Metin Feyzioğlu, Avukatların Örgütlü Mücadelesi Önündeki Truva Atıdır!

Metin Feyzioğlu, Avukatların Örgütlü Mücadelesi Önündeki Truva Atıdır!

17-25 Aralık Geriz patlamasında oynadın ilk rolünü. Kimse sana rol vermemesine rağmen, kendini vitrine koyacak bir rol buldun. Cumhuriyet düşmanı, Laiklik düşmanı, Mustafa Kemal düşmanı iki gerici güçten, o güne kadar Laik Cumhuriyet’i yıkma görevini ortaklaşa sürdüren iki güçten birini diğerine tercih ettin. FETÖ’ye yüklenmek zaten en kolayıydı. Sen, “seçilmiş iktidar” teranesiyle, binlerce seçim hilesini, tahakküm altına sokulmuş YSK’yi, seçim dönemindeki onlarca manipülasyonu ve terörizasyonu yok sayarak, aklayarak, “sandıktan geldi” manüpilasyonu ile AKP’yi meşrulaştırdın. Bunu da sözde “devlet adamlığı”na bağladın.

Ceza Usul Kanununda mer’i olarak yer alan ve hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencilerinin dahi bildiği “yeniden yargılama” müessesesini, yeni bir formül bulmuş gibi ortaya attın. Bu aslında sana Dolmabahçe’nin kapılarını açan bir anahtardı… Rutin bir anahtar… Hakkını teslim edelim, en rutin söylemi bile cilalayıp şova dökmek konusunda maharetlisin…

Tabiî bunlar AKP’giller’in Reisinin gözüne girmene yetecek işler değildi. Kaldı ki o, bir kalemde en yakınındakileri harcayan bir despottur. Seni de azarlayıverdi Danıştay açılışında… “güzel şeyler söylüyorum sıyın bışbıkınım” diye dizlerinin bağı çözülürken, bu hakareti meslek örgütümüze ve tüm mesleğe yapılmış sayıp Tayyip hakkında suç duyurusunda bulunan bizlerdik, sana “edepsizlik yapıyorsun” demesinden dolayı…

Kısa süre sonra, bir ABD projesi olan BOP ve onun Türkiye ayağı olan Yeni Sevr’in hayata geçirilmesi için Türkiye’nin doğusunda gerilim tırmandırıldığında, hemen gerici-faşist örgütlerin yanında yer aldın, bizzat AKP sözde “STK”lerinin (Sivil Tayyip Örgütleri okumak daha doğru olur) düzenlediği Bayrak mitinginde, Melih Gökçek ile birlikte el ele tutuşup naralar attın…

15 Temmuz’u bir fırsata çevirmeye çalıştın sonra… Cumhuriyet’in kurucusunun mirası Atatürk Orman Çiftliği arazisine kaçak olarak kondurulup; Tayyip’in Danıştay kararlarıyla kaçak olduğu tescillenince; “güçleri yetiyorsa gelsinler durdursunlar, sarayı dikeceğim, içine girip oturacağım” dediği saraya gittin… Topuk selamı verdin orada, hiç utanmadan. Beraberinde götürdüğün baro başkanları dahi hicap duydu senin bu; “bu kadar da olmaz” dedirten pespayeliğinden… Yine FETÖ’yü yerdin, ama suç ortağı AKP’yi övdün. Aralarında en küçük bir ideolojik fark varmış, Cumhuriyet, Laiklik, Mustafa Kemal düşmanlığı açısından ayrım varmış gibi… Yahu Cumhuriyet’in iki önderine “iki ayyaş” diyen kimdi? Bilirdin şüphesiz, ama bilmezden gelmekte, düzeysizleşmekte ikbal vardı…

Bir gün Deniz Gezmiş’leri anmaya mezar başlarına gittin, öbür gün Denizler’in katili, sınangalı Finans-Kapital uşağı Morisson Süleyman’ı anmaya gittin, ona övgüler dizdin…

2 Temmuz’da Sivas Katliamı’nı protesto etkinliklerine gittin, kısa süre sonra Sivas’ın katillerinden “gazamız mübarek olsun” diye salyalar saçan Karamollaoğlu’yla sıkılı ellerini kaldırdın Saadet Partisi’nin Erbakan’ı anma gecesinde; Erbakan’a, bir başka Mustafa Kemal ve Laiklik düşmanına, Şeriatı kastederek “kanlı mı gelecek, kansız mı?” deme cesaretinde bulunan gericiye övgüler dizerken…

Bir gün “Emperyal güçler” diye ucundan iki söz söyler, ertesi gün NATO’ya övgüler dizersin. “NATO’dan çıkmak Türkiye’nin bağımsızlığını zorlaştırır” dersin.

Oysa Türkiye’nin bağımsızlığı önündeki en büyük engeldir NATO. Biz devrimcileri geç haydi, Fransız başbakanı De Gaulle bile NATO’nun patronu ABD’dir diye çıkmıştı askeri birlikten, 1966’da… Ama sen Amerikancılıkla doktrine edilmişsin bir kez… Anlayamazsın ki “hiçbir manda ve himaye kabul olunmaz” sözünün ruhunu ve manasını… Hatta lafzını…

Bir yanda “açlık grevleri barışçıl olduğundan demokratik haktır” dersin, baktın işin rengi değişecek hemen “Devletin açlık grevlerine müdahale yetkisi vardır” deyiverirsin, o gencecik çocukları, canlarından başka verecek bir şeyi olmayan Nuriye ve Semih’i AKP devletine ve polisine hedef gösterirken… “evlat edinme sempatisi beklemesin kimse” derken, amacın Nuriye ve Semih’e değil, AKP’ye mesaj çakmaktır elbet…

Senden sevgi bekleyen yok, sende insan sevgisi olmadığını en yakınında olanlar yüzlerce örneğiyle anlatır zira. Ne diye bahsediyorlar biliyor musun senden bir zamanlar en yakınında olanlar: “işi bitene kadar yüzüne sırıtır insanın, işi bitince bırakır ve dönüp arkasına bile bakmaz…” Öyle zannediyoruz ki deden, insan sevgisi, saygısı, vefası, dürüstlüğü barındırmayacak bir formel kalıpta yetiştirdi seni, devletin her dediğine onay verebilecek ve dahi rıza üretilmesini sağlayacak “profesyonel siyasetçi” olabil diye…

Hâsılı, ikili oynayanların en haslarındansın… Ne kadar da benziyorsun topuk selamı çaktığın muktedirlerine. Yine hakkını verelim, bunu son derece sinsi, şatafatlı ve sofistike şekilde başarıyorsun. Her iktidara boyun eğişini, trend sözlerin ve şaşalı medyatik salon süslemelerinin içinde yapıyorsun. Hepsini Atatürk’ün, bayrağın ve Türk Milleti kavramlarının arkasına sığınıp yapıyorsun. Tıpkı 12 Eylül Faşist darbecileri gibi…

Lafı gelmişken, dönüp dolaşıp sakız gibi ağzına aldığın “devlet adamlığı” kavramına da değinelim…

Bağımsız meslek kuruluşu, kimden bağımsız Hafız?

Devletten…

Sen Adalet Bakanlığının memuru musun ki, ağzını her açtığında devlet adamı olmaktan dem vurursun?.. Nevzat Hoca’yla (Toroslu) birlikte çıkardığınız -muhtemelen ağırlıklı o yazdığı için haberin bile olmayan- Ceza Muhakemesi Hukuku kitabındaki Bellavista alıntısı ne diyor?

Müdafi toplumsal savunmayı temsil eder ve devletin cezalandırma yetkisiyle çelişir, diyor.

1789 Büyük Fransız Devrimi dahi, sınıfsal planda Aristokratların ve Derebeyilerinin tüm halk tabakalarıyla; siyasal planda ise feodal devlet otoritesiyle yurttaşların karşı karşıya kalması üzerine, Yurttaş Hakları Bildirgesini oluşturur. Halklar, İnsan Haklarını, devletlerin merkezi iktidarlarına karşı talep ederler. Dolayısıyla İnsan Hakları talepleriyle Egemen Devlet iktidarı çelişki halindedir. Sana burjuva sosyologlarından Marksist düşünürlere kadar onlarca atıf sunarız ama, yeri değil.

(Burada devletten murad edilen, halk üzerinde baskı aygıtı olan feodal, kapitalist, emperyalist devletlerdir elbet. Halk iktidarları, gerçek sosyalist iktidar deneyimleri, halkın haklarının ihlalcisi değil, koruyucusudur. Geçelim…)

Evet, kabul edelim, sen devlet adamı değil, ama DEVLETİN ADAMISIN. Hem de has adamısın. Üstelik devleti ele geçirmiş, bürokrasisinden yargısına, ordusundan istihbarat örgütlerine, basınından eğitimine, ekonomik örgütlerine, her şeyi yöneten bir gerici sulta, bir anayasasızlık devletinin adamısın. “Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum, uymuyorum” diyen bir tek adam diktasının adamısın.

Bu halinle geldin Baroların parçalanması saldırısının ortasına… Elbette bir şeyler demeli, bir şeyler yapmalıydın. Daha doğrusu; der görünmeli, yapar görünmeliydin… Yoksa ne işin var o koltukta derler adama… Koltuk icabı, bir şov daha kotarmalıydın…

Aslında olaylarla da kanıtlıyorduk ama, yakınlarının utançla itiraflarından öğrendik bu süreci de “aman ılımlı geçirelim, kızdırmayalım, yoksa kapatırlar barolar birliğimizi” türünden konuşmalarla pasifizmi örgütlediğini. Yine de 24 Şubat toplantısında neler olduğunu hatırlayalım…

AKP Faşizmine karşı bir avukat birlikteliği, bir avukat mücadelesi potansiyeli gösterilsin diye, biz de salondaydık o gün. Bizim derdimiz TBB koltuklarında bugün oturmakta olanların ikbali değildi. Meslek örgütlerimizin kendisiydi. Ve bir kez daha gördük ki Feyzioğlu ile avaneleri, kendi ikballerinden başka derdi olmamakla birlikte, asla avukatların mücadele potansiyelini de temsil etmiyorlar. Bu mücadele potansiyelini koltuklarına payanda yapıp, iktidara karşı gerçek etkinliği frenleme görevi, bir nevi emniyet sübabı görevi görüyorlar. Feyzioğlu hamaset ve şovenizm dolu konuşmasından, AKP’ye ve AKP’giller’in Reisine tek söz etmemesinden sonra sözü, BAROLARI PARÇALAMAYI HEDEFLEYEN HÜKÜMETİN BAŞBAKANI VE ADALET BAKANINA TEŞEKKUR EDEREK BİTİRDİ! Yanlış okumadınız! Elbette bu teşekkürü salonda ve salon dışında ciddi protestolar gördü. Bizzat Halkçı Hukukçuların öncülük ettiği ya da içinde olduğu protestolar…

Sonra TBB Başkan Yardımcısı da olan Divan Başkanı, ayarlanmış konuşmacılara söz verdi. Bir-iki istisna dışında direnen, mücadeleci, cesur baroların başkanlarına ise söz verilmedi. Halkçı Hukukçuların bileşenleri, toplantı divanı oluşur oluşmaz konuşmak için Divana yazılı olarak ilk başvuranlardandı. Divan Başkanı, 3’er dakika söz vereceğini ilan etmesine rağmen, bir anda son sözü Erzurum Baro Başkanı’na vereceğini söyleyerek toplantıyı bitirdiğini açıkladı. Oportünistliğin, kaçkınlığın, yalancılığın daniskası… Ödleri kopuyordu çünkü devrimci içerikte bir konuşmadan, siyasi iktidara ve Tayyip’e yönelebilecek sözlerden ve Feyzioğlu’nun eleştirilme ihtimalinden.

Bu pespayeliğe karşı ortak kürsü ve sahne işgaliyle cevap verdi gerçek sol avukatlar. Ancak nafile, önce koruma ordusu eşliğinde Feyzioğlu, ardından yuhalanmalar içinde divan, salonu terk etti, mikrofonların sesini kestirerek…

Köy korucularına kadar her neviden kolluk gücüne defalarca teşekkür eden Feyzioğlu’nun konuşmasında, AKP hiç yoktu, Tayyip yoktu, OHAL yoktu, ceberut ve garabet OHAL KHK’leri yoktu, tutuklu avukatlar yoktu, öldürülen avukatlar yoktu, Tahir Elçi’nin halen katillerinin bulunmamış olması yoktu, avukatların yoksullaşması yoktu, meslek sorunları yoktu, başkanlık rejimi yoktu, son anayasa tuzağı yoktu, referandum hileleri yoktu, referandum usulsüzlüklerine yasa dışı onay veren YSK yoktu…

Bir de SYDF’nin faydalarını öğrendik! 8 kurşun yemiş kadın avukat meslektaşımızı anons ederken bile “tüm tedavisini biz yaptırdık” diye anons edecek kadar utanmaz, reklamasyon, pespayelikler vardı!

Ve Feyzioğlu’nun “Sayın bakanları”na ve başbakanına teşekkürü vardı… Diz çöküşü, teslimiyeti…

Vehbi’nin kerrakesi, Feyzioğlu’nun konuşmasında değindiği “DİYALOG KAPISI AÇILDI, SAYIN ADALET BAKANIMA TEŞEKKÜR EDERİM” sözlerinde gizliydi.

Bu diyalog kapısı maazallah kapanır diyeydi korkularınız… İşte siyasi varlığını ve geleceğini biat, boyun eğiş, KAPIkulluğu, düzeysizleşme üzerine kurmanın hazin sonu…

Bu metin hazırlanırken, duyduk ki bir televizyon programına çıkan Feyzioğlu, bizlerden provokatör diye bahsetmiş…

Meslek bağımsızlığı ve Cumhuriyet kaygısıyla ve mücadele azmiyle toplanan 5 bin avukatı AKP başbakanı ve bakanına teşekkürle geri gönderip iktidara biat etmek, işte provokatörlüğün daniskası budur Feyzioğlu.

Biz neden başka baro kuralım?

Barolarımızı ve Barolar Birliğimizi, meslekle ve meslek sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan, hiçbir kararlı eylemli mücadele perspektifi, cesareti, ufku olmayan senden kurtaracağız! TBB babanın malı değildir!

Sonuç olarak, Feyzioğlu, projesi olduğu has devlet adamlığının, has Amerikancılığın, “Atatürkçülük” maskesi ardına gizlenmiş bir salon nümayişi figürüdür. Bu nedenle, en direngen ve mücadeleci olunması gereken günlerde, bu potansiyeli boşa düşürecek, potansiyelin gazını alıp dağıtacak ve bu arada iktidara şirin görünecek bir “Truva Atı”dır.

Devrimci-Demokrat-İlerici-Yurtsever avukatlar, elbet ilkeli bir sol ittifakla, artık maskesi düşen bu zat’ı meslek örgütümüzün tepesinden alaşağı edeceklerdir. Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişoven ilkeler üzerine inşa edilecek bir ittifakla… Bu ittifak er veya geç hayata geçecektir.

Bizler, bu ülkenin tüm ilericilerini, AKP Faşizminin ve Truva Atının tezgâhlarına karşı, sürece ancak eylemli mücadeleyle karşı konulabileceğini benimseyen Baroların ve hukukçu örgütlerin öncülüğünde TTB, TMMOB, Eczacılar Odası ve Halk Örgütlerinin de katılımı sağlanarak sonuç alıcı eylemler örmeye çağırıyoruz.

Bu mücadele belli oldu ki Feyzioğlu’suz verilecektir. Alâ..! Gölge etmesin, başka ihsan istemez! 26.02.2018

Halkçı Hukukçular

Print Friendly, PDF & Email