İslam Dünyası neden açlık, yokluk, kıtlık, kıran ve kan revan içinde, hiç düşünmeyecek misiniz?

Saygıdeğer arkadaşlar;

Şu Arap ülkeleri televizyonlarındaki programcılar, tartışmacılar gibi özgürce ve cesurca düşünebilen ve düşüncelerini ortaya koyabilen insanlar olmayacak mı bizim ülkemizin medyasında?

İnsan şu Kuveyt ve Irak televizyon programlarını izleyince üzülüyor…

Yarım da olsa 80 yıl Laik Cumhuriyet yaşamış bir ülkenin televizyonlarının, oralarda program yapan aydınlarının gerisine düşmüş olması gerçekten acı veriyor bize…

Böyle mi olmalıydık?..

Türkiye insanları şu Arap aydınları kadar olsun niye ayık ve cesur bir tavır ortaya koyamıyorlar?..

İsterseniz sözü uzatmadan doğrudan sözünü ettiğimiz Arap ülkelerinin TV yayınlarına bakalım.

Öncelikle Kuveyt televizyonundaki şu konuşulanlara kulak verelim bir:

***

Videonun Tapesi:

Dini metinler Müslümanlara ilk ulaştığında, onların kültürlerine ve çevrelerine uygun bir şekilde gönderildi. Dini metinler kesindir. Hayatımızı organize etmek için yarattığımız kurallardan farklıdır. Yarattığımız kurallar değişkendir, doğası gereği dinamiktir. Bu yüzden seküler ve demokratik anayasalara sahip olan ülkeler, hayatın her alanında daha ileridir.

Şeriatın altı ana yazılı kaynağı ve yüzlerce farklı yorumu var. Ve her teolojik okul şeriat üzerinde kendi hakları olduğunu iddia ediyor. Bugün Müslümanlar cemaatlere Allah’tan daha çok tapıyor. Dinin kendisine, Yaratıcıdan daha çok tapıyor.

– Seküler bir devletin tüm ülkeler için daha iyi olduğunu mu düşünüyorsun?

– Gerçekte bizler mezhepçiyiz, diktatörüz ve baskıcıyız. Üzücü ama Arap zihniyeti böyle. Teoride ise yönetim şeklimiz demokrasi, günlük yaşantımızda liberal ve seküleriz. Tükettiğimiz her ürün seküler Avrupa medeniyeti tarafından üretiliyor.

*

IŞİD’in İslam’la alakası olmadığını söyleyen her kimse yalan söylüyordur.

– Bunu ispat edemezler.

– Peygamber dedi ki, izin verin lafımı bitireyim…

– IŞİD’in İslam’la bağlantısı olmadığını bile kanıtlayamıyorlar.

– Ne zaman bir ahlaksızlık, bir insanlık suçu işlense, “Bu insanlar İslam’ı temsil etmiyor,” diyorlar. “Bunlar Hariciler, İslam’ı yanlış biliyorlar”, diyorlar. O zaman bize kendi modelinizi gösterin.

Tarihte insanlığa katkı sağlamış hiçbir İslam modeli yoktur. Hatta İslami kültür olarak şöyle ifade edeyim, İslam ile idare edilmiş Endülüs topraklarında bile kalkınma ve refah, Halid Bin Yezid tarafından çevrilen Antik Yunan eserleri sayesinde olmuştur.

Bu kalkınmanın kaynağı Kur’an kelamları veya Sünnet değildi. Dört Halife döneminde neler olduğuna bir bakınca, devletin esaslarının şeriata dayanmadığına dair pek çok kanıt görülmektedir. Dört Halife arasında iktidarın ve gücün nasıl devredildiği belli değildir.

*

Ebubekir, Sekife olayının ardından iktidara gelmiştir. Ardından gelen Ömer, Ebubekir tarafından belirlenmiş altı kişi tarafından seçilmiştir. Sonra Osman…

– Bu neyi kanıtlar?

– Bu iktidar değişikliğine ilişkin bir sistemin olmadığını kanıtlar.

– Bunun kanıtlayacağı, İslami sistemin esnek olduğudur.

– Bu bir felakettir, bu esneklik falan değildir. İktidar değişikliği esnekliğe sahip olabilir mi?

Bugün günümüzde hayal edin, bugün bir demokrasiyken yarın bir diktatörlüksün. Senin “fetih” dediğine biz siyaset biliminde “sömürgecilik” deriz.

– İslami Fetihleri sömürgecilik mi sayıyorsun?

– Siyaset bilimine göre İslami Fetihler sömürgeciliğe katkı sağlamıştır. Bunlar yalnızca İslam Tarihinde fetihler olarak anılır. İbn-i Rüşd’ün kitaplarını kim yaktı? İbn-i Heysem’i kim yasakladı? İbn-i Sina ve Harizm’iyi sapkınlıkla suçlayan kimdi? İsrail mi, Amerika mı? O devirde onlar yoktu bile. Hepsini biz yaptık, bu konuda dürüst olalım. Milletler eğer tarihlerini eleştirirlerse ileri gidebilirler. Biz ise sadece tarihimizi yüceltiyoruz, bu hiç akla uygun değil.

Bugün son derece acınacak haldeyiz, ölümcül bir aldatmaca içerisinde yaşıyoruz. (https://www.youtube.com/watch?v=pCetXrEv6N0&ab_channel=mamosteya%C5%9Fad%C4%B1)

***

Görüldüğü gibi, Kuveytli sosyal bilimci, dinlerin sabit, kesin, değişmez bir Evren Sistemi, dünya ve toplum düzeni ortaya koyduğunu; oysa hayatın sürekli değişim ve dönüşüm içinde olduğunu belirterek dinlerin her türlü gelişmenin karşısında durduğunu, böylelikle de diktatörlerin, gericilerin, zorbaların işine yaradığını söylüyor. Arap ülkelerindeki Emirler, Sultanlar, Krallar vb. gibi… Bizde de Tayyipgiller gibi…

Tayyipgiller de dikkat edersek, durup dinlenmeden din alıp satarlar. Vurgun, talan, sömürü ve ihanetlerini en hayâsızca boyutlara taşırken bu din alıp satma işine de aynı oranda hız verirler. Yani dini vurgunlarına, sömürülerine, hilelerine, yalanlarına karşı bir kalkan olarak, bir zırh olarak kullanırlar.

Yine IŞİD’in İslam dışı olduğunu savunanlar da bizim daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi tümüyle yalan söylüyorlar. IŞİD tam da 1400 yıl önceki İslam nasıl uygulanmışsa aynısını uygulamaya çalışıyor bugün.

Ve yine diyor ki Kuveytli Sosyal Bilimci; dinler insanlığa huzur getirme amacıyla ortaya konmuştur ama tam tersi sonuçlar doğurmuştur…

Şimdi gelelim, 1934-2006 yılları arasında yaşamış Suriyeli Şair Muhammed el-Maghut’un İslam’ı konu alan şiirinin Irak televizyonunda, spiker Mahdi Jassem tarafından okunmasına. Suriyeli Şair aynen şunları yazmış:

***

Şiirin Çevirisi:

1400 yıl önce insanlar çöllerde yaşar, çadırlarda uyur ve gecelerini yağ kandiliyle ve yaktıkları çalı çırpıyla aydınlatırdı.

Bildikleri tek şey sürüleri gütmek, akınlar yapmak ve savaşlarda esirler almaktı.

Dövüşürler, savaşırlar ve evlenirlerdi.

1400 yıl önce tıpkı kendilerinden öncekiler gibi kutsal olduklarını söyleyen hikayeler, yaşamöyküleri, hadisler ve metinler bıraktılar bizlere.

1400 yıl sonra onlar gibi düşünmemiz, onlar gibi giyinmemiz, tıpkı onlar gibi bir yaşam sürmemiz, onlar gibi birbirimizle dövüşmemiz, onların evlendiği gibi evlenmemiz bekleniyor.

1400 yıllık uydurmacanın ardından bizlere aktarılan her şeye inanmamız bekleniyor.

Yahudilere ve Hristiyanlara beddualar yağdırdığımız 1400 yılın ardından, Allah’a onları helak etme çağrılarının ardından birliğimizi kaybeden bizler olduk…

Ülkelerinin yıkılması için dualar ettik, ülkeleri ellerinden giden bizler olduk…

Kadınlarının köleleşmesi için dualar ettik, köleleştirilenler yalnızca Müslüman kadınlar oldu.

1400 yıldır yağmur duasına çıkıyoruz, dünyada Müslüman ülkeler dışında her yere yağmur yağıyor…

1400 yıldır zekât veriyoruz, Müslüman ülkelerdeki aç açıkta olanların sayısı her geçen gün artıyor.

Ümmet gaflet içinde…

Dualarınızda lanetledikleriniz uzaya çıktı, ayın üzerinde uyuyorlar.

Sizin aklınız fikriniz apış arasındayken onlar atomu parçalayıp dijital devrimi gerçekleştirdiler…

Hâlâ tuvalete nasıl girileceğine, kadınlar ve kara köpekler dışında gusül abdestini nelerin bozacağına kafa yoruyorsunuz…

Allameler daha derinlere indikçe cinsel cihada, enseste, yetişkin insan emzirmeye ve insanların ölü karılarıyla yaptıkları veda seksine ulaşıyor…

Kadınlar ve hayvanlarla uygun şekilde nasıl seks yapılacağına dair kitaplar yazıyorlar.

Ümmet gaflet içinde…

Bizim zihinlerimizin de etrafımızı kuşatan bilgiden, bilimden ve teknolojiden etkilenmeye hakkı yok mu?

Kafalarımız 1400 yıl öncesinin esiri olmaya mahkûm mu?

Bizler çift sürmek için atları, yarış için eşekleri kullandığımız sürece hiçbir şey asla iyiye gitmeyecek… (https://www.youtube.com/watch?v=aHV7G-pTZjw&ab_channel=MEMRITVVideos)

***

Bütün bu anlatılanlar neyi ortaya koyuyor, arkadaşlar?

Bütün dinler gibi İslam’ın da insan tarafından yaratıldığını…

Kesinlikle bir Tanrı kelamı-buyruğu olmadığını…

İslam da diğer dinler gibi, daha önce de belirttiğimiz şekilde, içinde doğduğu çağ ve toplumun doğa ve toplum anlayışını barındırır. İslam’ın da 1400 yıl öncesinin yani 600’lü yılların Mekke, Medine ve çevresinde yaşayan Arap Toplumunun dünya görüşünü, geleneklerini, göreneklerini, örfünü, ekonomik ve sosyal düzenini, ahlâkını, dinini, sanatını, kıssalarını yani o çağın o bölgesindeki Arap Toplumunun doğa ve dünya anlayışını içerdiğini görürüz.

Daha önce de defaatle belirttiğimiz gibi Hz. Muhammed, o dönem Mekke ve çevresindeki şehirleri haraca kesmiş bulunan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfına karşı bir başkaldırı hareketi şeklinde ortaya koyar İslam’ı. Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı, yine çokça belirtmiş olduğumuz gibi MÖ 4000 yıllarında Aşağı Mezopotamya-Irak’ta ortaya çıkar ve oradan bir kağıt üzerine düşmüş bir yağ lekesi gibi Eski Dünyanın hemen her bölgesine yayılır zaman içinde. Tabiî ilkin de en yakınında bulunan Ortadoğu Bölgesine yayılır. Bir kolu da Doğuya uzanır, Hindistan’dan Çin’e dek…

Oralarda da “Medeniyet” dediğimiz Sosyal Sınıflı Topluma geçiş olur, Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin egemenliğinde. Yani toplumlar alt-ezilen-geniş halk yığınları ve tepede bir avuç azınlığı oluşturan Antika Tefeci-Bezirgân Sermayedarlar olmak üzere durumları ve çıkarları birbirlerine zıt, antagonist-uzlaşmaz çelişkiler barındıran sosyal sınıflara parçalanmış olur.

Arap Yarımadası’nda bu azgın, hak hukuk, insanlık tanımaz, sömürücü, vurguncu, asalak sınıfın en güçlü olduğu şehir Mekke idi. Hz. Muhammed de o şehirde doğup büyüdüğü için ilkin oranın egemen Parababalarına karşı bayrak açtı ve onların egemenliğini sarsmaya başladı. Onun üzerine Parababaları da İslam’a ve Müslümanlara savaş açtılar ve hatta Hz. Muhammed’i öldürmek üzere anlaştılar. Bunu haber alan Hz. Muhammed bir gece gizlice Mekke’den çıkarak Tefeci-Bezirgân Sermayenin çok daha güçsüz bulunduğu Medine’ye gitmek üzere şehrini terk etti. Ve Medine’de İslam’ı ortaya koymaya ve yaymaya devam etti…

Medine Toplumunu haraca kesen üç büyük Yahudi Tefeci-Bezirgân Sermaye grubunu da Medine’den sürüp çıkardı, süreç içinde. Böylelikle Medine’yi İslam’ın kalesi haline getirdi.

Yine daha önce de pek çok kez belirttiğimiz gibi Hz. Muhammed’in gönlünde yatan, komünist bir ekonomi temeline dayalı toplum düzeni kurmaktı. Fakat buna hiçbir zaman gücü yetmedi. Ayrıca da Mekke Döneminde gerçekleşen cihatlarla İslam, Arap Yarımadası’nın önemli bir bölümüne yayıldı ve bu cihatlar sonucunda maddi geçim araçlarıyla birlikte yani mal mülkle birlikte köle ve cariyeler de ele geçirilip Medine’ye getirildi ve cihatçı Sahabiler arasında pay edildi. Köle ve cariye de İslam Hukukunda dayanıklı mallar, Arapçasıyla “Mütekavvim Mal” hükmündedir.

Yine hep söyleyegeldiğimiz gibi mal mülk, altın, para ve kıymetli madenler, bizce “zehir”dir. Bunlar, insanın ahlâki değerler sistemini tağşiş eden-bozan, aşındıran, çürüten, siyanür benzeri zehirlerdir. İşte bu elde edilen canlı ve cansız ganimetler, Hz. Muhammed’in gönlünde yatan bu eşitlikçi, komünist toplum özlemini de önemli ölçüde tahribata uğratmıştır. Medine Döneminin son yıllarında artık Hz. Muhammed’in de, onun bazı eşlerinin de, önde gelen Sahabilerin de köleleri ve cariyeleri vardır. Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ise Üç Halife – Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali – hariç diğer önde gelen Sahabilerin tamamı mala mülke, servete, köle ve cariyeye gark olmuştur.

Daha önce de söylediğimiz gibi Kur’an’da anlatılan, Dünya Merkezli bir Evren Sistemidir. Dünya bir tepsi gibi düzdür, Dünya’dan 1 milyon 300 bin kere daha büyük olan Güneş, Kur’an’a göre gelir bir gözenin tabanındaki balçığa saplanarak batar. Geceleri de Allah’a secde etmek üzere yerin altına çekilir. Ay bir nurdur…

Yani daha önce de söylediğimiz gibi bütünüyle Ortaçağ’ın Dünya ve Evren anlayışı söz konusudur İslam’da…

Ve yine söyleyegeldiğimiz gibi kölelik, cariyelik bile yasak kılınamamıştır. Kur’an’ın anlatımıyla Âlemleri yaratan, her şeye gücü yeten, ol deyince her şeyi olduran Allah’ın kölelik ve cariyeliği ortadan kaldırmaya gücü yetmemiştir. Kur’an’ın kendi içindeki en önemli çelişkilerinden biridir bu…

Özetçe arkadaşlar; bugün insanlık onurunun ulaştığı aşamadan bakınca, o onurun ortaya koyduğu evrensel değerler açısından olaya bakınca, dinlerde ortaya konan düzenlerin, sistemlerin olumlu bir yönünün olduğundan söz edilemez…

Dinle uğraşan İlahiyatçılara baktığımız zaman, uğraştıkları konuların tamamının akılla, bilimle, teknolojiyle ilgili konular olmayıp genelinin kadın bedeni ve cinsellikle ilgili konular olduğunu görürüz. Bunu da en özet şekilde Suriyeli Şair Muhammed el Maghut, yukarıda aktardığımız şiirinde ortaya koymuştur.

Bu konulara girince insan, 973-1057 yılları arasında yaşamış, 4 yaşlarındayken de çiçek hastalığına yakalanıp her iki gözünü de kaybetmiş, Kuzeybatı Suriye’de yer alan Maara şehrinde doğup büyümüş düşünür ve şair Ebu’l Alâ el Maarri’yi anmadan geçemiyor…

Ne diyordu el Maarri?

“Dünyada iki çeşit insan var: Aklı olan ve dini olmayanlar, dini olan ve aklı olmayanlar.” (Ebu’l Alâ el Maarri, El Lüzumiyyat)

Bin yıl önce dinler karşısında böyle ayık ve cesur bir tutum sergileyebilmek, insanda büyük bir hayranlık ve takdir duyguları uyandırıyor, değil mi arkadaşlar… Üstelik de bu adam, 4 yaşından itibaren görme engellidir.

Bir bu insanlara bakın, bir de sabah akşam bizim Diyanetçi İlahiyatçıların, tarikatçı şeyhlerin, melelerin konuşmalarına, tartışmalarına…

Şu kesin bir gerçektir ki arkadaşlar; İslam Dünyası, 15’inci Yüzyıl’dan itibaren hiçbir bilimsel gelişmeye öncülük edememiştir. Bilimde ve teknolojide hiç adı geçmemiştir. Aslında herkesin oturup derin derin düşünmesi gerekir bunun sebeplerini. Tekniğin ve bilimin öncülüğünü ve onun buluşlarını neden hep bizim “dinsiz” diye, “kâfir” diye cehenneme postaladığımız ülkelerin insanları yaptı da bizlerin adı hiç bunlar arasında yer almadı diye…

Tabiî bu sorunun işaret ettiği meseleler aslında derin mevzuyu oluşturur. Daha önceki yazılarımızda da ortaya koyduğumuz gibi, İslam’ın İlkel Komuna geleneklerinden kaynaklanan bir vicdan yönü vardır. İşte o, yukarıda andığımız Hz. Muhammed’in gönlünde yatan komünist toplum kurma ülküsüdür. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi o, hiçbir zaman gerçekleşememiştir Hz. Muhammed döneminde de, sonrasında da.

Biz de komünist devrimciler olarak Hz. Muhammed’in bu ülküsünün tek meşru savunucularıyız. Bu anlamda Hz. Muhammed’in ve İslam’ın da vicdan yönünün, insani yönünün biricik haklı, meşru devamcıları, savunucuları bizleriz.

Fakat İslam’ın bir de yukarıda andığımız olumsuzlukları içeren konuları vardır. Bu da onun afyon yönünü oluşturur. İşte İlahiyatçılar 1400 yıldır, bugün de olduğu gibi, hep bu afyon yönünü ele alırlar, onu tartışırlar ve onu öğütlerler. İslam diye onu anlatırlar, onu satarlar.

İşte bu yön de Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının çıkarlarına pek uygun düşer. Bu sebeple de bu Antika, sömürücü, asalak sınıf 1400 yıldan bu yana İslam’ı siyasi ideoloji olarak kullanmıştır.

Bugün de kim yapıyor bu zalimce, vicdansızca, insaf, merhamet ve ahlâk dışı işi?

20 yıldan bu yana Türkiye insanı için ülkemizi cehenneme çeviren Tayyipgiller iktidarı…

Bu iktidar da yine hep söyleyegeldiğimiz gibi, Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının sınıf çıkarlarının savunuculuğunu ve sözcülüğünü yapan bir harekettir. Bu iktidarın tüm yapıp ettiği kanunsuzluklar, ahlâksızlıklar, hırsızlıklar, yolsuzluklar, vurgunlar, ihanetler ve vatan satıcılıkları, bu Antika sömürgen sınıfın sınıf karakterinden kaynaklanır. Yani o sınıfın doğası böyle yapmayı emreder, gerekli kılar. Üretimle uğraşmaz o sınıf. Sadece üreticilerle tüketiciler arasında aracılık eder. Asalaktır yani. Hiçbir maddi değer ortaya koymaz, üretmez. Tam tersine; üreticilerle tüketicilerin alınterlerini gasp eder acımasızca, onları sömürür. Kamu mallarını aşırır, vatan topraklarını satar parça parça. Ege’de 20 Adamızı ve 4 Kayalığımızı Yunanistan’a sattığı gibi…

Ne diyelim, arkadaşlar…

Bunların da sonu gelecek ve hatta geliyor artık…

Her şeyin bir sonunun olduğu gibi bu vurgun, soygun, ihanet iktidarının da bir sonu olacak…

Ve bunlar da her suçlu gibi hesaba çekilecekler…

Kanunsuzluklarının, yolsuzluklarının, hırsızlıklarının hesabını verecekler. Hem de tüm avaneleriyle birlikte; beşli, yedili, onlu çeteleriyle birlikte. Hepsi, hepsi hesap verecek…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

25 Ağustos 2022

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email