İnsan soyunun başdüşmanı emperyalist soyguncu saldırgan ve Türkiyeli hain taşeronları

Türkiye’de bizim dışımızda en sağından en soluna kadar ve hatta Marksist soluna kadar; şu İsviçreli tarih doktorunun sahip olduğu namus, bilinç ve öngörünün binde birine olsun sahip olabilen herhangi bir siyasetçi ya da aydın var mıdır acaba?

Bakın, Daniele Ganser adlı bu Almanca konuşan tarih doktoru, ABD Emperyalist Haydudunu, onun NATO’sunu, BOP’unu ve Ortadoğu’da bugüne dek yapmış olduğu kötülükleri, savaşları, katliamları, işgalleri nasıl açıkça, kesince, duruca ortaya koyuyor…

***

Videonun tapesi:

30 Ağustos 2016- Burada Türk tanklarını görüyorsunuz. Suriye’de DAEŞ’e ve PKK’ya karşı savaşa girmişler. DAEŞ ve PKK Erdoğan tarafından tanımlanmış düşmanlar. Enteresan olan, ABD’nin aynı zamanda Kürtleri silahlandırması. Böl, küçült, öldür oyunu, Türkiye örneğinde çok açık bir biçimde gözlenebilir.

Bu haritada Kürtlerin yaşadığı yerleri görüyorsunuz. ABD böl ve yönet oyunu oynuyor. Kürtleri silahlandırıyor ve bunun Türkleri kızdırdığını biliyorlar!

Yani Amerikalılar “Aa sizin bununla ilgili bir sorununuz olduğunu bilmiyordum.” demiyorlar. Bunu bile bile yapıyorlar. Bu Türkiye’nin yarası ve orayı kaşıyorlar.

Bunu Afganistan’da da yaptılar, şimdi kısaca bu konuya değinmek istiyorum. CIA 80’lerde Afganistan’da mücahitleri silahlandırdı. Mücahitler radikal Müslüman savaşçılar. Onlara Suudilerle birlikte Stinger füzeleri verildi. Sovyetler’in Afganistan’da askeri bulunuyordu. Savaşıp kaybedeceklerdi. Plan buydu. Bin Ladin vs. mükemmel bir şekilde teçhizatlandırıldı.

Brzezinski’ye 98 yılında bunun aptal bir fikir olup olmadığı soruldu. Kendisi ABD Başkanı Carter’ın güvenlik danışmanıydı. “İslamcı teröristleri silahlandırmaktan pişman mısınız?” Bu, 11 Eylül 2001’den önce 1998’de sorulmuş bir soru.

O şöyle cevapladı: “Bu harika bir plandı. Dünya tarihi için hangisi daha önemli? Taliban mı yoksa Sovyetler Birliği’nin çökmesi mi? Korkutulmuş birkaç Müslüman mı?”

Dikkatinizi çekerim burada korkutulmuş, heyecanlı birkaç Müslüman’dan bahsediyor.

Burada size şu prensibi anlatmak istiyorum: Düşmanımın düşmanı benim dostumdur! Eğer kendinize neden bu kadar bölünme ve ayrışma var diye soruyorsanız, bunun nedeni coğrafi stratejik bir avantaj sağladığıyla ilgili. Bazı insanlar bilerek ayrıştırıyor. 80’li yıllarda bir tarafta El Kaide, diğer tarafta Sovyetler Birliği Ordusu. Buna bakarsanız CIA’nın 80’li yıllarda radikal Müslümanları silahlandırıp eğittiğini görürsünüz.

2001’den itibaren Suriye’ye baktığımızda Afganistan’ın ikinci versiyonunu görürüz. Bu, Afganistan’daki oyunun aynısı. Afganistan’da da radikal Suudileri uçakla Afganistan’a uçurup silahlandırdılar. Bin Ladin ve arkadaşlarına CIA silah temin etti. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi.

Burada şu soruyu sorabiliriz: İmparatorluk (=ABD) Türklerin çektiği acıyı umursuyor mu? Alevilerin, Suriyelilerin çektiklerini önemsiyor mu?

El cevab: Haaayır! Umursamıyor!

Onlar yalnızca korkutulmuş heyecanlı birkaç Müslüman! Bu gerçeği gördükten sonra kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Birbirimizi ayrıştırmak gerçekten bizim çıkarımıza mı?

Cevabı herkes kendi kendine vermeli.

Bin Ladin korkutulmuş-heyecanlı bir Müslümandan en tanınanı. Afganistan’da CIA tarafından silahlandırıldı, eğitildi ve El Kaide’yi kurdu. “Divide et impera” stratejisi “Böl ve yönet” demektir. Biz barış hareketi olarak bir şeyler başarmak istiyorsak bu stratejiyi bilmemiz gerekiyor. Bu tıpkı futbolda ofsaytı bilmek gibi. Bunu bilmiyorsak, hiçbir şey başaramayız. “Ne, ofsayt mı? Bunu bilmiyordum”, öyle bir şey var mı? Hayır, bölmek sürekli tekrarlanıp duran bir oyun.

Afganistan’daki bölünmeyi size bu yüzden göstermek istedim. Şimdi aynısını Kürtler üzerinden göstermek istiyorum. Afganistan’da 80’li yıllardaydı, şimdiyse Kürtleri konu edeceğiz.

Erdoğan Trump’ı ziyarete gidiyor, belki görmüşsünüzdür. Bu yılın Mayıs ayında Erdoğan ABD’ye uçuyor, şimdi Haziran’dayız, yani bu resim bir ay önceye ait. Bu çok güncel bir durum. Şimdi kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Erdoğan’ın bu resimde kendini iyi hissedip hissetmediğini okuyabilir miyiz?

Trump’tan hazzediyor mu?

Bilmiyoruz. Belki de ABD’nin darbeyi yaptığına inanıyor. Zaten bunu açık açık söylüyorlar. Trump da diyor ki : “Hey merhaba, ne haber? Ülkende her şey yolunda mı?”

Bunu derken tabiî ki de Erdoğan’ın ülkesinde ciddi sorunları olduğunu biliyor. Çünkü Suriye’ye komşu olan Erdoğan, ABD değil. Burada çok büyük bir fark var. Bu görüşmeden bir hafta önce, bu önemli, 9 Mayıs’ta New York Times şöyle bir manşet atıyor: “Trump Suriyeli Kürtleri Türkiye’nin sert itirazlarına rağmen silahlandırıyor.”

ABD, Kürtleri Esad’a karşı silahlandırıyor ancak Erdoğan’ın bunu istemediğini de biliyor. Bu kimin güçlü olduğuna dair bir iletişim tarzı. Trump böylelikle Erdoğan’ı kızdırdığını biliyor. Ama ona şunu göstermek istiyor: “Ben bunu yapabilirim ve yapıyorum da!”

Bu bir güç göstergesidir! Karşıdakini, istemediği şeyleri yapmalarına rağmen (Erdoğan’ın Trump’ı) ziyaret etmesi gerekiyor. İşte oyun bu! Bu bize Nixon’un şu sözünü hatırlatıyor: “NATO başarılı bir şekilde işleyen tek uluslararası örgüt. Çünkü onu Amerikalılar yönetiyor.” Bu şu demek oluyor, NATO içerisinde ABD şef pozisyonunda, Türkiye ise daha alt bir ligde oynuyor.

Resimde YPG’yi görüyorsunuz. Erdoğan’a göre bunlar terörist. Trump’a göreyse özgürlük savaşçıları. Nietzsche’nin şu sözü bu durumu en iyi şekilde açıklar: “Hangi açıdan bakarsanız onu görürsünüz?”

James Jeffrey, ABD eski büyükelçisi, Türkiye’yi bu sayede çok zora soktuklarını söylüyor. Bu doğru ve bir sır değil. Türkiye Washington’a ordunun bir numaralı adamı Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı gönderiyor. Kendisi Pentagon’dakilere; “Lütfen onları silahlandırmayın”, diyor. Buna karşı çıkıyor ancak eli boş dönüyor! Daha sonra MİT’in şefi Hakan Fidan’ı da Washington’a gönderiyorlar. O da; “Lütfen bunları silahlandırmayın”, diyor ancak o da başarısız oluyor.

Burada şunu görüyoruz, güç yapısına baktığımızda Türkiye de Suriye savaşından sorumlu ancak bunun cefasını çok çekiyor ve Amerikalıları kontrol edemiyorlar. Burada bölmeyi/ayrıştırmayı mükemmel bir biçimde görüyoruz. Önce birinci bölme gerçekleşiyor, ardından ikincisi, ardından üçüncüsü. Bütün parçalar birbirinden ayrılıp paramparça oluyor!

Daha önce de dediğimiz gibi: Sorunun çözümü insanların aynı aileden olduğunun bilincine varması. Bunu yapamadığımız sürece birbirimizi bölerek, küçülterek öldürmeye devam ederiz. Buraya kadar Amerikalıların Kürtlerle Suriye’de olan ilişkisini anlattım.

Trump ve Suudiler. Bu konuyu da irdelemenin faydalı olduğunu düşündüm. Konferansın saat 8’de biteceğini düşünmüştüm ama sanırım bunu başaramayacağız. Trump barışı demokrasiyi falan savunduklarını söylüyor ve Suudi Arabistan Kralı Salman’ı ziyaret ediyor.

Tarih: 20 Mayıs 2016

Salman ve Trump birlikte Esad’ı devirmek istiyorlar ya hani, işte burada insanların artık bir şeyin farkına varması gerekiyor. Salman ile birlikte demokrasi mücadelesi veriliyorsa… (Gülüşmeler) ve buna rağmen bir kişi hâlâ uyanmıyorsa, bu kişi derin bir uykudadır! Tam bir derin uykuda!

Burada da toplu fotoğraflar çekmişler… (Gülüşmeler) Bu adamlar barış hareketinde değiller ve bunlar inanılmaz derecede zengin ve güçlüler. Trajik olan da tam bu işte: Böyle insanların lider olarak ön planda olması.

Örneğin dışarı çıkacak olsanız bu gibi insanlara çocuğunuzu teslim etmek istemezsiniz. Bir şekilde onlara güven duymazsınız. Ve tabii ki onlar 100 Milyar Dolar büyüklüğünde silah antlaşması yaptılar. Bölmek, ayrıştırmak hâlâ maddi bir gelir sağlıyor. Bu çok açık. Bu sayede Apache, Blackhawk gibi helikopterler ve silahlar satabilirsiniz.

Trump savunma sanayini teşvik eden yırtıcı bir isim. Salman’a bizde helikopterler var, alabilirsiniz diyor. Sizde zaten fazlaca ölüm ve katliam var, işinize yarar diyor. O da tamam birkaç tane alırım diyor ve 6 milyar dolarlık helikopter alıyor.

Bu da yetmiyor ve Amerikalılar bir de hava savunma sistemi satıyor. Bir tırın üzerine yerleştirilmiş bu füzeler saldırı amaçlı fırlatılan diğer füzeleri havada yakalıyor. Her ikisi de satılıyor, hem saldırı hem savunma amaçlı. Gerçekten büyük bir antlaşma. Arada kalan korkutulmuş-heyecanlı birkaç Müslüman ise savaşın getirdiği doğal bir kayıp olarak görülüyor. Ortadoğu’ya silah yığarak barışın gelmeyeceği çok açık!

***

Demek ki apaçık ve kesin gerçek neymiş, arkadaşlar?

NATO denen ABD Emperyalist Haydut Çakalının askeri saldırgan örgütü, sadece ona ve yandaşı AB Emperyalist Haydut Devletlerine hizmet ediyormuş.

Onun başında da kim varmış?

ABD Çakalı…

Türkiye’yi 1952’de NATO’ya sokanlar açıkça ülkemize, vatanımıza ve halkımıza ihanet etmişlerdir. Türk Ordusu’nu ABD ve AB Emperyalistlerinin çıkarlarının emrine sunmuşlardır.

Tabiî bu arada da en büyük kötülüğü Türk Ordusu’nun komuta kesiminin kendilik değerini ya da ondaki bağımsızlık ruhunu yok ettirerek; onları sapık, sarhoş ABD generallerinin önünde esas duruşa geçen ve ondan emir bekleyen zavallı bir grup durumuna düşürmüşlerdir.

Eğer Türk Ordusu NATO’ya sokulmasaydı, Tayyipgiller gibi ABD yapımı ve ABD taşeronu, din alıp satıcısı, Ortaçağcı, insanları Allah’la aldatıcılar ve onun ortağı FETÖ, Türk Ordusu’nun komuta kesimini bu durumlara düşüremezdi. Ona diz çöktürüp Laik Cumhuriyet’in yıkılışına ve Türkiye’nin BOP cehennemine sürüklenişine seyirci kalır hale getiremezdi.

Yukarıda İsviçreli Tarihçinin anlattığı bir temel gerçek de nedir, arkadaşlar?

ABD Emperyalistleri, Ortadoğu’da uygulamaya koydukları BOP’la “Böl, parçala, küçült, öldür ve yok et” şeklinde terimleştirilen stratejik hedeflerine giden yolu izliyorlarmış. Yani onlar, baştan sona planlı, programlı, stratejik hedefli, emperyalist çıkarlarına uygun bir siyaset izlemektelermiş.

Tayyipgiller gibi kendi yapımları olan hükümetleri de taşeron olarak kullanıyorlarmış, bu amaçlarına yürürken.

Tabiî Tayyipgiller’le yalandan muhalefet rolü oynayan Meclisteki Dörtlü Çete’yi de aynı şekilde taşeron olarak kullanıyorlarmış.

Demek ki arkadaşlar, Meclisteki Tayyipgiller’in de dahil olmasıyla oluşan ve hepsi de ABD işbirlikçisi olan partilerin tamamı, Türkiye’ye ihanet içindeymiş. Ve bunlar Türkiye’ye değil, ABD Emperyalist Haydut Devletine çalışıyorlarmış.

Amerika neyi amaçlıyormuş Ortadoğu’da öncelikle?

Amerikancı Burjuva bir Kürt Devleti oluşturarak, kendisine petrol bekçiliği edecek İkinci bir İsrail yaratmayı…

Öyleyse Ortadoğu’da İsrail’den sonra ABD’nin stratejik müttefiki kimmiş?

Onunla aynı stratejik odağa sahip olan Amerikancı Kürt Hareketleriymiş:

Irak’taki Kürt Hareketleri, Türkiye, Suriye ve İran’daki PKK, HDP, PYD, YPG, PJAK adlarıyla anılan Amerikancı Burjuva Kürt Hareketleri…

Bu hareketlerin hedefleri, amaçları bire bir örtüşmektedir Ortadoğu’da. O sebeple de tam bir uyum içinde görev yapmaktadırlar.

Bunların tamamının demokratlıkla da, ilericilikle de, devrimcilikle de zerrece olsun ilgisi yoktur.

Tabiî bunları her ne ad altında olursa olsun destekleyenlerin de…

İşte ülkemiz böylesine bu ABD Emperyalist Haydutlarının yerli taşeronları tarafından işgal altında tutulmaktadır, arkadaşlar.

Dolayısıyla da, bizim dışımızda namuslu siyaset yapan herhangi bir hareket de yoktur; vatansever, halksever, antiemperyalist, antişovenist, antifeodal bir parti de yoktur.

Biz durup dinlenmeden boşuna tekrarlamıyoruz:

Şu anda namuslu olabilmenin, yurtsever ve halksever olabilmenin, devrimci olabilmenin en önde gelen şartı antiemperyalist olmaktır. ABD ve AB Emperyalist Haydut Devletlerine sonuna kadar karşı olmaktır. Onların ülkemizdeki ve bölgemizdeki yerli hain işbirlikçilerine de aynı oranda karşı olmaktır, düşman olmaktır!

Ölçütlerimizi böyle ortaya koyunca, bunlara tamı tamına uygun siyaset yapan, devrimci kavga yürüten biricik parti biziz. Gerçek anlamda namuslu, bilinçli, bilimli, vatansever ve halksever tek hareket biziz.

Halkımız da eninde sonunda bu gerçeği görecek, kavrayacak ve bizimle birlikte Halk Kurtuluş Ordusu’nun Savaş Cephesini tutacaktır.

Sonunda Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi yine biz kazanacağız!

Batılı Emperyalist Çakallar ve onların hain işbirlikçileri yine büyük bir hezimet yaşayarak kaybedecekler!

Fakat hep söyleyegeldiğimiz gibi bu süreçte büyük acılar yaşayacağız, kayıplar vereceğiz ve fedakârlıklarda bulunacağız.

Eee, kolay kazanılmaz Kurtuluş Savaşları…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

5 Ekim 2019

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email