Düzenbazlık Yapma Metin Feyzioğlu!

 

Düzenbazlık Yapma Metin Feyzioğlu!

 

Fırıldak çevirme! Pis numaralara yatma! soyadını taşıdığın dedenin yoluna sapma! Mide bulandırıyorsun!

Can çekişmekte olan Tayyipgiller’e İkinci bir “Dolmabahçe Mutabakatı”yla hayat öpücüğü sunma! Sen de adın gibi biliyorsun ki Pensilvanyalının Cemaatıyla Tayyipgiller İktidarı 12 yıldan bu yana ortaktırlar. Tayyipgiller’in tüm iktidarları süresince de Pensilvanyalı, iktidarın iki bileşeninden biridir. Bu gönüllü bir birlikteliktir,  zorunlu bir birlikteliktir ve menfaat birlikteliğidir. Yani bu birliktelik bir “menfaat evliliği”dir. Çıkar ortaklığıdır. Bu gerçeği eşekler bile bilir.

Bu ortaklığı organize eden de her ikisinin fabrikatörü ve sahibi ABD Emperyalistleridir. Ne idi bu ortaklıktaki amaç? Laik, Mustafa Kemalci, Antiemperyalist, Yurtsever insanları, güçleri tasfiye etmek, terörize etmek, sindirmek, korkutmak, özetçe saf dışı etmek. Böylece de Türkiye’yi Yeni Sevr’e götürürken ortaya çıkacak bir engelin, bir direnç noktasının olmamasını sağlamak. Yani “yol temizliği” yapmak.

Peki, bu hainane işi yaptılar mı? Evet, yaptılar. Türk Ordusu’ndaki Mustafa Kemalci, Antiemperyalist, Laik unsurların bilinenlerini, önde gelenlerini insan aklıyla alay eden düzmece delillerle Silivri, Hasdal Zindanlarına tıktılar. Üstelik onlara onlarca, yüzlerce hatta binlerce yılı bulan ağır hapis cezaları verdiler.

Türk Ordusu’nun komutasını da Özel, Güzel, Tombalak ve de İnce Topukçu Paşa’ya teslim ettiler. O paşa ki bu mazlum milletin emeğinden karşılanan yediği bir öğün karavana ve giydiği üniforma bile aslında heba edilmiş olur.

O, tam da Hüseyin Çelik’in Türk Ordusu için gönlünde yatan statünün karşılığıdır. Yani sadece bir “site güvenlikçisi”dir.

Ne acıdır ki sadece Orduyu değil, üniversiteleri de yazılı ve görsel basını da, bilim insanlarını da hedef aldılar. Onların da önde gelenlerini aynı zindanlara doldurdular, aynı mahkumiyetlere çarptırdılar. Geride kalanları da ya korkutup sindirerek ya da yemleyerek saflarına çektiler. İnsanlıktan çıkarıp şakşakçıları, soytarıları haline getirdiler.

Şu anda Türkiye Yeni Sevr’in uygulanışının eşiğine getirilmiş durumdadır. Ortadoğu’da yeni bir İsrail’in-İkinci İsrail’in yaratılması an meselesidir. Kaldı ki ABD Emperyalistleri bununla da yetinmeyecekler, Türkiye’yi bir de Ermenistan parçası olmak üzere en az üç parçaya bölmek isteyeceklerdir. Ve bu gidişe 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Silivri Zindanı önlerinde ve Taksim Gezi İsyanı’mızda meydanları dolduran milyonların dışında karşı çıkacak bir güç kalmamıştır. Bu Antiemperyalist güçler de ne yazık ki örgütsüzdür, darmadağınıktır. O yüzden zaten sonuç alıcı vuruşu yapamamaktadır, en azından bugüne dek yapamamıştır bu güçler.

Türkiye bir yandan Yeni Sevr bataklığının kenarına getirilirken diğer yandan da Ortaçağın karanlıklarına doğru yani bir din devletine doğru sürüklenip götürülmektedir.

 

Haçlı İşbirlikçisi hainler cephesinin ganimet paylaşım savaşı

Tayyipgiller-Fethullah ittifakı ya da başka türlü söylersek; Haçlı işbirlikçisi hainler cephesi işte bu noktada artık nihai zaferi kazandıklarına kani oldular. Ve ganimeti paylaşım kavgasına giriştiler. Önce bir iki yoklama çektiler birbirlerine. Ama her iki taraf da geri adım atmadı. Her ikisi de zaferde belirleyici gücün kendisi olduğunu, bu nedenle de aslan payının onun hakkı olduğunu ileri sürüyordu. Tayyipgiller’e göre Fethullah Cemaati adı üstünde sadece bir cemaatti. Dinî yandaşlar topluluğuydu. Kendisi ise sandıkta üst üste zaferler kazanmış siyasi iradenin yani iktidarın sahibiydi ve yapılanları kendisi yapmıştı. Öbürleri sadece ona önemsiz yardımda bulunmuşlardı.

Fethullah tarafıysa Tayyipgiller’i ve onların şefi Tayyip’i İHL’de öğretilen pat çat dini bilgilere sahip bir kazma olarak değerlendiriyordu. Türkiye’nin bu noktaya getirilmesinde, daha doğrusu bu duruma düşürülmesinde asıl belirleyici etkenin kendileri olduğunu düşünüyorlardı. Kendilerinin 60 küsur yıldan bu yana ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi’yle uyumlu bir şekilde iğneyle kuyu kazar gibi dikkatlice ve sistemlice durup dinlenmeden çalışarak ve kitleleri CIA İslamı’yla afyonlayarak bu işi başardıklarına inanıyorlardı. Tayyipgiller’inse bu hazır zemin üzerinde siyaset yaparak kendileri sayesinde iktidar olduklarını kabul ediyorlardı.

İşte bu sebepten her iki taraf da Türkiye’yi yönetmenin kendilerinin hakkı olduğuna inanıyordu.

Kapışma bu uzlaşmaz çelişkiden, çıkar ve iktidar hırsından kaynaklandı.

Tayyipgiller Cemaatin tarlasını sulayan suyu keserek yani dershaneleri kapatarak onun kökünü kurutmak istedi. Bu radikal bir saldırıydı.

Bunu gören Pensilvanyalı ve ekibi Tayyipgiller’i en zayıf ve en can alıcı yerinden vurdu. Tayyipgiller hep söylediğimiz gibi aslında bir “çıkar amaçlı suç örgütü”ydü. Onların gerçek İslama, ahlâka, insancıl namusa ve hukuka uygun bir tek işini bile neredeyse bulamazsınız. Onların tapındığı biricik tanrı “Para Tanrısı”dır. Ve bu tanrı, yanında başka hiçbir tanrının varlığına tahammül etmez…

Bunlar eski yol arkadaşları İstanbul eski belediye başkanı Ali Müfit Gürtuna’nun iddia ettiği gibi sadece İstanbul imar rantından 243 milyar dolarlık vurgun yapmışlardır. Türkiye bazında baktığımız zaman bunların vurgunu, hırsızlığı, çalıp çırpması yani kamu malı aşırmacılığı trilyonlarca doları bulur. Tayyip’ten ve ailesinden başlamak üzere bunların tüm bakanları, tüm milletvekilleri, belediye başkanları, il-ilçe yöneticileri ve bunların yakınları hep çalmıştır, vurmuştur, götürmüştür. Çekirge sürülerinin ekin tarlasına saldırmaları gibidir bunların çalmaları, hırsızlıkları. Durup dinlenmemecesine ve şeytanın bile aklına gelmeyecek yol ve yöntemlerle çalarlar bunlar.

İşte Fethullah ve cemaati Tayyipgiller’in tüm bu hırsızlıklarını bir bir hatta kuruşuna kadar bilmektedir. Çünkü onlar Emniyet İstihbaratının tepesinde bulunmuş Hanefi Avcı’nın ünlü kitabında anlattığı gibi elektronik istihbaratı, izlemeyi, gözlemeyi Türkiye’de devletin istihbarat kurumlarından bile iyi yapmaktadırlar. O teknoloji, donanım ve kadrolara sahiptirler.

17 Aralık’ta yapılan vuruş aslında bir açılıştı. Nitekim hemen ardından Bilal’e ve Tayyip’in en yakınlarına uzanan ikinci hamle de geldi. Besbelli ki Fethullah bir iki hamle sonrasında şah çekecekti. Yani görevden alınan Deniz Feneri savcısı Abdulvahap Yaren’in deyişiyle “hırsızlar imparatoru”nu nişangâhına oturtacaktı. Ve onun bundan asla kurtuluşu olmayacaktı.

Bunu çok iyi gören Tayyip, hemen karşı saldırıya geçti. Kanun, hukuk, mahkeme kararı, Anayasa hepsini fırlatıp bir kenara attı. Ve tek adam diktatörlüğünü ilan etti. On bakanını, onlarca emniyet müdürünü ve yüzlerce emniyet amirini, emniyet şube müdürünü görevden alarak yerine kendisine uşakça bağlı ve hizmet edecek yenilerini getirdi.

 Ortada apaçık bir mahkemenin kararı bulunmasına rağmen oğlunu-Bilal’i ifade vermeye göndermedi. Yeni atadığı vali ve polis şefleri aracılığıyla sağladı bunu. Bu açıkça bir Anayasa ihlaliydi. Anayasa’yı ihlal ettiniz mi artık sizi o mevkiye getiren her türlü hukuki yasa ve kurumu berhava etmiş olursunuz. Böylece de sizin o mevkide kalmanız artık mümkün olmaz. Siz artık apaçık bir işgalcisiniz, çetesiniz, hırsızlar örgütüsünüz. Halkımızın deyişiyle Kırk Haramiler çetesisiniz.

 

Tayyip milyonlarca insanın çektiği acıların bir numaralı sorumlusudur

Tayyip’in yaptığı ahlâksızlıklar yüz kızartıcı suçlar sadece ekonomik alanla sınırlı değil. O iktidara geldiği günden bu yana da kendi yapımcısı olan ABD Emperyalistlerine hizmetkârlık etmektedir. Irak’ı işgal eden, uydurma gerekçelerle Irak’a saldıran milyonlarca masum Müslümanın kanını döken, on binlerce Müslüman kadının ırzına geçen ABD askerlerinin sıhhat ve afiyet içinde ülkelerine dönebilmesi için “ Allah’ına dua etmektedir”, hiç utanıp arlanmadan, hiç yüzü kızarmadan.

 O, ABD Emperyalistlerinin Libya’ya saldırmasının, Libya petrollerini yağmalamasının ve yüz binlerce masum Libyalı Müslümanın kanının dökülmesinin en önde gelen suç ortağıdır. Muammer Kaddafi’nin alçakça, canice linç edilmesinin suç ortağıdır.

O, yine mazlum Suriye halkına ve onun Antiemperyalist Lideri Beşşar Esad’a karşı üç yıldan bu yana işlenen suçların yine en önde gelen suç ortağıdır. O, defalarca NATO’nun, Obama’nın-ABD’nin Suriye’ye askeri saldırıda bulunması için çağrıda bulunmuştur. 150 bin civarında masum Suriye insanının hayatını kaybetmesinde yine 1 numaralı suç ortağıdır. Yine bu ülkede 500 bin Müslüman evinin yakılıp yıkılmasında, 4 milyon Müslümanın canını kurtarmak için vatanını terk edip başka ülkelere sığınmasında ve bu mazlum ülkenin ekonomik alt yapısının yerle bir edilmesinde en önde gelen suç ortağıdır, ABD uşağıdır.

Yine Tayyipgiller ve şefi Tayyip, Taksim Gezi İsyanı’mızda on civarında insanımızın kahraman ilan ettiği polislerce canının alınmasında, onlarcasının gözünün çıkarılmasında, binlercesinin gazlanmasında, coplanmasında, gözaltılara alınmasında 1 numaralı suçludur.

Açıkça demedi mi o günlerde “Polise emri kim verdi diyorlar. Ben verdim ben”, diye… Reyhanlı’da resmi açıklamalara göre 53 masum insanımızın hayatını kaybetmesinde yine birincil faildir Tayyip. Uludere-Roboski’de 34 Kürt insanımızın bombalanarak parça parça edilip yakılıp kömürleştirilip öldürülmesinde yine 1 no’lu suçludur.

2005’te Pamukova’daki hızlı tren kazasında 41 kişinin hayatını kaybetmesinde 1 numaralı suçludur. Uzmanlar bu raylarda hızlı tren çalışmaz demelerine rağmen bu yönde yazılı raporlar vermelerine rağmen “ben emrediyorum, çalışacak”, diyen Tayyip’tir. O sebepten o 41 kişinin hayatını sonlandıran da bizzat Tayyip’tir.

Bunların suçları saymakla bitmez. Bunların hepsinin hesabını verecekler…

17 Aralık’ta iktidar paylaşım savaşı sonunda “Çanak Çömlek Patlamıştır”. Geriz patlamıştır. İnsanı kusturan pislikler olanca çıplaklığıyla ortalığa saçılmıştır.

 

Dinle Feyzioğlu: Tayyipgiller bir an önce alaşağı edilmeli, işledikleri

suçların hesabını vermelidir

Bu durumu görmezden gelip ya da olaya şaşı bakıp güya Ergenekon tutuklularını kurtarma bahanesiyle Tayyipgiller’le Dolmabahçe’de empas kumpas hesaplarına girmek en hafif deyimiyle ahlâksızlıktır. Artık hele hele bu noktadan sonra Tayyip’e Abdulvahap Yaren’in verdiği adla “Hırsızlar İmparatoru” değil de “Sayın Başbakan”, diye hitap etmek yine en hafif deyimiyle ahlâksızlıktır, namussuzluktur.

 İşi meclise ya da sandığa havale etmek yine aynı oranda ahlâksızlıktır, namussuzluktur, düzenbazlıktır. Meclis demek Tayyipgiller demektir, şu anki konumuyla. Oradan Tayyipgiller’in istemediği hiçbir yasa çıkmaz. Bunu da yine eşekler bile bilir.

Sandık demek yine Tayyipgiller’in birinci parti olarak çıkmasını sağlamak demektir. Şu anki kamuoyu yoklamaları bile göstermektedir ki Tayyipgiller sadece %11 oranında bir oy kaybına uğramıştır. Bu demektir ki Tayyip yeni bir seçimden yine ezici bir çoğunluk elde ederek galip çıkacaktır. Kaldı ki şu anda en zayıf durumdadır. Bir anlamda can çekişmektedir. Onun kendini toparlamasına ve yeniden ayağa kalkmasına fırsat verilirse oy oranını daha yükseğe taşıyabilir. Unutmayalım ki halkımız ne yazık ki Muaviye-Yezid diniyle, CIA diniyle afyonlanmış, zehirlenmiş; göremez, anlayamaz, kavrayamaz, düşünemez duruma getirilmiştir. Neredeyse oy davarı durumuna düşürülmüştür, sürüleştirilmiştir.

O bakımdan şu anda yapılması gereken tüm meşruiyetini, yasal zeminini kaybetmiş bulunan Tayyipgiller iktidarının acilen alaşağı edilmesidir. Yapılması zaruri, birincil görev budur. Bu başarılırsa hainler ittifakının bir ayağı çöker. Öbürüyle baş etmek de artık kolaylaşır. Onunla baş etmek zaten bir anlık bir iş değildir. Uzun bir sürecin işidir o. Çünkü o, milli eğitimin, polisin, idarenin, kaymakamların, valilerin, adliyenin, savcıların, hakimlerin neredeyse çoğunluğunu ele geçirmiş bulunmaktadır. Dahası da hemen tüm devlet kurumlarında örgütlenmiştir. Hatta ordu içinde bile belli bir örgütlü güce sahiptir. Bu sebeple onları uzun vadede kademeli bir şekilde buralardan ayıklamak, temizlemek gerekir. Tabiî yerlerine de namusluları koymak kaydıyla.

Fakat Tayyipgiller’i şu anda vurup düşürebiliriz. Bunlar düşünce CIA dinciliği ve din sömürüsü ağır bir darbe yemiş olur. Halkımız önemli oranda yattığı gaflet uykusundan uyandırılmış olur. Benim dinimi, inancımı sömürerek iktidar olanlar meğer ne kadar namussuzmuş, ne kadar hırsızmış, diye hayıflanır. Bundan sonra din sömürüsü yapacaklara karşı da en azından daha dikkatli olur, daha uyanık olur.

Tabiî Tayyipgiller devrildikten sonra başta Tayyip olmak üzere bunların tüm yönetici kadrolarına kelepçe vurulmalıdır. Silivri’ye ya da Sincan’a doldurulmalıdır bunlar. Bunların bütün hırsızlıklarının, namussuzluklarının, ihanetlerinin, düzenbazlıklarının bir bir hesabı sorulmalıdır.

Lafı uzatmayalım. Acilen yapılması gereken biricik Antiemperyalist, Mustafa Kemalci, Yurtsever görev budur. Bundan kaçınmak ihanete, namussuzluğa bilerek ya da bilmeyerek suç ortaklığı etmektir.

Silivri’ye ve Ergenekon tutsaklarına gelince; onlar bir saat bile bekletilmeksizin ve bir daha yargılanmaksızın serbest bırakılmalıdır. Yargılanması gereken onlar değil, Tayyipgiller’in akıldanesi Yalçın Akdoğan’ın deyişiyle Türk Ordusu’na o Kumpası kuranlardır. Siyasisinden, polisinden, savcısından hakimine kadar hepsi derdest edilip bu ihaneti yaptıkları için zindanlara doldurulmalı ve en ağır cezaya çarptırılmalıdır.

Bunu görmeyip, bilmeyip ya da bilmezlikten gelip bunlar yeniden yargılanmalıdır demek Tayyipgiller’e şu momentte açıktan destek sunmaktır. Kendisine Kumpas kurulan, ihanete uğratılan, üç, beş, altı yıldan bu yana zindanlarda tutulan insanları nasıl yeniden yargılayacaksın? Bunlar sadece namuslu oldukları için, yurtsever oldukları için, Antiemperyalist ve Mustafa Kemalci oldukları için o zulme uğratılmışlardır. Yapılması gereken onları yeniden yargılamak filan değildir. Onları duruşlarından dolayı kutlamaktır, ödüllendirmektir.

Evet, Metin Feyzioğlu! Yapılması gerekenin bunlar olduğunu sen de bilirsin. Senin bunları bildiğini de biz biliriz. Ama sen ortadan oynayarak suret-i haktan görünerek nasıl olsa kimse çakmaz diye düşünerek durumdan çıkar sağlamaya kalkıyorsun. Ulusalcılara da dincilere de şirin görünerek onların oylarını kaparak bir yerlere zıplar mıyız, hesabı yapıyorsun. Ayıptır, yazıktır, günahtır, yapma! Belki bilinçsiz, saf insanlarımızı kandırabilirsin. Ama bizleri, gerçek devrimcileri, gerçek Yurtseverleri, gerçek Antiemperyalistleri ve Mustafa Kemal’in Birinci Kuvayimilliye’de yürüdüğü yoldan yürüyenleri mümkün değil kandıramazsın.

Zaten eninde sonunda biz bu devrimci görevi başaracağız. Ama şu anda hayatın ya da tarihin akışı önümüze önemli bir fırsat çıkarmıştır. Bunu değerlendirebilirsek devrim yolunda hızla ilerlemiş oluruz.

Unutmayalım ki Tayyipgiller’le Cemaat arasındaki ittifakı çatlatan bizim Taksim-Gezi İsyanı’mızdır. O isyanda on milyonların ortaya koyduğu tepkidir, cesarettir, fedakârlıktır, adanmışlıktır. Gerçekliğin bir yönü de budur.

Tarihin akışı hep söylediğimiz gibi bazen insanı umutsuzluğa düşürecek denli yavaşlasa da, yan yollara sapsa da genelde hep ileriyedir. Sonunda kazanan mutlaka halklar olacaktır. Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz! 06.01.2014

Print Friendly, PDF & Email