“Kader planında” değil; sizin vurgun ve soygun düzeninizin planında var bu yıkımlar, bu kayıplar…

6 Şubat’ta 9 saat arayla art arda yaşanan Pazarcık ve Elbistan merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerin yol açtığı, 14 milyon insanımızı ve 10 şehri vuran kahredici felaket bir kez daha açık, net ve kesin olarak göstermiştir ki; Doğada ve Toplumda gerçekleşen olaylara dair doğaüstü herhangi bir gücün olumlu ya da olumsuz yönde bir etkisi, bir müdahalesi yoktur.

Vardır, diyenler bilim düşmanlarıdır; özgür, araştıran, sorgulayan aklın düşmanlarıdır, aydınlığın düşmanlarıdır ve de aynı zamanda halkımızı Ortaçağ’ın karanlıklarına sürüklemek isteyen, din alıp satıcı bezirgânların yandaşıdır, savunucusudur; onların kirli, karanlık işlerinde çıkar ortaklığı yapandır.

Felaketten üç gün sonra gittiği Kahramanmaraş’ta ne diyor Kaçak Saraylı Tayyip?

“Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler.”

Yani ne demiş oluyor Tayyip?

“Bu felaketi Allah yaptırdı. Biz bunu nasıl engelleyebilirdik ki?”

Ne demişti, bunun Kaçak Saray’ının bir yan kuruluşu durumundaki Diyanet İşlerinin “Din İşleri Yüksek Kurulu” da bir süre önce artan fahiş zamlar ve hayat pahalılığı karşısında halkımızı narkozlamak için?

Aynen şunu:

“Şüphe yok ki fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/diyanetten-hayat-pahaliligina-karsi-fetva-fiyatlari-tayin-eden-allahtir-1962369#:~:text=Ancak%20fetvada%20yer%20verilen%20bir,%2C%20r%C4%B1z%C4%B1kland%C4%B1ran%20ancak%20Allah’t%C4%B1r.)

Yani ne demiş oluyor?

Fiyatları artıran da rızıkları darlaştıran, bolluk veren de Allah olmuş oluyor. Böylece de Tayyipgiller, bu işlerle ilgili hiçbir suç işlememiş oluyor.

Yine bunun İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, birkaç ay önce Bursa’da yaptığı bir konuşmada, Tayyipgiller’in yapıp ettiği bunca vurgun, talan, soygun, hilebazlık, hırsızlık, yolsuzluk, hilebazlık ve vatan satıcılığını Allah’a havale etmiş; “Bizim yapıp ettiklerimizi tümüyle yaptıran Allah’tır”, demişti. Aktaralım isterseniz:

“Cenab-ı Allah biliyor. Milletimize hiç ihanet etmedik. Üzerimize ne kadar gelirlerse gelsinler hiç ihanet etmedik. Kim ne derse desin. Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır” (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/suleyman-soylunun-bize-yaptiran-allahtir-ifadelerine-chpden-sert-cevap-1896305)

Bu ABD devşirmesi yerli-yabancı Parababalarının sözcülerine göre, yapılan bütün kötülükleri ve bütün doğal felaketleri yaptıran Allah olmuş oluyor.

İyi de yahu, hani Allah, “esirgeyen, bağışlayan, koruyan”dı?

Hani Allah kullarına zulmetmezdi, asla kötülük etmezdi?

Ne oldu bu iş şimdi?

Bu yaşanan son faciadan hareket edersek, Allah, 14 milyon insanımızı vurmuş, tahminen 100 bin civarındaki insanımızı yıkıntılar altında, acılar içinde öldürmüş, yüz binlercesini de yaralayıp sakat duruma düşürmüştür.

Burada diyorlar ki bu sermaye sözcüleri ve onların din işleri temsilcileri; “Allah, işlenen günahlardan dolayı bu şekilde cezalandırmıştır bizi…”

İyi de bazıları daha kundakta olan, bazıları çocuk yaşta olan küçücük yavrularımızın ve onlar için ölümü bile gözünü kırpmadan göze alan annelerinin ne günahı vardı ki Allah onları da cezalandırdı bu şekilde?..

Eğer Allah kötüleri cezalandırmak istemişse, onları bir bir özenle seçip cezalandıramaz mıydı da böyle toptancılık yaptı?..

Eğer bir bir cezalandıramıyorsa, demek ki her şeye gücü yetmiyor…

Her şeye gücü yetiyor da yine de böyle bir toptancılık yapıp çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç demeden hepsine birden vurup geçiyorsa ve onları işkenceli ölümlere ve ağır tahribatlara uğratıyorsa, böyle bir Allah nasıl adaletli olabilir?

Böyle bir zulüm yapana, aklı başında, sorgulayan bir akla ve vicdana sahip hangi insan “adildir”, “adaletlidir” diyebilir?

İşin acı yanı ve kahredici yanı nedir, biliyor musunuz arkadaşlar?

Ne yazık ki bu halk düşmanı ABD devşirmeleri, tıpkı 6 yaşındaki bebelerimizi evlendirme adı altında tecavüzcülerine teslim ederken olduğu gibi, burada da bu akıl ve vicdan dışı söylemlerde bulunurken, bunları sadece kendi kafalarından üretip ortaya koymuyorlar. Dinin aslı da böyle diyor. İşte ayetler:

“Kavminin inkârcı ileri gelenleri, “Eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka hüsrana uğrarsınız!” dediler.

“Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar.

“Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.

“Şuayb onlardan ayrıldı ve (bu arada) “Ey kavmim!” dedi, “Ben size rabbimizin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!” (A’raf Suresi, 90-93. Ayet)

İşte durum bu, arkadaşlar…

Bu gibi inanışlar tabiî insanlığın 1 milyon 800 bin yıl öncesinden başlamak üzere oluşturduğu Pagan Dinlerden gelen anlayışlardır. Tabiî o dönemin insanlarının “levha tektoniği” denilen yerbilimcilerin keşfettiği bilgiye sahip olmaları beklenemezdi. Bu sebeple de o insanlar, bütün doğa olaylarına ve kendilerini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen doğa ve toplum olaylarına, doğaüstü bir gücün, tapındıkları bir Totemin, bir İlahın yol açtığını, ona karşı bir suç işledikleri için kendilerini böyle cezalandırdıklarına inanıyorlardı. Ve o Tanrılar adına yaptıkları tapınakların sunaklarında da insan ve hayvan türünden kurbanlar sunarlardı onlara. Böylece Tanrılarının öfkesini yatıştırmaya, onların gönlünü almaya uğraşırlardı.

Kur’an da geçen yukarıda aktardığımız ayetler de işte o Pagan Dinlerden gelme inanışlardır.

Mesela Namaz, Sümer Güneş Tanrısı’na yapılan bir ibadettir. Yine Oruç, Sümer Ay Tanrısı’na yapılan bir ibadettir. Güneş Dünyayı ısıtıp doğaya ve insanlara hayat verdiği için, Ay da insanların zamanı ölçmesini ve gece karanlığında yollarını bulmasını sağladığı için onlara yapılan ibadetlerdir bunlar. Sümer Dinlerinden Museviliğe, Hıristiyanlığa ve İslamiyet’e girmiştir bu ritüeller.

İçtenlikli İlahiyat Profesörü Mustafa Öztürk; “Kur’an’ın üçte biri tarihsel gerçekliği olmayan kıssalardan oluşmaktadır”, diyor. Bu konuya daha önce girmiştik. İşte bu Sümer, Asur, Babil, Hitit, Zerdüşt, Yahudi ve Hıristiyanlık kıssalarıyla kafayı yaktınız mıydı; artık hiçbir Doğa ve Toplum olayını gerçekte olduğu gibi yani olanı olduğu gibi görüp kavrayamazsınız. Marks-Engels Usta’ların da işaret ettiği gibi, kitleleri “dini bir ruh durumu” içinde tuttunuz muydu; onları yarı narkozlu hale getirmiş olursunuz. Bu sebeple de kolayca aldatır, hileye, tuzağa çeker, istediğiniz gibi kullanırsınız. Yük hayvanları gibi ya da sağmal sürü gibi kullanırsınız, halk kitlelerini. İşte bu sebepten, 6 bin yıldan bu yana Antika ve Modern Parababaları, insanların hep “dini bir ruh durumu” içinde olmalarına gayret etmiştir.

Ne demişti 30 yıl kadar önce CIA’nın Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller?

“Kemalizm miadını doldurdu, artık piyasacı-küreselleşmeci İslam’ın ana belirleyici olduğu Osmanlı benzeri Yeni Türkiye’nin zamanı geldi.” (https://www.odatv4.com/makale/bir-cia-projesi-olarak-ataturke-saldirmanin-dayanilmaz-kustahligi-0905171200-115479)

Ve aynı kişi, bildiğimiz gibi, ABD Emperyalist Çakalının “Yeşil Kuşak Projesi”nin de isim babasıdır ve projecilerinden biridir…

Tayyipgiller de ne yapıyorlar işte bu sebepten?

Durup dinlenmeden din alıp satarak cahil, bilinçsiz halkımızı “Allah’la Aldat”ıyorlar. Tayyip’in 14 Ekim 2022’de yaşanan Bartın Amasra’daki maden faciası sonrasında da, hep yapageldiği şekilde, din alıp satmaktan kendini alamamıştı. İşte söyledikleri:

“Bizim mevcut bu tür ocaklarımızın içerisinde Amasra Kömür işletmeleri bizim şu anda en ileri imkânlara sahip olan ocak olmasına rağmen… Tabiî birileri bununla dalgasını geçebilir ama önemli değil. Bizim kader planına inanmış insanlarız, kader planına inandığımız için de bunun ne dünü ne bugünü ne de yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım” (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/bartinda-kader-planina-inanmis-insanlariz-bunlar-her-zaman-olacaktir-diye-erdogana-cok-sert-tepki-1992648)

Din tacirliğinin, din sömürüsünün rantı çok yüksek ve çok tatlı tabiî, Tayyip ve Meclisteki diğer Amerikancı partiler vazgeçer mi hiç bu işten?..

En son türban konusunda tanık olduğumuz gibi bu alanda hep birbirleriyle yarış halindedirler…

Doğanın da Toplumun da kanunları vardır. İşleyişi, gelişimi, değişimi o kanunlara uygun bir şekilde olur. Daha doğrusu o kanunlar, Doğa ve Toplumun işleyişinin kavranıp bilince çıkarılması sonucunda keşfedilip oluşturulmuşlardır. Düşme Kanunu gibi, Çekim Kanunu gibi vb. kanunlar gibi…

İşte bilimin görevi de Doğanın bu gizlerini açığa çıkarıp, bilince çıkarıp keşfetmek; ölçülebilir, hesaplanabilir sayısal biçimlere kavuşturmaktır. Yerkabuğu; ortadaki, yüksek sıcaklıktaki “Magma” denilen erimiş madenlerin de içinde bulunduğu sıvı haldeki bölümün üzerinde yüzen ve devamlı hareket halinde olan geniş levhalardan oluşur. Bu levhalar, birbirlerine karşı devamlı itip kakma biçiminde etki ve tepki içinde olan hareketli kabuklardır. Bunların çeperleri dümdüz değildir. Puzzle parçacıkları gibi girintili çıkıntılıdır kenarları. İşte bu levhalardan devamlı belli bir yöne doğru itilme halinde olan levha, üzerinde baskı oluşturan itme kuvveti belli bir aşamaya geldikten sonra, kenarlarındaki çeperlerin sürtünmesinden ve birbirini tutmasından kurtularak hızla ileri ya da yana atılır. Bu atılma yani hareket etme mesafesi, bazen az bazen de çok olur. İşte bu azlık ve çokluk oranı, bu sürtünmeden kurtulup harekete geçen levhanın aldığı mesafeye bağlı olarak oluşur. Levha az hareket etmişse yani az bir yol almışsa küçük büyüklükte depremler üretir. Ama üzerine uygulanan basınç, ki buna yerbilimciler “stres” de diyorlar, bazen o kadar yüksek olur ki levha hızla sürtündüğü diğer levhanın kenarından kurtularak uzun bir yol alır. Bu sefer de ürettiği depremin büyüklüğü fazla olur.

Yaşadığımız bu son depremde, Anadolu Levhası, güneybatıya doğru 3,5-4 metre ilerlemiştir, tespitinde bulunuyor yerbilimciler. İşte levhaların bu birbirleriyle olan sürtünme ve birbirinden kopup uzaklaşma hareketlerine yerbilimciler “levha tektoniği” adını vermişlerdir. Levhaların birbiri arasında bulunan ve hareketin oluştuğu hatta da “Fay Zonu” adını veriyor jeologlar ve jeofizikçiler. Bizde Kuzey Anadolu Fay Hattını, 1948 yılında keşfetmiştir, yerbilimci bilim insanımız İhsan Ketin. Bu fay hattı Erzincan’dan başlayıp Kuzey Anadolu’yu takip ederek İznik, Gölcük, İstanbul ve Tekirdağ’dan Yunanistan’a geçmektedir.

Bu değerli bilim insanımız, aynen şöyle demişti o zamanlarda da:

“Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı buldum ama derdimi anlayan bir politikacı bulamadım.” (https://www.ekotime.net/ates-dustugu-yeri-yakar/)

Siyasiler o zamanlarda da artık yerli-yabancı Parabalarının ve ABD Emperyalist Haydutlarının çıkarlarını savunmaktan başka, onların emirlerini yerine getirmekten başka bir şey düşünemez hale gelmişlerdi. 1945 sonrasında ABD Haydudu, ulusal kahramanımız, “Milli Şef” İnönü’yü bile sindirmiş ve Türkiye’yi kendi hegemonyası altına almaya başlamıştı.

ABD Çakalının “Missouri” adlı savaş gemisi ne zaman ziyaret etmişti İstanbul’u?

5-9 Nisan 1946’da…

İşte bu tarih, Türkiye’nin ABD hegemonyası altına alınmaya başlandığının tarihidir. O tarihten sonra o haydudun tekelci şirketleri de, ajan örgütleri de, kültürü de, felsefesi de, siyaseti de, sanatı da hızla yayılmaya başlamıştır Türkiye’de. Ve o süreç, akıp gelerek şimdiki Tayyipgiller İktidarını yaratmıştır…

Tabiî Siyasal İslamcılığın da başladığı yıllardır o yıllar. 14 Mayıs 1950’deki Bayar-Menderes DP İktidarıyla da CIA Dinciliği ve onların üreyim merkezi olan tarikat ve cemaatler serbestçe çalışmaya başlamışlardır artık. Bu dincileşme sürecini de, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ABD ve onun ajan örgütleri yönetmişlerdir.

Buna da ne ad vermişlerdi?

Yukarıda da gördüğümüz gibi: “Yeşil Kuşak Projesi.”

Sovyetler Birliği’ni alt karnından dinci bir kuşakla çevreleyip sosyalist ideolojinin İslam ülkelerine yayılmasını önlemek istemişlerdir böylelikle. Yine projenin isim babası Graham Fuller aynen şöyle demiştir:

“Ama siyasal İslam sosyalizmin yayılması karşısında çok önemli bir set oluşturuyordu.”

Elbette Siyasal İslam, sosyalizme karşı güçlü bir set oluşturur. Çünkü insanları sadece öbür dünyaya havale eder. Ve der ki; “Ya boş ver, bu dünya yalan dünyadır, gelip geçicidir. Sen asıl öbürüne hazırlan, ebedi olan odur. Bu dünyada aç kalmışsın tok kalmışsın, yoksulmuşsun zenginmişsin, malsızmışsın mülksüzmüşsün bunun bir önemi yok. Ama orası öyle midir? Orası ebedidir. Onun için cennetten bir yer kapmaya bak. Onun için uğraş, onu düşün. Onun için de namaz kıl, oruç tut, hacca git, kurban kes; durup dinlenmeden zikir et.” Tabiî Mustafa Öztürk’ün; “tarihsel gerçekliği yok”, dediği dünya kadar akıl, mantık, bilim, vicdan dışı kıssa-mitolojiye inan…

Böyle bir eğitimden geçince o insanda sağlıklı düşünecek zihin mi kalır, Doğayı ve Toplumu gerçekte nasılsa öylece okuyup, kavrayıp, çözümleyip dersler çıkaracak kafa mı kalır…

İşte biz buna “kafayı yakmak”, diyoruz. Tıpkı bir bilgisayarda anakartın yanması gibi kafa yanar ve sağlıklı işleyemez hale gelir. O zaman da Molla Necmettin gibi, Tayyipgiller gibi, Davidson Ahmet gibi, Karamolla gibi, Bebecan Ali gibi, hatta Sorosçu Kemal gibi ABD devşirmesi ve hizmetkârlarının elinde oyuncak haline gelir zavallı halkımız.

Bakın, Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan, kendileriyle Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör arasında geçen diyaloğu şöyle acı acı naklediyor:

“Temsilcimiz, belediye başkanına tespit ettiğimiz fay hatlarının Nazım İmar ve Uygulama İmar planlarına işlenmesi, bu bölgelerde sakınım bandı oluşturulması ve bu bant üzerinde yapılaşmaya sınırlama getirilmesi gerektiğini anlattı. Çünkü bu hatlar üzerine insanların yaşayacağı yapılar yapamazsınız, yapmamalısınız. Ayrıca, mevcut olan konutların da kentsel dönüşüm kapsamına alınarak vatandaşların güvenli alanlara taşınması gerektiğini de vurguladı.

“Fakat, il temsilcimizin 2021 yılı Ağustos ayında bana anlattığına göre belediye başkanı, buna gerek olmadığını belirterek, bu tür çalışmaların faydası olacağına inanmadığını söylemiş. ‘Herhangi bir çalışmaya gerek olmadığını’ belirtmiş.

“Büyükşehir Belediyesi, depreme karşı ne kenti hazır hale getirecek çalışmalar yapmış, ne de kendi kurumsal altyapısını güçlendirmiş. İl temsilcilerimiz, şu anda Kahramanmaraş Şehir Hastanesi’nin de iyi durumda olmadığını ve hizmet veremediğini belirtiyor.

“Bakıyoruz, Adıyaman’da belediye binasının kendisi yıkılmış. Belediye, ‘deprem olursa, afet olursa ben burada hizmetlerimi devam ettirmek zorundayım, buna karşı önlem alayım’ dememiş.” (https://t24.com.tr/haber/jeoloji-muhendisleri-odasi-ndan-kahramanmaras-iddiasi-belediye-baskani-ni-fay-hatti-icin-uyardik-calisma-yapmaya-gerek-yok-dedi,1090688)

Tayyipgiller’in belediye başkanı bilime inanmıyor tabiî. Onun referansı İslam. Ona göre deprem dediğini Allah, cezalandırmak için günahkâr kullarının üzerine bela olarak salar. Ve ne yazık ki o belediye başkanını seçen, ona oy veren halk kesimi de aynı şekilde kafayı yakmıştır. İşte trajedimiz buradadır…

Niye onu seçiyorlar?

Çünkü o din alıp satma işinde daha usta. En ustalar da AKP’giller’in tepesindekiler tabiî…

Jeoloji mühendisleri, bu fay hattında yani Kuzey Anadolu Fay Hattının en doğu ucunda çatallanıp bir kolunun da Erzincan, Elazığ, Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Hatay üzerinden Suriye ve İsrail’e doğru devam ettiğini, bu fay zonu üzerinde de aşırı stres biriktiğini ve yakında şiddetli bir depremle bu stresin boşalacağını, buna karşı önlemler alınması gerektiğini, Meclisteki bütün siyasi partilere ve bölgedeki illerin belediye başkanlıklarına rapor olarak gönderdiklerini ve hiçbirinden kendilerine dönüş olmadığını dile getirmiştir, yine acı acı:

“TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO) Genel Başkanı Hüseyin Alan, Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğündeki deprem ile ilgili açıklamada bulundu.

“Alan, büyük depremin meydana geldiği fay hatlarına ilişkin hazırladıkları raporları Cumhurbaşkanlığı dahil pek çok kuruma göndererek uyarılarda bulunduklarını, ancak bir yanıt alamadıklarını kaydetti.

‘“18 KENTE İLİŞKİN RAPOR HAZIRLADIK’

“Halk TV yayınına katılan ve 2 yıldır yetkilileri konuya ilişkin uyardıklarına dikkat çeken Hüseyin Alan, şu ifadeleri kullandı:

‘“Hatay’a, Kahramanmaraş’a ilişkin geçen yıl deprem danışma kurulu öncülüğünde 24 kentimizin 18’ine ilişkin raporları yayımladık. Cumhurbaşkanımız dahil olmak üzere, ilgili siyasi partilere, bölge milletvekillerine tek tek gönderdik. Alınması gereken tedbirleri yazdık 2 yıl önce. Odamızın web sayfasında bu raporlarımız var, kimlere gönderdiğimiz var. Ama bugüne kadar, ne o ilin milletvekilleri ne yetkili kurumları geri dönüş yaptılar.’” (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/alan-raporlari-yetkililere-2-yil-once-gonderdik-donus-yapilmadi-2048835)

Görüldüğü gibi, arkadaşlar; namuslu bilim insanlarımız feryat ediyorlar yaklaşan felaket ve buna karşı alınması gereken önlemler konusunda. Ama ne Tayyipgiller’in umurlarında oluyor ne “pek çok kurum”un, ki bunlara belediyeler de dahildir, ne bölge milletvekillerinin ne de Meclisteki Amerikancı sermaye partilerinin…

Bunlar, daha önce de belirttiğimiz gibi, rahmetli şairimiz Hayaloğlu’nun şiirinde geçen şu dizenin anlamının kapsamı içine girerler:

“Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu. Biz başka havadaydık.”

Bunların alayı, şairimizin dediği gibi “başka havada.” Halkımızı düşünmekmiş, vatanımızı düşünmekmiş, ülkemizin sorunlarıyla ilgilenmekmiş; yok bunların böyle bir derdi, tasası. Bu ABD devşirmelerinin alayı, Amerika’nın kendilerine verdiği BOP çerçevesindeki rolü oynamakla meşgul. Bir kısmı kafayı yakmış, bir kısmı da vurgundan, soygundan, kamu malı hırsızlığından, mal mülk istifleyip küplemekten başka hiçbir şey umurlarında olmaz insanlar haline gelmiş.

Bakın, yüreği evlat acısıyla dağlanan bu çaresiz insanımız da Meclisteki ABD devşirmesi Parababaları hizmetkârları için bizimle aynı kanaati paylaşıyor, görüldüğü gibi:

***

Videonun Tapesi:

“Siz Mecliste kendinize zam yapacağınız zaman saniyesinde orada oluyorsunuz. Bizim evlatlarımız burada, 24 saati geçti. Allah evlat acısı çekesiniz evlat! Evlat acısı çekesiniz! Lanet olsun hepinize de!

***

Tabiî onların umurunda olmaz böyle acılar içinde kıvranan insanlarımızın çektikleri. Onlar hep söylediğimiz gibi vicdandan, merhametten, insanlıktan iradi olarak vazgeçmiş ABD kuklalarıdır.

İnsana koyan, acı acı inleten, işin bir diğer yanı da şudur arkadaşlar:

Bu hilekârlar şimdi de deprem bölgelerinde fotoğraflar, videolar çektirerek görüntüler verip kendilerini halkın çıkarlarını düşünürmüş gibi pazarlama, satma uğraşı içindelerdir. Bunların alayı siyasi ahlâktan, siyasi namustan, vicdandan yoksun Amerikan kuklalarıdır, Amerikan hizmetkârlarıdır, Amerikan piyonlarıdır.

Geliyorum diyen depreme karşı hiçbir önlem almıyor adamlar, gördüğümüz gibi. Zerre miktarda olsun bu yönde bir çabaya girmiyorlar. Sadece biri, üçü, beşi değil; alayı…

Hepsi bu ağulu ihanet düzeninin yaratıcıları, sürdürücüleri ve savunucuları arasındadır. Bunların kendileri de hilekârdır, vurguncudur, hırsız, alçak müteahhitleriyle işbirliği, çıkar birliği içindedir. İblisin bile aklına gelmeyecek hile yollarıyla çalıp çırpıp kandırıp aldatıp iktidarlarını dolayısıyla da koltuklarını ve vurgunlarını sürdürme derdindedir.

Ne diyor Jeoloji Mühendisleri Odasının Bilim İnsanları?

Fay hattı üzerinde yapılaşmaya izin vermeyin, diyor. Buraları yıkıcı büyüklükteki depremler vuracak kısa süre sonra, diyor.

Be düzenbazlar!

Hadi bunu yapamadınız, hiç değilse dikey mimariye izin vermeyin. Şehirleşme yatay olacak, deyin. Burası deprem riski altındaki bir bölge, deyin.

Bakın, bu konuda, namuslu bir belediye başkanı, yıkıcı 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce Depremlerinin etkisinden, öldürücülüğünden nasıl kurtarmıştı beldesini ve halkını. Cumhuriyet’ten aktaralım konuyu:

“TAVŞANCIL’DA NEDEN HASAR OLMADI?

“17 Ağustos depremi tüm Marmara Bölgesi’nde, Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayımlanan Meclis araştırması raporuna göre 18.373 kişi öldü. 48 bin 901 kişi ise yaralandı. Ancak deremin meydana geldiği Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın üzerinde yer alan Tavşancıl’da hiç yıkım olmadı. Beldenin 1989’da seçilen ve 2002’ye kadar görev yapan belediye başkanı Salih Gün’ün deprem riski nedeniyle bilim insanlarından yardım alarak hazırladığı imar mevzuatı çerçevesinde başlattığı en fazla 3 katlı binalara imar izni verilmesi vb. uygulamalar dolayısıyla 1999 Gölcük depremi sırasında beldede can ve mal kaybı yaşanmadı.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/1999-depreminde-tek-bir-binanin-yikilmadigi-tavsancil-nerededir-tavsancilda-neden-yikim-olmadi-2050706)

Bu namusluluğu bile gösteremez tabiî Amerikan yönetimindeki mevcut sermaye partileri. Onlar kendi akıllarıyla düşünüp davranamazlar ki zaten. Amerika hazırladığı senaryoya uygun roller verir, bunlar da o rolleri oynar. Biz oynadıkları bu oyuna, Parababaları siyasilerinin oynadığı ihanet oyunu, diyoruz.

Bugün yaşadığımız trajedinin bir diğer ağırlaştırıcı önemli etkeni de arkadaşlar; bildiğimiz gibi Ortaçağcı Faşist Din Devleti inşa etme gayretinde olan Tayyipgiller’in, doğaları gereği taşıdıkları asker fobisidir. Bunlar, daha önce pek çok kez belirttiğimiz gibi, Kuvayimilliye ve Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın düşmanıdırlar. Bunlar, hocaları, üstatları Fesli Deli Kadir’in deyişiyle; “Keşke Yunan galip gelseydi”, diyerek ah vah edenlerdir. Buradan hareketle, Kurtuluş Savaşı’mızın Komutanı Mustafa Kemal, İnönü ve Silah Arkadaşlarına, onların kurup yönettiği Orduya ve o Ordunun zaferi üzerine inşa edilen Laik Cumhuriyet’e onulmaz bir biçimde düşmandırlar. İşte bu nedenle de ABD yönetimindeki Ergenekon, Balyoz vb. adlı CIA operasyonlarıyla, FETÖ’yle işbirliği halinde Ordunun gardını düşürmüşlerdir.

Tayyipgiller’le FETÖ arasında yaşanan 15 Temmuz 2016 kanlı Ganimet Savaşı sonrasındaysa, yine ABD tarafından galip getirilen AKP’giller, Orduya en ağır, en indirici darbeyi vurmuştur. Böylece Türk Silahlı Kuvvetleri Tayyip’ten, onun Hulusi’sinden, Arif Çetin’inden, Hilmi Güler’inden izinsiz adım atamaz olmuştur. Böyle facialara kendi inisiyatifiyle anında koşarak halkımızı ölümün elinden çekip kurtaramaz olmuştur.

Tayyipgiller’se, Ordu prestij-saygınlık kazanmasın, özgüven edinmesin, diyerek Türk Silahlı Kuvvetlerini böylesine geniş boyutlu ve ağır tahribatlı deprem felaketi yaşanan bölgelerden, şehirlerden, kasabalardan, köylerden uzakta tutmuştur. Kendilerinin kurduğu AFAD ise zaten bir yandaşlara arpalık oluşturma kurumu meydana getirmek için var edilmiştir. Yurt çapındaki 8 bin görevlisi de liyakate göre değil, Tayyipgiller’e sadakate göre oraya getirilmiş, Ortaçağ ideolojisiyle kafası yanmış, çoğu İmam Hatip, İlahiyat kökenli, siyasal İslamcı kişilerden oluşturulmuştur. Belediyeler ve halkımız kendi el ve kol gücüyle ne yapabilmişse onu yapmış ve yapmaktadır. O çabasıyla ne kadar insanımızı kurtarabilmişse o kadarını kurtarabilmiştir

Namuslu Deprembilimcimiz Övgün Ahmet Ercan, yıkımın boyutlarını gözden geçirerek olası can kaybımız hakkında şu rakamı belirtmektedir, ne yazık ki:

“Depremin dördüncü günü olan 9 Şubat’tayız. Tüzel (resmi) açıklamalar: Ölü sayısı 14 bin 351, 60 bin yaralı, 4 milyon yapının 7 bini yıkılmıştır. Göçen 7 bin yapı içinde kalan yaklaşık kişi sayısı, 224 bin kişidir. Kurtulan 9 bin ise 215 bin dolayında kişi göçük altında olabilir.

“Gerçek ölü sayısı, 9. günden sonra başlayacak olan göçük kaldırma işlemiyle ortaya çıkacaktır. Durum çok acı. Ancak baş etmek zorundayız.” (https://t24.com.tr/haber/prof-ahmet-ercan-215-bin-dolayinda-kisi-gocuk-altinda-olabilir,1091005)

Yine yaşanan bu felaket ve hayattan koparılan bunca can, Tayyipgiller avanesinin vb. Ortaçağcı Siyasal İslamcıların iddia ettiği gibi; “takdir-i ilahi değil, takdir-i siyasidir.” Bu tespiti de daha önce de belirttiğimiz gibi namuslu yerbilimcimiz Prof. Övgün Ahmet Ercan yapmıştı.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı, arkadaşlar; bu facianın sorumlusu mevcut Amerikancı Parababaları düzeninin başta Tayyipgiller iktidarı gelmek üzere Meclisteki burjuva partilerinin siyasileridir, onların belediye başkanları ve diğer yöneticileridir, bölgenin milletvekilleridir ve diğer etkili, yetkili kurumlarıdır. Ve bunlara ilaveten de bunların işbirliği ettikleri, çıkar birliği ettikleri hırsız, ahlâksız, namussuz müteahhitleridir.

Bu zincirleme ahlâksızlıklar yapılmasaydı halkımız bu felaketi yaşamayacaktı. Şu örnek bile bu felaketin suçlularının, işaret ettiğimiz Amerikan kuklası ahlâksızlar olduklarını çok açık biçimde ortaya koyar, arkadaşlar:

***

İnşaat Mühendisi Semih Keklik Yoldaş’ımızın açıklaması:

Arkadaşlar merhabalar. Biz şu an Maraş merkezdeyiz. Enkaz altında arkadaşımız var. Onu kurtarmak için çalışmalara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Halkımızı gözlemliyoruz, binaları gözlemliyoruz.

Ben inşaat mühendisiyim. Şöyle çevredeki yıkılan binaları bir gösterebilir misin arkadaş?

Arkamda duran bina da TMMOB’ye bağlı İnşaat Mühendisleri Odasının binası. Yapısal bir tek çatlak yok. Hayatı etkileyecek herhangi bir depremden etkilenmemiş. Ama çevrede gördüğünüz binaların, Maraş’ın merkezindeki birçok bina maalesef denetimsizlik yüzünden, teknik birçok sebepten ötürü yıkılmış durumda.

Yani bunun birçok sebebi var. Deniz kumu kullanılmış. Demirler nervürsüz, çentiksiz demir. Bunlar eski binalar. Evet, 30 yıllık binalar belki ama yıllar içinde hiçbir denetime tabi tutulmamış. Yani tabiri caizse insanlarımız tabutun içerisinde yaşamışlar. Maalesef tablo çok acı. Başımız sağ olsun.

***

İşte gerçek meydanda, arkadaşlar…

Demek ki Jeoloji-Jeofizik biliminin ve İnşaat mühendisliği biliminin kanunlarına, kurallarına uyularak inşaat yapılırsa, deprem gibi bir doğa olayı asla size zarar vermiyor…

Tabiî bu Parababaları düzeninin sorumlularının işlemiş oldukları binbir suçun yanında, yaptıkları, sebep oldukları bu facianın, bu kaybedilen canların, bu yıkımın, bu talanın hesabını da verecektir bunlar.

Bunun hesabını da kim soracak, arkadaşlar?

Hep bildiğimiz gibi, halkımızın gerçek dostu olan biz Gerçek Devrimciler…

Bu hilekârlar, bu düzenbazlar, şimdi deprem bölgesinde çektirdikleri videolar, fotoğraflar paylaşarak kendilerini halk dostu diye pazarlamaya kalkmasınlar bize de. Cahil, bilinçsiz insanlarımız sanarak bizi de kandırabileceklerini ummasınlar sakın.

Bunlara tek tek soracağız:

Jeoloji mühendislerinin geliyorum diyen felaketi ve ondan sakınmanın yol ve yöntemlerini içeren raporuna niye hiç tepki vermediniz?

Niye o raporu görmemiş, duymamış, okumamış saydınız kendinizi?

O hırsız, o halk düşmanı müteahhitlerle neden işbirliğine girdiniz?

Neden bu çürük yapıları halkımıza satarak hem fahiş paralar kazanıp hem de halkımızı bir anlamda tabutluklara soktunuz, diye…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

12 Şubat 2023

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email