Laik Cumhuriyet’in her kurumunu viraneye çevirmekle görevlendirilmiş

Sana neyi battı da 2 Kasım 2011’de durduk yere kapattın, 1928’de Mustafa Kemal ve Kuvayimilliye’nin Laik Cumhuriyeti’nin kurduğu, saat gibi tıkır tıkır işleyen “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü”nü, ABD devşirmesi Hain?

O Hıfzıssıhha ki dünyanın en saygın sağlık kuruluşlarından biriydi. Aşı ve serum üretiyordu. Bu ürünleri ABD’den Çin’e kadar gönderiyordu o zamanlarda bile…

Neyi battı oğlum, söyle neyi…

Sen ve avanen Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Halkının ve de Vatanının en ağulu düşmanlarından birisiniz de ondan o kurumu kapattınız, değil mi?

Çökkün Osmanlı’ya sahip çıkar görünmeniz, Arapçı Abdülhamid’i, korkak, hain Vahideddin’i sahipleniri oynamanız da, dinciyi oynamanız da bundan… Kendinizi maskeleme-peçeleme ihtiyacı duymanızdan… İhanetlerinizi ve hain, halk düşmanı içyüzünüzü gizleme, halkın gözünden kaçırma çabanızdan.

Adapazarı Arifiye’deki “Tank Palet Fabrikası”nı sizin gibi Türkiye düşmanı Katar Şeyhi’ne satmanız da yine aynı sebeplerden.

Siz, tıpkı efendiniz ve yapımcınız ABD, AB Haydut Devletlerin yöneticileri gibi Allahsız ve kitapsızsınız. Din Günü’ne inanmazsınız. Siz yalnızca Para Tanrısı’na tapınırsınız.

“Din kisvesi” altında da Firavun’un, Karun’un hazinelerini milyarlara katlayan dünya menfaati sağlarsınız… Mal mülk, köşk, saray ve altın, dolar, euro küplersiniz…

Böyle ihanetlerinizle de hem efendiniz ABD Çakalına verdiğiniz sözü tutmuş olursunuz, ona sadakat gösterisinde bulunmuş olursunuz hem de bu vesileyle kendinize yeni vurgun-soygun alanları açmış olursunuz. Şöyle:

Aşı ve serumu dışarıdan almakla yüklü komisyonlara kavuşmuş olursunuz. Bu alımları kendi yandaş şirketlerinize yaptırırsınız, elde edilen yüksek kârı da kırışırsınız aranızda. Tabiî aslan payı hep Kaçak Saray’da mukim Çete Reisi’ne ayrılmak kaydıyla…

Bak; Tank-Palet’i yiyim ettin Katar Şeyhi’ne, karşılığında da ilk elden kaptın 500 milyon dolarlık özel uçağı. Bakalım daha bilinmedik neler oldu ve olacak…

Zira Tank-Palet’in piyasa değeri 20 milyar dolar olarak ifade edilmektedir konunun uzmanları tarafından…

Ey hainler haini! Ey hain kere hain!

Bak, ne diyor kapatıp kapısına kilit vurarak çürümeye terk ettiğin “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü”nün son müdürü:

“Eğer çalışıyor olsaydık şu günlerde Koronavirüs aşısını biz üretebilirdik.”

Bu başarılmış olsaydı en kısa zamanda yerli aşı üretilecek; on binlerce insanımızın ölümü engellenecek, milyonlarca insanımızın işinden gücünden olma süreleri en aza indirilecek, on milyonlar açlık, yoksulluk yılını yaşamayacak ve önümüzdeki aylarda, yıllarda çekilecek acıların büyük kısmından halkımız korunmuş olacaktı…

Sen korkundan Kaçak Saray’ın bin küsur odalı dehlizlerinden dışarı adım atamıyorsun.

Orada kendini güvende hissediyorsun, değil mi?

Yanılıyorsun. Hem de fena halde yanılıyorsun. Türkiye Halkı ihanetlerinin hesabını soracak bir gün. Kanunlar önünde, Bağımsız ve Tarafsız Mahkemeler önünde…

Şimdi de sözünü ettiğimiz Hıfzısıhha Müdürü, namuslu hekim Erol Afşin’in, Burjuva Kemalist Uğur Dündar’a hitaben yazdığı mektubu görelim. U. Dündar’ın 19 Mart 2020 tarihli Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde aynen şöyle denir:

 ***

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam beyefendi tarafından, 1928 yılında halk sağlığının korunması, tüm aşılarlarla, serumların ve birçok hayati ürünün üretilmesi amacı ile kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, maalesef 2 Kasım 2011 tarihinde kapatılmıştır.

Dünya çapında çok önemli bir kurum olarak kabul edilen bu merkezde verem, tetanos, difteri, kolera, tifüs aşısı, kuduz ve akrep serumları üretilmiş, dünyada bir ilk olan çiçek aşıları ABD ve Çin’e bile gönderilmiştir!..

Kapısında Sağlık Tanrısı Asklepion’un kızı Hygieia’nın rölyefi bulunan bu kuruma, 1997 yılında başkan olarak atandım. Ülkemiz tarihinde bu kadar önemli yer tutan ve ABD’nin FDA’sına (Federal İlaç ve Eczacılık Kurumu) denk “ulusal referans laboratuvarı” olarak kabul edilen kurumun canlanması amacıyla hemen çalışmalara başladık.

Öncelikle stratejik bir ürün olan, ülkemizin dışa bağımlılığını engelleyecek ve halkımızın ihtiyacını karşılayacak aşıların üretilmesi konusuna yöneldik. Bu amaçla Aşı Üretim Merkezi Master Planı’nı hazırlatarak ülkemiz kaynaklarıyla fabrika inşasının plan ve projesini yaptırdım.

Başta çocuklarımız için hayati önem taşıyan ve yurt dışına milyarlarca lira ödeyerek sağladığımız aşıların üretimi konusunda ilgili bakan ve siyasi otoriteyi defalarca uyardım. Çözüm önerilerini anlatarak projelerimizi sundum.

Bununla yetinmeyip, “Koronavirüs” salgını sürecinde çok büyük önem kazanan virüs ve bakteri aşısı üretimi için gereken tüm bilimsel ve teknolojik verileri de dost bir ülkeden gayriresmi şekilde aldım.

O şartlarda Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin bahçesindeki bir binada Tetanos Aşısı Fabrikasını yurt dışından getirdiğimiz modern cihazlarla kurup aşı üretimine başladık.

Bugün o canım tesis kapalı, değerli bilim insanları ayrılmış ve ne yazık ki cihazları da çürümeye terk edilmiş durumda!..

Sayın Dündar;

O dönemde planladığımız aşı fabrikasının maliyetini 200 milyon dolar olarak hesaplamıştık. Bu rakamın günümüz şehir hastanelerinin milyar dolarlık maliyeti karşısında çok düşük kaldığını dikkatinize sunarım!..

Eğer merkezi tasarladığımız gibi inşa edebilmiş olsaydık, şu anda dünyada pandemi (küresel salgın) yaratan “Koronavirüs” aşısını burada üretebilirdik!

Ağustos ayında “Faz-3” aşısını hazır hale getirebilirdik!..

Aşı üretim tesisleri biyolojik savaş ve korunma açısından çok önemli merkezlerdir. Dünyada birçok ülkenin böylesine stratejik bir kurumun kapatılmasından çok mutlu olduklarını hem sizin, hem de milletimizin bilmesini istiyorum.

Bu çok önemli konunun siyasi otoriteye ve halkımıza doğru anlatılması halinde, aşı üretim merkezinin tekrar açılmasını, aşı başta olmak üzere tüm bioteknolojik çeşitlerin ülkemizde üretilmesini sağlayabiliriz. Sizin gibi vatansever bir değerin, bizim gibi bilim insanlarının desteğiyle bunu bir sosyal sorumluluk projesiyle başarabileceğimize inanmanızı isterim.

İçten sevgi ve saygılarımla,

Dr. Erol Afşin

Kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Eski Başkanı,

Sağlık Bakanlığı Araştırma Planlama Kurulu Eski Başkanı,

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Eski Başkanı. (https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/turkiye-koronavirus-asisini-uretebilirdi-ama-5687539/)

***

Namuslu bilim insanlarımız, Uğur Dündar gibi, Emin Çölaşan gibi, Yılmaz Özdil gibi Burjuva Kemalistleri güvenilir insan sanıp onlardan medet umuyorlar. Bunlar antiemperyalist değildir. Tabiî Sözcü Gazetesi de. Bunlarınki “Çevrimiçi Muhalefet” ya da “Sistem içi Muhalefet”tir. Bunlar yerli-yabancı Parababalarının sömürü ve soygun düzeninin, ihanet düzeninin devam etmesini isterler. Küçükburjuva çıkarları şimdilerde onu gerektirmektedir.

Ne diyordu Uğur Dündar?

“Ben 2008’e kadar Tayyip Erdoğan’ı destekledim.”

Bunların kavrayışı, bilimi, bilinci, daha doğrusu çapı bu kadardır işte.

Yılmaz Özdil; ABD Haydudunun dünyada ne kadar vatansever düşmanı varsa, o da onlara düşmandır: Venezuela’daki Bolivarcı Devrim’in Önderi Hugo Chavez’e, halefi Maduro’ya, Bolivya Devrimi Lideri Evo Morales’e, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Lideri Kim Jong-Un’a, Komşumuz Beşşar Esad’a, Suriye’deki Baas İktidarına…

Bunlar hep ikili oynar. Neyse…

Şimdi de Yılmaz Özdil’in aynı gazetedeki köşesinde yayımlanan şu satırlara bakalım:

 ***

 Hıfzıssıhha Enstitüsü bir zamanlar Çin’e bile aşı gönderen gözbebeğimiz kurumken, Akp tarafından kapatıldı.

Koronavirüs salgınıyla birlikte yeniden gündeme gelen, yeniden hatırlanan bu rezaleti artık bilmeyen yok.

Ama şunun üzerinde hiç durulmadı.

Hıfzıssıhha ne demek?

Sağlığı korumak.

Kurucusu kim?

Refik Saydam.

Peki hiç düşündünüz mü, Hıfzıssıhha Enstitüsü’yle mikrobiyoloji bilimini kurumsal hale getiren Refik’in soyadı niye Saydam?

Atatürk, doktor Refik’e neden Saydam soyadını verdi?

Çünkü, bizatihi sağlık kavramının temeli saydamlıktır, şeffaflıktır.

Halkın sağlığını, saklayarak gizleyerek, gerçekleri örterek, koruyamazsınız.

Halkın sağlığını ancak ve ancak saydam davranarak koruyabilirsiniz.

Bu çerçevede soruyorum…

Virüsten endişeleniyorsunuz.

Farz edelim, iki doktor seçeneğiniz var.

Biri, Angela Merkel tipi doktor.

Biri, asrın liderimiz tipi doktor.

Teşhis ve tedavi için hangisini tercih edersiniz?

Doktor Merkel lafı hiç eğip bükmüyor, başınıza neler geldiğini gözlerinizin içine bakarak gayet açık anlatıyor, “teşhisi ciddiye almazsan ölürsün” diyor, “uyarılarıma kulak vermezsen, kendin ölmekle kalmazsın, ülkenin yüzde 70’ine bulaştırırsın” diyor, “tanı test kiti’ni merak etme, fazlasıyla hazırladım, solunum cihazını merak etme, fazlasıyla hazırladım, işim ne olacak diye merak etme, 550 milyar euro hazırladım, işinin korunması için sana söz veriyorum, bu süreçte yiyecek içecek bulman konusunda sıkıntı yaşamayacağını sana garanti ediyorum, sen sadece sakin ol ve dediklerimi yap” diyor.

Asrın doktoru ise, bir hafta ortadan kayboluyor, randevu almak istiyorsun, yok, bir hafta sonra geliyor, konut kredisi veriyor, uçak biletindeki kadeveyi indiriyor, kolonya serpiyor.

Hem “evde kal” diyor.

Hem “işine git” diyor.

Yaşın 65’se “sen sokağa çıkma” diyor.

65’ten gün almadıysan, karışmıyor.

“Dua et” diyor.

“Hiçbir virüs bu yazdığım reçeteden güçlü değildir” diyor.

“Bırak tökezlemeyi, güçlenerek atlatacaksın” diyor.

Teşhis ve tedavi için hangisini tercih edersiniz?

(Dünya Tabipler Birliği’nin Lizbon Bildirgesi’ne göre, hastanın, kendisine bakacak olan hekimi, özgürce seçme hakkı vardır.

Ama bu hak, elbette sadece kendi ülkesiyle sınırlıdır.

Doktor Merkel gelsin beni tedavi etsin diyemezsin.)

Doktor Refik’in soyadı, işte bu yüzden Saydam’dı!

Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bilip, sahip çıkarsan, geliştirirsen, Robert Koch Enstitüsü gibi bir kurum haline getirirsen, hastalıklarla başedersin, sağlığını korursun.

Aksi halde, bu saatten sonra anca, bulabilirsen kolonya sürersin!” (https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/hifzissihha-5705950/)

***

Böyle kofti Kemalistler, ne Kemalizmin ne olduğunu bilirler, Mustafa Kemal’le Atatürk’ün çok farklı kişiler olduğunu bilirler, ne de Türkiye’nin tarihini, sınıf ilişki ve çelişkilerini bilirler.

Bunların tuzu kurudur. Bu aşağılık soygun ve ihanet düzeninde keyifleri gıcırdır. Dikkat edersek hep kâhkâh kihkih eşliğinde anlatırlar hikâyelerini… Bugünün mandacılarıdır bunlar…

Böyleleri Amerikan Muhibbidir, İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan Muhibbidir. Avrupa Birlikçidir, NATO’cudur.

Meclisteki Beşli Çete’nin tamamı da ABD ve AB hizmetkârlarıdır, taşeronlarıdır, piyonudur. Hepsi de haindir bu sebeple…

Hiç unutmayalım: Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan Uluslararası Emperyalizmi iki kez üst üste hezimete uğratmış olmasıdır: İlki Çanakkale’de, Sonraki de Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda…

Bu can alıcı gerçeği görüp anlamayan ne Mustafa Kemal’i bilir, ne de Türkiye Yakın Tarihini…

Angela Merkel, Modern Parababalarının-Finans Kapitalistlerin iktidarının temsilcisidir. Dini mini orada kimse takmaz. Kendi ülkesi içinde kanun yoluyla iş yapmak, yürütme erkini kullanmak mecburiyetindedir iktidarlar. Tabiî liderleri de. O sebeple de bu tür salgınlarda milletine olayın gerçeğini söylemek ve ona çözüm üretmek zorundadır.

Türkiye ise 6 bin yıllık sömürgen sınıf Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcileri eliyle yani Tayyipgiller eliyle yönetilmektedir.

Tefeci-Bezirgânlıktan Finans-Kapitalistliğe sıçramış olsalar da iktidar araçları Antika Çağlardakiyle aynıdır. Yani Din Alıp Satmak, Kur’an’ın deyişiyle Allah’la Aldatmak…

İşte o yüzden Halkımızı durup dinlenmeden İblisçe yalanlarla kandırır bunlar… Her konuda yalan söylerler. Hepsi de çok verimli çalışan birer Yalan Makinesidir bunların.

İşte bu farklılıktan dolayı ABD, AB sömürgeci, emperyalist haydutlardır. Türkiye ve benzeri ülkeler de yarısömürge ülkelerdir.

Emperyalist Haydutlar, güçleri oranında dünyayı paylaşır, geri ülkelerin (bizim gibi) doğal kaynaklarını, halkların alınterini soyar, sömürür, elde ettikleri Çapul Ganimetini kendi ülkesine götürür, bizdeki hainlerse ülkelerini, halklarını, vatanlarını peşkeş çeker onlara, devşirilip iktidara getirilmeleri karşılığında. Tabiî iktidarları süresince de durup dinlenmeden, çöl çekirgeleri gibi, süne zararlıları gibi yiyip bitirirler ülkenin varını… Şehirlerinden doğasına, yeraltından yerüstüne talan ederler her yeri…

Saygıdeğer Halkımız;

Bu ABD, AB ve Siyonist İsrail işbirlikçisi hainler güruhundan kurtulmadığımız sürece ülkemizin başından belalar eksik olmayacaktır.

Bunların ve dayandıkları sınıfın, temelleriyle birlikte ekonomik, sosyal ve siyasal varlıklarına son verecek bir Halk Devrimidir gerekli olan.

Devrimci Demokratik Halk Devrimi ve onun zaferi sonrasında kurulacak Halkın Devrimci Demokratik İktidarı…

Stratejik hedefimiz odur zaten…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

22 Nisan 2020

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email