Emek harcamaktan geri durmadığımız TGB ve TLB’nin 1 Mayıs Tavrını kabul et-miyoruz

Emek harcamaktan geri durmadığımız TGB ve TLB’nin 1 Mayıs Tavrını kabul etmiyoruz

Türkiye Gençlik Birliği (TGB) ve Türkiye Liseliler Birliği (TLB)’nin önceki gün (29.04.2014) yaptığı 1 Mayıs Kadıköy Deklarasyonu, kuruluş amaçlarıyla ters düştüğü gibi demokratik merkeziyetçi işleyişlerine de tezattır. Böylesine önemli bir konuda tartışma ortamı yaratmaksızın deklarasyonda bulunmak, geniş kitleleri kapsama hedefi gözeten bir kitle örgütü için kabul edilebilir bir durum değildir.

Kurtuluş Partisi Gençliği ve Halk Kurtuluşçu Liseliler Taksim’de tek ve merkezi 1 Mayıs hedefini benimsemiş, TGB’nin tarihinden oldukça eskilere uzanan bir dönemden beri bunun mücadelesini vermektedir.

1977 1 Mayısı’nda 34 şehit vererek o alanının her karış toprağını kanımızla suladık ve Taksim’i 1 Mayıs’ın tartışılmaz anavatanı yaptık. Düşman yani yerli yabancı Parababalarının işbirlikçi hain Tayyipgiller iktidarı Taksim dışındaki yerlere bir şey demezken, Taksim’i ısrarla ve kararlılıkla İşçi Sınıfımıza ve diğer halk güçlerine yasaklamasının nedeni budur. Yani 1 Mayıs’ın Anavatanını devrimci güçlerin elinden almak istemektedirler.

Devrimci önderlerin, hepimizin savaş olduğunu kabul ettiği mücadelemizde şu askercil düsturu vardır. Bunu Devrimler Kartalı Lenin Sovyet Devrimi’nde, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’mızda uygulayarak başarı kazanmış, Tarihin akışını mazlum milletlerden yana çevirmişlerdir. O düstur şudur: Güçlerin en irisini düşmanın en zayıf olduğu yere yığmak.

Skolâstik kafalar, 39 bin polis, 50 TOMA ile korunacak ve ilan edilmemiş bir sıkıyönetim uygulanacak İstanbul’un ve Taksim’imizin düşman güçlerin en zayıf olduğu nokta olduğunu elbette kavrayamazlar. Soyut teorik tartışmalara girmeye şu an için ihtiyaç duymaksızın, gerçek devrimcilerin yapması gerektiği gibi somut tahlil yaparsak, bunun gerçekliği en net biçimde Gezi İsyanı’mızda ortaya çıkmıştır. Taksim alanı, Türkiye İşçi Sınıfı ve devrimci mücadele tarihi açısından reddedilemeyecek şekilde bilinmektedir ki mücadelenin en anıtlaşmış alanıdır. Bunun gerçekliğini ve meşruiyetini tartışmak saçmalık olur. Bu alanın; yurtseverlerin, devrimcilerin, Mustafa Kemalcilerin, tam bağımsızlıkçıların, Türkiye’de yaşayan dost halkların, gençliğin, aydınların, özgürlük isteyen her yaştan Erkek ve kahramanlıklarını bir kez daha göstermiş Kadınlarımızın mücadelesinin cisimleşmiş şekli olduğunu sadece Türkiye değil tüm Dünya görmüştür. Mısır’da, Brezilya’da özgürlük mücadelesi verenler “Her yer Taksim” sloganları atmıştır. Bu slogan Türkiye’nin bir iki ili hariç tüm illerinde 2013 Haziran ayından sonra durmaksızın devam eden eylemlerde atılan ortak slogan olmuştur. Bu direniş ile halklarımız uyanışa geçtiklerinin haberini vermişlerdir. Sayılar milyonları aşmış; kuşkusuz Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanması yaşanmıştır.

Tayyipgiller’in, Fethullah Cemaati dahil Ortaçağcı-gerici tüm güçlerin bu denli sert biçimde Taksim’i koruma istekleri işte bu ayaklanmanın benzerinin yaşanmasından korkuyor olmalarıdır. Taksim’in yeniden devrimci güçler tarafından, halk tarafından zapt edilmesi korkunç moral kazandıracaktır. Bu inkâr edilebilir mi? Hangi “parlak” zekâ buna hayır diyebilir?

Asıl soru şudur; Gezi ile başlayan Haziran Ayaklanması’na katılan herkesin yüreğinin bir parçasının Taksim’de atmış olması bir tesadüf müdür?

Elbette değildir. Bu eylemlere katılmış kitleler yıllar boyu fiziki olarak geri durdularsa da belli ki gönülleri hep 1 Mayıs’larda Taksim için mücadele edenlerden yana olmuş insanlardan derleşiktir. Bu ruh şekillenmesi o kitlelerden önce Taksim için mücadele etmeksizin başarılabilir miydi?

Başka bir deyişle son 7 yıldır Taksim için mücadele edenler olmasaydı Gezi olur muydu? Son 7 yıldır Taksim için mücadele edenler de şimdi içinde TGB ve TLB’nin de olduğu örgütler gibi, başka başka alanları hedef gösterselerdi Haziran Ayaklanması, Taksim’de Türkiye İşçi Sınıfının başkentinde yürekleri bir atan milyonlar olur muydu?

“Olurdu” diyenler ya kördür, ya korkak ya da hain. Hainlerin korkaklıkta buluşması da tabiî ki tesadüf değildir.

Biz inanıyoruz ki TGB ve TLB’nin bu antidemokratik yollardan alınmış kararı, her ne niyetle, düşünceyle alınmış bir karar olur olursa olsun, “orada PKK olacak”, “biz Türk Bayrağı’nın olduğu yerdeyiz” gibi ucuz, bugüne kadar halkımızı tüm ilerici eylem ve etkinliklerden geri tutmak için kullanılmış argümanlar, TGB ve TLB’nin kitlesinin Taksim mücadelesinin anlamını kavramalarına engel olamayacaktır. Gezi’de kim, kimin elindeki bayrağa müdahale etmişti?

Taksim’e bayrağınla gel o zaman.

Taksim’de İşçi Sınıfı yok, deniliyor.

Bu da doğru değil, 2010-2011-2012 1 Mayıs’larına bakın, yok mu gerçekten?

İstanbul Valisi ile aynı gerekçeleri kullanmak durumda kalmak, egemenlerin ağzından konuşmak durumunda kalmak, bir yurtsever için ne kadar acınası bir durumdur…

Taksim’de İşçi Sınıfı yok ama Kadıköy’de var öyle mi?

Kim getirecek Kadıköy’e İşçi Sınıfını?

İP’in yandaşı Türk-İş öyle mi?

Türk-İş’i kim kurdu?

CIA.

Kim eğitti ve yıllarca maddi giderlerini kim karşıladı?

CIA.

12 Mart ve 12 Eylül Faşist Diktatörlüklerine kim Çalışma Bakanı vererek destek çıktı?

Türk-İş.

Bugün Tayyipgiller iktidarının yandaşı olan en gerici konfederasyonlardan birisi hangisidir?

Türk-İş.

Türk-İş işçi hakkı savunan değil, İşçi Sınıfını ve işçi haklarını işverenlere peşkeş çeken bir sarı sendikadır.

Gezi Direnişi’nin başarısı o güne kadar hiç dirsek temasında bulunmamış kitlelerin yan yana olabilmiş olmasındadır. Ve bugün, içinde bizim de olduğumuz Taksim Mücadelecilerini devlet ağzıyla yabancılaştırarak, kendi Kadıköy eylemini meşrulaştırma çabasına girmek en başta Gezi’ye, Haziran Direnişi’mize ve doğal olarak son tahlilde halkımıza karşı ihanettir.

Oldubitti ile alınan bu kararı kabul etmiyor, tanımıyor, TGB ve TLB’yi bu yanlıştan döndürmek için mücadele edeceğimizi deklare ediyoruz. 30.04.14

Kurtuluş Partisi Gençliği

Halk Kurtuluşçu Liseliler

Print Friendly, PDF & Email