HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un Toplumsal Haber İnternet Sitesinden Ayşegül Taş ile yaptığı röportaj

Toplumsal Haber İnternet sitesinden Ayşegül Taş, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut’la 08 Mayıs 2017 tarihinde bir röportaj gerçekleştirdi. 16 Nisan Referandumu’ndan Kürt Meselesine, 15 Temmuz sürecinden Suriye Meselesine, 1 Mayıs’a kadar birçok konunun ele alındığı, bu konulara ilişkin olarak HKP’nin bakış açısının ifade edildiği röportaj 16 Mayıs tarihinde Toplumsal Haber internet sitesinde yayımlandı.

Söz konusu röportajın çözümünün tam metnini aşağıda yayımlıyoruz:

Tayyip, kendini kazanmış göstermeye mahkumdu!

Ayşegül Taş: Şimdi Nurullah Bey bizim konumuz referandum.

Nurullah Ankut: Evet, evet.

Ayşegül Taş: Biliyorsunuz muhalif partiler de, iktidar partisi de birçok şey söylediler zaten, konuştular yani bu konuyla ilgili. Bizim bu röportajdaki amacımız azınlık partiler ne düşünüyor, ne söylüyor, bu süreci nasıl değerlendiriyor? Öncelikle referandum sürecine girmeden önce sistematik şekilde bazı vekillerin gözaltına alınması, topluma, sokağa, halka getirilen baskıları, verilen o mesajları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP’giller yargı da bırakmadı

Nurullah Ankut: Bu adamlar hukuku bir tarafa bırakalı yıllar oldu. Gerçekten hukukun, adaletin, yargının, bağımsız yargının zerresi olsa Türkiye’de, AKP kadrolarının tamamının şu anda cezaevinde olması gerekir. Silivri’de ya da Sincan’da olması gerekir. Bunların işlemediği suç yok ki… Abdüllatif Şener diyor ki, şu anda Tayyip Erdoğan ailesinin 100 ila 120 milyar dolar arasında kamu malı aşırmışlığı var. Bu, hiçbir şekilde 80 milyar dolardan aşağı düşmez, diyor. Tayyip Erdoğan beni dava etsin, diyor. Ben belgeleriyle bunu ispatlayayım, diyor. Hiç tık demiyor bu konuda. Yani tâ diyelim Hollanda, Belçika basınından bir eleştiri geldiği zaman, hemen ertesi gün muhtarları topluyor vb. çıkıyor cevap veriyor buna ama Abdüllatif Şener’in bu büyük iddiası karşısında ölü numarası yapıyor. AKP’lilerin tamamının iki trilyon dolar civarında kamu malı aşırmışlığı var, diyor A. Şener. Tamamının yani. Büyük bir hırsızlık bu. Cumhuriyet tarihinde yapılan tüm yolsuzlukları ekleseniz, devede tüy kalır bunların yanında.

Biz bunlara tâ 2005 yılında (kitaplarımızda var, açık; “Tayyipgiller Kökeni ve Sınıf Yapısı” adlı kitabımızda) dedik ki: Bu normal bir siyasi parti değil, meşru bir siyasi parti değil. Bunlar bir çıkar amaçlı suç örgütü, bir çetedir bu, dedik. Çete olunca hukuk yok yani. Yargıyı bitirdi, Anayasayı bitirdi, hepsini bitirdi. Zaten ne diyor; ister kabul edin, ister etmeyin şu anda fiili bir durum var. Yapılması gereken o fiili duruma uygun bir anayasa, diyor. Başbakan Binali Yıldırım da bunu söyledi, Bekir Bozdağ da bunu söyledi; fiili durum var, diyor. Yani anayasayı babayasayı ben hep bitirdim, diyor. Bu anayasayı ihlal suçudur. Cezası da ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Hepsi açıkça itiraf ediyorlar bunu. Ama şimdi bir yargı bırakmadılar ki bunlar.

Suriye’de savaş suçu işleyen AKP’ye karşı tek mücadele eden HKP’dir

Biraz önce sohbet sırasında dedik ki; bunların Suriye’de ne işi var?

E, Suriye’de savaş suçu işliyor bunlar.

Ayşegül Taş: Hükümetin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye Birleşmiş Milletlere bağlı, Birleşmiş Milletler hukukuna bağlı, uluslararası hukuka göre bağımsız bir devlet mi?

Devlet.

Devletler hukukunun en temel özelliği ne?

Bağımsız bir devletin Toprak bütünlüğünü tanıyacaksın; sınırlarını, egemenliğini tanıyacaksın, içişlerine müdahale etmeyeceksin. Bunların tersini yaparsan savaş suçu işlemiş olursun.

Bu adam açıkça 2011’den beri bu suçu işliyor. Yani bütün dünyadan, özellikle de İslam ülkelerinden Ortaçağcıları topladı getirdi, Suudi Arabistan maddi finansmanını sağladı, silah tedarik etti. Türkiye’de eğitildi bunlar. Peyderpey güney sınırlarımıza, Suriye’ye gönderildi; savaştırıldı oradaki halka karşı. Suriye hükümetine karşı savaştırıldı bunlar. Bu, açık savaş suçu.

Buna karşı tek biz mücadele ettik. Biliyorsunuzdur belki, Uluslararası Ceza Mahkemesine kadar başvurduk savaş suçu işlemiştir, diye Tayyip Erdoğan hakkında, Hakan Fidan hakkında, Ahmet Davutoğlu hakkında. Ve sürüyor o başvurumuz. İşleme alındı, incelemeye alındı, bekliyor. Orası da bağımsız bir mahkeme değil. Çünkü orası da Amerika’nın emrine bağlı. Amerika ne derse öyle davranacak. Bekletiyor 2015 Haziranı’nından bu yana, bekletiyor bizi mahkeme.

Bize dava açtı, yargılandık Ceza Mahkemesine başvurduk diye, haberiniz var mı?

Ayşegül Taş: Yok.

Nurullah Ankut: Bakın kitabımız da var: “MIT TIR’ları Davası…”.

Bu kitap, tamamen mahkeme dosyasıdır. Savunmalarımız, mahkemedeki tutumlarımız, dilekçelerimiz hepsi yani… Şimdi ceza aldık biz buradan; bir yıl iki ay bilmem kaç gün ceza verdiler bize. E, olsun önemli değil… Bize yine suç duyurunda bulundular 15 gün önce. Gittik yine ifade verdik Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğüne. Bizim hakkımızda hakaret etmiştir, diye suç duyurunda bulundular.

Şimdi buna karşı mücadele eden oldu mu?

Bu adamın Suriye’de ne işi var? Suriye’yle düşmanlığı ne bu adamın?

Bakın, yarım milyon insan öldü. Dört milyon Suriyeli şu an Türkiye’de. İşte Aksaray’a yolunuz düşüyor mu bilmiyorum?..

Ayşegül Taş: Görüyorum, her yerdeler zaten…

Nurullah Ankut: Bir de sekizden, dokuzdan sonra çıkın şuradan Yenikapı-Marmaray’a doğru gidin, TC vatandaşının sayısı onda bire düşer. Esas merkez üssü burası yani İstanbul’da. Bütün şehirlerimizi doldurdular. İşte bugünün haberleri; Kırıkkale’de yerel halkla Suriyeliler büyük, kitlesel olarak kavga etmiş. Sopalarla Suriyeliler saldırmışlar gençlere. Bu Antep’te de oldu, Urfa’da da oldu, diğer illerimizde de oldu. Bu kadar insan geldi girdi, ülkemize.

Yedi milyon insan Suriye’yi terk etti. On iki milyon civarında kişi ülke sınırları içinde yer değiştirdi.

Bütün bu suçları kim işledi?

Bu işledi. Ortak. Suç ortağı yani Batılı emperyalist haydutların, Amerika’nın, AB’nin suç ortağı bir numaralı… Suudi Arabistan’la, Katar’la birlikte yerel suç ortağı bunlar.

Buna karşı bir muhalefet duydunuz mu?

Meclis’teki Dörtlü Çete ve Graham Fuller “Solcu”ları

Biz, Amerikancı Dörtlü Çete, diyoruz Meclisteki partilerin tamamına. Hepsini Amerika oynatıyor bunların. İpleri hepsinin Amerika’nın, Pentagon’un, CIA’nın elinde. Ne yazık ki öyle… Bunların hepsini belirlemiş. Yani CIA sırf sağ oynamaz. Mesela Soğuk Savaş yıllarında, Sovyetler zamanında, Avrupa’da yirmi tane sol dergi çıkarıyor CIA, düşünebiliyor musunuz? Sol dergi çıkarıyor CIA yirmi tane.

Niye?

Solu da kendi denetlemek istiyor.

Orada odaklandığı nokta ne?

Sadece Sovyetler’e karşı olacaksın; tek istediği bu. Onun dışında sen istediğin kadar keskin komünist ol, seni finanse ediyor adam. Bir tek şey istiyor senden; Sovyetler’e karşı olmanı istiyor Amca’m.

Yani Türkiye’de de Graham E. Fuller ne dedi?

“Türkiye’ye daha çok sol lazım.”

Düşünebiliyor musunuz?..

Graham E. Fuller, Türkiye’nin Ortadoğu Masası Şefi değil mi?

CIA solcu mu?

Değil.

Ama sol dediği, kendi yönlendirdiği sol, onu istiyor adam. O bakımdan Meclisteki dört Amerikancı burjuva partisini de yönlendiriyor ne yazık ki şu anda. Adı komünist vb. bilmem ne; şu, bu olan hareketleri de dolaylı şekilde etkisine alıyor. O bakımdan bunların bir muhalefeti yok.

Bakın bizim son iki yazımız oldu 1 Mayıs’la ilgili. Odatv’nin yazarlarından Ahmet Yıldız, Ankara’da katıldım; “Antiemperyalist slogan duymadım.”, diyor 1 Mayıs’ta.

Burada, Bakırköy’de var mıydı?

Bakırköy’de de yoktu antiemperyalist slogan.

Yine ekonomist Güngör Uras, Bakırköy’e geldim, coşku yok insanlarda, diyor.

Yani devrime olan, halklara olan, ideolojiye olan inanç bitmiş insanlarda. Yani, maç idare ediyorlar sadece.

Maçı idare etmek ne demek bilir misiniz?

Maç idare etmek, yenileceğini bilirsin, özellikle mücadele sporlarında; boksta, karatede, güreşte, yani rakibin üstünlüğünü kabul etmişsin ama hezimete uğramayayım, nakavt olmayayım, perişan duruma düşmeyeyim diye maçı sürdürmeye çalışırsınız. Ama galibiyet gibi bir ufkunuz yok, bir özgüveniniz yok. Sadece süreyi doldurup; durumu, zevahiri kurtarmak der halkımız, ona çalışırsınız; buna maçı idare etmek denir.

İşte bizim bütün sol kesim de maçı idare ediyor yani. Bir muhalefet yok. Ama biz TRT konuşmalarımızda da, izlerseniz görürsünüz, ne diyoruz:

“Katil Amerika Ortadoğu’dan defol diyemeyen her siyasi ya gafildir ya hain!”

Yani bu adam niçin geliyor Ortadoğu’ya? İşi ne bu adamın yani?

Bu adamın amacı belli; bir BOP projesi var, onu hayata geçirmek istiyor, bunu da açıkladı. O bakımdan bu savaşı tamamen o yönetiyor. Yani şu anki savaş ne Türklerin savaşı, ne Kürtlerin savaşı. Türkiye’de de BOP savaşı. Amerika o haritayı hayata geçirmek istiyor.

Bu Irak’ta hayatı geçti mi?

Geçti.

Suriye’de geçti mi?

Geçti.

Sıra Türkiye’de. Türkiye’de de geçecek. Mutlak geçecek. Kesinlikle geçecek. Bu geçecek hayata.

Kürt Meselesinde Devrimci Çözüm mü, Amerikancı Çözüm mü?

Ayşegül Taş: Kürt meselesini nasıl yorumluyorsunuz? Çözüm olarak ne öneriyorsunuz?

Elbette Kürt Halkının istemesi halinde bağımsız bir devlet kurmak hakkı var, bütün halklar gibi. Ama bizim üzüldüğümüz, Fidel’in de söylediği gibi, Amerika’nın projeleri doğrultunda Kürt Sorunu çözüldüğü anda, ortaya İsrail gibi bir petrol bekçisi çıkacak Amerika’ya. Amerika buna oynuyor.

Biz ne diyoruz?

Kürt Sorunu’nun iki çözümü var:

Bir; Amerikancı çözümü.

Onu kim yönetiyor?

Amerika.

HDP, PKK de savunuyor.

İkinci çözümü ise Devrimci Çözümdür.

Biz devrimci çözümünü savunuyoruz. Marksist-Leninist çözümünü savunuyoruz…

Yani Genel Başkan Yardımcımız Kürt. Annesi Tekmanlı. Ankara İl Başkanımız Kürt. Bursa İl Başkanımız Kürt. İstanbul İl Başkanımız Avukat Pınar Hanım, tanıştınız mı, Kürt. O da sizin gibi, size benzer, böyle tipik esmer bir Kürt kızı, Avukat. Yani çok Kürt yoldaşımız var.

Ama biz PKK’den, HDP’den farklı olarak, Kürt Sorunu’nun devrimci çözümünü savunuyoruz. Yani her iki halk da Antiemperyalist, Antifeodal yani tüm Ortaçağ kalıntılarına karşı olacak yani laikliği savunacak kararlı bir şekilde ve Antişovenist olacak.

Yani antişovenist olmak ne demek?

Milletlerin eşitliğini, halkların kardeşliğini savunmak demek. Türkiye özelinde de Kürt Sorunu’nun eşit, özgür ve kardeşlik temelinde çözümünü savunmak demek.

İşte biz, Demokratik Halk Devrimimizin sonunda, Demokratik Halk İktidarında bu sorunu devrimci bir şekilde çözmeyi savunuyoruz, amaçlıyoruz. Ana formülümüz de; Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti. Bu şekilde formüle ediyoruz.

Ama Amerikancı çözüm bunun tam tersi gördüğümüz gibi. İşte arkadaşımın da gösterdiği gibi, birkaç gün önce Amerikan bayraklı, Amerikan zırhlı araçlarının etrafında ne yazık ki PYD’liler,  coşkuyla el kaldırıyorlar, zafer işareti yapıyorlar. Biz buna üzülüyoruz tabiî.

Bizim facebook’taki paylaşımlarımıza PKK’liler, HDP’liler saldırıyorlar. Evet, elbette Bijî Obama, bijî Amerika, diyoruz, diyorlar. Bunu açıkça savunuyorlar.

Sen dünyanın başhaydut devletinin yandaşı olarak Kürt Halkına ne kazandıracaksın, ne vereceksin?

Hiçbir şey veremezsin. Halkın kazanacağı bir şey yok bundan. Yani Kürt Meselesi konusunda aşağı yukarı bunu savunuyoruz. Meclistekilerin tamamı da Amerika’nın yönetiminde. Demirtaş içeriden bir yazı gönderdi, okumuşsunuzdur.

Ayşegül Taş: Evet, evet.

Nurullah Ankut: Okudunuz.

Ne diyor?

Evet-Hayır önemli değil. Evet diyeni de, Hayır diyeni de birleştirip yani her iki halkla da bağlar kurup demokratik bir gelişme sağlamak lazım, diyor.

Amaçladığı açık: Yeniden Kürt Sorunu’nu bizim Dolmabahçe’de bıraktığımız yerden başlayarak devam ettirelim, önemli olan bu, diyor.

Yani adamın laiklik diye bir derdi yok. Zaten milletvekillerinin yapısını da görüyorsunuz: Altan Tan… Adam açıkça; ben dinciyim, diyor. Ben Müslümanım, diyor. Bunun ideolojik olarak IŞİD’den bir farkı yok. Hem Parababası, müteahhit biliyorsun, hem Ortaçağcı.

Hüda Kaya ne?

Yani bunları niye alıyor?

Dinci kesimi de yani Kürt Halkının din afyonuyla uyuşturulmuş kesimini de AKP’den kurtarıp kendi safıma çekeyim diye alıyor. Yani şimdi devrimcilik falan yok.

1 Mayıs’ta tek gerçek devrimci tavrı koyan HKP’dir

Yani bizim dışımızda gerçek anlamda devrimci bir sol da yok, gerçek bir sol hareket yok.

Bunun en son göstergesi 1 Mayıs.

1 Mayıs’ın, o günkü (1 Mayıs günkü) konuşmamızda da değerlendirdik, iki yönü var:

Bir; Uluslararası Bayramıdır İşçi Sınıfının, Uluslararası Proletaryanın Bayramıdır 1 Mayıs.

İki; aynı zamanda da Mücadele Günüdür. Dünya çapında İşçi Sınıfı Davasını zafere ulaştırmak için yapılan Mücadele Günüdür. Yani dayanışma ile varılacak mücadeledir 1 Mayıs.

Sen Bakırköy’e (Tayyip sırf inadı için, bizi ezmek için Taksim’i vermiyor) gidersen; Tayyip orayı gösterdi diye gidersen, burada devrimcilik kalmaz ki. Bunun alanla falan ilgisi yok. Biz 1977 1 Mayısı’nda, işte Genel Sekreterimiz Serdar Yoldaş’la alandaydık. Kurşunlar yanı başımdan, benim omuz başımdan geçti bir gencin göğsünden girdi çıktı. O Sular İdaresinin üzerinden atılan kurşunlar, uzun namlulu tüfeklerle atılan kurşunlar… Sıraselviler Caddesi’ni tutuyorduk biz. 37 şehidimizin kanıyla her karış toprağını suladık biz Taksim’in. Orayı kazandık vatan olarak ve biz orada yıllarca özgürce kutladık. 2009’da kısmi özgürlükle, 2010’da, 2011’de, 2012’de kitlesel katılımla kutladık. 2013’te Tayyip yasakladı.

Ne dedi?

Yol kazıyordu, bilmem ne… Kazı mazı yaptım. Biliyorsun, altgeçit, üstgeçit bir şeyler geçireceğim, dedi. Güya tehlike oluştururmuş katılımcılar için.1 Mayıs’ı yasakladı.

Biz Mayıs’ın sonunda Taksim’i işgal ettik yine, Gezi İsyanı’mızda, hatırlarsınız onu.

Ne oldu?

Haziran’ın 15’ine kadar orada coşkulu bir şekilde komün kurduk. Bir tek insanın burnu kanamadı. Bir tek insanın canı yanmadı. Bir tek insan, kadın-erkek tacize uğramadı. Bir tek insan itilip kakılmadı.

Demek ki hepsi bahaneymiş öyle değil mi?

Şimdi gelelim 15 Temmuz sonrasına. Bir ay boyunca Taksim’i de, belli meydanları olduğu gibi, Tayyip Ortaçağcılarla beraber piknik alanına çevirdi hatırlarsınız, gayet iyi bilirsiniz.

Ayşegül Taş:  Evet.

Nurullah Ankut: Piknik yaptılar Taksim Meydanı’nda da. Yani gün boyu oturdular. Belediye otobüsleri de bedava taşıdı gelişli gidişli. Bir de yemek verdiler akşam. Hatta alay konusu oldu medyada verdikleri yemek. Ya bugün ne varmış? İşte kuru fasulye bilmem ne varmış. Ya onun için de gidilmez filan. Mahallelerde konuşuyor kadınlar yani. Medyada bu konuşmalar yansıdı, düştü medyaya.

Peki böyle yapıyorsun da bize niye yasaklıyorsun, devrimcilere niye yasaklıyorsun senede bir gün, orada 1 Mayıs kutlamamızı?

Bizi ezmek istiyor. Bize düşmanlığından yasaklıyor.

Biz de tam bundan dolayı ona düşmanlık güdüyoruz ve “Taksim vatandır, 1 Mayıs Alanı’dır”, diyoruz. Orayı ele geçireceğiz. Eninde sonunda ele geçireceğiz. 1 Mayıs ilk önce orada kutlanır. Onun dışında Türkiye’nin her yerinde kutlanır, diyoruz. Yani mücadele günü olarak tek biz yıllardan bu yana kutluyoruz 1 Mayıs’ı. Ama Bakırköy’e gittiğin anda sen mücadeleden vazgeçmişsin. Varıyorsun polis pankartlarını aç, bakayım, diyor. Ya şu sakıncalı, at bunu, geçiremezsin. Yahut şu ibare sakıncalı, diyor. Adamın elinde makası var, kesiyor o kelimeyi. Atıyor çıkarıyor. Sen buna yardım ediyorsun. Alay konusu oldu Akit’te, izlediysen o gün.

Ayşegül Taş:  Evet…

Nurullah Ankut: Akit alay etti, eğlenceye aldı o katılımcıları.

E, sen kendini bu duruma düşürüyorsun, biz bunu eleştirince de vay şöyle böyle diye tepki gösteriyorsun.

Türkiye’nin tek gerçek muhalefet partisi HKP’dir

Yani diyeceğim; Mecliste muhalefet yok, ne yazık ki solda da muhalefet yok. Türkiye’yi kurtaracak olan, Kürt Sorunu’nun çözümü de dâhil, gerçek anlamda devrimcilerdir. Burjuva partilerden hiçbir fayda gelmez. Ne Türk Halkına gelir, ne Kürt Halkına gelir, fayda gelir. Bunların hepsi Amerika’nın yönetiminde; Amerika’nın projelerini hayata geçirme derdinde. Yani bunların başka bir davası yok.

Baktığın zaman CHP’de, kişi olarak baktığın zaman; insan kalitesi, özgüven, öz saygısı olarak mercimek kadar değer bulamazsın bunlarda. Amerika getirtmiş bunları o makamlara oturtmuş. Onun için dünyada gelebileceği en yüksek makam. Orada olmaktan mutlu adam. Başka bir şey hedeflemiyor. Yani ne halkı düşünüyor, ne bir şey düşünüyor. Hep böyle adamlarla doldurulmuştur Meclis. O yüzden onlardan hiçbir fayda gelmez.

Solu da ne yazık ki böyle parçaladı, emperyalistler. Türkiye’de muazzam bir sol potansiyel var. Eğer o parçalanmazsa, biz birlikte devrimci bir program çerçevesinde, devrimci bir kulvarda hedefimize, düşmanlarımıza yani emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı yürüyebilsek; ne Tayyip kalır iktidarda, ne başka biri kalır. Ama ne yazık ki işte CIA bizi de böyle parçaladı, böldü, birbirimize düşürdü, kimseyi bırakmadı. Öyle olunca tek başımıza mücadele edip duruyoruz. Yoksa solun dışında hiç kimse halklarımıza bir şey veremez. Mecliste muhalefet falan kırk defa değişse, seçim olsa yenilense oraya girip çıkacak partilerden hiçbir hayır gelmez. Hepsi Amerikan projesini uygular, başka bir şey yapmaz. O yüzden orada bir tiyatro oynanıyor. Amerika diyor ki; sen iktidar rolünü oynayacaksın. Öbürlerine de diyor ki; siz de muhalefet rolünü oynayacaksınız. Onlar kendilerine verilen rolü oynuyorlar. O yüzden bir muhalefet falan yok yani.

15 Temmuz’un tek gerçek devrimci değerlendirmesi de HKP’den geldi:

Darbe değil, ABD yapımı iki hain gücün hesaplaşması

Şimdi özel olarak sizin seçtiğiniz konuya, Referanduma gelirsek…

Ayşegül Taş: Türkiye’nin geleceğini büyük ölçüde etkileyecek olan referandumu nasıl  değerlendiriyorsunuz?

Referanduma gelmeden önce 15 Temmuz’dan alalım isterseniz.

Bizim dışımızda herkes ne dedi?

15 Temmuz darbe girişimi dedi, değil mi?

Ayşegül Taş:  Evet.

Nurullah Ankut: Ama tek biz farklı değerlendirdik, bilmem izleyebildiniz mi?

Ayşegül Taş:  Baktım…

Nurullah Ankut: 15 Temmuz sonrası yazdığımız kitapları, yazıları, aşağı yukarı her gün bir yazı yazdık, değerlendirme yaptık, (bir yoldaştan rica ederek) onları bir getirirseniz size zahmet: “Kanunsuzlar”, “Şu Kara Günlerin Değerlendirilmesi”, “Caligula”. Evet…

Bakın, bunları 15 Temmuz sonrası yazdık, yayımlandı; “Kanunsuzlar 2”, “Kanunsuzlar 3”. Şu “Kanunsuzlar 1”.

16 Temmuz’daki değerlendirmemizden başlar: “Kanunsuzlar”. “Kanunsuzlar 2”, “Kanunsuzlar 3”, “Şu Kara Günlerin Değerlendirilmesi”. Bu da “Kaçak Saraylı Caligula Din Devletine Giderken”.

15 Temmuz sonrası, hemen her günün olaylarının ışığında, sıcağı sıcağına değerlendirmeler yaptık.

Orada dedik ki; yahu darbe siyasi bir terimdir. Siyasi terminolojiye ait bir terimdir darbe.

Yani nedir?

İyi kötü, az çok kanunlara uygun şekilde işleyen bir hükümete karşı, halktan kopuk, belli bir askeri grubun iktidarı ele geçirmek için yaptığı bir harekettir darbe. Ama Türkiye’de meşru bir iktidar yok ki… İktidar gayri meşru yani. Adamlar iki trilyon dolarlık kamu malını zimmetlerine geçirmişler. Sırf Tayyip ailesi (Abdüllatif Şener, hiçbir şekilde 80 milyar dolardan aşağı düşmez, diyor Tayyip Erdoğan ve ailesinin aşırdığı kamu malı için) 17-25 Aralık sonrası, biliyorsunuz, bir gün boyunca kamyonetlerle Kısıklı’daki villalardan para taşıdılar, hâlâ ertesi gün Tayyip soruyor ki sıfırladınız mı?

Ne diyor?

30 milyon Euro kaldı babacığım, diyor. Ona da Şehrizar Konakları’ndan (5 milyon Euro’ymuş her biri) 6 tane villa alacağız, diyor.

Villalar da alındı damadın üzerine, Berat Albayrak üzerine, tapusu verildi Şehrizar Konakları’nın biliyor musunuz? Şu anda da tapusu onun üzerinde.

Yani açık, net, bu adam kriminal bir tip. Bunlar bir suç örgütü.

Fethullah?.. O da bir suç örgütü, o da devlet içine illegal yolla girmiş bir suç örgütü.

Şimdi iki mafyatik yapının birbiriyle ganimet savaşına girmesi darbe olabilir mi?

Olamaz.

Ayşegül Taş: İki yapıyı birlikte değerlendirirseniz neler söyleyebilirsiniz?

Biz ne dedik burada, bakın: “ABD yapımı iki hain gücün 15 Temmuz hesaplaşması üzerine”.

İkisi de ABD yapımı, ikisi de hain. Zaten kanunsuz, hukuk dışına düşmüş, ganimet paylaşım savaşı bu. Yani devleti kim ele geçirecek, kim iktidara gelecek, ganimetten en büyük payı kim kapacak, onun paylaşım savaşı. Yani meseleyi, olayı olduğu gibi görmek gerekir.

Ama bizim dışımızda herkes darbe dedi. Darbe dediğin anda sen mevcut iktidarı legalize edersin, meşrulaştırırsın, onu meşru sayarsın, yalnızca Feto’nun askerlerini gayrimeşru sayarsın. Hayır, yok böyle. İkisi de aynı oranda kriminal örgüt bunların, gayrimeşru ikisi de. Anayasa dışına düşmüş, kanunlar dışına düşmüş gayrimeşru iki tane örgüt bunlar.

Ne yapıyorlar?

İkisi de halkın din duygularını sömürerek yani Kur’an’ın deyimiyle insanları Allah’la aldatarak peşlerine takıyorlar ve Türkiye’nin tepesine gelebiliyorlar. Oylarını alıyorlar, tepesine geliyorlar Türkiye’nin. Yani olay bu.

“Kanunsuzlar” meşruiyet görüntüsü yaratabilmek için

Referandum kılıfına sığınmak istediler

Referandumda da böylesine kanunsuzluğa battığını biliyor adam, Tayyip Erdoğan ve avenesi.

Ne yapacak?

Yeniden, halkın oyuyla güya, meşruiyet kazanmış olacak. Onun derdinde adam. Referandum onun sonucuydu. Yoksa 15 yıldan beri hepsi söylüyor Tayyip Erdoğan neyi istedi de yapamadı, Meclisten hangi yasayı geçirtmek istedi de geçirtemedi? Var mı böyle bir şey, bakın siz gazetecisiniz?

Ayşegül Taş:  Yok.

Nurullah Ankut: Hatırlıyor musunuz böyle bir şey?

Hayır yok. Böyle de devam edebilirdi ama boylu boyunca, tepeden tırnağa suça battığını biliyor. Biz buna, Firavun sarayına Firavun yerleştirme referandumu, Firavun yerleştirme anayasası referandumu, diyoruz. Adam firavun olmak istiyor o 1165 odalı Firavun sarayına.

Ondan sonra da diyecek ki güya; beni siz seçtiniz, madem ben bu kadar suç işledim niye seçtiniz?

Madem seçtiniz ben meşruyum, diyecek, bu temelde bir savunma kuracak. Ama gerçek hukuka göre % 90 oy almış olsa bile bu adam asla meşru sayılamaz. Bunun yaptığı seçimler, bunun yaptığı referandumlar kendi çıkardığı kanunlara uygun olabilir ama asla hukuka uymaz, hukuki sayılmaz bunlar. Uluslararası, evrensel hukukun kurallarına göre de sayılmaz.

Bunu Profesör Kemal Gözler, Uludağ Üniversitesi Hukuktaydı değil mi Profesör, İlhami? Evet, o da açık söylüyor, yazıyor hem de Hans Heinrich Jescheck diye meşhur Alman Hukukçusu var, Ceza Hukukçusu Profesör, o da açık söylüyor, ondan alıntı yaparak da söylüyor.

Siz ne kadar kanunlar çıkararak kendinizi kanun kılıfı içine sokmaya çalışırsanız çalışın, yaptığınız iş evrensel hukukun kurallarına uymuyorsa ve kamu çıkarını temsil etmiyorsa o çıkardığınız yasaların hiçbiri hukuki olmaz. Bu anayasa da gayrimeşrudur, bu referandum da gayrimeşrudur.

Zaten oraya giderken de… Sürece gelirsek, referandum sürecine…

Başta kendisi ne diyor?

Güya, Cumhurbaşkanı’yım, diyor değil mi?

O da ayrı bir konu. Adamın yani neresine el atsanız suçla karşılaşıyorsunuz. İki tane diploma çıkardı ikisi de sahte, öyle değil mi? İkisi de birbiriyle çelişiyor yani. Ergun Poyraz ikisini de ispatladı. Birbiriyle çelişiyor ikisi de. Ortaya bir diploma koyamadı. Üniversite diploman olmadan da Cumhurbaşkanı seçilemiyorsun yasaya göre. Ortada bir Cumhurbaşkanı falan da yok aslında. Kanuna uygun, hukuka uygun Cumhurbaşkanı yok ortada yani.

Şimdi varsayalım ki var. Ama ne diyor, Cumhurbaşkanlığı yemini var, ne diyor?

Tarafsız kalacağıma, tarafsızlıkla davranacağıma, laik cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma namusum ve şerefim üzerine söz veririm, ant içerim, diyor, Cumhurbaşkanlığı yemini. Bilirsiniz…

Ama bu adam ne yaptı?

Açıkça referandum sürecinin bir numaralı propagandisti oldu, değil mi?

Ayşegül Taş:  Evet.

Nurullah Ankut: İl il dolaşarak… Hatta öylesine ki, Hayırcıları ne yaptı? Terörist dedi, yani terörist yaptı. Hatta, Hayır diyerek (bakın din sömürüsü de yapıyor); hem bu dünyanızı, hem öbür dünyanızı karartmayın, dedi. Bakın fetva veriyor ya… Hayır dediğin anda cehennemliksin, diyor yani. Böylesine de dini istismar etti.

Açıkça suç işledi. Biz suç duyurularında bulunduk ama Yüksek Seçim Kurulu diye bir şey kalmadı ki… YSK üyelerinin, hepsi 11 üye, hepsi hâkim güya. Sıfatları o.

Eğer kanuna uygun, kanunla çalışan bir YSK olsa ne yapması gerekir?

Yahu sen suç işliyorsun, bunu yaparsan bu referandum iptal edilir, biz iptal ediyoruz, demesi gerekir. Bunu diyecek cesarete, kişiliğe sahip insanlar değil ki… Çünkü onların sekiz tanesini zaten kendisi atamış, 11 üyenin. Öbürleri de korkuyorlar. Buna gık diyen Hâkim, Savcı hemen ertesi gün ya meslekten atılıyor, ya sürülüyor yahut da Fetocu diye hemen tutuklanıyor. İnsanları böylesine terörize etti, korkuttu. Devletin bütün imkânları var.

Kendisi, Valileri, Kaymakamları bu süreçte ne yaptılar?

Bununla birlikte çalıştılar. Oysa hepsinin tarafsız olması gerekir, karışmaması, katılmaması gerekir. Madem bu siyasi partiler arasındaki bir çekişme, o zaman sadece siyasilerin işi olması gerekir.

Yoo… Devlet tüm imkânlarıyla; helikopteriyle, zırhlı araçlarıyla, uçaklarıyla, parasıyla bunun hizmetinde oldu. Bu tamamen kanun dışı bir şey. Sadece bu bile referandumu gayrimeşru kılmaya yeter. Böyle bir şey olmaz. İnsanları ahmak yerine koydular, öbürleri de kabul etti ne yazık ki… Yok ya böyle bir çalışma olmaz. Sen devleti tümden arkana aldın. Devlete karşı sivil bir avuç insan Hayır Kampanyasını yürüten. Onlara da olmadık zulüm uygulandı; gözaltına alındı, tehdit edildiler, dayak yediler, saldırılara uğradılar o insanlar da. Asılan pankartlar, afişler kalmadı, hemen indirildi. Onlarınkine kimse dokunamadı; her yerde astılar. Başta İstanbul gelmek üzere, bütün şehirlerin afiş asmadık yerini bırakmadılar; başta Tayyip’in resmi, öbürlerinin resmi olmak üzere. Bir de çıkaracakları bu Firavun anayasasında öngördükleri şeyin tam tersini savunan, demagojik metinlerle donattılar her tarafı.

CIA İslamı’yla afyonlanan kitlelerin bile yüzde onluk bölümü Tayyip’e Hayır dedi

Böylesine olumsuz şartlar altında gidildi referanduma ama buna rağmen, insanlar da hayvan sürüsü değil tabiî. Koyun sürüsünü kullanırsınız, istediğiniz şekilde yönlendirirsiniz, döversiniz, ezersiniz. Karşı koyamaz ki, çaresizdir hayvanlar. Sokak hayvanlarını tekmelersiniz, öldürürsünüz. Kesiyorlar kulaklarını, bacaklarını bazı zalimler. Cevap veremiyor ki. İnsan öyle değil. İnsanda, ne kadar uyuşturulmuş olursa olsun bir zekâ var. Yani potansiyel olarak bir beyin var, beyin hücreleri var. Ne kadar zihin olarak hasara uğratılmış yani düşünce sistematiği darmaduman edilmiş olsa da bir beyin var her insanda; bir gurur, bir onur var. Yani zulüm görmekten aşağılanmaktan, hakarete uğramaktan kimse zevk almaz. Herkes bir tepki duyar buna.

Bu adam nereye çıksa nefret saçıyor yahu. Bir nefret figürü, herkese saldırıyor, küfürler ediyor, tehditlerde bulunuyor. İşte bu da giderek bir birikim, mayalanma doğurdu kitlelerde. Bunların kendi aralarında, 2015 seçimleri öncesinde bir konuşmalarının ses kaydı düştü internete, izlediniz mi bilmiyorum. Bizde tape edilmiş metinleri var onların bu konuşmalarının.

Orada kendileri diyorlar ki, AK Parti seçmeninin, onların deyimiyle 17-25 Aralık yolsuzluk videolarına, tapelerine sadece % 7’si inanmıyor. Onların kurmaca, düzmece olduğunu söylüyor. Ama % 90’ı onların gerçek olduğuna inanıyor. Kendi aralarında diyorlar bunları. Buna karşı da önlem alıp, tedbir alıp öyle siyaset geliştirmeliyiz, diyorlar, üst düzey yöneticileri AKP’nin. Adlarını şimdi hatırlayamıyorum ama metinlerimizde var. Yani kitleler bunları da biliyorlar.

Peki, niye gidiyorlar?

Siz onları hatırlamazsınız, 1950’den sonra dünya emperyalist sistemi uluslararası jandarmalık yapacak devleti değiştirdi. 1945 öncesi İngiltere, 1945’ten sonra onun yerine Amerika geçti. Yani uluslararası emperyalizmin başhaydut devleti Amerika oldu 1945’ten sonra.

O da ne yaptı?

Özellikle Sovyetler’i, Türkiye’den başlamak üzere, Çin’e kadar alttan “Yeşil Kuşak Projesi” denilen bir projeyle kuşattı.

Bunun amacı nedir?

Sosyalizmin, Sosyalist Kamp’tan İslam ülkelerine inip yayılmasını, etkide bulunmasını engellemeye yönelikti.

Bu amacına ulaşmak için ne yaptı?

Türkiye başta gelmek üzere, bütün İslam ülkelerinde Ortaçağcı hareketleri yeniden örgütledi, finanse etti. Hem kendi dolarlarıyla, hem Suudi petrol dolarlarıyla finanse edildi bunlar. O petrol şeyhliklerinin; Kuveyt, Katar Emirliği’nin, Birleşik Arap Emirlikleri’nin yoğun petrol dolarlarıyla finanse edildi.

Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Derneği”, “İlim Yayma Cemiyeti” baktığınız zaman şimdi bu Ahmet Taşgetiren’inden bilmem Bülent Arınç’ına kadar hep o derneklerde yetişip geldiler. Abdullah Gül’üne kadar Fethullah Gülen’e kadar. O da Erzurum şubesi kurucusu, biliyorsunuz.

Amerika doktrine etti bunları. CIA’yla iç içe çalıştılar bunlar. Biz “Ortaçağcı İrtica ve Türkiye” kitabımızda o metinleri koyduk, 2007’deki Konferans’ımızda. CIA’yla iç içe çalıştıklarını belgeleyen metinleri aktardık burada. Yani bu dernekler hep CIA yönetimiyle anlaşmalı çalıştılar.

Dincilerin, mesela bugünkü iktidarın idolü Necip Fazıl Kısakürek’tir, değil mi?

Yani Tayyip’in edebi alandaki versiyonudur, karşılığıdır bu adam. Hep örtülü ödenekten beslenmiştir. Menderes’in örtülü ödeneğinden beslenmiştir o da. Bunlar, Amerika; ehl-i dindir, ama komünistler Allah’sızdır. Komünistlere karşı Amerika’yla da, Avrupa’yla da işbirliği yapılabilir fetvaları verdiler. İşbirliği yaptılar. O şekilde onun denetiminde çalıştılar.

Onlar ne yaptı?

Birinci Kuvaimilliye’ye, Birinci Kurtuluş Savaşı’na düşman, laikliğe düşman, Birinci Kurtuluş Savaşı’nın önderlerine düşman bir nesil yetiştirdiler ve Ortaçağı özleyen, şeriat devletini özleyen bir nesil, kuşak yetiştirdiler. Hep Kur’an kurslarında, tarikatlarda, imam hatip okullarında, cami minberlerinde bunlar anlatıldı. Bu kitle birden ortaya çıkmadı. Yani Tayyip Erdoğan’a oy veren kitle, 1950’den bu yana adım adım yetiştirildi, geliştirildi.

Bunların özlemi ne?

Diyorlar ki; tamam Tayyip hırsızlık yapmış. Onun cezasını öbür dünyada Allah’a kendisi verir; hesaplaşır ama bizim için laikliği ortadan kaldırıyor, laik devleti yıkıyor onun yerine (onların deyişiyle) dinimizi özgürce yaşayacağımız bir din devletine gidiyoruz, onu kuruverecek bize. O yüzden destekliyorlar. Ne derse desin, ne yaparsa yapsın hoş görüyorlar, hiçbir şey umurlarında olmuyor onların. Böyle bir kuşak yetişti yani.

Bütün gerici basının medyasına bakın, hepsi bu kuşaktan gelme. Elif Çakır’ından Hilal Kaplan’ına, bilmem nesine kadar hepsine bakın, hepsi böyle ailelerden yetişip geldiler. Tüm yandaş medya dediğimiz medyanın köşe başları bunlardan oluşturuldu. Ondan sonra bunlar televizyonları ele geçirdi, radyoları, yazılı basını ele geçirdiler. Kitlesel olarak halkımız bir psikolojik harekât altına alındı.

E, o zaman insanlar ne yapsın?

İnsan dediğin… İnsan beyni de bir değirmene benzer. Değirmeni (siz köylü çocuğu olmadığınız için bilmezsiniz. Su değirmenleri olurdu köyde. Buğdayı götürür gider herkes eşeğine yükler, atına yükler, arabasına yükler. Değirmen suyla çalışır. Su, çaylardan, derelerden akar, büyük bir kanalın içinde; altta büyük bir çark vardır, o çarkın üzerine düşer, o çarkı döndürür. Çark da miliyle üzerindeki değirmen taşını döndürür. Buğday da onun üzerine konur. Orada azar azar akar. Bu taraftan da un öğütülmüş olarak çıkar. İnsan zihni de böyle. Değirmene buğday dökerseniz buğday unu alırsınız. Arpa dökerseniz, arpa unu alırsınız. Yulaf dökerseniz, çavdar dökerseniz onun ununu alırsınız.

İnsan beyni de, sen ona hangi bilgiyi yüklersen onu işler. Bunlar devamlı Ortaçağcı din devletinin ideolojisini yüklediler insanlarımıza. İnsanlar da onun dışında bir dünya olduğunun farkına varamadılar yani algılayamadı öyle bir dünyayı. Bir de onun dışındaki dünyayı zaten kâfirlik olarak gösterdiler. Onun dışındaki dünyayı tercih edersen sonsuz bir şekilde cehennemde kalırsın, şeklinde gösterdiler. Böylesine doktrine ettikleri insanlar da işte 15 yıldan bu yana, bu iktidarı tepede tutuyorlar. Referandumda buna oy verenler bunlar.

Ama bütün bunlara rağmen, işte hayvandan farklı olduğu için, bütün bu şartlanmışlığa rağmen, insanlarda bir mayalanma oluştu. Tamam, anladık Tayyip Erdoğan iyi adam, seçimde yine ona oy verelim de yahu bu ne istedi de yapamadı ki zaten. Şimdi bir de her türlü şeyi yok ediyor. Ne Meclis bırakıyor, ne mahkeme bırakıyor, ne hukuk bırakıyor yani hiçbir şey bırakmıyor. Ne hükümet bırakıyor. Hepsini tek başına kendisinde topluyor, sarayında topluyor. Buna ihtiyaç yok ki dediler en azından. Buna tepki gösterdiler, o yüzden Tayyip bu referandumda yenildi. Aslında biz kazandık, Hayır kazandı.

Tayyip iktidardan tekerlenmemek için hileyle Evet çıkartsa da kazanan “Hayır”dır!

Arkadaşlarla konuşurken de onu dedim, bu adam kendini kazanmış göstermeye mahkûm. Yani mecburen, ne yapıp edecek, kendini galip gelmiş gösterecek. Çünkü bir kere yenilmeye başladığı anda bayır aşağıya gitmeye hızla başlar.

Onu bildiği için YSK’yi devreye soktu.

Kürt illerini takip etmişsinizdir, orada korucular, Tayyipçiler, okulları tuttular kaleşnikoflarla, okul kapısını tutuyor, değil mi? Bilmem şu kadar oy var, Allah’ın izniyle hepsi Evet çıkacak. Açık görüntüsü de var. Bunlara bir soruşturma falan açılmadı. Yani 900 küsur sandıktan sadece Evet çıkıyor. Böyle bir şey mümkün mü?

Bütün bu yolsuzluklar yetmedi YSK’yi devreye soktu. İki buçuk milyon hileli oy kullandırttı ve onları sanki Evet’miş gibi göstertti.

Referandum da, sonucu da gayrimeşrudur ve AKP için sonun başlangıcıdır

O sayede ne yaptı?

İşte % 51 oy almış ve kazanmış şeklinde kendini lanse etti. Biz bunu tanımıyoruz, gayrimeşrudur. Yazılarımızda ve paylaşımlarımızda çok açık bir şekilde söyledik bunu. Hiçbir şekilde tanınmaz, gayrimeşrudur. Bu hükümet de gayrimeşrudur, bu seçim de gayrimeşrudur, bu anayasa da gayrimeşrudur, referandum da gayrimeşrudur. Bunun tanınacak hiçbir tarafı yok. Buna karşı da bütün gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Yani özetçe, bilmiyorum sorularınıza karşılık oldu mu anlattıklarım?..

Ayşegül Taş:  Oldu, oldu…

Peki, bu kadar baskıya, iktidarın bu kadar çalışmasına rağmen % 51 alması sizce sol kesim için bir umut mudur?

Nurullah Ankut: Umuttur tabiî. Bundan sonra bayır aşağı gitmeye başlayacak. Yenildiğini o da biliyor, dikkat ederseniz. İstanbul’da yaşıyorsunuz, eski seçimlerde kazandığı anda ne yaparlardı bunlar?

Konvoylarla sokaklara dökülürlerdi.

Hiçbir konvoy gördünüz mü siz?

Hayır, görmedik.

Ben de dolaştım; ne bu yakada, ne öbür yakada hiçbir konvoy çıkmadı. Adı gibi biliyor yenildiğini. Biz de kazandığımızı biliyoruz adımız gibi. Yani insanlar artık bu kadar da olmaz, dediler. Öyle olunca, onlar dava diyorlar ya, kutsal davamız falan; hayır hiçbir şey değil. Kutsallık mutsallık… Zerresi yok kutsallığın. Tamamen Hırsızlar İmparatorluğu kurdular onlar.

Bunlar, çıkarları tehlikeye girdiği anda, birbirlerine girmeye başlarlar. Bütün mafyatik yapılarda aynı şey olur. Yani vurgun, soygun, gasp düzenli şekilde ilerlerse, gelişirse, yapılırsa herkes oradan büyük lokmalar alır, memnundur durumdan. Ama tehlikeye girdiği anda gasplar, vurgunlar, yolsuzluklar birbirlerine düşmeye başlarlar. Burada da birbirlerine düşmeye başlarlar, dikkat ederseniz en tepeden itibaren başlarlar. Ve biz onu da belirttik. 17 Nisan’daki yazımızla da, bundan sonra bayır aşağı gidecek, yıkılacak, dedik. Yıkılışın başlangıcıdır 16 Nisan. Yani bitişe gidişin başlangıcıdır 16 Nisan onun için.

Ama şimdi diyelim ki bu yıkıldı, yerine gelenler, onlar belki biraz laik oynayacak ama yine Amerikan projesi işleyecek. Amerikan projelerine karşı çıkan biri yok ki onların içinde. Şu anda öyle bir şey yok. O bakımdan, halklarımız için kara günler ne yazık ki daha çok uzun yıllar sürecek.

Dediğimiz gibi; Türk Halkını da, Kürt Halkını da sadece gerçek anlamda gerçek devrimciler kurtarabilir. Biz ne kadar güçlenirsek, ama doğru ideoloji etrafında ve onun ışığında doğru bir mücadele, etkili bir mücadele yürütürsek bunların iktidarını, düzenini sarsmaya doğru adım adım yol alacağız, gideceğiz. Ne yapalım ki, durum bu. Tayyip bazında, AKP bazında düşüş başladı. Bize göre bayır aşağı gidecek bundan sonra. Daha güçlenmesi bir yana, günbegün daha da zayıflayacak bunlar, erimeye başlayacaklar.

Tayyip’in “yatırımcı” diye getirdiği Ortaçağcı Arap Petrodolarcıları

ekonomide bir gelişme yaratamaz

Ayşegül Taş:  Hükümetin Arap işadamlarıyla, Katar’la yaptığı bu işbirliklerinde cihatçı sermayeyi ülkenin içine sokması hakkında neler söylersiniz?

Nurullah Ankut: Ama görüşmeler sürüyor biliyorsunuz.

Ayşegül Taş:  Görüşmeler sürüyor.

Nurullah Ankut: Sürüyor. Açık, somut, objektif bilgiler var pazarlıkların sürdüğüne dair. Açıkça kabul etmiyorlar ama sürüyor.

Şimdi bu, dikkat edersek, Suriyelileri de vatandaşlığa geçirmeye başladı. Bizzat ben şahit oldum-yaşadım; hastanedeydim Haseki’de, şurada. Ben doktora muayene olurken, dizimden bir ameliyat geçirdim, onun öncesi doktor, teşhisle ameliyat önerisinde bulunurken, içeriye görevli girdi, sağlık görevlisi dedi ki; yeni genelge geldi bakanlıktan. Bundan sonra Suriyeliler randevusuz ve sıra beklemeden muayene olacaklarmış. Doktora bizzat tebliğ etti.

E, şimdi maaş veriyor bunlara. Dara düştükleri zaman karakola, şuraya buraya, biz Tayyip Erdoğan’ın adamıyız, diyorlar. Şimdi onlara sarılıyor. Türkiye’de istikrarsızlık baş gösterince, Batı Finans-Kapitali kaçmaya başladı. Çünkü hani derler ya Finans-Kapitalistler, burjuva ekonomistleri; sermaye kuş gibidir, çok güvenli ortam ister, ufak bir tedirginlik duyduğu anda ürker, kaçar, terk eder ülkeyi derler. Yani Batı sermayesi çıkışa başlar. Onun yerini Körfez’den, Arap Ortaçağcı petrodolar sahibi halk düşmanı namussuzların dolarlarıyla doldurmaya çalışıyor. Onlarla eklemlenmeye çalışıyor. Onlarla bir olarak, harmanlanarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Yaptığı bu.

Ayşegül Taş:  Yani aslında bu güçlendiğini değil, zayıfladığını gösterir.

Nurullah Ankut: Zayıfladığını gösterir. Tabiî ekonominin de gittikçe kırılgan olduğunu gösterir.

Şimdi bunlar Ortaçağ kafalı oldukları için, bunların ekonomide bir genlik yaratmaları, bir gelişkinlik yaratmaları mümkün değil.

Bunlar ne bilirler?

Almayı, satmayı, vurmayı, sömürmeyi…

Bütün bu Körfez, Suudi, Katar vb. bunlar orada Arap Halkının petrolünü ne yapıyorlar?

Satıyorlar Amerikan, İngiliz tekellerine. Onun dolarlarını zimmetlerine geçiriyorlar. Onları getiriyorlar. Onlar bir şey yapamazlar ki. Kanal satın alır. Ne yapar? Yol satın alır, köprü satın alır yani ekonomide bir gelişme yaratmaz. Ama ekonominin gelişmesi demek; üretim demek. Üretim artmadığı sürece, mevcut olanı al sat, al sat, yüz defa el değiştirsin, o ekonomi yerinde sayıyordur, o batmaya mahkûmdur. Bu sermayenin de (bir teknoloji de getiremez) bir teknolojik yapısı yok. Zaten öyle bir anlayışı, dünyası da yok.

Ne yapacak?

Bu hazır olanı alacak, oradan vurgun vuracak. Bununla ekonomi dönmez yani üretim gelişmez. Üretim dönmez. Ne işsizlik azalır, ne üretim artar oradan. Ne kadar sermaye getirirse getirsin, ekonomiye hiçbir canlılık kazandıramaz. Yani çırpınış o.

Ekonominin gelişmesi demek, her şeyden önce teknolojiyi geliştireceksin sen. Teknolojiyi geliştirirsen, mesela bin insanın yapacağını bir makine yaparsa, ne yaparsın? İnsanını daha az ezersin, daha az sömürürsün, tekniği sömürmüş olursun. Daha çok üretim yaparsın. O insanlar da daha az çalışarak, daha çok para kazanırlar ve herkes o üründen daha fazla tüketmeye başlar. Yani sen teknolojiyi geliştiremediğin sürece ekonomiyi geliştirmiş, büyütmüş olmazsın. O ekonomi gittikçe geriler.

Ekonomi demek; başta üretim demek. Ondan sonra dağıtım demek. Ondan sonra paylaşım demek.

Sen üretimi arttırmazsan ne yapacaksın?

İstediğin kadar olanı dağıt, paylaş, ekonomi diye, büyüme diye bir şey olmaz. Ama nüfus artıyor. Her yıl yüzde 1,5 civarında nüfusumuz artıyor. Yani ekonomi yerinde sayıyor.

Bunun ekonomi diye yaptığı, istihdam sağlayan bir yatırım değil ki… Köprüler yapıyor, insanlar geçmemek için çırpınıyorlar. Bilmem doksan dolardan altmış beş dolara düşürdüm diye övünüyor. Osman Gazi Köprüsünden adam geçmiyor. Her gün kaç lira cebimizden gidiyor? Halkın sırtından gidiyor. Üç dört ayda, iki yüz milyon civarında halkın sırtından para gidiyor. İnsanlar geçmek istemiyor ki o paraya. Niye geçsin adam? Dolaşır daha rahat eder. Burada (İstanbul’da) üçüncü köprüyü yaptı. İnsanlar araba vapurlarını tercih ediyor. O paraya niye geçsin adam? Hem yüz kilometre daha fazla yol yapacak, hem de dünyanın parasını verecek üçüncü köprüden geçerek. E, şimdi bu yatırım değil ki…

Onu mevcut Parababaları, ortak havuz Parababaları, Cengiz, Limak, bilmem ne işte, yabancı ortaklar bulup üçüncü köprüyü yaptılar. E, 25 yılda 46 milyar dolar yatırıyorlar. 25 yıl sonra 75 milyar dolar elde edecekler. Şu kâra bakın 25 yılda… Hazır bu. İstedikleri oranda araç geçsin geçmesin kazanacakları para şimdiden belirlenmiş.

Kimin cebinden çıkacak bu?

Bizden çıkacak. Oysa bizim tâ öğrencilik yıllarımızda, 1960’lı yıllarda, o zaman da birinci köprü yapılıyordu, böyle konuşmaları vardı, ihaleleri, medyada tartışmaları vardı. Biz devrimciler olarak… O zaman Denizler’in, Mahirler’in çağı. O zaman biz (1967’de girdim ben) Deniz’le birlikte, (Deniz Hukukta okurdu, biz Edebiyatta. Ben burada Edebiyat Fakültesinde okudum) öğlenleri aynı kantinde yemek yerdik. Turan Emeksiz Lokantasında yemek yerdik.

Dedik ki; bunlar, asma köprüler hep geçici çözümler. Bunun tek gerçek çözümü var: Tünel. Üç tane tünel yap hem raylı sistem geçsin, hem lastikli arabalar geçsin. İş bitti; üç tane… Ne doğayı katledersin, ne görüntü kirliliği yaratırsın. Ve de onlar yüz yıllarca gider. Asma köprünün ekonomik ömrü otuz yıldır. Otuz yıl sonra onu yıkıp, güvenli olması için yeniden yapman lazım. Ama tüneli yaptığın zaman, yüz yıllarca gider. Bir de doğaya hiçbir zarar vermezsin. Bunu yapmaya bizim teknolojimiz de yeter.

Nedir?

Tüneli kazacaksın, onu güvenli bir şekilde kaplayacaksın içini, bitti… Ama bunu yapmıyor adam dikkat edersek. Göreceksiniz, siz gençsiniz, biz artık ömrümüzün sonbaharındayız, bu köprülerin falan hepsi yıkılacak, tüneller yapılacak dediğimiz gibi. Çünkü gerçek çözüm oradadır.

Bu ekonomiyi geliştirmiş olmuyor. Yani bunlar göstermelik, göz boyama, kandırmaca şeyler. Ve de vurguna araç. Vurgun vurmaya araç bunlar. Halkı soymaya araç. Yani başka bir şey değil. Yoksa teknoloji gelişmiyor. İşte (cep telefonunu göstererek) şunları yapabiliyor muyuz, en ufak ülkeler yapıyor bakın. Tamamen dışarıdan geliyor hepsi. Teknoloji diye bir şey geliştirmiyor. Araba yapamıyoruz. Kaba teknolojidir. Kaç yıldan beri kapitalist sistem yapıyor arabayı. Bizim daha yerli malı arabamız yok. Öyle bir şey olabilir mi?

Türkiye’ye emperyalizm çağında, aşamasında giren kapitalizm

üretimden eğitime, sanattan kültüre her şeyimizi çürüttü

Ayşegül Taş:  Peki bunu eğitim sistemine bağlayabilir miyiz? Teşvikçi bir eğitim sisteminin olmadığını söyleyebilir miyiz ülkede?

Nurullah Ankut: Şimdi eğitim muhakkak ki çok önemli şey. Ama asıl önemli şey sınıf meselesi.

Bizim Parababalarımız, Batı’daki 19’uncu Yüzyılın kapitalistleri değil. Yani 15’inci Yüzyılda iktidara gelen kapitalist, İngiltere’de iktidara gelip Avrupa’da Büyük Fransız Devrimi’yle 1789’da Avrupa’ya yayılan ve tüm Avrupa’yı kaplayan devrimci burjuvazi değil bizdeki. 20’inci Yüzyılda iktidara gelmiş.

20’inci Yüzyıl’da burjuvazi tüm dünyada barutunu, devrimci niteliğini bitirmiş, gericileşmiş yani, tekelleşmiş bütün dünyada. Bizimki de o zaman Batının bir uydusu, ortağı olarak iktidara geliyor.

Ha, bizde ilk ağır sanayiyi Sovyetler kurdu, dikkat edersek. Bütün ağır sanayiyi… Ne kurulmuşsa o zamanlar, 1950’ye kadar, Sovyetler kurdu. Teknoloji getirdiler. Şeker fabrikasından dokuma fabrikasına varıncaya kadar, İskenderun Demir Çelik’ten Seydişehir Alüminyum Tesislerine varıncaya kadar. Ve hiçbirine, Sümerbank Tesislerine varıncaya kadar, para ödenmedi.

Neyle ödendi?

Sebzeyle, meyveyle ödendi Sovyetler’e bunların karşılığı. Adamlar böylesine kardeşane ağır sanayimizi kuruverdiler. Anlayışla, kardeşçe bir anlayışla, kuruverdiler bize.

Batı, demiryolu yapmamızı bile yasakladı 1950 sonrası. Demiryolu yapma, dedi. Yapmadılar.

Niye?

Hem kendi petrol satacaktı, hem de araba satacaktı. Lastiğinden yedek parçasının her türüne kadar. Demiryolu yaptırmadı bize. Yani Batının emrine girdi Türkiye.

1927 Mayıs Politik Devrimi’ni siz bilmezsiniz, tabiî o zaman dünyada bile yoktunuz ama (ben o zaman ortaokuldaydım 1960’da) altı ay içinde dört tane her şeyiyle orijinal araba üretildi Eskişehir Lokomotif Fabrikasında. Türk mühendisi ve işçisi hepsi. Yerli mühendislerimiz üretti. Ve o arabaların biri, yirmi beş yıl Eskişehir Devlet Demiryolları Bölge Müdürünün makam araçlığını yaptı. Böylesine sağlam üretti yani. Ama hemen bloke ettiler, durdurdular. Onun bile yapılmasına izin vermedi Batı.

Yani senin ne ekeceğine o karar veriyor. Sen tütün ekmeyeceksin, diyor, ektirmiyor. Çay ekmeyeceksin, diyor. Afyon ekmeyeceksin, diyor, ektirmiyor. Senin buğday fiyatını bile o belirliyor; IMF belirliyor, Dünya Bankası belirliyor. Yani senin teknolojide gelişmene izin vermez.

Zaten emperyalizmin ruhu, kaderi bu. Yani anlayışı bu. Emrine aldığı geri ülkelerin, teknolojice gelişerek güçlü kapitalist devletler olmasını istemez. Onları hep geri düzende tutmak ister.

Niye?

İstediği gibi sömürebilsin, onları hammadde kaynağı ve Pazar olarak kullanabilsin, siyasi olarak da emri altında tutabilsin. Onu ister. O yüzden izin vermedi.

Eğitimimizi de o yönetti. Sanatımızı da o yönetti. Kültürümüzü, müziğimizi, her şeyimizi o etkiledi Amca’m. Her şeyimizi etkiledi emperyalizm.

Tamamen kendine uydu bir dünya yarattı, geri ülkelerin tamamında olduğu gibi, Türkiye’de de 1950 sonrasında. Yani mesele oradan kaynaklandı. Ondan biz teknolojice gelişemedik. Gelişmemize izin verilmedi. Yoksa bizim insanımız zeki. Özgür bıraksan neler yaratmaz? Her şeyi yapar. Yani yapamayacağımız bir şey yok.

Zaten biliyorsunuz, bugün dünyada teknolojik sır diye de bir şey yok, iletişim çağında. Yani nükleer teknolojide de sır diye bir şey yok. Bu elektronik teknolojide de sır diye bir şey yok. İnsanlarımız yapar. Mühendislerimiz zeki, bilgili ama izin verilmiyor ki… İzin vermezler. Bizim gelişmemize, emperyalizmin yörüngesinde kaldığımız sürece, izin verilmez, mümkün değil. Ancak o lanet halkasını boynumuzdan çıkarıp atmamız gerekir. Türkiye’nin tam bağımsız olması gerekir. Biz ondan diyoruz; Demokratik ve bağımsız, Tam Bağımsız Türkiye diye.

Kürt Meselesi’nin Amerikancı çözümü için kaçınılmaz olarak geri sayım başladı

ve tabii AKP için de…

Ayşegül Taş:  Konu bağımsızlıktan açılmışken… Referandum sürecinde biliyorsunuz birçok vaatler verildi. Bir eyalet sistemi tartışması oldu. Sizce Türkiye’de mevcut zeminde eyalet sitemi olur mu?

Nurullah Ankut: Bunlar, Kürt Sorunu’nun Amerikancı çözümünü gerçekleştirmeye mecbur edilecekler. Yani Tayyip o bakımdan, dikkat edersen anayasanın ilk taslağında eyalet sistemi vardı, ama bu MHP’li tayfa tabanını ürkütünce onu çıkardı. Ama onu değişik maddelere yedirdi mesela.

Onu ne yaptı?

Mesela Tayyip bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yeni bakanlıklar oluşturacak, o bakanlıklarında işlevini kendisi belirleyecek. Yani onlar eliyle eyalet sistemini kuracak.

Şimdi biz hep şunu diyoruz; Kürt Sorunu’nun çözümü ertelenemez. Artık Ortadoğu’da ertelenmesi mümkün değil. Geciktirilemez de.

Biz bunun, ne yazık ki devrimciler olarak, devrimci çözümünü gerçekleştirecek güçte değiliz. O zaman Amerikancı çözümü hayata geçirilecek. Yani Irak’ta nasıl Barzanistan kurulduysa, Türkiye’de de kurulacak. Bunu hiç kimse şu anda durduramaz. Gidiş o yöne yani. Onun da sinyallerini böylece anayasaya koymuş oldu. İşte süreç içinde dengelere bakacak.

Ama bir taraftan da, aynı zamanda kendi sonunu da getirecek. Onu da biliyor. Sonunu da getirecek… Onu bildiği için milliyetçi oynuyor dikkat edersek.

Ne yaptı?

Rojova’ya bir hava saldırısında bulundu, değil mi? Yani milliyetçi oynadı.

Ne yaptı, ne dedi?

Biz orada, sınırımızın dibinde, bir Kürt Devleti oluşumuna izin vermeyiz filan diye konuştular hepsi.

Amerika ertesi gün ne yaptı?

Zırhlı aracıyla, bayrağıyla beraber ben PYD’nin, YPG’nin yanındayım, dedi.

Tayyip ondan sonra ne yaptı?

Hiçbir şey. Yuttu. Dilini yuttu.

Rusya’da dedi mi bunu?

Rusya da destekliyorum, dedi. Çünkü Ortadoğu’da Kürtler, emperyalistler arasında paylaşılamayan bir güç.

Rusya’da diyor ki; ya tamam, bu Kürt Meselesi var. Burada da bir Kürt Halkı var mücadele eden. E, şimdi niye Amerika’ya kaptırayım onu, benim burnumun dibinde, elimin altında. Amerika gelsin niye yandaş olsun. Benim denetimime girsinler, benim yandaşım olsunlar, diyor. Rusya’da o havada. Çünkü o da emperyalist artık. Rusya da emperyalist…

Yani Kürt Sorunu’nun burjuva Amerikancı çözümü hayata geçecek. Yani BOP’un Türkiye ayağı da pratiğe uygulanacak, pratiğe geçirilecek, gidiş o.

Ama bu iktidarın çıkmazı da o. Uygularken kendisini de bitirecek.

Çünkü dikkat edersek, 2015’ten bu yana, 7 Haziran seçimlerinden bu yana milliyetçi oynuyor. Şimdi bu milliyetçi oyunu giderek artık tutmaz olacak, deşifre olacak. Tutmaz olacak. Kendisi de bayır aşağı gidecek. Ve kendisini de çok kötü bir sonuç bekliyor. Kaçabiliyorsa kaçacak. Kaçamazsa felaket. Kendisini felaket bekliyor. Böyle bir çıkmazın içine girmiş durumda aslında. Ben acıyorum bir anlamda da. O bizi hâlâ yargılayıp içeri atmak derdinde. Ben ona acıyorum yani. Geceleri kâbus onun. Biliyor ne suçlar işlediğini. Hepsini biliyor. O yüzden acıklı durumda…

Türk ve Kürt Halklarının gerçek çıkarını HKP savunur

Bizi yargılayamazlar. Bizi öldürebilirler ama asla yargılayamazlar burada da söylediğimiz gibi. Çünkü biz dünyanın en meşru, en haklı davasını savunuyoruz. Her yerde de savunuruz.

İşte kendi mahkemelerinde kendilerini yargıladık MİT TIR’ları Davası’nda. Açık. Kendi Avukatlarının karşısında… Dizildiler böyle 4-5 tane avukatları, tık diyemediler. Yani onların karşısında kendilerini yargıladık biz. Bütün suçlarını saydık, koyduk ortaya (kitabı göstererek) burada.

Yani o bakımdan biz meşru ve kutsal bir davayı savunuyoruz. Yani Türk Halkının da, Kürt Halkının da gerçek çıkarlarını biz savunuyoruz hareket olarak, Parti olarak.

Bunların hepsi anayasa dışına düşmüş, kanunlar dışına düşmüş mücrimler topluluğudur. Suçlular topluluğudur. Eninde sonunda hesaba çekilecekler. Hesaplarını verecekler. Tarih de bunları lanetle anacak. Bunların işi bitik…

Ama işte ne yapalım, insanlar şu anda kandırılmış durumda. Halkın belli bir kesimi bunlara oy veriyor, kanıyor, inanıyor…

Referandum sürecinde de dikkat edersek, bir noktayı daha göze batırmak istiyorum, bizim dışımızda herkes; ya işte bu değişiklik yasal olarak ne getirir ne götürür, onun üzerine odaklandı. Biz onları da işledik.

Yani bu bir Firavun anayasasıdır. Yani saraya Firavun seçmiş olacak Amerika, bu referandumu Tayyip lehine sonuçlandırırsa. Ona oy veren kitlenin büyük çoğunluğunun, bu değil derdi. Onlar dediğim gibi; ya ne yaparsa yapsın, bize din devleti kuruverecek. Onların başka bir düşüncesi, anlayışı yoktu.

Dini de çürüten AKP’giller yaptıkları zulmün hesabını verecek!

Biz bütün bu kitaplarımızda, hep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’giller’in bu suçlarını anlattık somut belgelerle. Bütün bu kitaplar onun suçlarını anlatır, kanunsuzluklarını anlatır, hukuksuzluklarını anlatır ve hatta din düşmanı olduklarını anlatır. Yani Kur’an diniyle, Hz. Muhammed’in diniyle ilgileri olmadığını anlatır. Burada (kitapta) örnekleri. Yazdık orada da.

Ayşegül Taş: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Yahudilerle yapılan bir savaşta, Hz. Muhammed’in komuta ettiği bir savaşta, bir Müslüman savaşçı, öldürdüğü bir Yahudi’nin deri bir çift pabucunu kendi sırt çantasına atıyor gizlice. Hâlbuki ganimet ne yapılır? Ortaya konulur, ortakça oradan herkes paylaşır. Bir kısmını savaşçılar alır, bir kısmı da Müslümanların ortak malevine gider. Bu kendi özel çantasına atıyor. Bir çift pabucu. Savaşta da şehit oluyor. Savaşın sonuna doğru bu savaşçı.

Bunun çantasına attığını görüyor bazı Müslüman savaşçılar. Hz. Muhammed’e gelip söylüyorlar; böyle böyle yaptı, diye.

Savaş sonrası şehitlerin cenaze namazını kıldırıyor Hz. Muhammed. Kıldırma sırası buna gelince, ben kıldırmam, diyor.

Ya Resulallah, şehidin namazını kıldırmam diyorsunuz, bu ne iştir? Bunu anlayamadık biz, diyorlar?

Çantasına bakın, diyor. Torbasına diyelim artık, bakıyorlar orada bir çift pabuç.

Yani kamunun malı olan yani zerre miktarda da olsa bir malı aşırdığın anda, Müslüman sıfatıyla cenaze namazın kılınmaz, diyor Hz. Muhammed. Kıldırmıyor. Şehit olmuş olsan bile…

Bunu rahmetli Yaşar Nuri Öztürk söyler biliyorsunuz. Ben de seçim konuşmalarında bizzat bunu Tayyip Erdoğan’ın yüzüne karşı TRT’de söyledim, izlerseniz seçim konuşmalarında. Yani Müslüman sıfatıyla bunların cenaze namazı bile kılınmaz, dedim.

Dini çürüttü bu. Bir hırsızlar dini yarattı.

Yani dürüstlüğe, kamu malına, kamu çıkarına Hz. Muhammet ve Kur’an bu denli önem verir, özen gösterir. Çağının devrimcisi çünkü o bize göre. Ama gücü o kadarına yetti o şartlarda. O çağda o kadarını yapabilmiş.

Ama bu adamın işi gücü kamu malı aşırmak. Bunların başka hiç işleri yok. Yalan söylemek, insan kandırmak… O bakımdan dini çürüttü bu. Hırsızlar dini yarattı. Ahlâkı çürüttü. Toplumu, kültürü çürüttü. İnsanları birbirinden din, mezhep temelinde ayrıştırdı. Yani düşmanlaştırdı birbirine insanları. Bunun yaptığı kötülükleri Cumhuriyet tarihi boyunca kimse yapmadı.

O bakımdan bunun suçu büyük. Büyük bir cezaya uğrayacak. Yani yaptığı bütün bu işlerin hesabını verecek.

Biz onun için ne diyoruz: Nereye gidersen git, nereye çıkarsan çık sonunda mutlaka çelik bilezikle tanışacaksın. Gücünü sadece hukuktan ve vicdanından alan mahkemelerin karşısına çıkacaksın bütün suçlarının hesabını bir bir, hem sen, hem de avenen verecek, diyoruz.

Sizi de yordum…

Ayşegül Taş:  Olur mu? Estağfurullah, ağzınıza sağlık. Çok teşekkürler.

Nurullah Ankut: Bilmukabele.

Ayşegül Taş:  Dolu dolu konuştunuz gerçekten.

Nurullah Ankut: Çok sağ olun, var olun. Gençlerle biz iyiyiz. Yani öğretmenlik yaptık. Ben de felsefe öğretmeniyim. Gençlerle arkadaş gibiydik. Yani gençler beni kardeşleri, abileri olarak görürlerdi. Yani bir tekine üff bile dememişimdir.

Print Friendly, PDF & Email