Genel Başkan’ımız Nurullah Efe-Ankut’un “Kedi Davaları” devam ediyor: Ne zalimler insafa geldi ne de biz vicdanımızı terk ettik…

Genel Başkan’ımız hakkında, kedilere ve sokak hayvanlarına baktıkları için, hayvan, ağaç, doğa ve insan sevgisinden nasibini almamış, siyasi olarak da AKP’giller’den oluşan bazı komşularının düzmece şikâyetleri üzerine açılan davalardan biri daha görüldü.

Genellikle kendisi gibi emekli öğretmen olan melek eşi Hacer Ankut Yoldaş’ımızla birlikte yargılanmışlardı. Ama bu davada sadece Genel Başkan’ımız hakkında, hakaret ve bıçakla yaralamaya teşebbüs suç isnadıyla açılan ve İstanbul Anadolu 39. Asliye Ceza Mahkemesinde bugün ikinci duruşması yapılan davada, tanıklarımız dinlendi. Tanıklarımızın biri, her zamanki gibi yine olay anında Genel Başkan’ımızın yanında bulunan; daha doğrusu Genel Başkanımızı ne Devrmici Kavgasında ne de insan, hayvan, doğa düşmanlarıyla yaptığı kavgada hiç yalnız bırakmayan eşi Hacer Yoldaş’ımızdı.

Tanıklarımız, karşı tarafın iddialarını bir bir çürüterek Genel Başkan’ımızın haklılığını, kendisine suç atfedilemeyeceğini net bir şekilde beyan ettiler.

İnsan, hayvan ve doğa düşmanları duruşmaya gelmemişlerdi.

Ama Genel Başkan’ımızın yoldaşları ve öğrencileri, hayvanseverler her zamanki gibi yine oradaydı.

Soruşturmayı yürüten Savcının aldırdığı Bilirkişi Raporundaki eksikliklerin giderilmesi için yeni bir Bilirkişi Raporu aldırılması yönündeki talebimiz mahkeme tarafından kabul edilerek bir sonraki duruşma 02/07/2020 gününe ertelendi.

Ne yaparlarsa yapsınlar! Eninde sonunda kazanan/yenen biz olacağız, insanlık olacak, hayvanseverlik, ağaçseverlik, doğaseverlik olacaktır. 25/02/2020

Kurtuluş Partili Hukukçular

Ne zalimler insafa geldi, ne de biz vicdanımızı terk ettik

Hayvana ve doğaya düşman olan, vicdan teşekkül etmemiş komşularımız, bugüne dek pek çok kez olduğu gibi yine karşımıza çıktılar bizim; “burada hayvanlara bakamazsınız”, diye.

Gece 10:00-11:00 arası sokaktaki kedi ve köpeklere yiyecek dağıtırken yedi kişiden oluşan zalim komşular güruhu çıktı karşımıza. Hem de kiminin elinde demir boru, kiminin elinde lobut vardı.

Burada hayvan bakılmayacak, diyorlardı. Ve bu arada da ellerindeki demir ve tahta sopaları düşey çizgide sallayıp duruyorlardı önümüzde.

Zalimin biri yeminler savuruyordu; bir daha burada kedi köpek görürsek kıyamet kopar, bak haber veriyorum, diyerek.

Yanımda eşim vardı sadece, 1952 doğumlu.

Bizimse elimizde hayvancıklara salam doğradığımız ekmek bıçağı…

Sonunda zıvanadan çıkardılar bizi. Önlerinde yay çizdi iki kez bıçaklı kolum şimşek hızıyla: “Hadi, gelin bakalım zalimler!” dedik.

Bunun üzerine kıçın kıçın kaçtılar beş altı metre geriye. Sonrasında da gürültülerimizi duyan oğlum, oturduğumuz üst kattan inip ayırdı bizi. “Açılın ulan!” dedi bunlara, “başınıza iş alacaksınız!”

10-12 metre çekildiler geriye, yarım çember oluşturacak biçimde. Ben de salam doğradığım bıçağımı koydum çantama. Mesele bitti…

Fakat o arada hemen polisi aramışlar. İki Renault dolusu polis hemen indi kapımızın önünde arabalarından. “Hayrola, nedir olay?” dedi. Genç çocuklardı hepsi.

“Yavrum biz sokak hayvanlarına bakıyoruz. Bu yaşımızda ter döküyoruz, masraf ediyoruz, bu hayvanlar da bizim gibi yaşasınlar şu kısacık ömürlerini diye. Bu vatandaşlarda ise vicdan hiç gelişmemiş, oluşmamış daha doğrusu. Zerre miktarda acıma hissi, merhamet duygusu yok.

“Burada bakmayacaksın hayvanlara, diye tutturdular. Biz de, size ne, bakarız, dedik. İşte bu sebeple biraz itiş kakış, bağırış çağırış oldu. Hikayenin özeti bu.” dedik.

Başlarındaki amirleri hemen anladı meseleyi. “Amca çok faydalı, hayırlı bir iş yapıyorsunuz da, bunu komşuları rahatsız etmeden yapın.”, dedi.

“Biz de tabiî o yönde azami hassasiyeti gösteriyoruz oğlum.”, dedim. “Bak siz yabancısısınız bu sokağın. Buna rağmen baktığımız köpekler bak burada, havlamıyor size.” dedim.

Karşıdakilere sordu. Onların şefi; “Ben esnafım Sultanahmet’te.”, dedi. “Karakol yüzü görmedim bugüne kadar.”, dedi. “Bu adamlar bizi devamlı rahatsız ediyorlar baktıkları hayvanlarla.”, dedi.

Şef polis; “Şikayetçi olan var mı?”, dedi.

Ben “Yok değilim” dedim. O da “Ben de değilim” dedi. “Haydi iyi geceler” deyip ayrıldı memur gençler.

Fakat bunlar bir ay sonra bir araya gelip; şu ihtiyarı yargılatıp ceza aldıralım diye anlaşmışlar aralarında. Şefleri şikayetçi olmuş, öbürleri yalancı tanık. Dilekçe yazdırmışlar; “İhtiyar bize bıçakla saldırdı, bize ana avrat küfretti”, diye.

Bıçak meselesi yukarıda anlattığım şekilde oldu da, biz bu yaşımıza kadar hiç kimseye ana avrat küfretmedik. Bizi çileden çıkaran zalimlerin sadece şahsına hakaret ederiz, mecbur kaldığımız durumlarda.

Onlar kendileri gibi bildikleri için herkesi, bize bu iftirayı attılar. Ama baş zalimin kızı, birinci kattaki evinden telefonuyla videoya almış olayın tamamını. Montajlayıp üç parça halinde eklemişler bu videoyu şikayet dilekçelerine.

Tabiî bu arada kendilerinin saldırılarıyla ilgili bölümleri kesip çıkarmışlar.

Fakat bütün bunlara rağmen, kendi çektikleri videonun teknik bilirkişi tarafından yapılan tapesinde bizim ağzımızdan çıkan hiçbir küfür yok.

Bunları söyledik hakime de. Neyse… İşin bu hukuki yönüyle ilgili avukat yoldaşlarımız gereken ilgiyi, takibi, mücadeleyi yürütecekler.

Ben size burada evimize yeni konuk olan, mecburen konuk olan kuyruklu torunlardan söz edeyim…

1- İşte bu, Nazlı Hanım…

Uzun tüylü, Kaliko bir kız. Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi, hasta ve bitkin vaziyette bulundu, otobüse bindiğimiz durağın 150 metre kadar yukarısında.

Nazlı Hanım’ı bulduğumuzda bir çimke olsun yemek yiyemiyordu. Götürdük veterinere hemen. Ağzının sol avurdu çürümüştü, hain bir virüsün yaptığı bir tahribattan dolayı. Orayı kesip çıkardı veteriner. Serumla birlikte antibiyotikler yükledi.

Bizim Sultan bir hafta taşıdı veterinere…

10 gün kadar sadece AD Islak Mama yiyebildi. Sonra biraz daha ucuz ıslak mamalar yedi. Sonrasında da piliç çevirme yemeye başladı ve pilici de çok sevdi. Hâlâ da bayılır ona.

İyileşti hızla. Sırtı dümdüz oldu, iyi beslenmesinden dolayı. İnsana da çok yakın…

Geceleri bazen benim, bazen de Sultan’ın koynunda yatar. Fakat nefes alması hırıltılı. Onu henüz tedavi ettiremedik. Neden kaynaklandığını da bilemiyoruz.

Şimdiki güzel hali de bu Nazlı Hanım’ın…

Fakat avurdundaki kesilip alınan o bölge hâlâ 10 kuruş iriliğinde bir boşluk bıraktı. Fakat bu, yiyip içmesinde bir sorun teşkil etmiyor.

2- Bu da doğumuna bir hafta kala balon gibi şiş karnıyla getirilip apartman girişinin önündeki duvara bırakılan iri Kaliko anne.

Hayvanın evden atıldığı besbelliydi. Çünkü tertemizdi her yanı ve insana da çok yakındı. Üstelik de mahallede her taraf taşa betona kesti. Hayvanların doğurabilecekleri güvenli bir köşe bucak kalmadı. Üstüne üstlük bir de köpekler var kapının önünde. Onlar yabancı kedilere ve yavrularına saldırırlar. Evin önünde bizim baktığımız kedilerle dostturlar ama yabancılara saldırıp kovalıyorlar.

İşte bulduğumuz günlerdeki hali:

Nitekim çok geçmeden korktuğumuz başımıza geldi. Anne gözümüzün önünde mukavva kutunun içine art arda altı tane yavru doğuruverdi.

İşte, yavrularıyla bu da:

Yavrular bir buçuk aylık oldu. Artık katı yiyecek yiyebiliyorlar. Koyduğumuz kitaplık odamızda da zarar veriyorlar oynayarak eşyalara, kitaplara.

Anne, yavrularını emzirdikten sonra çıkıyor gündüz salona. Salonda, mutfakta dolaşıyor. Yiyeceklerini yiyor, sonra da giriyor tekrar kitaplık odasına ve yatıyor yavrularıyla alt gözünü boşalttığımız, bir polar serdiğimiz bir kitaplığın içine.

İşte salonda keyifle gezerken:

Bu gezileri anında yanına yaklaşan türdaşlarına da korkutucu çığlıklar atarak saldırır.

3- Bu anne de bir mukavva kutu içinde üç yavrusuyla birlikte evin otuz metre ilerisindeki cadde duvarının üzerine bırakılmıştı. Yavrular henüz doğmuştu. Şimdiye dek aynı anne duvarın hemen yanındaki bir apartmanın kullanılmayan ve camı da açık olan boş dükkanına girer, orada yavrular, yavrularını orada büyütürdü. Biz sadece yiyecek verirdik o duvarın üstünde.

Fakat bu kez kendi oğlu da veteriner olan bu komşu, çıkarıp atmış hayvanları dışarıya, o yağmurlu, tipili günlerde.

Onları da alıp getirdik eve…

Büyüdüler evde yavrular. Kısırlaştırdık anneyi. Yavrular daha kısırlaşacak yaşa gelmedi.

İşte bu annenin de şu an evdeki mutlu durumu:

Havalar iyileşince sokaktaki alışık olduğu mekana bırakmayı düşünüyoruz. Zaten orada da biz bakıyoruz, aç kalmıyorlar.

4- Bu da yavrulayacak bir yer bulamadığı için çıkıp bizim apartmanın çatısına, izocamların üzerine yavrulamış, üç yavrusunu.

Bunun yavruları da büyüdü, merdivene kaka yapmaya başladılar. Mecburen onları da aldık eve. Anneyi kısırlaştırdık, sokağa çıkmayı çok istediği için bıraktık. Şimdi sokakta eski yaşadığı mekanlarda yaşamını sürdürmektedir.  Yavrularının sağlığı da iyidir.

Bu anlattıklarımız iyi kötü, tatlı acı olaylar hep…

Fakat bir de apacı olaylar vardır yaşadığımız. Bu süreçte altı yedi kedimiz, bazıları evin kıdemlilerindendi, ölüverip gittiler. Kiminin yaşlanıp direnci düşünce FİB denen bela atağa geçti; eritip kurutup öldürdü hayvanları. Kimi sokaktan alıp o an için ölümden kurtardığımız yavrular yeterli anne sütü alamadıkları için ve bu sebeple yeterli direnç oluşturamadıkları için FİB denen alçak, zalim virüsün yaptığı acılı hastalıklardan dolayı ölüp gittiler.

Ne demiştik daha öncesinde de?

Hayat da böyle zaten. Acılar, mutluluklar karmaşası…

Neylersiniz…

Yapacak bir şey yok…

İşte biz insanlar, bebeler, kadınlar, hayvanlar acı çekmesinler diye Sosyalist, Komünist olduk. Doğa varlıkları, tahrip edilmesin diye, gelecek nesillere tertemiz, dupduru, bozulmamış biçimde aktarılsın diye devrimci olduk.

Dedik ki insanlar birbirlerini yük hayvanı yerine koymasınlar. Birbirlerini kandırmasınlar, aldatmasınlar, sömürmesinler. Bunun yolu da üretim araçlarını kişi mülkiyetinden çıkarıp toplumun tümünün mülkiyeti haline getirmektir. Böylece sosyal eşitsizlikler ortadan kaldırılacak, insanlar alınterleri dökerek ortaya koydukları emeklerinin karşılığını tam olarak alabilecekler.

Bu gerçekleşince de toplumdaki acılar ve doğadaki tahribat büyük ölçüde giderilmiş olacaktır. İnsanların yüzü gülecek, mutlu olacaklardır şu kısacık hayatta.

Biz ömrümüzü buna vakfettik. Bundan daha değerli bir yaşama biçimi kabul etmiyoruz. Hayata en zengin anlam veren yaşama biçimi budur.

Bugünlük de bu kadar olsun.

Selam, sevgi ve saygıyla…

25 Şubat 2020

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı