Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut’un anlatımıyla Köy Enstitüleri…

Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta‘nın bedence aramızdan ayrılışının 42’nci yıldönümü olan 2013 yılında Halkın Kurtuluş Partisi tarafından her yıl olduğu gibi bir Anma Etkinliği gerçekleştirilmiş, Ana Konuşmayı Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut yapmıştı.

Genel Başkan’ımız, yaptığı konuşmada MAH Şehidi Sabahattin Ali‘nin alçakça katledilmesini de konu edinmiş, bu bağlamda Köy Enstitülerine de değinmişti. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82’nci yıldönümünde Genel Başkan’ımızın yaptığı konuşmadaki ilgili bölümü bir kez daha yayımlıyoruz.

***

Sabahattin Ali, 1946 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne geliyor ziyarete. Devlet tiyatrolarının kurucusu, Hitler Faşizminden kaçan demokrat Alman tiyatrocu Karl Ebert’e tercümanlık yapmak üzere birlikte geliyorlar. Ama Sabahattin Ali, Karl Ebert’ten çok daha fazla ilgi görüyor. Tabiî S. Ali, yazar, şair, konservatuarda hoca. O bakımdan öğrencilerin hayranlığını kazanmış. Hasanoğlan bildiğimiz gibi yüksekokul seviyesinde. Köy Enstitülerinin yüksek okul kısmı ve direği. Bir gün bir gece kalıyorlar ve gece öğretmenlerle bir toplantı yapıyor Sabahattin Ali. İlerici, devrimci öğrenciler var, öğretmenler var onlarla sohbet ediyorlar.

Tabiî aynı zamanda Nihal Atsız’ın o zamanlar aktif önderliğindeki faşist ekip var, onlara da bağlı az sayıda köy enstitüsü öğrencisi var, öğretmen var; onlar ihbarda bulunuyorlar İlköğretim Genel Müdürlüğüne. Yani komünist faaliyet yapılıyor, Sabahattin Ali’nin, Nazım Hikmet’in ve diğer komünistlerin kitapları getiriliyor, okutuluyor, anlatılıyor Köy Enstitülerinde, diye. 1946 seçimleri sonrasında, ABD Emperyalizminin ve yerli sermayenin bu baskıları karşısında, İsmet Paşa geri adım atıyor, çözülüyor. Kendi eliyle kurduğu Köy Enstitülerine ilk darbeyi kendisi vuruyor; Hasanoğlan Köy Enstitüsünü kapatıyor. İhbar edilen devrimci öğretmenler arasında, Mustafa, Metin, Orhan Yoldaşlar hatırlayacaktır, bizim İşbilgisi Öğretmenimiz Bekir Semerci’nin de adı var. Biyoloji ve İşbilgisi öğretmenimiz oldu, Konya Karma Ortaokulu’nda. Ermenekli, namuslu, öğrenci dostu, bize abi gibi davranan, gerçek anlamda bir Köy Enstitüsü öğrencisiydi, oradan yetişme bir öğretmendi.

Tabiî bütün bunlar, Sabahattin Ali için ölüm fermanın imzalanmasında etken olur. İsmet Paşa, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u görevden alıyor ve Hasan Ali Yücel’i de bakanlıktan alıyor. 1946 seçimi sonrası kurduğu Recep Peker başbakanlığındaki yani Nazi eğilimli hükümette H. Ali Yücel yer almıyor. Onun yerine Recep Peker’le aynı eğilimde olan Şemsettin Sirer getiriliyor.

Üstelik de H. Ali Yücel, üç yıl boyunca komünist olduğu iddiasıyla yargılanıyor; mahkemelerde süründürülüyor, sonrasında da köşesine çekiliyor.

Bu gerici savrulmaya, İsmail Hakkı Tonguç o denli kızıyor ve küsüyor ki, İsmet Paşa’yla ömür boyunca bir daha görüşmüyor, yüz yüze gelmiyor. O da namuslu bir insan, gerçek bir halksever, gerçek bir halk çocuğu…

Zaten Fevzi Çakmak mesela, “Paşam bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacağız? Daha ne kadar tahammül edeceğiz bunlara” diye, İsmet Paşa’ya ikide bir Genelkurmay Başkanı olarak tehdit mi diyelim, teklif mi diyelim, girişimlerde bulunur.

İşin tuhafı, Köy Enstitülerindeki bu devrimci faaliyetleri soruşturmak üzere yeni milli eğitim bakanıyla beraber Kazım Karabekir geliyor Hasanoğlan Köy Enstitüsüne, Sabahattin Ali’lerin ziyareti sonrasında. Kazım Karabekir, sizin bir marşınız varmış, diyor. Hani o marşı (Ziraat Marşı)nı belki bazı arkadaşlarımız bilir:

“Sürer eker biçeriz güvenip ötesine

diye başlar,

“Milletin her kazancı milletin kesesine.

Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine”

diye ikinci, üçüncü dizesi devam eder.

O zamanki öğretmenler anlatıyor: “Baş çiftçi Atatürk”, der demez, kestirdi, diyorlar Kazım Karabekir. Yani Atatürk’ün adını duymaya bile tahammül edemedi, diyorlar. Bu denli tepkili arkadaşlar ve bu denli gerici.

Halkımıza çok büyük yararı olan bu eğitim kurumları, yerli-yabancı Parababalarının çıkarına dokunduğu için kapatılıyor. Tabiî onların derdi halkın refahı, mutluluğu değil. Kendi vurgunları, talanları, sömürüleridir.

Bundan sonraki yıllar artık Birinci Ulusal Kurtuluş’un ve onun sonucu kurulan Cumhuriyet’in kazanımlarının, değerlerinin birer birer kaybedildiği yıllar olacaktır. Türkiye her geçen gün biraz daha emperyalizmin saflarına doğru çekilecek ve sonunda emperyalizmin yarısömürgesi haline dönüştürülecektir.

Köy Enstitüleriyle ilgili olarak bu konuyu geçmeden önce şu aydınlatıcı satırları okumakta fayda görüyoruz:

“1946: H. Ali Yücel ile kurucusu ve büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç ve ekibi görevden alınır. Tüm Köy Enstitülüler için uzun ve zorlu yıllar başlar…

“Toprak ağaları ve onların yurt içi ve dışındaki destekçileri (Yerli- yabancı Finans-Kapitalistler, – N. Ankut) bu büyük atılımın hayata geçmesine izin vermemiştir. Fakat bu kadar etkin ve iyi sonuçlar alınmış bir kurumu birdenbire kapatmayı göze alamazlar… Bu süreç aşamalı olarak 8 yıl sürer.

“1947: Önce program değiştirilir. Öğrencinin yönetime katılması, iş eğitimi gibi temel ilkeler ve etkinlikler, mezunlara arazi ve teçhizat sağlama uygulaması kaldırılır.

“Aynı yıl beyin işlevi gören Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır. Öğrenciler başka okullara nakledilir. Bazı öğrenciler solcu oldukları için askerliklerini “çavuş” olarak yaparlar.

“1948: Eğitmen kurslarına son verilir. Kimlikleri değiştirilen ve  adları hâlâ Köy Enstitüsü olan kurumlar kız ve erkek öğrencilerin ayrılması ile son darbeyi alır.

“1954: İlköğretmen okuluna dönüştürülerek tamamen kapatılır. (Demokrat Parti İktidarı-Bayar-Menderes döneminde, – N. Ankut)

“Böylece, UNESCO tarafından gelişmekte olan ülkelere önerilen eğitim tarihinin bu özgün uygulamasına son verilmiştir.

“Geriye Kalanlar!!

“1945-46 öğretim yılına kadar:

“17 321 öğretmen, 8756 eğitmen, 1599  sağlık memuru, milyonlarca yetişmiş öğrenci, onlarca yazar, bilim insanı, sanatçı;

“710 bina, 15 000 dönüm işlenmiş toprak, 750 000 dikilmiş fidan, 1200 dönüm bağ…” (Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği, KAVEG)”