HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut 2014 Yerel Seçim Sonuçlarını değerlendirdi

HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut 2014 Yerel Seçim Sonuçlarını Değerlendirdi.

Tayyipgiller’in seçim “zaferi”nin nedenleri ve ne yapmalı?

Yoldaşlar,

Bildiğimiz gibi yerli yabancı Parababalarının başımıza musallat ettiği Tayyipgiller, bir kez daha seçim zaferi elde ettiler. Üzgünüz tabiî ki. Bu biz devrimciler için, yurtseverler için, antiemperyalistler için, Mustafa Kemal’in Birinci Kuvayimilliye geleneğine bağlı insanlar için üzücü bir durum. Ve bir yenilgi. O bakımdan, bu konuşmamız da sevgili şairimiz Yusuf Hayaloğlu’nun deyişiyle:“Bir hüzün şarkısı, bir hazan şarkısı, yaralı bir türkü”olacak.

Altıncı seçim zaferini elde etmiş Tayyipgiller bununla. On iki yıldan bu yana yaptıkları bütün ihanetlere, bütün hırsızlıklara, bütün vurgunlara, bütün caniliklere, bütün kalleşliklere ve bütün yalanlarına rağmen halkımızın yüzde 40’ının üzerindeki bir kesiminin oyunu aldılar.

Ve bu zaferlerini, hepimizin izlemiş olduğu “Balkon Konuşması”yla kutladı Tayyip ve ailesi ve şürekâsı. Tabii aşağıda da yerli yabancı Parababalarının mecnunlaştırdığı kitleler huşu içinde izlediler, alkışladılar onları.

(Nurullah Ankut burada bir gazeteden “Balkon Konuşması” fotoğrafını göstererek)

Şunlara bakın: kızı Sümeyye, oğlu Bilal, kendisi, eşi Emine, kızı Esra ve damat Berat Albayrak. Sırıtıyor hepsi de, yoldaşlar.

“Yolsuzluk da etkilemedi”diye başlık atmış Sözcü Gazetesi.

İnsan onların bu halini görünce, çok hüzünleniyor. İnanın ben o anda, “Tebrikler Türkiye’m”, dedim. “Hırsızlarıyla gurur duyan bir ülke armağan ettin dünyaya, insanlığa. Ama insanlık sana acıyor. Üzülüyor senin için düştüğün bu durumdan dolayı. Bundan hiç haberin yok.”

Tayyipgiller’in insanlığın zerresinin taşımamasının nedenleri…

İnsan nasıl Tayyipgilleri’in şu anda bulunduğu hale gelebilir?

1950 yıl önce yaşamış Latin düşünürü Seneca’dan bir iki cümle okumak istiyorum:

“Cürümler işlenirken suçüstü yakalanmasalar bile cürüm işlemenin verdiği yürek ezikliği, cinayetlerle birlikte çıkıp gitmez insanın içinden. Çarpık zevkler de yine öyle artlarında pişmanlığı bırakıp giderler.”

Ama bunlar insanlar için, yoldaşlar. İnsan olanlar için bu tespitler. Fakat Tayyipgiller’e baktığımız zaman bunlarda insanlığın zerresini bulamazsınız. Çürümüşler bunlar. Bitmişler, tükenmişler. Yüzlerinde hiçbir üzüntü, hiçbir suçluluk duygusu yok. Halkımız bunlar için der ya; meşin suratlılar, diye. Gerçekten de hepsinin suratı meşinden. Yürekleri, vicdanları da öyle. Kararmış, bitmiş… İnsan onların bu halini görünce insanlığından utanıyor. Üzülüyor aynı soydan olduğu için.

Bunlar nasıl böyle üst üste insanlarımızı, halkımızı kandırabiliyorlar? Bunun sebebi ne? Onu bulmamız lazım. Bunları yenmemiz için önce o sebebi bulup ortadan kaldırmamız lazım.

Geçenlerde sevgili yazarımız Bekir Coşkun, şöyle diyordu: “Türk Ordusu yüz yıldır irticayla mücadele ediyor. Kimin aklına gelirdi ki sonunda irtica tarafından esir alınacaklar ve Silivri, Hasdal zindanlarına doldurulacaklar? Ama oldu bunlar.”

İşte bunun sebebi ne, yoldaşlar?

Yüz yıl mücadele etmişsiniz; elinizdeki bütün imkânlara, örgüt ve silah gücüne rağmen sonunda esir düşüp zindanlara doldurulmuşsunuz. Hem de çocukların bile bebelerin bile inanmayacağı suçlamalarla… Eşeklerin bile kanmayacağı suçlamalarla… İnanmayacağı suçlamalarla.

Bunu nasıl yapabildiler, bunu bulmamız lazım.

İşte buna ilişkin Usta’mız 1969 yılında“Türkiye’de Sınıflar ve Politika”adında yazdığı kitapta, özetçe, çok güzel, aydınlatıcı tespitlerde bulunur. Yine yazdığı pek çok kitapta da bu konuyu derinlemesine açar.

Ortaçağcıların, Tayyipgiller’in halk üzerinde ‘etkin’ olmasının Tarihsel kökeni

Biz de yazdığımız iki kitapta;“Tayyipgiller Kökeni ve Sınıf Yapısı”başlığını taşıyan, adını taşıyan kitaplarımızda bunun sebeplerini ortaya koyduk. Ve o günden bu yana yazdığımız yazılar, bir o kadar kitap daha eder.

Birkaç cümleyle özetlemek istersek:

15’inci Yüzyılda İngiltere’de iktidara gelen Modern Kapitalist Sınıf olan Burjuva sınıfından başka bir de Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye dediğimiz bir sömürücü Sınıf daha vardır. Bu sınıf ilk kez Sümer’de, İÖ 4 bin yıllarında ortaya çıktı. Anadolu’ya gelişi de ilk Sümer kervanlarının Anadolu içlerine, Kayseri’ye kadar uzanışıyla oldu. Hatti ve onu takip eden Hitit Medeniyetleri döneminde bu asalak Antika sömürgen sınıf, Anadolu’nun hemen her yanına yayıldı ve kökleşti.

Bu sınıf üretimle ilgili değildir. Hiç üretim bilmez. Üreticilerle tüketiciler arasında aracılık yapar, kâr eder. Ve borç para verir, faiz alır. Yani asalaktır. Vurguncudur bu sınıf. O bakımdan insanî değerler bunun hiç umurunda olmaz. Batı’da ise bu sınıf Güney Avrupa’da aşağı yukarı iki bin yıl önce yani Roma’nın devletleşmesiyle birlikte ortaya çıktı. Almanya, İngiltere, Baltık ülkeleri gibi daha kuzey Avrupa bölümünde ise bin yıllık bir geçmişi var Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının.

Demek ki bizde binlerce yıldır insanlarımızı çürütüyor, sömürüyor, vurgun yapıyor ama Batı’da görece kısa bir süre yani iki bin ya da bin yıldan beri bu işi yapıyordu. İşte bizde çok eski, çok köklü, çok kurumlaşmış olduğu için insanlarımızı bozdu, çamurlara buladı ve dirhem dirhem çürüttü bu aşağılık vurguncu sınıf. O yüzden aynı kaderi paylaştığımız tüm doğu toplumları (Ortadoğu’dan Çin’e kadar) kapitalizme geçemedi. Gittikçe derebeyleşmenin bataklığına sürüklendi. Ama Batı’da, Avrupa’nın en batısında, İngiltere’de Modern Kapitalist Sınıfı doğdu ve Avrupa’ya yayıldı. Ve bu sınıf iktidarını sağlamlaştırmak için bu Antika asalak sınıfı kökünden kazıdı, bitirdi.

15’inci Yüzyılda Osmanlı’yla Avrupa aynı bilimsel ve teknolojik düzeydeydi. Savaş sanayinde de durum aynıydı. Hatta İstanbul’un fethi sırasında Macar usta Urban’ın döktüğüŞahiadındaki büyük topla birlikte Batı’nın bile önüne geçmiş oldu Osmanlı. Bildiğimiz gibi büyük ölçüde toplarla İstanbul fethedildi.

Ama Batı’da kapitalizmin doğuşuyla birlikte bu Antika Sınıf ortadan kaldırıldığı için hızla teknoloji gelişti. İnsanlar, dinin yarattığı atmosferin, aklı uyuşturan, felç eden etkisinden kurtuldu. İnsan aklı özgürce düşünmeye başladı. Ve Bilim gelişti. O bakımdan Osmanlı’yla Batı arasındaki fark hızla açıldı. İşte o yüzden 20’nci Yüzyıla geldiğimizde Batı, emperyalist bir aşamaya ulaştığı halde, Osmanlı gittikçe derebeyleşmenin bataklığına yuvarlandı ve orada dağıldı, öldü, yoldaşlar.

Birinci Milli kurtuluş Savaşı’mızda iktidara gelen Anadolu Burjuvazisi çok zayıf, çok cılız olduğu için tek başına iktidarını koruyamayacağından korktu. Ordunun şemsiyesi altına sığındı ve bu Antika Tefeci-Bezirgân Sermayeyle ittifaka girdi. Onu kazımadı. Tersine onunla bütünleşti, müttefik oldu. O yüzden bütün Anadolu kent, kasaba, köylerimizde örümcek ağı gibi örgütlenmiş bulunan bu sınıf, Kıvılcımlı Usta’mızın deyişiyle, bütün dişleri ve tırnaklarıyla Sümerler çağındaki kadar canlı, hırslı ve diridir, vurgunlarını sürdürmektedir.

İlerleme, vatan, millet düşmanı bir sınıf…

İşte Tayyipgiller bu sınıfın siyasi plandaki temsilcisidir. Bu sınıf öyle azgın ki, öyle kindar, öyle ilerleme düşmanı ki… 1920’de Mustafa Suphi ve Onbeşler’i Karadeniz’de boğarak katleden yine, Anadolu Burjuvazisiyle el ele vererek, bu sınıftır. Bu namussuzca katliamı Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının dünya görüşüne sahip olan Kazım Karabekir, Erzurum Valisi ve Trabzon’daki aynı sınıfın örgütü gerçekleştirdi. Bu katliamda Anadolu Burjuvazisi de bu Antika sınıf kadar sorumludur, suçludur. Çünkü onun da isteği buydu.

Bu sınıf kurtuluştan sonra 1925’te Rauf Orbay’ın liderliğindeki“Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”ile birlikte, Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye ve Birinci Kuvayimilliye’nin laik geleneğini temsil eden genç subaylara karşı harekât başlattı. Ve eğer Mustafa Kemal’in ve Birinci Kuvayimilliyeci subayların gücüyle bastırılmasa ve bu parti kapatılmasa daha 1925’te Birinci Kuvayimilliyecileri devirecekler ve Türkiye’yi bir din devletine, Ortaçağ devletine dönüştüreceklerdi.

Çünkü bu sınıf, Ortaçağın Ümmetçilik geleneğine bağlıdır. O çağda kayıtsız şartsız egemendir. Ve hep o çağın özlemi içindedir. O bakımdan kendiliğinden vatansız ve milletsizdir. Vatan, millet düşmanıdır bu sınıf.

O partinin kapatılmasıyla baktılar ki başaramayacaklar, 1926’da Mustafa Kemal’e“İzmir Suikastı”nı planladılar. Böylece Mustafa Kemal’i ortadan kaldırıp geri kalan komutanları da korkutup sindirerek iktidarı ele geçirip Türkiye’yi yeniden Şeriat ülkesine dönüştürmek istediler. Ama o da bildiğimiz gibi son anda katili, tetikçiyi Yunan adalarına kaçıracak olan kayıkçının korkup İzmir Valisi Kazım Dirik’e ihbarda bulunmasıyla engellenmiş oldu.

İrticayla mücadelede neden başarılı olunmadı?

1945 sonrasında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, Amerikan rotasına girince, ABD, Finans-Kapitalistlerle birlikte bu sınıfın önünü açtı. Ve hızla güçlenmeye başladı. Bayar-Menderes Finans-Kapital iktidarının Anadolu ve Kürt illerindeki tabanını, kitle tabanını oluşturdu bu sınıf. O bakımdan 1945 sonrasının bütün hükümetleri ve partileri bu sınıfa dayandılar. Dikkat ederseniz Demirel yıllarca din sömürüsü yaptı. Hatta iktidarının son dönemlerine kadar, Türkiye’de en çok imam hatip okulu açan benim, diye övündü. İmam hatipleri her tarafa yaysak, buradan mezun olanlar, üniversiteye girerek doktor, mühendis olsa, dinini iyice öğrenerek çıksa fena mı olur? diye savunmalarda bulundu.

Molla Necmettin, Özal hep bu sınıfa dayandı. Ve hep din sömürüsü üzerinden siyaset yaptılar. Oysa bunların savundukları din, gerçek anlamda Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın İslamı değil. Muaviye’nin, Yezid’in, CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un İslamı. Yani sahte İslam bunlarınki.

Pekiyi o zaman Türk Ordu’su irticaya karşı ortalama yüz yıldan bu yana boşuna mı mücadele etti?

Bir anlamda evet. Çünkü irticanın dayandığı sınıf temeline asla vurmadı. O kökene inmedi, Çünkü sosyal bilimler alanında hiçbir bilimsel görüşe sahip değildiler.

Ne diyorlardı?

“İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.”

Bu gözbağını taktın mıydı hiçbir sosyal gerçekliği olduğu gibi göremezsin. Ve tabiî anlayıp kavrayamazsın da… Bilemezsin de… Ordunun yenilgisinin temel sebebi işte budur. Onlar irticanın sınıf temelini göremediler ve ona yönelmediler, onu yok saydıkları için vurmadılar ona. Sadece onun dünya görüşünü temsil eden ümmetçiliğe, başka bir ifadeyle “irtica”ya saldırdılar. O da çok azgınlaştığı zamanlarda.

Bu neye benzer?

Çiftçimizin ayrık otuyla bilinçsiz mücadelesine… Çiftçimiz, tarım biliminin verilerinden uzak olunca ayrık otunun sadece ayrık otunun toprak üzerinde görünen pürçleriyle mücadele eder. Onları yolar, keser. Oysa otun kökü toprağın tâ derinliklerindedir. Onu köküyle birlikte, derinlere inerek söküp atmadığınız sürece başarılı olamazsınız. Dolayısıyla da beklediğiniz ürünü alamazsınız. Çünkü her yağmur yağışında ya da sulama sonrasında o kökler hemen harekete geçer; toprağın özüyle birlikte suyu da, nemi de yutar.

İşte Türk Ordusu da irticanın sınıf temelini değil de sadece onun görünen kısmını yani toprak üstünde kalan, görülen pürçlerini yoldu yüz yıl boyunca. Bu sebeple de mücadelesinden bir sonuç alamadı ve işte AB-D’nin de bu Antika sınıfın önünü açmasıyla birlikte giderek geriledi onun karşısında. Sonunda da yenildi ve tutsak düştü.

“Ergenekon Davası”denen CIA Operasyonu (2007 yazında başlatılmıştı), Ordu’nun tutsak alınmasının tezgâhıdır, tertibidir.

Herhangi bir sınıf, toplumun altyapısında, ekonomi temelinde var ise, bir yer işgal ediyor ise onun toplumun üstyapısında da yani kültüründe, dininde, felsefesinde, sanatında, siyasetinde mutlaka bir yansıması, bir varlığı olacaktır. O sınıfın çıkarını, dünya görüşünü savunan sanat da, din de, siyaset de mutlaka olacaktır. O sınıfı ortadan kaldırmadan onun üstyapıdaki varlığını yok edemezsiniz. Yasaklarla ortadan kaldıramazsınız. Kaldırmaya kalkarsanız o mücadele fiyaskoyla sonuçlanır. İşte Türk Ordusu’nun irtica karşısında hezimete uğramasının sebebi budur.

Batı’da irtica tehlikesi yoktur. Çünkü onun sınıf temeli yüzyıllar öncesinden kazınıp yok edilmiştir. Bizde ve benzer toplumlardaysa hep var olagelmiştir. Çünkü irticanın temsil ettiği Antika sosyal sınıf etkin biçimde varlığını sürdürmektedir.

Demokratik Devrimimizin hedef aldığı iki sömürgen sınıftan biri de bu Antika asalak Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıdır. Diğeri ise hep söylediğimiz gibi, Modern Parababaları dediğimiz Finans-Kapitalistler zümresidir. TÜSİAD’cılar, MÜSİAD’cılar, TİSK’çiler ve TOBB’cuların en tepedeki kaymak tabakasıdır.

İşte Tayyipgiller böylesine güçlü bir sınıf tabanına dayandıkları için ortaya çıkan bütün ihanetleri, bütün vurgunları onların oy tabanını oluşturan kitleleri etkilemedi. Çünkü bu sınıf çok örgütlü. Bütün Anadolu şehirlerimizde hatta büyükşehirlerin varoşlarında, kasabalarımızda dişinden tırnağına kadar örgütlü. Köylere kadar örgütlü. Bütün Kur’an kursları, imam hatip okulları, tarikatlar hep bu sınıfla birlikte, içiçe. Bunlar bu sınıfın dini ve siyasi plandaki örgütlenmeleridir.

Çok fazla ayrıntıya girmeyelim, ona vaktimiz yok. Bugün yani 2 Nisan 2014 Çarşamba günü, Arslan Bulut köşesinde şöyle diyor:

 “Testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur! Gerçi biz testi kırılmadan önce de uyarılarda bulunanlardanız ama şimdi bunları hatırlatmanın bir faydası yok! Yine de meseleyi temelden ele almak gerekiyor.

“2002’de AKP iktidarı yeni kurulduğunda Diyanet İşleri Başkanlığı’na 15 bin yeni kadro verildi… Bu kadrolara alınanlar daha sonra devletin çeşitli birimlerine dağıtıldı! O günlerde Los Angeles Times gazetesinde, Amir Tahiri, şöyle yazıyordu:

“Cami, türbe, vakıf gibi kutsal yer ve iş yerlerinin kontrolünü devletten söküp alması halinde, AKP, fiilen ülkedeki hemen her köy ve kasabada güçlü ve kalıcı bir mevcudiyet temin etmiş olacaktır. Parti, binlerce militanını nüfuzlu ve gelir getiren mevkilere atayabilir, tüm camileri kontrol edebilir. Bu durumda parti, atadığı insanlar vasıtasıyla camileri ve dini sistemi kullanarak, yıllarca iktidarda kalmasını sağlayacak şekilde, yeterli sayıda seçmeni kontrolü altına alabilir.”

12 sene önce yazıyor Los Angeles Times yazarı bu satırları. Kaldı ki ondan sonra peyderpey biner, üç biner, on biner olmak üzere kadrolar verildi Diyanet İşleri Başkanlığının emrine. İşte o kadrolar hep Diyanet İşleri Başkanlığından devletin diğer kurumlarına, birimlerine aktarıldı bir süre sonra. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı bir köprü vazifesi gördü.

Arslan bulut şöyle devam ediyor:

“Tahir Amiri’nin bahsettiği gibi AKP diyanet teşkilatını da kullanarak hemen her köy ve kasabayı siyasi kontrolü altına aldı ve yıllarca iktidarda kaldı.

“Diğer taraftan, AKP zihniyetinin temelleri, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, Osmanlı’nın da tam olarak baş edemediği, siyasi iktidarı ele geçirmek isteyen cemaat ve tarikat yapılanmalarına dayanır.

“Cemaatler ve tarikatlar, yüzde 70’i Sünni olan Türkiye’de Kur’an kurslarından İmam-Hatip okullarına, camilerden vakıflara kadar her alanda ve 7’den 70’e her yaştan insanı yıllardan beri eğitimden geçirmektedir. Bu eğitimlerin temelinde, Türkiye’nin Atatürk tarafından İslam Devleti olmaktan çıkarıldığı, dolayısıyla Darülharp olduğu işlenir. Bu anlayışa göre çalınan devletin malı ganimettir!”

Oysa bunlar sadece devlet malını değil halkın malını da gasp ediyorlar. Şehirlerdeki arsalarımız, dağlardaki, ovalardaki nehirlerimiz, ormanlarımız, sahillerimiz kamunun malı, halkın malı. Ve bunlar birer birer oraları da gasp ediyorlar, vuruyorlar, yoldaşlar.

Tayyipgiller sadece ABD-AB’nin değil çok geniş bir kesimin desteğini aldı

Demek ki bütün bunları ABD’nin emri altında gerçekleştirdi Tayyipgiller. Tayyip bildiğimiz gibi, 1991 sonrasında yani Belediye Başkanı olmadan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmadan önce, daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı’yken ABD BüyükelçisiMorton Abramowitztarafından keşfediliyor. ABD’nin emrine giriyor. Ve ondan sonra Amerika Tayyip’in önündeki bütün engelleri kaldırıyor, kaldırtıyor. Bu nedenle de hızla yükselişe geçiyor Tayyip. Önce Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığına oradan da İstanbul Belediye Başkanlığına ve oradan sonra da bildiğimiz gibi, Refah Partisi’ni parçalayarak oradan kopardığı bir grupla beraber AKP’yi kurduruyor Amerika. Ve partiyi kurdurduktan 8,5 ay sonra da iktidara getiriyor.

Demek ki dışarıda Amerikan Emperyalistlerinin, Avrupa Birliği Emperyalistlerinin gücü, desteği; içeride antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin gücü ve desteğiyle Tayyipgiller iktidara gelmiş oluyor. Tabiî Finans-Kapital de destekledi Tayyipgiller iktidarını. TÜSİAD’ından MÜSİAD’ına, TİSK’ine, TOBB’una varıncaya kadar hep desteklediler.

Sosyalizm dönekleri destekledi. Liberal aydınlar denen liboşlar, emperyalizm yandaşları destekledi. Ve kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan yarım namuslu aydınlar destekledi. Mesela Cüneyt Ülseverbunlara bir örnek. 2005’e kadar destekledim, diyor.

Yine bugün Tayyipgiller karşıtlığıyla meydanlarda, ekranlarda görünen Uğur Dündar, filan zamana kadar destekledim, diyor. Bununla da yetinmiyor; “Sayın Başbakan’ın temiz olduğuna inandığım yüreğine sesleniyorum”, diyor. Başbakanıyla da kalmıyor. Güzellemesi; “Sayın Adalet Bakanı, dürüst olduğuna inandığım ve dürüst olduğunu her zaman söylediğim sayın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin”, diyerek devam ediyor.

Adamlar yani Tayyipgiller, kalpleri tertemiz oldukları için “kardeşim” dedikleri Muammer Kaddafi’yi ve Libya Halkını satmışlar. 70 bin masum Libyalının katlinde asli fail olarak rol oynamışlar, Efendileri Obama’ya yaranmak için. Yine “kardeşten daha yakınız”, dedikleri Beşşar Esad’ı satmışlar ve kendilerinin itirafıyla 160 bin masum Suriye insanının hayatlarını kaybetmesine sebep olmuşlar. İçeride en son Gezi Direnişçileri fidanlarımız olmak üzere yüzlerce insanımızın katlinden sorumlu olmuşlar.

Bütün bunlara ilaveten Tayyip, AKP kurucularından ve AKP Programını yazan, AKP’nin yıllarca başbakan yardımcılığı ve maliye bakanlığını yapan Abdüllatif Şener’in öne sürdüğüne göre Tayyip ve ailesi en az 100 milyar dolar tutarında vurgun yani hırsızlık, kamu malı aşırıcılığı yapmıştır. Dikkat edelim; 100 milyon değil, 100 milyar dolar çaldığı malın tutarı. Tabiî bu hırsızlığını gizlemek için ne yasa bıraktı, ne mahkeme, ne de Anayasa… Hepsini darmaduman etti. Ne Twitter bıraktı, ne Youtube. Hepsini yasak etti.

Bütün bunları “kalbi temiz” olmasına rağmen yapmış. Ya bir de kalbi pis-kirli olsaydı? Sormak lazım Bay Dündar’a: O zaman neler yapardı acaba, Tayyipgiller?

Bunlar gibi medyacılar rüzgâra göre yön alırlar. Türk Dil Kurumu’nun deyişiyle “günoğlanı”dır böyleleri. Tabiî “tel maşa” Atatürkçülerdir bunlar.

Yani bunlar duayen gazeteciler, televizyoncular, uluslararası planda eğitim görmüş aydınlar Tayyipgiller’in ne olduğunu bilmezler mi?

Bilirler ama çıkarları öyle gerektiriyordu ama bir yerden sonra tahammül edemediler. Karşılarına geçtiler. Nitekim bugün yıllarca Tayyipgiller’in uşaklığını yapan Hasan Cemal bile muhalif.Mehmet Altan bile muhalif, yoldaşlar. Yıllarca iç içe, omuz omuza bu aşağılık işleri yaptılar, bugün onlar bile muhalif.

Yani bütün Parababaları destekledi. Ve onlarca Tefeci-Bezirgân sermayedar bu vurgunlarla, bu dönemin, Tayyipgiller döneminin vurgunlarıyla beraber Finans-Kapitalistleşti. İşte o“havuz”u oluşturan Parababaları hep Tayyipgiller döneminde Finans-Kapitalistleşmiş olan eski Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcileridir. Havuzda 630 milyon dolar birikiyor ya… İşte o dolarları o havuza atanlar ve “milletin a…ına koyacağız” diyenler, hep eskinin Tefeci-Bezirgânları bugünün Finans-Kapitalistleridir. Yani böylesine bir örgüt yapısına sahip Tayyipgiller.

CIA diniyle doktrine olan kitleler insanlıktan çıkmış durumda

Ve işin bir diğer enteresan tarafı, AKP’nin üye sayısı 8 milyonu bulmuş şu anda. Seçim günü akşamı Mehmet Tezkan’ın bir televizyon ekranından aktardığına göre. Bu AKP üyeleri bedava kömür alırlar. Aylık alışveriş çekleri verilir bunlara belediyelerden ve başka ilgili devlet kurumlarından. Ve o nedenle Tayyipgiller iktidarına bağlıdır bunlar.

Bunlara deseniz ki, hırsızlık, yolsuzluk yapmışlar, milyarlarca doları götürmüş bunlar.

“Yahu zaten herkes çalıyor. Çalmayan mı var? Hiç değilse bunlardan bana alışveriş çeki geliyor, kömür geliyor. Öbürleri gelse onu da kaybedeceğim” diyerek hiç umurunda olmuyor vurgunlar, soygunlar, hırsızlıklar, cinayetler, bu insanlarımızın.

İnsan, insan olarak doğar. Ama gerçekten insanlığının hakkını verebilmesi için erdemlerin, insanî değerlerin, yüce ahlâkî değerlerin de insana sonradan eğitimle, kültürle verilmesi, yüklenmesi gerekir. Yani bir bilgisayara gelişkin bir işletim sistemi yükler gibi insanlara da bilinçlerine yani akıllarına bu insanî değerleri yüklemek gerekir. Eğitimle, kültürle, sanatla, çevreyle bu değerleri benimsetmek gerekir insanlara. Yoksa insanlığının hakkını veremez insan. Dediğimiz gibi insan, altbilinçten ve bilinçten oluşur. Altbilinç içgüdülerinin isteklerini yerine getirir. Bilinçse insanî değerlerin yüklü olduğu yerdir. İşte ikisinin bileşkesi bizim ruhiyatımızı oluşturur. Yani vicdanımızı, ahlâki sistemimizi oluşturur, teşekkül ettirir. Şimdi insanî değerleri yüklemezseniz vicdan teşekkül etmez. O zaman insanlığının hakkını veremez insan.

Bazı durumlarda insan; “kanım dondu, insanlığımdan utandım”, der ya, işte öyle bir durum daha yaşadım Tayyipgiller karşısında. Gaziantep konuşmasında Tayyip, iki üç gün önce toprağa verdiğimiz Berkin Elvan’a saldırdı. Annesine saldırdı. Söylediği cümleleri ağzıma almak bile istemiyorum. Utanç verici. Ve işin bir diğer acı yönü yoldaşlar, mecnunlaştırılmış kitlelere yuhalattı Berkin’in annesini… İnanın insanım diyen herkes kahrolurdu o manzara karşısında. Ön safta kadınlar vardı başörtülü. Onlar da yuhalıyordu, yoldaşlar. Yahu, 14 yaşında bir evladını, canını kaybetmiş bir anne nasıl paralıyor kendini ve onu yuhalıyorsun sen… Burada insanlığın zerresi olabilir mi?..

Olamaz, yoldaşlar! Olamaz…

Ve bu yaşıma kadar edindiğim hayat tecrübemden, gözlemlerimden şu kanıya vardım ki, insanlar bu sahte dinle yani Kur’an, Hz. Muhammed ve Dört Halife’yle hiç ilgisi olmayan, Muaviye, Yezid diniyle, CIA diniyle doktrine edildikleri oranda, o dinin yarattığı boğucu atmosfer altında zehirlendikleri oranda insanlıktan çıkıyorlar. Her türlü insanî değerleri kaybediyorlar. Bencilleşiyor, ilkelleşiyor, acımasızlaşıyor; kendinden başka kimseyi düşünmez oluyor insanlar.

Kriminologlar şöyle derler: Seri katillerin en belirgin karakteristiklerinden biri, onların empati yapamamalarıdır. Yani kendilerini kurbanın ve yakınlarının yerine asla koymuyorlar. Koyamıyorlar. Vicdan yok onlarda. O bakımdan cinayetlerinden bir rahatsızlık duymuyorlar. Onları güler yüzle, eğlenerek anlatabiliyorlar. İşte Tayyipgiller de onlara dönmüş. Seri katillerden hiçbir farkları yok bunların. Gencecik insanları gaz fişekleriyle katlettiriyor polislerine, sonra da höykürüyor: “Polise emri kim verdi, diyorlar? Ben verdim, ben”, diye, hiç utanıp arlanmadan. Vicdan yok ki… İnsanî hiçbir değer taşımıyor ki… O bakımdan, daha önce de söylediğim gibi, onlara dördüncü tür canlı varlıklar diyorum. Yani bunlar insanlıktan çıkmışlar. İnsan doğmuşlar ama insanlıktan çıkmışlar. İnsan değiller. Hayvan değiller bunlar. Bunların yaptığı zulmü, vurgunculuğu, bu yalanı, ihaneti hiçbir hayvan yapmaz. Bitki değiller. Bir anlamda zombi bunlar, hortlak. İnsanlıklarını kaybetmişler. İnsan görünümündeler ama insan değiller. İşte o bakımdan balkondan insanlara böyle kol kola, kollarını havada sırıtarak poz veriyorlar. (Nurullah Ankut gazeteyi gösteriyor. y. n.)

Çağrışım oldu yoldaşlar, öğrenciliğimizde devrimci eylemlerimizden dolayı sık sık polisçe gözaltına alınır, işkencelerden geçirilirdik. Bir seferinde Sirkeci’de Sansaryan Han’dayız, onun Müteferrika denilen gözaltılar koğuşundayız. Her gelen gözaltı oraya doldurulur, her türlü suçtan gelenler yani her olaydan gelenler. Biz kalabalığız devrimci arkadaşlar olarak. Sanıyorum 5-6 kişi varız. Tabiî iyi kötü cep harçlıklarımız var. Onunla -iki gün mü, üç gün mü kaldık o sefer Müteferrika’da- acıktığımız zaman kapıdaki nöbetçiye yiyecek ekmek, peynir, zeytin, helva türünden yiyecekler aldırıyoruz; karnımızı doyuruyoruz. Hemen bizim yanı başımıza bir genç geldi. Müteferrika dolu olduğu için bu genç hemen yanı başımıza geldi. Bitişiğimizde yatıp kalkıyor. Bir öğün geçti bir şey yemedi gözledim ben. İkinci öğün geldi yine yemedi. Yok. Konuşmuştum daha önce, hırsızlıktan gelmiş. 20 yaş civarında. Kargaburun tabir edilen ince uçlu penseyle bacaklarından, kollarından etler koparmış polis konuşturmak için. Onları açtı gösterdi. Yüreğim parçalandı. Mercimek büyüklüğünde, yer yer daha büyük parçalar koparmış etlerinden. Üç gün dolaştık demişti aklımda kaldığına göre, dolaştırdılar beni, demişti. Yani bayağı da hırsızlık yapmış. Soyduğu, girdiği bütün evleri gitmiş nereden, nasıl girdi, ne çaldı hepsini göstermiş, anlatmış böylece polis kanıtlamış yaptığı işleri, cürümleri. Tabiî yoksul, bir halk çocuğu işte. Böyle yanlış bir yol tutmuş, öyle gidiyor. Nasihat ettik biraz, alın teriyle yaşa arkadaş, dedik. Bak gençsin, gücün kuvvetin yerinde, bunlar iş değil. Ayıptır yani bunlar. Yakışmaz delikanlıya. Doğru, haklısınız. Bundan sonra yapmayacağım. Kaç defa söz veriyorum, kendimi tutamıyorum, demişti. Velhasıl çağırdık soframıza, gazetenin üzerine kurunca soframızı. Yok, ben tokum, dedi. Ne zaman yedin, dedim. Yedim… Yok yahu, ne zaman yedin? Saatini söyle, ben görmedim. Gel sıkılma yahu, gel. İnsanız, dedim ya. Hepimiz insanız, can taşıyoruz. Gel, senin suçunun bizim için bir önemi yok. Tabiî yanlış bir şey. Yapmaman gerekir. Genç adam, dürüst adam, mert adam alnının teriyle geçinir. Bak sen buna muktedirsin, bunu yapmanı isteriz biz ama madem bu hatayı yapmışsın, bir daha tekrarlama. Gel oturalım, dedim. Utana sıkıla geldi. Yani başı yerde. Ondan sonraki çıkıncaya kadarki öğünlerimize de hep davet ettik. Aç bırakmadık. Yani sıradan bir hırsız bile utanıyor ve gözümüze bakamıyordu, yoldaşlar. Çünkü o daha genç. Belki yoksulluktan, belki eğitimsizlikten, çaresizlikten öyle yanlış bir yola girmiş.

Ama bunlar… Hayır, bunlarınki iradi olarak… Bunlarınki ne çaresizlik, ne mecburiyet… Bunlar gönüllüce çıkmışlar insanlıktan. Ve o yüzden ar damarı çatlamış der ya halkımız, ar damarları çatlamış bunların. Hiç utanıp sıkılmıyorlar. Bazen de ahlâktan falan söz eder Tayyip biliyorsunuz. Yani ben orada da, bu adam hiç mi aynaya bakmıyor? Hangi yüzle, hangi yürekle ahlâktan, namustan bahsediyorsun? Onlarca arsayı götürmüşsün, çalmışsın. Milyar dolarları çalmışsın. Bakanların çalmış, yandaşların çalmış, müteahhitlerin çalmış. Ve bu hırsızlıkların üstelik iki artı iki dört ederce kesinleşmiş, belgelerle ortaya dökülmüş ve sen bütün bunlara rağmen milletin karşısına çıkıyorsun, hırsızlarınla beraber poz veriyorsun, sırıtıyorsun, konuşuyorsun. Ama işte insanî değerleri tümden yitirince insan olarak doğan yaratıklar böyle oluyor, yoldaşlar. Tanınmaz, acayip, zalim bir yaratığa dönüşüyor.

İşte cahil, eğitimsiz insanlarımıza biz yıllardır bunların bu iğrenç içyüzlerini, sınıfsal kökenlerini, yapılarını, karakteristiklerini anlatıyoruz.

Bakın Arslan Bulut MHP’den gelme (MHP bildiğimiz gibi CIA’nın kurdurduğu bir örgüt, Kontrgerilla’nın Türkiye’deki özel örgütü), o kökenden gelme ama vicdanı tümden ölmediği için gerçekleri görüp oradan uzaklaşıyor, kendini kurtarıyor. O da aynı şeyleri söylüyor: İmamlar, cami imamları, Kur’an kursları, imam hatipler, cemaatler yıllardan beri insanları yetiştirmektedir, diyor. Yani bu Yezid diniyle afyonlayıp afyonlayıp salmakta toplumun içine. İşte onlar da Tayyipgiller tarafından kolayca kandırılabiliyor. Her yıl binlerce böyle zekâsı felç edilmiş, düşünemez, sosyal gerçekleri göremez, kavrayamaz hale getirilmiş insan üretilip topluma bırakılıyor. Tayyipgiller bunlara dayanarak kolayca iktidarlarını sürdürüyorlar. Her dört beş yılda bir bu insanlar koyunun mezbahaya aktığı gibi sandıklara, oy sandıklarına akarak Tayyipgiller’e oylarını veriyor. O da bunlara güveniyor.

17 Aralık sonrası özce olmayan demokrasi biçimce de ortadan kalktı

Tayyipgiller’in aslında 17 Aralık sonrasında biçimce bile hiçbir meşruiyetleri kalmadı.

Ondan önce de Türkiye’de gerçek bir demokrasi olmadığı için özce bir meşruiyetleri yoktu. Yani onlar gerçek bir demokrasinin işlemesi sonucunda oraya gelmiş insanlar değildi. Bir oyun oynanıyordu-demokrasicilik oyunu, o sayede oralara geliyorlardı. O kandırmacayla geliyorlardı bulunduklara makamlara. Ama 17 Aralık sonrasında Anayasayı da diğer yasaları da, Türk Ceza Kanunu da, Adliyeleri de berhava ettikleri için hiçbir anlamda meşruiyetleri kalmadı.

Gerçek bir demokrasi olması için tüm sınıf ve zümrelerin eşit şartlarda görüşlerini, düşüncelerini anlatma, ortaya koyma, yayma imkânına sahip olmaları gerekir. Nerede o imkân?..

Medyanın yüzde 90’ı elinde, satın almış, Parababaları medyası, ihanet medyası. Bütün eğitim kurumlarını ele geçirmiş; o da bunların elinde. E, o zaman kandırmaca var, bir oyun var, bir düzenbazlık var; adına demokrasi deniyor. Ama 17 Aralık sonrası özce olmayan demokrasi, biçimce de ortadan kalktı.

Tayyip ne yaptı?

Kendini, ailesini ve yandaşını kurtarmak için tüm mahkemeleri lağvetti, polisi lağvetti, on bini aşkın polisi ve polis şefini sürdü başka yerlere. İki üç bin arasında savcıyı, yargıcı dağıttı başka yerlere. Kendisi hakkında soruşturma yürüten, fezleke hazırlayan, dosya hazırlayan polisleri, savcıları dağıttı. Ve böylece Anayasayı çiğnedi, yasaları çiğnedi, Türk Ceza Kanununu çiğnedi. E, o zaman sen bütün kanunları çiğneyince senin o makamda oturman artık bütünüyle boş düşer ve meşruiyetini yitirirsin. Ortada meşru bir iktidar yok. Aslında bir darbeci iktidar var. Her türlü kanundan, yasadan, mahkemeden, yargıdan kendini muaf tutmuş, onlara zerre önem vermeyen bir despot iktidar var. Yani ne seçimi?

Aslında bu seçim de değil. Gayrimeşru bir gücün, bir çetenin, çıkar amaçlı bir suç örgütünün insanları kandırarak sandıklara göndermesi ve bakın ben halkın oyunu aldım, diyerek seçim oyunu oynamasından ibaret bu. Bir düzenbazlık, bir kandırmaca, madrabazlık bu…

Tabiî burjuva partilerinin de önemli suçu ve rolü var Tayyipgiller’in bu iktidarını sürdürmesinde. Tayyip bildiğiniz gibi yasaklıydı, muhtar bile olması söz konusu değildi ve yine karanlık bir bağlantıya, geçmişe sahip Deniz Baykal onun önüne düştü, ona yol gösterdi, Anayasayı değiştirdiler ve Siirt’in bir tek köyündeki seçim usulsüzlüğünden dolayı, ki onu da icat ettiler, bahane ettiler ve tüm Siirt’te seçimleri yenilediler. Yahu bir tek köyde bir itiraz varsa en nihayetinde o köyde seçim yenilenir. Onun genel il çapında yansıması ne olursa sonuç ona göre belirlenir. Ama değil. Tüm ilin, Siirt’in seçimlerini yenilediler. Tayyip o Anayasa değişikliğinden dolayı yasaklı olmaktan çıktı, seçime katıldı, oradan milletvekili oldu ve oradan başbakanlığa zıpladı. Yani bunlar tamamen Amerika’nın öngörüsüyle, planıyla ve emriyle gerçekleşmiş işler, yoldaşlar. Yine o dönemde Yüksek Seçim Kurulunu ABD Büyükelçiliğinden diplomatların ziyaret ettiği de medyada yazıldı çizildi. Yani Seçim Kurulu da Amerika tarafından ablukaya alındı, devşirildi. Kılıçdaroğlu da CHP yönetimine bir operasyonla getirildiğinde bunu savundu. Tayyip’i milletvekili yapan da, başbakan yapan da bizim eski Genel Başkanımız Deniz Baykal’dır, Partimizdir. Biz bunu demokrasinin gereği olarak yaptık, diye savundu bunu. Oysa demokrasiyle ne ilgisi var yapılanın?

Hep dediğimiz gibi Meclisteki tüm partiler Amerikancılık ortak paydasına sahip. Yani bir oyun oynanıyor Türkiye’de ve hepsi o aşağılık oyunda kendilerine Amerika tarafından verilmiş olan rolü oynuyorlar. Gene Tayyipgiller iktidar rolünü oynuyor, öbürleri muhalefet rolünü oynuyor ve böylece bu aşağılık düzen sürüp gidiyor.

Ne yapmalıyız?

Ama Tayyipgiller’in oyu, yüzde 6 oranında düşmüş durumda 2011 seçimlerine göre. Yani Tayyipgiller bayır aşağıya gitmeye başladı artık. Bazı yaralar vardır, alırsınız o yarayı ağırlığını, etkisini ilk başta hissedemezsiniz, süreç içinde o yara tahribatını yapar ve ağır, öldürücü etkisini ve sonuçlarını ortaya koyar. Tayyipgiller’in de bu 17 Aralık sürecinde aldıkları yara ölümcül bir yaradır. İnsanlar henüz onu kavrayamadılar ve Tayyipgiller de o yüzden bu vartayı atlattık sanıyorlar. Hayır yanılıyorlar. Bu yara ölümcül.

İnsanlar hayvan sürüsü değil ama insanlarımızı uyandıracak olan biz gerçek devrimcileriz yani Gezi İsyancılarıyız insanları uyandıracak olan. Yoksa burjuva partileri bir şey beceremez, bir şey de yapamaz, yoldaşlar. Onlarınki zaten bir oyun, bir düzen, bir hile onlarınki. Bu iş bize düşüyor. Halkımızı uyandırmak da bize düşüyor.

Tayyipgiller’in bu içyüzünü en açık şekilde pervasızca ortaya koymak işin bir yönü.

Bir diğer yönü de eylemler. Gezi İsyanı’mızı en uygun şartlarda hemen başlatmak; mücadeleye devam etmek, yoldaşlar. İsyandaki sloganımız gibi“Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam”.

Yani iki ayakla, iki kanatla götüreceğiz bu işi:

1- Anlatarak halkımızı ikna edeceğiz, bilinçlendireceğiz. Aklını erdireceğiz bunların ihanetlerine, vurgunlarına, soysuzluklarına, ABD uşaklıklarına.

2- Bir diğer yönü de eylemlerimizle bunları artık iktidar olamaz hale getireceğiz.

O bakımdan asla umutsuz değiliz.

Üzgünüz, halkımız bu tuzaklara düşüyor, bu oyunlara geliyor, diye. Ve bu ciğeri beş para etmez insanlar… Yani bunların özünü sıksanız mercimek kadar insan kalitesi çıkmaz bunlardan. Hiçbir insanî değer yok, yürek yok. 1500 kişilik koruma ordusunun içinde delikanlı numarası çekiyor insanlarımıza. Delikanlılığın zerresi yok bunlarda; Tayyip ve şürekâsında.

Delikanlı demek kent şövalyesi demek. Efeler kır şövalyesi yahut da efeler kırsal kesimin samurayları, delikanlılar da şehirlerin samurayları. Osmanlı ve Türkçe deyimleriyle nitelendirirsek delikanlı: alp, gazi geleneğini şehirlerde sürdüren insan demek, efeler de kırsal kesimde. Bunlar mazlumun yanındadır; çalmaz, çırpmaz, halka zulüm etmez, yalan, hile, dolap, dümen bilmez. Merttir, yiğittir, cesurdur, zalime karşıdır; mazlumdan yanadır, zayıftan yanadır, güçsüzden yanadır, her türlü haksızlığa karşı çıkar, ezilenin, ihtiyaç içinde olanın, acı çekenin gücünün yettiği oranda derdini paylaşır, derman bulmaya çalışır. Delikanlı budur.

Bunlarsa tam tersi… Delikanlı olmak kim, bunlar kim?.. İnsan sefaleti bunlar. Ama kendisini öyle satıyor, kandırıyor insanlarımızı. Şehirde bir yerden bir yere gideceği zaman trafik saatler öncesinden kesiliyor o yollarda. Böylesine yüreksiz, korkak ama halkımızın dediği gibi “hain korkak olur” ve zalim de korkak olur. Mert adam, yiğit adam, cesur adam zulüm etmez; hakkaniyetli olur, vicdanlı olur. Bunlarda hiçbir insanî değer yok, vicdanî değer yok, ahlâkî değer yok.

Son olarak yoldaşlar, sözü fazla uzattım, dert fazla olduğu için, üzüntü fazla olduğu için.

Partimiz Türkiye’nin eneski ideoloji partisi olmasına rağmen legal planda 2005 yılında kuruldu. Parababalarının tüm medyası, tüm iletişim araçları bize düşman. Ne yazık ki kendini sol olarak tanımlayan medya da bize düşman. Bize yer vermezler, bizim eylemlerimiz hiç yer almaz onlarda. Onların ekranlarında, sayfalarında bizim adımız geçmez. Tek iki istisnası var;Yurt Gazetesi ve Odatv, arkadaşlar. Sağ olsunlar, var olsunlar onlar bize ilgi gösteriyorlar, bizim eylemlerimize yer veriyorlar. Onları anlatıyorlar, aktarıyorlar, haberleştiriyorlar, yoldaşlar.

Bütün bu imkânsızlıklara rağmen Partimiz yoldaşlarımın bana son ilettiği rakama göre, 26.654 oy almış durumdadır ve 28 şehirde seçimlere katıldık. Sadece belediye başkanlığı seçimlerine katıldık. Ve de yoldaşlar, şu anki durumun hassasiyetinden dolayı bir seçim kampanyası yürütmedik, sadece Partimizin adının duyulması amacıyla seçimlere katılmış olduk yani hiçbir seçim çalışması yapmadık.

Buna rağmen insanlarımız, halkımızın duyarlı bölümü bizim mücadelemize, teorimize, emeğimize değer vermiş ve geçen Pazar günü, o tatil günü bütün itiş kakışlara, zahmetlere rağmen her türlü sıkıntıyı göze alarak sandıklara gitmiş, bize oy vermiştir. Bu insanlarımıza en içten sevgi ve saygılarımı iletirim. Sağ olsunlar, var olsunlar. Kavgamıza omuz vermiş oldular, yüreklerimizi büyütmüş oldular.

Demek ki mücadelemiz anlaşılmaz kalmamış, yoldaşlar. Bütün medyanın, Parababaları medyasının ablukasına rağmen…

Bundan sonra aynı kararlılıkla, aynı heyecanla yolumuza devam edeceğiz, mücadelemize devam edeceğiz sonunda mutlaka kazanan halklar olacak, devrimciler olacak, yoldaşlar. Bundan son derece eminiz.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

2 Nisan 2014