HKP’den İzmir’deki Sıkıyönetim Yasaklarına İptal Davası

tacettin_colakİzmir Valiliği`nin siyasi partiler, dernekler, sendikalar ile kamu binaları çevresinde basın açıklaması yapılmasını yasakladığı kararına karşı HKP İzmir İl Örgütü, İdare Mahkemesi`ne dava açtı.

HKP İzmir İl Örgütü 10 Mart Salı günü saat 11.30’da, 3 Mart tarihinde alınan ancak 9 Mart’ta basında yer almasından sonra ortaya çıkan kararı tanımadıklarını söyleyerek Bayraklı Adliyesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdikten sonra İdare Mahkemesi’ne iptal edilmesi için dava açtı.

HKP İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak ”Davalı Valiliğin İzmir’de her yerde her şeyi yasaklayan dava konusu kararı; yetki, şekil, sebep, amaç yönlerinden Anayasa’ya, yasalarımıza, usule ve etik değerlerimize kökten aykırıdır. Temel insan hak ve özgürlükler valilik kararlarıyla, bakanlık genelgeleriyle ortadan kaldırılamaz.” dedi.

“Siyasi partilerin önünde, sendikalarda, derneklerde, adliyelerde, belediyelerde, yol güzergahlarında yürüyüş ve toplantı yapılamayacağı, basın açıklaması yapılamayacağı yönünde yasak getirilmiştir. Soruyoruz Vali’ye; gerçekten bu yasak uygulandığında İzmir’de düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanacak insanlar havada mı yapacak, denize mi çıkacak. Denizi unutmuş. Denizde teknelerle yapılacak açıklamayla ilgili bir yasak koymamış. Böyle bir açıklama özgürlüğü mü tanıyor halka?” diyerek valiliğin sıkıyönetim yasaklarını tanımadıklarını belirten Av. Çolak, bu yasakları, hükümetin ve şu an devlet başkanlığı makamındaki kişinin halkından korkan, yabancılaşan anlayışının ürünü olarak gördüklerini belirtti.

Açıklamanın ardından İdare Mahkemesine gidilerek kararın iptal edilmesi istemiyle dava açıldı.

 10mart sıkıyönetim yasakların 10 mart sıkıyönetim yasakları 2 10 mart sıkıyön yasak 4 10 mart sıkıyöçnetim yasak 43

Dava Dilekçesi:

İZMİR İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

                                                                                                                                                                           “ Yürütmenin Durdurulması İstemi Vardır.”

DAVACI                               : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

Karanfil Sokak No: 24/ 15 Kızılay/ ANKARA

 

VEKİLLERİ                          : Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan F. ERKAN,Av. Ali Serdar ÇINGI, Av.Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN,Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Azime AYÇA ALPEL,Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN

Halit Ziya Bulvarı No: 33 Kat: 2/203 Konak/İZMİR

DAVALI                               : İZMİR VALİLİĞİ

İSTEM                                  : Davalı idarece; 03 Mart 2015 tarihinde alındığını basın yayın organlarında haricen öğrendiğimiz “kent genelinde siyasi partilerin, derneklerin, STK’ların başka parti, dernek ve STK önünde, kamu kurumları yakınında basın açıklaması, protesto gösterileri ve yürüyüşü yapmalarını yasaklayan ve bu kararlara uymayanlara 5326 Sayılı Kabahatlar Kanunu’na göre 208 TL para cezasının verileceğine” dair işleminin/kararının öncelikle YÜRÜTMENİN DURDURULMASI ile sonuçta İPTALİNE karar verilmesi istemi vardır.

ÖĞRENME TARİHİ          : 09 Mart 2015 günlü Basın Yayın organları

OLAY VE HUKUKİ DURUM :  I- OLAY:

09 Mart 2015 tarihli Yazılı ve Görsel Basın’dan öğrendiğimize göre, davalı İzmir Valiliği’nce 03 Mart 2015 tarihinde; “İzmir sınırları içerisinde gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak basın açıklamaları ile benzeri faaliyetlerde uyulması gereken esaslar” başlıklı bir kararla;

“İzmir il sınırları içerisinde gerçek ve tüzel kişilerin sorumlulukları ile genel kolluk görevlilerinin görev ve yetkilerini kapsadığı belirtilerek, 2709 sayılı T.C. Anayasası, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile İçişleri Bakanlığının 2 Kasım 2012 tarih ve 2012/64 sayılı Genelgesinin ilgili maddelerine dayanılarak” İzmir genelinde bir takım yasaklayıcı düzenlemeler getirilmektedir.

Davalı idarece ilkin, kararın genel esaslar bölümünde; “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında, kanunun suç saymadığı eylemler ile ilgili açık ve kapalı yerlerde basına veya belirli bir topluluğa yapılan açıklamalar temel hak ve özgürlükler arasında yer almaktadır. Toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline dönüşen bu hak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere bütün demokratik anayasalarda güvence altına alınmış ve gerektiğinde de kanunla sınırlandırılabileceği ilke olarak kabul edilmiştir. Anayasanın 25, 26 ve 34. maddeleri ile temel esasları belirlenen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti; gerçek ve tüzel kişiler tarafından basın açıklamaları adı altında kullanılırken kamu düzenini bozan, çevre ve gürültü kirliliğine yol açan, halkın günlük yaşamını zorlaştıran, zorunlu ihtiyaçların karşılanmasını, huzur ve sükunu engelleyen/bozan faaliyetler olarak da cereyan etmektedir. Temel hak ve özgürlükler ile kamu düzeninin korunması ve uygulamada yeknesaklığın sağlanması amacıyla basın açıklamalarında uyulması gereken esaslar belirtilmiştir.”

“Kamuoyu oluşturmak, düşünceyi açıklamak ve yaymak amacıyla; şiddet içermeyen, kamu düzeni bozmayan, gürültü ve çevre kirliliğine yol açmayan, yaya ve araç trafiğine engel olmayacak sayıda katılımla gerçekleştirilen ve makul sürede tamamlanan sözlü ve yazılı açıklamalar basın açıklaması olarak değerlendirilecektir. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler ve sivil toplum örgütleri başka bir siyasi parti, sendika, dernek ve sivil toplum örgütüne ait bina önünde basın açıklaması yapamazlar.”

“Basın açıklaması esnasında el ile taşınabilir megafon gibi cihazlar haricinde ses yükselten cihazlar kullanılamaz, bu amaçla sabit platform kurulamaz. Valilik ve kaymakamlık binaları, adliye binaları, il/ilçe emniyet müdürlüğü binaları, polis merkezi amirlikleri, askeri bina ve tesisleri ile ceza infaz kurumlarının içerisi, önü ve çevresinde, eğitim-öğretim kurumları, hastane ve sağlık kuruluşları ile ibadethanelerin içerisinde ve çevresinde eğitimi, sağlık hizmetlerini ve kişilerin ibadetlerini engelleyecek şekilde, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının içerisinde, genel yollar, şehirler arası karayolları ile cadde ve sokaklar üzerinde yaya ve araç trafiğini engelleyecek şekilde, halkın günlük yaşamını zorlaştıran ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyici nitelikte basın açıklamaları yapılamaz.” denilerek bir takım yasaklamalar getirilmiştir.

Alınan kararın devamında ise; “Karara uymayanlara, eylemleri başka bir suç oluşturmadığı takdirde 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu 11/C ve 66. maddelerinin ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32. maddesi hükmü uyarınca idari para cezası uygulanacağı ve kararı İzmir Valisinin yürüttüğü” ifade edilmiştir.

            II- HUKUKİ DURUM:

Davalı Valiliğin İzmir’de her yerde her şeyi yasaklayan dava konusu kararı; yetki, şekil, sebep, amaç yönlerinden Anayasa’ya, yasalarımıza usule ve etik değerlerimize kökten aykırıdır.

Öncelikle belirtelim ki; temel insan hak ve özgürlükleri Valilik Kararlarıyla, Bakanlık Genelgeleriyle ortadan kaldırılamaz. Olayımızda olduğu gibi, İzmir Valiliğinin kentin bütün insanlarına Basın Açıklaması yapma hakkını yasaklayan bir yetkisi bulunmamaktadır.

Davalı idare, sözde bu kararı alırken kentimizin “huzur ve güvenini” sağlamayı amaçlamaktadır. Oysa, kişi ve kurumların düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü kapsamında yapacakları ve herbiri birer Uluslararası Sözleşme ve Anayasal, Yasal güvenceye sahip Basın Açıklamaları, Gösteri Yürüyüşleri, Protesto etkinliklerinin bu kararla yasaklanmasının, büyük toplumsal gerilimlerin ve olayların ana nedeni olacağı açıktır.

İdarecilerin bir anlık duygusallıkla temel hak ve özgürlükleri hiçe sayın bu uygulamalarından yol yakınken vazgeçmelerini arzu etmekteyiz. Ancak böyle bir beklenti işe yaramayacağından işbu davanın açılması gerekmiştir.

Bu bağlamda:

Davalı idarenin yasakları, temel bir insan hakkı olan “Toplantı ve Gösteri”, “Düşünceyi Açıklama ve Yayma” hakkının kullanım alanına ilişkin olup, öngörülen yasaklamalar, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi gibi üst normlara açıkça aykırıdır. Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşabilmek için öncelikle bu konudaki yasal düzenlemelerin ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bir düşünce veya görüşün toplu olarak açıklanmasını ifade eden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, uluslararası sözleşme ve belgeler ile ulusal hukukta ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ( İHEB ) 20. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin barışçı toplanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi”nin 21. maddesinde de; “Barışçıl bir biçimde” toplanma hakkı hukuk tarafından tanınır. Bu hakkın kullanılmasına ulusal güvenliği veya kamu güvenliğini, kamu düzenini (ordre public), sağlık veya ahlakı veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma amacı taşıyan, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukuka uygun olarak getirilen sınırlamaların dışında başka hiçbir sınırlama konamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkesin asayişi bozmayan toplantılara” katılma hakkına sahip olduğu, 2. fıkrasında ise, bu hakkın demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabileceği belirtilmiştir.

03.10.2001 gün ve 4709 Sayılı Yasanın 13. maddesi ile yeniden düzenlenen Anayasanın 34. maddesinde ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi ile örtüşecek şekilde; herkesin, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, bu hakkın ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği ve kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği öngörülmüştür.

Toplantı ve gösterinin, bu düzenlemeler ve hakkın genel niteliği dikkate alınarak, Devletin müdahale etmemesi gereken bir özgürlük olduğu yorumu yapılabilirse de, Devlet bir yandan geçerli bir neden olmaksızın toplanma özgürlüğünü ihlal etmekten kaçınırken, diğer yandan da bu hakkın kullanılmasını sağlamak için gereken önlemleri de almak zorundadır”

(YARGITAY Ceza Genel Kurulu, E:2004/8-65, K:2004/117, T:11.05.2004 kararı)

Diğer yandan Anayasa’nın 26. Maddesi ile Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” temel hakkı tanımlanmıştır.

Yine Anayasa 90/5 maddesi ile iç hukuk mevzuatı haline gelen hatta iç hukuk mevzuatı ile çatışması halinde uluslararası mevzuatın geçerli olduğu kabul edilmiş olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 20/1 maddesinde herkesin barışçı toplanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’nin 21. maddesi de aynı içeriklidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi de bu içeriktedir.

Tüm ulusal, uluslararası üst normlar, demokratik toplanma ve toplu ifade hakkını böylece düzenlemiş ve Toplanma veya Gösteri Hakkının kriterini uyum halinde BARIŞÇILLIK olarak ifade etmişlerdir. Dolayısıyla, gerçekleşmiş ya da gerçekleşmekte olan Toplantı ya da Gösteri, barışçıl olduğu ve böyle devam ettiği sürece, üst haklardandır. Devletlerin negatif olarak bu hakka müdahale etmeme, ve pozitif olarak hakkın kullanılmasını sağlama yükümü tartışmasızdır.

Konuyla ilgili, AİHS’nin, dolayısıyla Anayasa’dan sonra gelen en üst pozitif hukuk normumuzun uygulama ve içtihadını anlamak için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bazı kararları göz önüne alınmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin

Ataman v. Türkiye, 74552/01, – 05.12.2006 – kararı şöyledir:

AİHM, devletlerin, sadece toplantı yapma hakkını korumakla kalmayıp, bu hakkı dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırmaktan da kaçınmalarının gerektiğini not etmektedir. Son olarak AİHM, 11. madde koruma altındaki hakların kullanılmasında kamu güçlerinin keyfi müdahalelerine karşı kişiyi koruma amacını içeriyorsa, buna ek olarak bu hakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlama pozitif yükümlülüğünü de kapsadığına kanaat getirmektedir (Djavit An)…..

            AİHM, ulusal mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak, halka açık gösterilerin düzenlenmesi için hiçbir izne gerek olmadığını gözlemlemektedir. Olayların meydana geldiği dönemde, yetkili makamlara yapılacak bildirinin olaydan yetmiş iki saat önce yapılması gerekiyordu. İlke olarak benzeri düzenlemeler, AİHS tarafından korunduğu şekliyle TOPLANTI YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜNE GIZLI BIR ENGEL OLUSTURMAMALIDIR.

            AİHM, özellikle yetkililerin, İnsan Hakları Derneği adına düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam verememektedir.

            AİHM için, göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığında kamu güçlerinin, AİHS’nin 11. maddesi tarafından güvence altına alındığı şekliyle toplantı özgürlüğünün geçerli olabilmesi için, barış yanlısı toplanmalara hoşgörüyle yaklaşması önem arz etmektedir.

            Sonuç olarak AİHM, bu davada polisin zor kullanarak müdahale etmesinin orantılı olmadığına ve AİHS’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunması için gerekli bir tedbir oluşturmadığına kanaat getirmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin

Karatepe ve diğerleri davası – 07.04.2009- verdiği karar ise şöyledir:

Halka açık bir alanda gerçekleştirilen her türlü gösteri günlük yaşamın akışına belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve hasmane tepkilere yol açabilir. Ancak, AİHM, durumun kurallara aykırı olmasının tek başına, toplanma özgürlüğüne müdahaleyi haklı çıkarmayacağına itibar etmektedir.

            AİHM nezdinde göstericilerin şiddete başvurmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11. maddesi ile garanti altına alınan toplantı özgürlüğü kavramının içeriğinin boşaltılmaması bakımından kamu erkinin barışçıl gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermesi önem arz etmektedir.

            Sonuç olarak AİHM, bu başvuruda polisin kaba kuvvet uygulayarak müdahale etmesini ve başvuranların (eylemcilerin-nb) cezai yargılama konusu edilmesine orantısız olarak kabul etmektedir. Bu tedbirler AİHS’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunması bakımından gereklilik arz etmemektedir.”

AİHM’nin “G.-Almanya” kararında;

Trafiği engelleyecek şekildeki eylemleri ŞİDDET İÇERİR bir gösteri olarak saymamıştır. Mahkeme halka açık alanda gerçeklestirilen her türlü gösterinin günlük yaşamın akışını belli ölçüde bozacak bir karışıklığa ve hasmane tepkilere yol açabilecegini hatırlatmıstır. (Eskişehir Gezi davasından…)

Demek ki davalı idarenin dava konusu yaptığımız yasaklamalarının dayanağı olan; falanca cadde bir süre trafiğe kapatıldı, gürültü ve çevre kirliliğine yol açıldı diye özgürlükleri kısıtlamak, ahalinin kafasına gaz bombası atmak uluslararası hukuka ve yargı kararlarına aykırıdır!

Balçık v. Türkiye, 25/02, 27.11.2007 kararı:

Mevcut davada taraflar arasında, başvuranların toplanma hakkına müdahalenin ilk ortaya çıkışına ilişkin ihtilaf bulunmamaktadır. AİHM yerel mahkemenin başvuranları aleyhlerindeki suçlardan beraat ettirdiğini doğrulamıştır. Ancak, bu kararın 19 Eylül 2005’te, olaydan yaklaşık 5 yıl sonra verildiğini göz ardı edememektedir. Aynı zamanda başvuranların gösteriye katılarak o tarihte tartışmalı bir mesele olan F-tipi cezaevlerine dikkat çekmeyi amaçladıklarını kaydetmektedir. AİHM, gösteriye müdahale edilmesinin, polisin göstericileri dağıtmak için güç kullanmasının ve müteakiben cezai takibat başlatılmasının, caydırıcı bir etkiye sahip olmuş ve başvuranların benzeri gösterilerde yer alma hususundaki cesaretlerini kırmış olabileceği kanısındadır.

            Bu nedenle AİHM, özellikle yetkili makamların gösteriyi sona erdirmedeki sabırsızlığını anlaşılır bulmamaktadır. Bu noktada AİHM ayrıca hiçbir bilgi verilmemesine rağmen yetkili makamların, o tarihte bu tür bir gösteri yapılacağına ilişkin bilgi almış ve böylece önleyici tedbirler alabilmiş olduğunu hatırlatmaktadır.

            AİHM, göstericiler şiddet içeren fiiller sergilemedikleri sürece, AİHS’nin 11. maddesince teminat altına alınan toplantı özgürlüğünün esasına bağlı kalınmak isteniyorsa, resmi makamların barışçı toplantılar hususunda belirli derecede hoşgörü göstermelerinin önemli olduğu kanısındadır.”

Aytaş ve diğerleri v. Türkiye, 6758/05, 08.12.2009 kararı:

AİHM bilhassa yetkililerin bu gösteriyi sona erdirme konusundaki aceleciliklerine şaşırmaktadır (Bkz. sözü edilen Oya Ataman ve a contario, Eva Molnar-Macaristan kararı no: 10346/05, 7 Ekim 2008).

            AİHM’ye göre, AİHS’nin 11. maddesi ile güvence altına alınan toplantı özgürlüğünün muhtevasından yoksun bırakılmaması amacıyla, kamu erklerinin, barışçıl gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermeleri önem arz etmektedir.

            Mevcut davada, AİHM, polisin güç kullanarak müdahale etmesinin ve başvuranlar hakkında ceza davası açılmasının orantısız olduğu kanaatindedir. Söz konusu tedbirler, AİHS’nin 11. maddesinin 2. paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunmasında gerekli tedbirler değildir.”

Biçici v. Türkiye, 30357/ 05, 27.05.2010 kararı:

AİHM bu bağlamda göstericilerin şiddet eylemlerinde bulunmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11. Maddesince koruma altına alınan toplanma özgürlüğünün esası korunmuşsa, kamu makamlarının barışçı toplantılara belirli derecede hoşgörü göstermelerinin önemli olduğuna ilişkin önceki kararlarını hatırlatmaktadır.”

Görüleceği üzere, kolluk güçlerinin 2911 sayılı yasanın 23., 24. ve 31. maddesinden aldığı güçle “dağıttığı” tüm barışçıl gösteriler sebebiyle Türkiye, AİHM’de mahkum edilmektedir. Bunun siyasal sebebi, siyasi iktidarın kolluk güçleriyse, hukuksal sebebi de Anayasa’nın 2, 5, 11, 12, 13, 19, 26, 34, 40 ve 90. Maddelerine aykırı 2911 sayılı kanunun ilgili maddeleridir.

Anayasa Mahkemesi açıkça, Toplanma ve Gösteri Hakkının bir izne tabi olmayacağını, bildirim yapılmasının, toplantı yapma önünde gizli bir engel haline getirilemeyeceğini, gösterinin, günlük yaşamın akışına belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve hasmane tepkilere yol açabileceğini, ancak, durumun kurallara aykırı olmasının tek başına, toplanma özgürlüğüne müdahaleyi haklı çıkarmayacağını söylemektedir.

Oysa davalı Valilik, geniş bir çerçeve çizerek daha bu haklar kullanılmadan yasaklar getirmekte ve kişileri cezai yaptırımlarla tehdit etmektedir. Bu yasakcı mantığın toplumda “huzur” yerine “huzursuzluk” getireceği son derece açıktır. Bu nedenle acilen bu kararın yürütmesinin durdurulması gerekir.

İ.Y.U.K 27. MADDESİ’NİN KOŞULLARI OLAYIMIZDA OLUŞMUŞTUR:

Baştan beri anlatıldığı şekliyle davalı idarenin işlemi; Uluslararası Sözleşmeler, Anayasaya ve Yasalarla güvence altına alınmış Temel Hak ve Özgürlüklerden olan “Toplantı ve Gösteri Yapma”, “Düşünceyi Açıklama ve Yayma” hakkını ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Bir başka anlatımla, öngörülen yasaklamalar, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi gibi üst normlara açıkça aykırıdır.

İptalini istediğimiz yasakların uygulanması halinde başta Kamu Güvenliğinin zara göreceği açıktır.  Davalı idare, tartışmasız bir şekilde yetkisiz olduğu bir konuda özgürlükleri kısıtlayıcı düzenlemelerde bulunmaktadır. Bütün bu nedenlerle ve Mahkeme’nin resen göz önüne alacağı diğer nedenlerle yürütmenin durdurulmasına karar vermesini istiyoruz.

HUKUKİ NEDENLER      : Anayasa, Uluslararası Sözleşmeler, Emsal Yargı kararları, 5442,2576, 2577 Sayalı Yasalar ilgili mevzuat..

 

DELİLLER                          : İzmir Valiliği’nce 03 Mart 2015 tarihinde alındığını öğrendiğimiz kararı. (İmzalı olanın idareden istenilmesi),Yazılı ve görsel basın organlarında çıkan dava konusu işlemle ilgili haberler ve her türlü delil….

SONUÇ ve İSTEM              : Sunulan nedenlerle;

Davalı İzmir Valiliğince; 03 Mart 2015 tarihinde alındığını basın yayın organlarında haricen öğrendiğimiz “kent genelinde siyasi partilerin, derneklerin, STK’ların başka parti, dernek ve STK önünde, kamu kurumları yakınında basın açıklaması, protesto gösterileri ve yürüyüşü yapmalarını yasaklayan ve bu kararlara uymayanlara 5326 Sayılı Kabahatlar Kanunu’na göre 208 TL para cezasının verileceğine” dair işleminin/kararının öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI ile sonuçta İPTALİNE karar verilmesini,

Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesini vekaleten saygılarımızla dileriz. 10/03/2015

                                                                      Davacı Vekili
Av. Tacettin ÇOLAK

Print Friendly, PDF & Email