“İnsanları Allah’la Aldatan Büyük Aldatıcı”lar…

“Fiyatları Allah belirliyor”, diyen Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi sistematiği içinde değerlendirirsek, haklıdır. Tersine, aksi yönde bir fetva vermiş olsaydı, işte o zaman temsil ettiği dine uymayan bir karar vermiş olurdu.

Ne diyor Diyanet İşleri Başkanlığı konuya ilişkin fetvasında?

“İslam dini, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymamış, bunu piyasa şartlarına bırakmıştır. Konuyla ilgili olarak Allah Resûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden herhangi birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem.” (Ebû Dâvud, İcâre, 15; Tirmizî, Bûyû’ 73) Ayrıca Hz. Peygamberin (s.a.s.), kendisine kurbanlık bir koyun satın alması için para verdiği Hakîm b. Hizâm’ın bir dinara satın aldığı koyunu iki dinara satıp, sonra bir dinara bir koyun satın almasını (diğer bir rivayette bir dinara satın aldığı iki koyundan birisini bir dinara satmasını) kınamamış, üstelik ona hayır duada bulunmuştur (Ebû Dâvûd, Büyû’, 28; Tirmizî, Büyû’, 34).

“Fakihler de bundan hareketle kâr haddinin eşyadan eşyaya fark edebileceğini, bu sebeple de kesin bir takdir yapılamayacağını söylemişlerdir (Kâsânî, Bedâi’, V, 129).” (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/930/ticarette-kar-haddi-var-midir)

Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı fetvasını Hadise dayandırıyor. Yani Hz. Muhammed’in konuya ilişkin bir soruya verdiği cevaba dayandırıyor.

Peki, Hadis böyle diyor da acaba Kur’an ne diyor bu konuda, diye bakınca, Medine’de ortaya konan şu Ayetle karşılaşıyoruz:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155’inci Ayet, Diyanet İşleri Meali)

“Mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksilterek, sizi biraz korku ve biraz açlıkla yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz, bundan kaçış olmaz. Sen sabırlı davrananlara müjde ver.” (Bakara Suresi, 155’inci Ayet, Süleymaniye Vakfı Meali)

Görüldüğü gibi, arkadaşlar; Kur’an Ayeti de tıpkı Hz. Muhammed’in Hadisi gibi Ali Erbaş nam Hafız’ın Diyanet’ini haklı çıkarıyor…

Ne yazık ki Kur’an’da böyle her türden bilime, mantığa uymayan ayetler pek çoktur…

Bunlar, İslam’ın içinde doğduğu Mekke, Medine ve Hicaz İslamı’nın içinde bulunduğu Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının egemen kültüründen kaynak almaktadır.

Dünyayı “imtihan dünyası” olarak tanımlayınca Kur’an, işte sınav konuları da böyle şeyler oluyor. Bugünkü mantığımızla bakınca; “Yahu âlemleri yarattığı iddia edilen koca Tanrı, gelip kendi kullarını imtihana tabi tutmakla ne kazanmış olacak? Eğlenecek konu mu bulamadı da yarattıklarıyla böyle sınavlar yaparak eğlenecek?”, diye sormaktan geri duramıyor insan.

Hâlbuki “Teodise” yani “Kötülük Problemi”nin ele alınışında İlahiyatçıların ezici çoğunluğu, buradaki anlayışlarıyla çelişirler. “Tanrı sadece insanları iyiliğe yönlendirmek ister, kötülüğe yönelen insanların kendisidir. Tanrı, insanları özgür iradeleriyle baş başa bırakmıştır. Onlara iyi yolu da kötü yolu da göstermiştir. Kötü yoldan gidenler bu seçimlerini kendileri yapmışlardır. Burada Tanrı’nın bir dahli yoktur”, derler.

İyi de mallardan-canlardan eksiltme, insanları yoksulluğa-sefalete düşürme konusunda Tanrı’nın dahli neden oluyor?

İnsanları sefalete düşürmek, onların çoluğunu çocuğunu aç bırakmak; “seni sınavdan geçireceğim”, diye hatta bazılarının canlarını almak kötülük etmek olmuyor mu?

Bu kötülüğü neden yapıyor Tanrı insanlara?

Onları sınava tabi tutabilmek için…

Hani Tanrı hiç kötülük emretmez, insanları hiç kötülüğe sevk etmezdi?

Görüldüğü gibi Kur’an, kendi içinde çelişkiler taşımaktadır.

Sırf insanlar özgür iradeleriyle seçim yapabilsinler diye Tanrı insanları serbest bırakmıştır, der İlahiyatçılar.

Peki, kötülükle karşılaşanlar, kötülüğe uğrayanlar yani kurbanlar neyin seçimini yapmışlardır?

Mesela bugünün Türkiye’sinden hareket edersek hemen her gün en az biri erkekler tarafından katledilen zavallı kadıncağızlarımız, kızcağızlarımız neyin seçimini yapmışlardır?

Tacize, tecavüze uğrayan evlatlarımız, hatta bunların yoğun bir şekilde yaşandığı yerler de, biliyorsunuz, ENSAR vb. tekkelerdir, kurslardır; buradaki kurban yavrularımız neyin seçimini yapmışlardır?

O sapıklar, o katiller sürüsünün özgür iradeleriyle seçim yapabilmeleri için mi yok olup gitmişlerdir hayatlarının baharında ya da hayatları karartılmıştır, acılarla yaşamaya mahkûm edilmişlerdir bir ömür?

Yine ABD ve AB Emperyalist Haydutları 1990’dan bu yana Ortadoğu’da 10 milyonu aşkın Müslümanın kanına girmişler, canını almışlardır. Bu kardeşlerimiz neyin seçimini yaptı da canlarından oldu; ülkeleri cehenneme çevrildi?

Sadece ABD-AB Emperyalist canavarları özgür iradeleriyle seçim yapabilsinler diye mi bunca Müslüman katliama ve zulme uğradı?

Gördüğümüz gibi, arkadaşlar; bu tür Ayet ve Hadisler “Kafa Yakıcı” mesajlar içerir. Onlara içtenlikle inandınız mı; doğada ve toplumda olup bitenleri, oldukları gibi, neyse öylece asla görüp, anlayıp, kavrayıp değerlendiremezsiniz…

Kaldı ki Kur’an bu konuyla da bağlantılı olarak bir çelişkiye daha düşmektedir kendi içinde.

Şöyle ki…

Şu ayete bakalım bir:

“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, “Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım” diye benden kesin söz çıkmıştır.” (Secde Suresi, 13’üncü Ayet, Diyanet Vakfı Meali)

“Biz dileseydik herkesi doğru yola iletirdik. Fakat, “cehennemi tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım” diye söz verdim.” (Secde Suresi, 13’üncü Ayet, Bayraktar Bayraklı Meali)

Burada ne deniyor, arkadaşlar?

Biz eğer dileseydik herkesi doğru yola iletirdik ve kötülüğün olmadığı bir dünya yaratmış olurduk. Tıpkı Cennet gibi. Yani bu dünyayı da Cennet yapabilirdik. Ama ağzımızdan şöyle bir söz çıkmış bulundu bir kere: Cehennemi tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım.

Demek ki Tanrı, ağzından her nasılsa çıkmış olan bu sözünün yerine getirilmiş olması için insanların da bir kısmını kötü yola iletiyor, cinleri de kötülüğe sevk ediyor ve bunlarla Cehennemi dolduruyor. Böylelikle sözü de yerine gelmiş oluyor…

Yani yaratmış olduğu kullarını eğlencelik olarak kullanıyor Tanrı…

Bütün bunlar göstermektedir ki arkadaşlar; Dinler Tarihinin ortaya koyduğu Kitaplı-Kitapsız bütün dinler insan yapımıdır. Baştan aşağı insanlar tarafından düşünülmüş, tasarlanmış, ortaya çıkarılmış, ortaya konmuştur.

Burada biz Hz. Muhammed’in İslam’ını Arap Yarımadası’nda ortaya çıkan bir Tarihsel Devrim olarak değerlendiriyoruz.

Neden?

Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi Bakara 219, Nahl 71 ve Maun Surelerinde ve daha pek çok surede değişik anlatımlarla ortaya konan şu ideolojik görüşten, anlayıştan:

“Allah rızıkda kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, emirleri altında bulunanların rızıklarını vermezler. Oysa rızıkta hepsi eşittir. Allah’ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?” (Nahl Suresi, 71’inci Ayet, Diyanet İşleri Meali)

“(…) Allâh yolunda ne kadar harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “El Afv (zaruri harcamalarınızdan) arta kalanı bağışlayın!” Allâh böylece gereken apaçık işaretleri veriyor size… (Nedenini) derin düşünmeniz için.” (Bakara Suresi, 219’uncu Ayet, Ahmed Hulusi Meali)

“(…) Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: “Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.” (Bakara Suresi, 219’uncu Ayet, Yaşar Nuri Öztürk Meali)

“Gördün mü o, dini yalan sayanı?

“İşte odur yetimi itip kakan:

“Yoksulu doyurmayı özendirmez o.

“Lanet olsun o namaz kılanlara/dua edenlere ki,

“Namazlarından/dualarından gaflet içindedir onlar!

“Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar.

“Ve onlar, kamu hakkının yerine ulaşmasına/zekâta/yardıma/iyiliğe engel olurlar.” (Maun Suresi, Yaşar Nuri Öztürk Meali)

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar, ne deniyor bu Sure ve Ayetlerde?

Mal mülk küplemeyin. Sadece sizin ve bakmakla yükümlü olduklarınızın zaruri ihtiyaçlarına yetecek kadarını alıkoyun, gerisini ihtiyaç sahiplerine dağıtın…

Böyle yapacaksınız ve herkes “rızıkta eşit” olacak…

Burada ortaya konan anlayış, Sosyalizmin de ötesinde Komünist bir ekonomik sistem tarif etmektedir.

Böyle yapmayanları da Maun Suresi’nin yedi Ayetinde teşhir edip lanetlemektedir. Onların namaz kılıyor olmaları bile sahtekârlıktır, demektedir. Yani namazları, oruçları, hacları; hepsi riyakârlıktır, düzenbazlıktır, demektedir.

Demek ki bu ideolojik anlayış Hz. Muhammed’in gönlünde yatan toplum düzenini tarif etmektedir, tanımlamaktadır.

Ama bunu uygulayabilmiş midir sağlığında?

Kesinlikle hayır…

Çünkü içinde bulunduğu Antika Tefeci-Bezirgân Toplum gelenekleri, kuralları, örfleri ve kültürü öylesine katı ve acımasızdır ki Hz. Muhammed ve en içtenlikli halifeleri olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali bu zalim düzeni ancak birazcık sarsabilmişlerdir. Onun halk kitleleri üzerinde yarattığı, uyguladığı zulümleri ve ondan doğan acıları ancak birazcık ılımlandırabilmişlerdir.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde “yıllık kazancınızın kırkta birini zekât olarak verin”, denmemiştir. Denemezdi çünkü Kur’an’da denen, yukarıdaki Ayetlerde ortaya koyduğumuz komünist ekonomik toplum kurallarıdır. Ancak uygulamada, kırkta birini olsun vereceksiniz, denerek idari bir güçle o alınabilmiştir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Eski Üyesi Ali Akın’ın aktarımına göre, Hz. Muhammed ölür ölmez, üstelik Kur’an’da kutsadığı, kendi doğup büyüdüğü Mekke şehrinin bile çoğunluğu İslam’dan çıkmıştır.

Neden?

Kırkta bir oranındaki zekâtı vermemek için…

Arabistan’ın bazı bölgelerindeki Tefeci-Bezirgân Sermayenin egemen olduğu yerleşim yerlerindeki insanların da önemli bir bölümü sırf zekâta karşı çıktıkları için İslam’dan çıkmışlardır. Zekâtı kaldırın, biz Müslümanlığa devam edelim, demiştir bunlar… Hz. Ebubekir “Ridde Savaşları” denen, 1 yıl süren bir savaşla ancak bunları yeniden İslam’a döndürebilmiştir.

Biz İslam’ı olay olarak neyse, bütün yönleriyle öylece görüp değerlendiriyoruz ve bu sonucu çıkarıyoruz. Hz. Muhammed’in gönlünde yatan komünist toplum kurma idealini de aynı şevk ve heyecanla biz taşıyoruz, biz Gerçek Devrimciler temsil ediyoruz.

Bu açıdan, Hz. Muhammed’in de Kur’an’ın da meşru ve gerçek temsilcileri, devamcıları, savunucuları bizleriz…

Ancak yukarıda eleştirdiğimiz, çağın gereği Hz. Muhammed’in de Kur’an’ın içine dahil etmek mecburiyetinde kaldığı, Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye kültürünün birer parçası olan görüşleri ihtiva eden Ayet ve Hadisleri de tabiî ki eleştiririz…

Hatırlanacağı gibi Mekke Döneminde ortaya konan hiçbir Sure ve Ayette kadını aşağılayan bir ibare geçmediği halde Medine Döneminde İslam’ın ortaya konuş sürecinin son dört beş yılında kadını vuran, onu aşağılayan Ayetler ortaya konmuştur. Bunun da maddi sebeplerini anlatmıştık daha önce. Çünkü o yıllarda art arda, duraksamadan yapılan cihatlar sonucunda dağlar gibi ganimet elde ediliyordu. Bu ganimetlerin bir bölümü de insanlardan, köle ve cariye adı verilen kadınlardan oluşuyordu. Savaşlarda hiçbir sorumlulukları olmadığı halde savaşların en acı çeken ve yıkıma uğratılan canlıları kadınlar oluyordu. Kadın köle-cariye olarak hem alınıp satılıyor hem de cinsel istismara uğratılıyorlardı.

Cihatları kadınlar değil, savaşçı erkekler yapıyordu. Bu sebeple de ganimet olarak ele geçen canlı ve cansız mülkler erkeklerin payına düşüyordu. Cihatçı erkekleri memnun etmek, onları teşvik etmek ve İslam’a henüz gelmemiş olanları İslam’a çekmek için kadınların, kadın karşıtı ayetlerle aşağılanması gerekiyordu. Bu da Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının bir örfü, bir kültürüydü. Biz İslam’ın kadın konusundaki bu tutumunu da daha önceki paylaşımlarımızda, kitaplarımızda defalarca ortaya koyduğumuz gibi kesinkes benimsemedik ve hep eleştiregeldik.

Biz bunların neden Kur’an’a ve Hadise girdiğini de maddi temelleriyle açıklarız. Çünkü bizim Diyalektik Mantık ve Metodumuz olayları hem oldukları gibi görür hem açıklar hem de ondan çıkarılması gereken sonuçları çıkarır. Yani değerlendirir olayları, çözümler… Görüp yorumlamakla yetinmez; oradan eylem planı çıkarır. Değiştirici, dönüştürücü, o insancıl topluma giden yolun planını çıkarır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki arkadaşlar; doğada olsun toplumda olsun, olup bitenlere dair doğaüstü hiçbir gücün dahli yoktur. Doğanın en gelişkin canlıları olan biz insanlar, doğayı da hayvanları da insanlığı da koruyup kollamak ve gözetmekle mükellefiz. İnsanın insanı ezmediği, sömürmediği, yük hayvanları yerine koymadığı, bütün sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı, Hz. Muhammed’in yukarıdaki Ayetlerinde belirtildiği gibi bir Cennet düzeni kurmak için çalışıp çabalamakla mükellefiz, sorumluyuz.

Ancak bu çabanın içine girersek insan olmamızın hakkını vermiş ve yaşamımıza insancıl bir anlam katmış, yüklemiş olabiliriz. Dolayısıyla da ancak o zaman kendimize “Gerçek İnsanız”, diyebiliriz.

Böyle bir anlayıştan, çabadan, mücadeleden şu ya da bu sebepten kaçınırsak, insanlığımız eksik olur. Hatta suret olarak insan oluruz, insan görünürüz ama içimiz insan olmaz… Günümüzün can yakıcı güncel konularından örnek düşürürsek; “boş tost”, “boş dürüm”, “boş sandviç” benzeri sureti var ama içi boş “boş insan” oluruz…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

27 Temmuz 2022

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı