştu. Sonrasında da hâkime gidip onunla konuştu. Sanırız Hukukçu Yoldaşlarımızın ve Ömer Faruk Bey’in, Amirallerin avukatları olmadığını, zaten Amirallerin de bizi istemediğini söyledi. Doğu Perinçek tayfasının en iyi bildiği iş olan gammazlık işini başarılı biçimde yaptı.
Hâkim bunun üzerine Amirallere tek tek sordu; bizlerin kendilerinin savunmasını yapmamızı isteyip istemediğini. Hepsi de beş dakika önce verdikleri sözü yutarak, tam tersi yönde istek belirtti. Bizi istemediklerini söyledi. Bunun üzerine hâkim de bizlerin mahkeme salonundan çıkmamızı istedi… Diğer Amirallerin savunmasını üstlenmiş beş altı avukat da ses çıkarmadı bu duruma…
Oysa olması gereken, yüzlerce avukatın Amiralleri savunmasıydı. “Mahkeme Salonu”nun ve adliye koridorlarının bu anlayışa sahip avukatlarca doldurulmasıydı.
Amirallerimizin yiğitçe yapılan bir savunmayla kendilerine kurulan bu kumpası boş düşürmesiydi. Tayyipgiller’in her zaman yapıp alışkanlık haline getirdikleri Anayasa ihlallerinin kanunsuzluklarının, yüzlerine vurularak, yapılan hayâsızca saldırının püskürtülmesiydi.
Amirallerse tam tersi bir yol seçtiler, provokatör avukatlarının da kendilerini yanlış yönlendirmesiyle…
Teslimiyeti seçip, Tayyipgiller’in hiç olmayan insaf ve merhametine sığınmayı tercih ettiler…
Acizlik, güçsüzlük ve merhamet dilenen ifadeler verdiler…
Ve kendilerini kurtaracak, onlara uzatılan biricik gerçek dost elini ittiler. Böylece de düşürülmüş oldukları kumpastan tek çıkış yolunu izlemeyi reddetmiş oldular…
Vuruşmayı değil teslimiyeti seçtiler… Böylece de saldırıdan hafif yaralar alarak kurtulabilmeyi umut ettiler…
Mustafa Kemal’in askerlerine yakışan bir tutum değildi bu, İzmir’in işgal günlerindeki “Ali Nadir Paşa” tutumuydu… Sonuçta utanç vericiydi…
Karar Duruşmasından bir gün önce ise Hukukçu Yoldaşlarımız ve Ömer Faruk Bey arkadaşımız son bir kez daha uyarıda bulunmak ve izlemekte oldukları yolun kendilerini felakete götürdüğünü göstermek için Ankara TEM’e gitti. Bu kez de S. Soylu’nun TEM polisleri “iş yoğunluklarını” gerekçe yaparak, kanunsuz bir şekilde bizim görüşme isteğimizi geri çevirdiler. Görüştürmediler…
Ertesi gün de -gözaltına alınışlarının sekizinci günüydü- Amirallerimiz, “Savcılık” ifadesine, ardından da duruşmaya götürüldüler…
İfadeleri, polisteki ifadeler gibi berbattı. Korku, acizlik ve acındırma yüklüydü. Üstelik de birbirlerini gammazlama noktasına bile itilmişler, panikleri yüzünden. Bildiri-Duyurunun hazırlanması konusunda; acınacak, zavallıca durumlar sergilediler. Ben hazırlamadım, imzaladım, yani geçiyordum uğradım gibisinden utanç verici durumlar içeren tavırlar sergilediler…
Uzatmayalım bu tablo acıdır… Üzüntü verir vatanseverlere…
Tayyipgiller’in yukarı kesiminden buyruk üzerine 14 amiral “adli kontrol” şartıyla serbest bırakıldı…
Tabiî ki haklarında açılmış bulunan TCK 316/1’den dava sürdürülecektir…
Amirallerimizin bir kısmı evinden çıkamayacak, bir kısmı mahallesinden çıkamayacak, bir kısmı da yaşadığı şehirden çıkamayacak. Tamamı da yurt dışına çıkamayacak…
Belirlenen periyotla da polise gidip selam çakacak ve imza verecek…
Bir de şu görüntüler acı vericiydi: S. Soylu’nun TEM polisleri, amirallerimizi, hırsızlık büronun, komşunun kümesini patlatarak tavukları çalan kenar mahalle lümpenlerini taşıdığı gibi koltuklayarak götürüp getirdiler adliyeye…
Hırsızlık Büro memurları haklıdır öyle yapmakta. Çünkü bu kadersiz varoş çocukları idmanlıdır. Çok hızlı koşarlar… Bir boşluk buldular mıydı toz olup izlerini kaybettirirler. Polis artık aylarca hatta yıllarca aramak zorunda kalır onları bulmak için. Biz de çocukluk ve gençlik yıllarımızı böyle mahallelerde geçirdiğimiz için iyi biliriz bu halleri…
Fakat TEM’in Amirallerimize uyguladığı aynı yöntem, düpedüz onları ezmeye, aşağılamaya yönelik bir insafsız ve izansız cezadır…
Hele hele tahliye sonrasında Cem Gürdeniz’in yaptığı bir açıklama var ki onun adına biz kahrolduk…
Şöyle dedi, bilindiği gibi:
“Haklı tarafta, doğru tarafta olmak bunlar önemli. Bu kadar basit bir basın açıklamasından bu aşamaya gelmek de tam anlamıyla bir iletişim kazası. Ama bu kazanın nedenini bizde aramayın. Metin çünkü çok net, iyi niyetle hazırlanmış bir metin ama bu… Yine de hukuk sistemine, adalet sistemine ve polis teşkilatına kendi adıma teşekkür ediyorum.” (https://tr.euronews.com/2021/04/13/montro-sorusturmas-nda-serbest-b-rak-lan-cem-gurdeniz-hakl-tarafta-olmak-onemli)
O “adliye ve polis teşkilatı” ki, sıkı sıkıya artık Kaçak Saray Din Devleti’nin kurumlarıdırlar, seni şafak baskınıyla evinden alıyor, eşyalarına el koyuyor, evini arıyor. Yani uyuşturucu çetelerine Narkotik Polisin yaptığı uygulamayı yapıyor. Sekiz gün hücrede tutuluyorsun keyfî biçimde. Sadece burnunu sürtüp sana ayar çekmek için yaptırıyor sana Tayyip. Ve sen, tavuk hırsızları gibi koltuklanıyorsun, oradan oraya götürülüp getirilirken hakkında hukuksuz, kanunsuz davalar açılıyor, uygulamalar yapılıyor; sen bütün bu olanlardan sonra kalkıp bunu yapanlara “teşekkür ediyor”sun. Yazık…
Olanları da bir “iletişim kazası” olarak değerlendiriyorsun. Tayyipgiller tarikat ve cemaatinin, hakkında yağdırdığı onca hakaret ve küfre ne diyeceksin?
Hiç, değil mi?
Tabiî bu küçülmeyi ileriye dönük hesap yaparak yapıyorsun. Tayyip ve Kaçak Saray’ın Adalet Nazırı bizim bu tutumumuzu görsün de bize acısın, diye yapıyorsun…
Eşinin, çocuklarının yüzüne nasıl bakacaksın? Torunlarına bu diz çöküşü mü miras bırakacaksın?
Neyse… Acıklı ve hüzünlü haller işte…
C. Gürdeniz, tümüyle dağılmamış ve azıcık cesaret toplayabilmiş olsaydı; aslında teşekkür etmesi gereken kesimin, sosyal medyada kendilerine namusluca ve kararlıca sahip çıkan, Mustafa Kemal ve Kuvayimilliye Geleneğine sahip insanların olduğunu anlardı.
Bu arada Tele 1, Halk TV, KRT vb. çok az sayıdaki muhalif TV kanallarında kendilerini sahiplenen insanların da, eğer bir teşekkür edilecekse, onu hak ettiklerini görürdü.
NATO bu askerlere büyük kötülük etmiş… Onların ruhlarını, cesaretlerini ve zihinlerini boşaltmış, köreltmiş…
2008’de başlatılan CIA-FETÖ-Tayyipgiller “Ergenekon, Balyoz” vb. operasyonlarında da böyle davranmıştı bunlar…
Bizim uyarılarımıza uymaya cesaret edemediler. Olayı bir hukuk olayı gibi algılayıp hukuki savunmalar yaptılar. Sonunda da en ağır cezalara çarptırıldılar…
Eğer FETÖ ve Tayyipgiller, elbirliğiyle yıktıkları Laik Cumhuriyet’ten kalan mirasın paylaşım savaşına girişip birbirlerine düşmemiş olsalardı, içlerinde bu askerlerin bir kısmının da bulunduğu kurbanların çoğu ömürlerini zindanlarda geçireceklerdi.
Bu musibetten bile ders çıkaramamış bu Paşalarımız ne yazık ki…
Eğer Paşalarımıza NATO’nun yaptığı, yukarıda andığımız kötülük olmamış olsaydı, Meczup, Sümüklü Feto ile 1500 kişilik koruma ordusunu peşine takmadan sokağa çıkmaya cesaret edemeyen tavşan yürekli Tayyip onları alt edemezdi, onlara bu kumpasları kuramazdı.
Fakat olay burada gelip Cesaret Vatanına dayanıyor… O vatana sahip değilseniz, onu yitirmişseniz, onurunuzu da, maddi vatanınızı da, ideallerinizi de savunamazsınız… “İletişim Kazası” gibisinden zırvalarsınız ve kendinizi acıklı olmakla birlikte utanç verici durumlara da düşürürsünüz…
Amiral kardeşler bu sekiz günlük süreçte Tayyip ve avanesinden AYARI ALDILAR… Önümüz de yaz. Artık torunlarla beraber kumda oynarlar bol bol… D vitamini depolamak Kovit-19’a da iyi geliyor, diyor hekimlerimiz… Yaşları da hesaba katılırsa buna da bedenlerinin ihtiyaç duyduğu kolayca anlaşılabilir…
Vatansever Amirallerimize yapılan bu İblisçe Firavun zulmünün hesabını da gün gelecek, biz Gerçek Devrimciler soracağız.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
14 Nisan 2021
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı