HKP’den Tayyipgillerin başı hakkında suç duyurusu

recep-tayyip-erdoğan_HKP’den Tayyipgillerin başı hakkında suç duyurusu

Halkın Kurtuluş Partisi olarak Tayyipgillerin başı hakkında suç duyurusunda bulunduk. 17 Ağustos 2015 tarihinde saat 11.00’de Ankara Adalet Sarayı önünde bu konuda basın açıklaması yaptık. Açıklamadan sonra suç duyurumuzu savcılığa verdik. Suç duyurusu dilekçemiz aşağıdadır.

 

ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

BAŞVURUDA BULUNAN.: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA

V E K İ L L E R İ……….: Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN,

Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA,

Av. Doğan ERKAN

Ortak Adres: Sezenler Cad. No: 4/15  Sıhhıye/ANKARA

Ş Ü P H E L İ……………..: Recep Tayyip ERDOĞAN  –  ANKARA

SUÇ……………………….: Vatana İhanet (AY md.105), Anayasayı İhlal (TCK md. 309),

Yasama Organına Karşı Suç (TCK md.311)

KONUSU …………………: 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip

Erdoğan’ın; gerek 7 Haziran Milletvekilliği Seçimlerine açıktan müdahale eden eylemleri ve konuşmaları, gerekse seçim sonrasındaki uygulamaları ve konuşmaları nedeniyle Anayasa’nın 105. Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun 309 ve 311. Maddelerini birden fazla ihlal eden şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak acilen görevden alınıp yargılanmasına karar verilmesi istemidir.

AÇIKLAMALAR………..: 1- Bilindiği gibi şüpheli R. Tayyip Erdoğan; 10 Ağustos 2014

tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte, Anayasa’nın ve ilgili mevzuatın öngördüğü hükümleri fütursuzca çiğneyerek; her geçen gün kasten Anayasayı İhlal ve Vatana İhanet Suçlarını işlemeye devam etmektedir.  Bunlardan sonuncusu ise; 14 Ağustos 2015 günü Rize’de yaptığı konuşmadır.

2- ŞÜPHELİ RİZE’DEKİ KONUŞMASINDA, ANAYASA’NIN 101. MADDESİNDE TANIMLANDIĞI ŞEKLİYLE DAHİ TARAFSIZ OLMADIĞINI AÇIKÇA İTİRAF ETMEKTEDİR.

Şüpheli R. Tayyip Erdoğan buradaki konuşmasında;

Gün tarafsız olma günü değildir. Şunu açık söylüyorum, bitaraf olan bertaraf olur. Bugün sessiz kalarak veya açıkça destek vererek dikeni sulayan herkes ortaya çıkan zulme ortaktır.

“Kusura bakmasınlar. Ben onların arzu ettiği cumhurbaşkanı olmadım, olmayacağım. Çünkü bu makama seçilirken milletime verdiğim bir söz var. Ben milletin tarafında olacak bir cumhurbaşkanı olacağımın sözünü vermiştim, hatırlayın.

“Bana tarafsızlık diyorlar, hayır tarafsız olmayacağım dedim. Ben milletimin tarafında olacağım dedim. Biliyorsunuz biz mevcut anayasayı değiştirmek için hükümete geldiğimiz günden beri mücadele ediyoruz.

“Bu ülkede dürüstlüğün sembolü her zaman daha önce mensubu olduğum parti olmuştur. Bu süreç aynı kararlılıkla yine böyle devam edecektir.”

Bunu söyleyen bir siyasi partinin genel başkanı ya da üyesi değildir. Mevcut Anayasa’ya göre seçilmiş ve aynı Anayasa’nın 101/son maddesinde öngörülün EMREDİCİ HÜKME göre; hiçbir siyasi parti ile bağı olmaması ve hiçbir siyasi faaliyet içerisinde bulunmaması gereken Cumhurbaşkanı’dır.

Öte yandan, Cumhurbaşkanının Görev ve Yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 104. Maddesinde de Cumhurbaşkanlarına hiçbir şekilde siyasi görev verilmemiştir. Aksine  “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” hükmüne yer verilerek  Cumhurbaşkanının herkese ve her siyasi oluşuma eşit mesafede durması istenmiştir.

Esasen konu tek başına soyut düzeyde Anayasa maddelerinin uygulanması da değildir. Devlet olanaklarını kullanarak, her vesileyle düzenlenen ve bir kısmı da göstermelik olan “açılış”, yemek vs. etkinliklerde; şüpheli R. Tayyip Erdoğan makamının verdiği güçle; siyasal ortama etik dışı müdahalelerde bulunmaktadır. O, birçoğu birbirinin tekrarı olan konuşmalarına başlayınca; TRT başta olmak (birkaçı hariç) TV’ler  hemen yayın akışını kesip bu konuşmayı canlı yayınlanmaya başlıyorlar. Dolayısıyla halkın haber alma özgürlüğü de engellemiş oluyor.

                                   3- ŞÜPHELİ; ‘TÜRKİYE’NİN YÖNETİM SİSTEMİNİN DEĞİŞTİĞİNİ VE FİİLİ GÜCÜ OLAN BİR CUMHURBAŞKANI OLDUĞUNU’, YANİ, FİİLİ BİR DARBE YAPTIĞINI VE MEVCUT ANAYASAL DÜZENİ/CUMHURİYETİ YIKTIĞINI ÇEKİNMEDEN İFADE ETMEKTEDİR.

Şüpheli R. Tayyip Erdoğan aynı Rize konuşmasında;

“Rize’den şunu söylemek istiyorum. Beyler, Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. (…) İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” diyerek açıkça yaratmış olduğu fiili duruma Anayasal bir zemin yaratmak istediğini itiraf etmektedir.

Bu sözlerin; yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın darbe yapıp Cumhuriyet rejimini yıktığının açıkça itirafıdır. Ya da kişi diktatörlüğüne geçildiğinin ilanıdır.

Yine şüphelinin bu sözleri; Anayasa’nın 103. Maddesine göre Mecliste yaptığı ve 76 milyon yurttaşın naklen dinlediği; “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” şeklindeki yeminin açıkça çiğnenmesidir.

Bilindiği gibi Anayasanın 2’nci maddesinde; Cumhuriyetin Niteliklerinin; demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti” olduğu öngörülmüştür.

  1. Maddede ise; bu niteliklerin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kurala bağlanmıştır.

Yine Anayasa’nın Egemenliği tanımlayan 6’ıncı maddesinde de; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanama”yacağı şeklinde emredici hüküm bulunmaktadır.

                                               Anayasa’nın “Devletin Şekli”ni düzenleyen bu kuralları ile “Cumhurbaşkanının Nitelikleri, Tarafsızlığı, Görev ve Yetkileri ile Sorumluluk ve Sorumsuzluğu”nu düzenleyen 101 vd. maddeleri birlikte incelendiğinde; şüphelinin Halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı sıfatıyla da olsa siyasi tercihlerde bulunması açık siyasi taraf olması hali Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş prensiplerine aykırıdır.

Ayrıca; “artık ülkede fiili gücü olan bir Cumhurbaşkanı var” ne demektir? Şüpheli, “kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi”ni nasıl kullanabilmektedir? Kendisinin diğer yurttaşlardan ayrı kanunlar üstü bir statüsü mü bulunmaktadır? Elbette ki hayır….

                                   4- ŞÜPHELİNİN HUKUK DIŞI UYGULAMALARIYLA ÜLKEDEKİ PARLAMENTER SİSTEM ORTADAN KALDIRILMIŞTIR.

                                   Hemen belirtelim ki; on üç yıldır ülkemizde parlamenter sistem işlememektedir. Hükümet işlevsizdir. TBMM’deki komisyonlar göstermeliktir. Yasama yetkisini kullanması gereken meclis fiilen etkisiz hale getirilmiştir. İktidar partisi tek adamın yani şüpheli T. Erdoğan’ın ağzına bakmaktadır. Muhalefet partileri ise figüran rolü üstlenmiş durumdalar. Ülkedeki bu tek kişi diktatörlüğünden rahatsız değiller. Göstermelik bir iki sözlü çıkışın dışında ne mecliste bir araştırma önergesi verebilmekteler, ne de hukuki bir girişim başlatmaktadırlar.

Bu nedenle de Anayasal ve Yasal hiçbir dayanağı olmadığı halde ülkede parlamenter sistem ortadan kaldırılmış ve fiili başkanlık sistemi uygulanmaktadır.

Bakın şüpheli R. Tayyip Erdoğan, 7 Haziran Milletvekili seçimlerinin hemen öncesinde Denizli Anemon Otel’de onuruna verilen yemekte STK temsilcilerine neler söylemektedir?

“Başkanlık sistemi Türkiye açısından bir ‘beka meselesi’dir, 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle Türkiye’de bir dönem fiilen bitmiştir. Kimisinin 1876’dan, kimilerinin 1924’den, bazılarının 1946’dan başlattığı parlamenter sistem 10 Ağustos’ta bir daha geri dönüşü olmamak üzere milletimiz tarafından bekleme odasına alındı. Bu bekleme ne kadar sürecek veya ne zamana kadar sürecek ya mevcut uygulamaya Anayasal zemin kazandırılana kadar ya da bunun yerine yeni bir sistem ikame edene kadar.” diyebilmektedir. Yani açıkça Parlamenter sistemin ortadan kaldırıldığını ilan etmektedir. Şüphelinin bugüne kadarki tüm faaliyetleri de aynı bu anlayış doğrultusundadır.

Özcesi, ülkede yürüyen bir Parlamento kalmadığı gibi, kendi içinde bağımsızca karar alabilen bir Yürütme Organ (HÜKÜMET) de yoktur. Ne Meclis Başkanı ne Başbakan ne de Bakanlar Tayyip Erdoğan’dan izinsiz bir iş yapabilmektedir. Ülke tek adam diktatörlüğüne döndürülmüştür. Bize göre bu rejimin adı; Tayyibistan Diktatörlüğü’dür.

Öyle ki, 7 Haziran 2015 günü yapılan Milletvekilliği seçim sonuçlarına göre çoğunluğu kalmayan AKP’nin elindeki iktidarı kaybetmemesi için, bin bir türlü entrika düzenlenmektedir. Seçim sonuçları kesinleştiği halde şüpheli tarafından günlerce hükümet kurulması süreci başlatılmamıştır. Anılan seçimlerden sonra istifa etmiş ve yeni meclis aritmetiğine göre güvenoyu sayısını kaybetmiş bir Hükümetin 26 Bakanından 12’si Milletvekili değildir. İşte böyle bir ortamda şüpheli; Parlamentoda Başkanlık Kurulu ve Komisyonlar oluşmadan, meclisten güvenoyu almış bir hükümet kurulmadan, ülkemizi askeri bir savaşın içine çeken kararlar almaya devam etmektedir.

Bütün bu tasarrufların 5237 Sayılı TCK’nun 311. maddesinde tanımlanan; “YASAMA ORGANINA KARŞI SUÇ” kapsamında kaldığı çok açıktır.

5- ŞÜPHELİ, HİÇBİR ŞEKİLDE HUKUKİ ZEMİNİ OLMADIĞI HALDE; HEM AKP GENEL BAŞKANLIĞI HEM BAŞBAKAN HEM DE CUMHURBAŞKANLIĞI SIFATLARINI KENDİSİNDE BİRLEŞTİRMİŞTİR.

Şüpheli R. Tayyip Erdoğan, seçildiği günden itibaren Anayasa’nın 101/son maddesinde öngörülen; Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” Hükmüne uygun davranmamış ve anılan düzenlemeyi halen hiçe saymaya devam etmektedir.

Şöyle ki;

a-) Cumhurbaşkanlığı seçimin kesin sonuçları; Yüksek Seçim Kurulu’nun 15/08/2014 tarih ve 2014/3719 sayılı kararı ile Kamuoyuna ilan edilip, TBMM Başkanlığı’na bildirilmesine, TRT aracılığıyla Kamuoyuna duyurulmasına ve Resmi Gazete’de yayımlanmasına karar verildiği halde, bu karar 15 Ağustos 2015 tarihli Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanması gerekirken, Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürü Mustafa ÖZYAR 10 gün izine gönderilerek seçim sonucunu yayımlatmamıştır.

b-) Anayasa’nın yukarıda anılan 101/son maddesine göre; R. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevleri kesin olarak sona ermiş bulunmasına rağmen, şüpheli Anayasanın bu emredici hükmüne uygun davranmamıştır. 27 Ağustos 2014 günü toplanan AKP Olağanüstü Genel Kongresine ise AKP Genel Başkanı olarak katılmıştır.

                                    Bu Genel Kurul’da kendisi hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem de AKP Genel Başkanı sıfatlarını kullanmış, kürsüden yapılan konuşmalarda da kendisine bu üç sıfatla birlikte hitap edilmiştir. Yine kürsüden yaptığı konuşmada da (Cumhurbaşkanı seçildiği halde) eski saldırgan ve ayrıştırıcı üslubuyla tüm muhalefet partilerine siyasi eleştiriler getirmekten çekinmemiştir. Yine bu konuşmasında yargı erkine karşı da ağır ithamlarda bulunmuş, alenen hakaret etmiştir.

Yapılacak bir arşiv taramasıyla geniş içeriğine kolayca ulaşılabilecek bu konuşmadan ve bu konuşmaların yapıldığı tarihten itibaren şüphelinin tüm faaliyetlerinden de açıkça anlaşılacağı üzere;  Anayasaya göre  10 Ağustos 2015’de partisinden ilişiği kesilmiş olması gereken R. Tayyip Erdoğan,  27 Ağustos 2015’deki AKP Genel Kurulu’ndan sonra da AKP’nin fiili olarak genel başkanı ve siyasi yol göstereni olmaya devam etmiştir. Başka bir anlatımla şüpheli R. Tayyip ERDOĞAN; yarattığı fiili durumla hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan hem de AKP Genel Başkanı unvanlarını korumuştur.

                                    Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre bu üç sıfatın bir kişide toplanması mümkün değildir. Ve böyle bir yönetim biçiminin olmadığı da her Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı tarafından açıkça bilinmektedir. Bu sıfatlar ancak Anayasa ihlal edilerek, yasalarda öngörülmeyen hileli yollar kullanılarak ve (şüphelinin de ikide bir itiraf ettiği gibi) FİİLİ DURUMLAR YARATILARAK bir araya getirilebilir. Nitekim de öyle olmuştur.

6– ŞÜPHELİ, KENDİ DEYİMİYLE FİİLİ DURUMLAR YARATARAK ANAYASAL REJİMİ ORTADAN KALDIRMAK İSTEMEKTEDİR.

Şüpheli R Tayyip Erdoğan; yukarıda belirtilen ve ısrarla, inatla dile getirdiği; Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var”dır, “İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” şeklindeki sözlerle, Cumhuriyet rejiminin yıkıldığını deklere etmektedir.

Oysa halen 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yürürlüktedir. Ve bu Anayasa hükümleri başta Cumhurbaşkanı olarak şüpheli ve herkesi bağlamaktadır. Zira, Anayasal düzenin devamlılığı zorunluluğu vardır. Kaldı ki, Referandumla yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın meclis tarafından değil de halk tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Ancak bu süreçte Cumhurbaşkanlığının statüsünde, Anayasanın Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri ile tarafsızlığına ilişkin hükümlerinde, yine Anayasaya ve hukukun üstünlüğüne bağlılık ilkelerinde bir değişiklik yapılmamıştır. O zaman Cumhurbaşkanının bunlara saygı göstermesi açık bir yükümlülüktür. Mevcut Anayasal sistemde geçiş dönemi ya da fiili dönem diye bir şey yoktur. Halk tarafından seçilmiş olmak da yürürlükteki Anayasal, Yasal kurallara uymama keyfiyeti vermemektedir.

Oysa şüphelinin baştan beri anlatılan konuşmaları ve eylemleri; TCK’nun 309’uncu maddede tanımlanan ANAYASAYI İHLAL suçunun kapsamındadır. Dolayısıyla şüpheli, Cumhurbaşkanı olarak Anayasanın üstünlüğünü yok sayarak, Anayasayı sürekli ihlal ederek, Vatana İhanet Suçunu da işlemektedir.

Zira, şüpheli bu Anayasa sayesinde sahip olduğu kamusal güce dayanarak; cebir ve şiddet yoluyla  Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya mevcut düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmektedir. Suçun maddi unsurunu, Anayasa hükümlerinin tamamının veya bir kısmının ihlal edilerek veya uyulmayarak değiştirilmesi oluşturmaktadır. Bu durum yukarıda ayrıntılı şekilde belirtilmiştir. Tayyip Erdoğan fiilen yönetimi altındaki kolluk kuvvetleri ile cebir unsuruna her koşulda sahiptir. Devlete ait kamusal güç kullanılmıştır. Kısacası hak ve görevlerin ardına saklanılarak bir suç işlenmektedir. Şüpheli elindeki bu kamu gücüyle bir “karşı devrim” yapmaktadır. Yukarıdaki sözlerden başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir.  Esasen şüpheli yaptıklarının Anayasaya aykırı olduğunu da bilmektedir.

Anayasamızın 14. Maddesine göre:

III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması

                          Madde 14 –Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”

Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan “Cumhurbaşkanı” sıfatının arkasına gizlenerek bu maddede sayıldığı biçimiyle Anayasal Düzene ve bu düzenin temel taşlarını açıkça ortadan kaldırmaktadır.

Ancak şüpheli, karşısında bu hukuksuzluğa dur diyecek kimse olmadığından Cumhuriyet rejimine karşı fütursuzca saldırılarda bulunmaktadır. Yukarıda belirtilen ve Anayasanın 2. Maddesinde tanımlanan Cumhuriyetin değiştirilemeyen temel ilkelerinden olan Laiklik ilkesi de fiilen ortadan kaldırılmış durumdadır. Toplumu ortaçağın karanlığına götürmek istemektedir. Kendisi millet kavramından nefret etmekte, ümmetçi bir toplum özlemektedir.

Bunun karşısında demokratik hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü savunması gereken kurumlar ve kuruluşlar suskundur. Hukuk Fakültelerinin Dekanları, Anayasa Hukukçuları, Kamu Hukukçuları, Siyaset Bilimciler, Barolar suskundur. Suçtan haberdar olduğu anda re’sen soruşturma başlatması gereken Cumhuriyet Savcıları da maalesef yasal görevlerini yerine getirmemektedir. Hepsi bir yana, en son Rize konuşmasına karşı suskun kalanları tarih affetmeyecektir.

İşte bu nedenle Halkımıza olan tarihi sorumluluğumuzun bir gereği olarak, daha önce de çeşitli gerekçelerle yaptığımız Suç duyurularımıza ek olarak işbu dilekçemizle şüpheli R. Tayyip Erdoğan’ın derhal görevden alınarak yargılanması talebiyle Sayın Savcılığınıza başvuruyoruz.

SONUÇ ve İSTEM……….: Yukarıda ayrıntılıca açıklandığı üzere;

10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan’ın; gerek 7 Haziran Milletvekilliği Seçimlerine açıktan müdahale eden eylemleri ve konuşmaları, gerekse seçim sonrasındaki uygulamaları ve konuşmaları nedeniyle Anayasa’nın 105. Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun 309 ve 311. Maddelerini birden fazla ihlal eden şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak acilen görevden alınıp yargılanmasına karar verilmesini vekâleten talep ederiz. 17/08/2015

Başvuruda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı           

                                          V e k i l l e r i

 Av. Metin BAYYAR            Av. Sait KIRAN       Av. Azime Ayça ALPEL     Av. Doğan ERKAN

 

Print Friendly, PDF & Email