Depremzede insanlarımız can derdinde, bunlarsa başka havada…

“Bir başına kalmış depremzede çocukla onu evlat edinen arasında evlenmeye engel bir durum yok”, diye fetva veren Diyanete kızıp işin aslına girmemek; namuslu bildiğimiz bazı İlahiyatçıların da korkuya kapıldığını, mesleklerinin ve insanlıklarının kendilerine yüklediği sorumluluğun gereğini yapmaktan kaçındıklarını belirtmek durumundayız.

İşi sadece Diyanete kızmakla noktalayıp gerisine yani arka planına ya da aslına girmemek, sorunun tam olarak görülmesini, anlaşılmasını engeller. Ve hatta imkânsız kılar…

İsterseniz önce Diyanetin fetvasına bakalım, virgülüne dokunmadan:

“Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte hukukî birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir. Buna göre, evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir. Ayrıca evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir (Kurtubî, el-Camî’ li Ahkâmi’l-Kur’an, 14/80).”[1]

100 bini aşkın insanımızın yıkıntılar altında ölümün kucağına itildiği şu günlerde ne demiş oluyor Diyanet?

“Evlat edineceğiniz kimsesiz çocukla ileride evlenmenizde dinen bir engel yoktur. Yani kimsesiz çocukları seçerken o gözle de bakabilirsiniz onlara. Seçim ölçütlerinizden biri de bu olabilir.”

Yani böyle bir günde bile adamların aklı fikri belden aşağıda…

Ama bu onların kişi olarak kötü oluşlarından, bozuk niyetli oluşlarından mı kaynaklanıyor?

Bizce hayır. Bu anlayış, onların dini ideolojilerinden kaynaklanıyor.

Üç yaşından itibaren kafasına doldurulan din dogmaları, zihinlerini, ruhlarını bütünüyle işgal edince başka türlü nasıl davranabilir, nasıl konuşabilir ki bunlar?..

Bütünüyle bir ideoloji olan inandıkları dinleri bunu öngörünce, kuşkusuz başka türlü fetva veremezdi, insanları sadece öbür dünyaya hazırlamakla meşgul bu sarıklı, cüppeli, takkeli, sakallı ya da badem bıyıklı zevat.

Lafı uzatmadan doğrudan işin aslına girelim:

Müslümanların din kitabı olan Kur’an bu konuda ne diyor ve o dinin kurucusu Hz. Muhammed bu alanda nasıl davranıyor, ona bakalım:

“Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, ‘Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın’ diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mı̈’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.”[2]

Demek ki neymiş, arkadaşlar?

Kur’an da bire bir aynı şeyi benimsiyormuş, üstelik de Hz. Muhammed, eylemli olarak bu işi gerçekleştirmiş. Yani evlatlığının boşadığı eşiyle evlenmiş…

Bu konuyla ilgili olarak 26 Ağustos 2019 tarihli ve “Toplum Ortaçağ karanlıklarına sürüklendikçe Kadına ve çocuğa yönelik cinayetler, taciz ve tecavüzler artıyor, artar da” başlıklı yazımızda şöyle demişiz:

***

Hz. Muhammed’in yedinci eşi Hz. Zeyneb binti Cahş’tır. Hz. Zeyneb, Hz. Muhammed’in halasının kızıdır. Yani her ikisinin de dedesi Abdülmuttalip’tir.

Bilindiği gibi, Zeyneb Hz. Muhammed’in evlatlığı Zeyd’le evlendirilmiştir, bizzat Hz. Muhammed tarafından. Sonrasındaysa Zeyd onu boşamış, Hz. Muhammed almıştır, Zeyneb’i. Bu, zamanın Arap töresine aykırıdır: Evlatlığı da olsa bir insanın geliniyle evlenmesi, Müslümanlar arasında bile infiale benzer bir tepkiye neden olur.

Hz. Muhammed bu tepkiyi, Ahzab Suresi’nin 37’nci Ayetiyle bastırır. Şöyle denir o ayette:

“Allah’ın açığa çıkarıcı olduğu her şeyi kalbinde gizliyordun. Ve halktan korkuyordun. Hâlbuki korkulmaya en ziyade layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana zevce yaptık ki, müminlere evlatlıklarının kendilerinden alakalarını kestikleri (boşadıkları) zevcelerini almakta bir müşkilat olmasın. Allah’ın emri yerine gelecektir.”

Görüldüğü gibi, Hz. Muhammed’le evlatlığının eşi Zeyneb’i nikâhlayan, bu ayete göre Allah’tır…

Arada elçilik yapan da Cebrail’dir…

Son derece alımlı ve güzel bir kadın olduğu anlatılan Hz. Aişe, Hz. Muhammed’e şöyle demekten kendini alamaz, Ahzab Suresi’nin bu ayetini kast ederek:

“Yâ Rasülallah! Vallahi bana öyle geliyor ki, Rabb’in (kadınların değil) ancak senin arzunu/rızanı, hoşnutluğunu tahakkuk ettirmek için böyle çabuk davranıyor.” (Buharî, Nikâh, 29; Müslim, Reda’ 49)

Burada görüldüğü gibi, Aişe aslında ayetlerin Allah kelamı olduğuna inanmıyor… Açıkça eleştiriyor ve karşı çıkıyor o ayetlerin emrettiklerine.[3]

***

Demek ki arkadaşlar; işin aslı böyleymiş…

Tayyip’in bir yan kuruluşu olan ve Kaçak Saray’a öncelikle hizmet vermekle kendisini sorumlu hisseden Diyanet İşleri Başkanlığı, söz konusu fetvasının referansını Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in “sünnet”inden alıyormuş.

Bu konuda bir aktarım da İlahiyatçı Yazar Arif Tekin’den yapalım. Onun “İslam’da Kadın ve Hz. Muhammed’in Hanımları” adlı kitabından bir bölüm aktaralım, konuyla ilgili olarak.

***

9-Zeynep Bint-i Cahş

Hicri 5. yılda Hz. Muhammed üç kadınla evleniyor. Biri, az önce bahsettiğim Reyhane binti Zeyd; bir diğeri de Cüveyriye binti Haris ki daha önce o da anlatılmıştı. Üçüncüsü de konumuz olan Zeynep binti Cahş’tır. Hz. Muhammed, Zeynep’le evlenmeden bir ay önce Cüveyriye ile evlenmişti. (Dimyatı, Kıtab’u Nısaı Resulıllah. s. 63.) Aynı yıl içinde bu üç hanımla evleniyor/üç sefer damat oluyor. Kendi eski hanımları da hariç. Daha önce de yazıldığı gibi Hz. Muhammed bu Cahş ailesinden üç hanımla evlenmişti: Zeynep binti Huzeyme ki, Zeynep binti Cahş’ın ağabeyi olan Abdullah’ın hanımıydı. Bu şahıs Uhud Savaşı’nda yaralanıp daha sonra ölmüş, böylece Muhammed dul kalan eşi Zeynep binti Hüzeyme’yi almıştı. Ayrıca, daha sonra zamanı gelince açıklanacak olan Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe, Ubeydullah bin Cahş’ın hanımıydı. Bu adam, İslamiyet’i yaymak için Habeşistan’a gidip orada ölmüş ve onun hanımı Ümmü Habibe dul kalmıştı. Bunun eski eşi, aynı zamanda Müslümanlıktan çıkıp Hıristiyan olmuştu. İşte bunlar, Muhammed’in Cahş ailesinden getirmiş olduğu hanımlarıdır. (İbni Esir. Üsd, No: 6947 ve el-Kamil, 2/309; İbni Abdi’l Ber, İstiab. No: 3355; Zehebi, Sireti Alam, 2/211; Taberani. age. 24/38.)

İslam tarihindeki bilgilere göre, Hz. Muhammed Zeynep binti Cahş’ı aldığı zaman kendisi 58; Zeynep ise 35 yaşlarındaydı. Zaten bu konuda ittifak var. Bu hanım, meşhur olan görüşe göre Hz. Muhammed’in ölümünden 10 yıl sonra vefat ediyor. Yani, o da dul kaldıktan sonra ölünceye dek Kur’an’daki ayet engeli yüzünden başkasıyla evlenemiyor. (İbni Sad. age. No:4120; Kastalani, el-Mevahib… 1/410; Hindi. Kenz… age. No: 37786; Hakim, age. 4/25; Halebi, age. 3/313; Askalani, İsabe, No; 11221; İbrahim Canan, age. 4/189.)

Bu hanımla ilgili olup bitenleri, Kur’an’ın Kökeni adlı eserimde izah ettiğim için, kısa bazı bilgiler verip başka konulara geçeceğim.

Zeynep, Hz. Muhammed’in halasının kızıdır. Muhammed’le evlenmeden bir yıl önce Muhammed, Cebrail’den aldığı Ahzâb Suresi’nin 36. ayetine göre kadının isteği dışında Zeyd bin Harise’yle evlendirmişti. Bu ayette özet olarak şunlar söyleniyor: “Allah ve Resulü bir şeye karar verdi mi, hiçbir mümin erkek ve kadına itiraz hakkı yoktur.” Bu ayette mümin erkek ve mümin kadından kasıt, Zeynep’le ağabeyi Abdullah’tır. Çünkü Hz. Muhammed bir yıl önce bu hanımı Zeyd’le evlendirirken, ne Zeynep, ne de Abdullah bunu kabul etmemiş, bu evliliğe karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine az önceki ayet inip kendilerinin bu konuda söz hakkına sahip olmadıklarını beyanla, bu evliliğe karar verilmişti. Ama bir yıl sonra Ahzâb Suresi’nin 37. ayeti geliyor ve bu sefer Hz. Muhammed’le evlendiriliyor. Üstelik bu ayette, “Sizin nikâhınızı da ben kıydım” deniliyor.

Burada şu merak konusudur: Acaba Zeynep’in suçu neymiş ki Allah bir yıl önce Ahzâb Suresi’nin 36. ayetini gönderip onu Zeyd’e vermişti de, bir yıl sonra yeni bir ayetle bu kez Hz. Muhammed’e vermeye karar vermiş?

Konuya gerçekçi olarak bakacak olursak, olayın mahiyeti şudur: Hz. Muhammed bir gün Zeynep’in evine gidip onu çıplak olarak görünce, dengesini kaybedip “Ey kalpleri değiştiren Allah” diyor. Hatta burada Zeynep, “Hz. Muhammed beni bu şekilde görünce, kendi kendine bir şeyler söylemeye başladı; ben onun sözlerinden ancak az önceki ifadeyi anlayabildim” diyor. (Kadı Beydavi, Envarii’t-Tenzil; Beğavi, Mealimü’t-Tenzil: Kasımi, Mehasinü’t-Te’vil; Şeyhzade (Kadı Beydavi’nin şerhi): Taberi. Camiu’l Beyan… Alusi, Ruhü’l Maani…; Kurtubi, Camiu Ahkâmü’l Kur’an: İbni’l Arabi, Ahkâmü’l Kur’an ve daha birçok müfessir, Ahzâb Suresi. 37. ayetinde bu ifadeyi yazmıştır. İbni Sad, Tabakal, No: 4120-8/295; Heysemi, age. 9/247: İbni İshak, Tere. age. 321; Îbni Habib, Muhabber. 85; Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB Tercemesi, 5/461; Ömer Rıda Kehhale, A’lam-i Nisa. 2/59; Askalani, Tehzib-i Tehzib. No: 2800. 12/449; Taberani, age. 24/44; M. Sait Mübeyyed, Mevsuatü Hayati’s-Sahabiyat, 398 vb.) Evet, onun bedenini gördükten sonra, kendisine âşık oluyor. Muhammed, daha önce Zeynep’in bu kadar beyaz tenli, böylesine güzel olduğunu bilseydi, onu hiçbir zaman Zeyd’le evlendirmezdi. Zaten çoğu kaynakta, “Hz. Muhammed onun bembeyaz, Arapların en güzeli, boylu poslu… biri olduğunu görünce kalbine bir şeyler doğdu” şeklinde açıklamalar var. (Örneğin; Kadı Beydavi’nin şerhi Şeyhzade, Ahzâb Suresi. 37 ve diğer tefsirler. Bir de Kur’an’ın Kökeni adlı eserimde bu konuda çok bilgi verilmiştir.)

Artık bu aşamadan sonra hadisenin nasıl seyredeceğini tahmin etmek herhalde zor değildir. Zeyd eve gelince Zeynep olup bitenleri kendisine anlatıyor; hatta Hz. Muhammed’in kullandığı ifadeyi bile Zeyd’e söylüyor. Bunun üzerine Zeyd, direkt olarak Muhammed’in yanına varıp hem niçin evine geldiğini soruyor, hem de -ya korkusundan ya da belki Muhammed kendisine çarpar diye saflığından- şu çok acı, ama gerçek olan teklifi de Muhammed’e sunuyor: “Sen bizim eve gelip eşimi görmüşsün; ona âşık olmuş olabilirsin; o zaman ben onu boşayayım sen al” diyor. (Ahzâb Suresi, 37. ayetle ilgili önemli tefsirlerin tümü; Taberani, 24/44; Hakim, 4/23; Heysemi, 9/247; Ömer Rıda Kehhale, 2/59; İbni Habib, 85; İbni İshak, Türkçe Tere. Sezai Özel, 321: İbni Sad, Tabakat, No: 4l20. 8/295 vb. Özellikle Şeyhzade’nin, Ahzâb Suresi. 37. ayette yaptığı yorum çok önemli.) Hz. Muhammed, bu şekilde Zeynep’i almanın çok riskli olduğunu herhalde bilmiyor değildi; o yüzden görünürde, “Hayır” diyor. Ama bu hayır onun içinden gelmiyor, bir an evvel ona ulaşmak istiyor. Zeyd’e hayır dedikten sonra, hemen Ahzâb Suresi 37. ayeti iniyor. Anlamını aynen veriyorum: “Peygamberim! Hem Allah’ın, hem de senin ona iyilik yaptığın kimseye (Zeyd’e) ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork!’ diyorsun. Halbuki Allah’ın açığa vuracağı şeyi (senin ona olan aşkını), insanlardan çekinerek kendi içinde gizliyorsun. Oysa asıl çekinmen gereken Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki -bundan böyle- evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestikleri (onları boşadıkları) zaman o kadınlarla evlenmek hususunda -üvey baba olan- müminlere bir güçlük/bir engel olmasın diye. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”

Bu ayette geçen, “onu ben sana nikâhladım” ifade çok ilginç. Gerçekten bu ayet iner inmez Hz. Muhammed ne nikâh için şahit gösterir, ne kadına mehir ücretini verir, ne ondan, ne de velisinden izin ister, iş yukarıda bitirildiği için, onu artık nikâhına almaya da gerek duymaz ve hemen düğün hazırlığına geçer.

Hz. Muhammed Zeyd’e, çok zor bir teklif sunuyor ve zorunlu olarak Zeyd de onu kabul ediyor. Teklif şu: “Git, bana hanımın olan Zeynep’i iste.” (Şunu da hemen hatırlatayım ki, İslami kesime göre -güya- bu gelişmelerden sonra artık Zeyd onu boşamıştı.) Zeyd gidip ona dünürlük yapıyor. Fakat kadın Hz. Muhammed’in bu teklifine sıcak bakmıyor, düşünmem gerekiyor diyor. Sıcak bakmamakta haklı. Çünkü, kabul etmemek için hiçbir neden yoksa da, Muhammed’in yanında var olan birçok hanım, Zeynep için bahane olarak yeterliydi. Nasıl kendi rızasıyla o gencecik erkeği bırakıp da yaşlı ve aynı zamanda da birçok kadınla evli bir dedeyi tercih edebilirdi ki? Bu imkânsızdı. O halde, kadını nasıl ikna ettiği hem bu konudaki ayet ve hadisler yan yana getirildiğinde, hem de Hz. Muhammed’in yaşı ile kadının yaşı ve Hz. Muhammed’in diğer kadınları göz önüne alındığında, kolaylıkla anlaşılır. Ancak eğer kadın deli ise buna bir diyecek yok. Fakat, kaynaklarda çok akıllı biri olarak anlatılıyor!

Zeyd, Hz. Muhammed’in üvey evladıydı. Dolayısıyla Zeyd’in eşi de, o günkü geleneğe göre onun gelini sayılırdı (ona nikâhı haramdı). Bu engelin kaldırılması için, Zeyd-Zeynep olayının anlatıldığı Ahzâb Suresi’nin 6, 7 ve 40. ayetleri iniyor. Bu ayetlerin, aynı olayın anlatıldığı bölüm içinde anlatılması dikkat çekici ve zaten düğümü çözer olmalı, ‘çelikleri özetle şöyle: “Üvey evladın hanımı boşandığı takdirde, üvey baba için helaldir.” Şunu da belirtmekte yarar var ki, Zeyd-Zeynep olayı ortalarda yokken, ne pratikte, ne de Kur’an’da böyle bir fetva yoktu. Hz. Muhammed, bu olaydan önce en az 15 yıldan beri peygamberdi; kendisine bu süre zarfında, “Üvey baba, şayet üvey evladın eşi boşanırsa onun hanımıyla evlenebilir” şeklinde bir ayet inmediği gibi, üstelik “Benle Zeyd hangimiz önce ölürsek birbirimize varisiz” diyordu. (İbnü’l Çevri, Sıfat-i Safve. 1/200) Ama Zeynep olayı ortaya çıkınca aynı hadisenin anlatıldığı Ahzâb Suresi’nin bu üç ayeti üst üste inmeye başlıyor!

Hz. Muhammed’in, hem Zeynep’le az önceki yöntemle evlenmesi, hem de birçok kadına sahip olması -özellikle- Yahudiler tarafından eleştirilince, onların peygamberlerinden ikna edici örnekler vermek suretiyle ayetler iniyor. (Bu ayetler. Ahzâb. 38; Ra’d. 38 ve Nisa Suresi. M. ayetleridir.) Ahzâb Suresi’nin 38. ayetinde özet olarak şöyle deniliyor: “Allah’ın kendine helal kıldığı bir şeyi (Zeynep’i) yerine getirmede (onu eş olarak almakta) Muhammed için herhangi bir günah yoktur. Bu, önceki peygamberlerin dönemlerinden beri süregelen (var olan) ilahi bir kanundur.”

Büyük müfessirlerin çoğuna göre, burada geçen “önceki peygamberler” ifadesinden Davud ve Süleyman kastedilmiş ve şu açıklama yapılmıştır: Hz. Muhammed’in Zeyd’e yaptığı gibi. Davud da bir gün damda gezerken karşı evde çok güzel bir kadın görmüş ve hoşuna giden o kadının kimin eşi olduğunu soruşturmuş; sonunda Hitti Uriya’nın hanımı el-Yesiye olduğunu öğrenmiş ve zorla onu alıp kendisiyle cinsel ilişkide bulunmuştur. Daha sonra zaman için bu gayri meşru ilişkiden de Süleyman Peygamber dünyaya gelmiştir. Süleyman’la ilgili çok nahoş şeyler de yazılmış ama bu tür konuların içine girmeyi uygun bulmuyorum. (Kadı İyad, eş-Şifa, 1/85; Taberani, age. 24/43; Hindi, age. 7/92 vb. Er-Razi, Kurtubi, İbni Abbas, Beğavi, Alusi ve daha birçok müfessir, Ahzâb 38., Ra’d 38. ve Nisa 54. ayetlerinde bu bilgileri aktarmaktalar.) En sonunda Davud -çevresi tarafından eleştirilmesin diye- kocasını dönmesi imkânsız bir savaşa yollayıp vurdurmak istemiş ve nitekim o savaşta öldürülmüştü. Bundan sonra formaliteler yerine getirilip o hanım Davud’un eşlerinden biri olmuştur. Bu konuda Tevrat’ta çok detaylı; İncil’de de kısmi bilgiler vardır. (Tevrat, 2. Samuel, 1 1/2-27’de bunlar daha ilginç bir şekilde anlatılmaktadır. İncil de Süleyman’ın, Uriya’nın hanımından olduğunu yazıyor. Matta, 1/6.)

Bu ayetleri oluşturmaktan asıl kasıt, hem Zeynep’le olan evliliğine yönelik eleştirilerden, hem de birçok kadınla olan evliliğinden dolayı yapılan eleştirilerden kurtulmaktı. Ayette geçen, “Önceki peygamberler döneminde de bu tür olaylar vardı” deyiminden maksat, Davud’un bu olayıdır şeklinde yapılan yorum, birçok tefsirle birlikte çeşitli İslami kaynaklarda da geçmektedir.

Bazı ayetlerin açıklama kısmında Davud ile oğlu Süleyman’ın hanımlarından söz edilirken, Davud’un yüz tane hür, üç yüz tane de cariyesi vardı; Süleyman’ın ise üç yüz hür, yedi yüz de cariye olmak üzere toplam bin hanımı vardı şeklinde bilgiler var. (Ahzâb 38., Ra’d 38. ve Nisa 54. ayetlerin tefsirlerinde.)

Hz. Muhammed hem çok kadın alma konusunda, hem de Zeynep olayında Yahudiler tarafından eleştirilince, inen/oluşan bu tür ayetlerle onların peygamberlerinin çokeşliliğine gönderme yapmak istemiş ve bu şekilde kendilerini susturmaya çalışmıştır. Ayrıca Süleyman’ın sadece bir gecede yetmiş ile yüz hanımıyla ilişkiye girdiği, onlardan sadece bir tanesinin hamile kaldığı ve onun da doğurduğu çocuğun felçli olduğu, sağlam diye İslam camiasında kabul görmüş kaynaklarda anlatılmaktadır. (Buhari-Müslim’in Hadisleri, el-Lü’lüü ve’l Mercan, No: 1072-73: Buharı, Nikâh. 119; Eyman, 3; Enbiya, 40; Tevhid. 31; Müslim, Eyman. No: 1654 ve daha birçok kaynak.)

Aslında Hz. Muhammed-Zeynep konusu çok zengin bir konudur. Ancak daha önce de belirtildiği gibi başka bir kaynağımda anlatıldığı için burada özetini sunmakla yetindim. Öbür kitabımda Davud ve Süleyman’ın aldıkları kadınların listesi -kaynaklarıyla birlikte- şema halinde sunulmuştur.

Ahzâb 38’de işaret edilen Muhammed’le Davud benzerliklerinin bir diğer ortak noktası da şu: Davud, adamın hanımına âşık olup onunla yattıktan sonra, o adamı savaşa gönderip vurdurmak istiyor ve nitekim de vuruluyor. İşin burasında da Muhammed-Zeyd olayıyla Davut-Hitti Uriya olayı arasında tam bir benzerlik var. Örneğin: Muhammed Zeynep’le bu şekilde evlendikten sonra sadece bir yıl içinde Zeyd’i komutan olarak altı sefer savaşa yolluyor ve hepsinde de Zeyd kazanarak geri dönüyor. Mesela şu seferler: Beni Süleym; İys: Taraf; Hisma; Vadi’l Kura; Ümmü Kürfe. (İbni Sad, Tabakat. 2/293. Ibni Seyyid-i Nas, Uyun’ül eser. Gazalar kısmında)

Zeyd, en son Hz. Muhammed tarafından ordu komutanı olarak Mute Harbi’ne gönderiliyor ve orada vuruluyor. Bu savaş. Suriye bölgesinde Rumlarla oluyor. Müslümanların asker sayısı üç bindir; karşı tarafın asker sayısı ise yüz binden fazladır. Sonuçta kendisi öldürüldüğü gibi ordusu da hezimete uğruyor.

Zeynep’le gerdeğe girdiği gecede düğüne davet edilen halk, evi terk etmeyip fazla oturunca, Hz. Muhammed’in morali bozuluyor. Bu arada birkaç kez dışarı çıkıp tekrar eve giriyor. Buna rağmen halk bir türlü dağılmıyor. Tam bu sırada Ahzâb Suresi’nin 53. ayeti iniyor. Uzunca olan bu ayetin konuya ilişkin bölümün anlamı şu: “Siz bir yemek için Hz. Muhammed’in evine çağırıldığınızda gidin. Fakat, yemeğinizi yer yemez hemen evi terk edin. Sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzüyor, fakat o -bunu söylemekten- utanıyor. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez.”

Bu ayetleri o gece o insanlara okuyunca artık onlar kalkıp gidiyorlar ve kendisi Zeynep’le baş başa kalıyor.

Aslında ayetin söylediği doğrudur. Gerçekten bir grup davetli yemekten sonra sohbete devam ediyorlarmış. Buna canı sıkılan Hz. Muhammed, cemaati dağıtmak için sık sık dışarı gidip gelmiş. Fakat onlardan bir grup oturmaya devam etmiş. Bu arada gelin olan Zeynep de yüzü duvara dönük bir vaziyette bekliyormuş. Bu iş, gecenin geç saatlerine kadar sürmüş. Tabiî ki bütün bunları Hz. Muhammed’e on yıl hizmet eden “Enes” anlatıyor. Bunu yaparken şunu da ekliyor: “Bu ayetin nerede, ne zaman, hangi olayla ilişkili olarak geldiğini benden daha iyi bilen yoktur” diyor. Doğrudur; çünkü kendisi Hz. Muhammed’in evinde özel olarak hizmetçilik yapıyordu. Hz. Muhammed herhangi bir yere adım attığında o da yanındaydı, ondan ayrılmıyordu. Bu nedenle en iyisini o bilmiş olabilir. Hz. Muhammed’in sık sık dışarı çıkıp içeri girmesi ve cemaatin de oturmaya devam etmesi, Zeynep’in yüzü duvara dönük bir vaziyette beklemesi sürerken, tam bu sırada az önceki ayet iniveriyor/oluşuyor! (Tecnd-i Sarih, No: 261, 1678. 1868; Buhari-Müslim Hadisleri, age. No: 903-905; Buharı, Nikâh, 64, 67; Et’ime, 59; İstizan, 10, 33; Ahzâb tefsiri, 8; Müslim, Nikâh, No: 1428.)

Bir ara Hz. Muhammed’in hanımlarından Safiye’nin binek hayvanı hastalanır. Zeynep’in yanında kendi şahsına ait fazla hayvanı vardır. Hz. Muhammed, Zeynep’ten o fazla olan hayvanı Safiye için ister, fakat Zeynep vermediği gibi üstelik Safiye hakkında, “Ben nasıl o Yahudi kadına hayvanımı vereyim?” şeklinde hakaret içerikli bir ifade kullanır. Bunun üzerine Hz. Muhammed ona darılır ve Zeynep’le üç ay süreyle bütün ilişkilerini keser. Görünürde sanki haklı bir gerekçedir ama durum hiç de öyle değildir. (9 İbni Esir, Üsd, No: 6947 ve 7055; İ. Canan, age. 15/501, 10/219; Zehebi, Sireti A’lam… 2/234; Askalani, İsabe, No; 11401 ve 11221; Taberani, age. 24/71; Ebu Davud, Sünnet, No: 4602; İbni Mace, Nikâh, 50, No: 1980; İbni Sad, age. No: 4120; Salihi, Ezvaci Nebi, 227; Ahmet bin Hanbel, Müsned, 6/132-261; İbni Abdi’l Ber, İstiab. No: 3355; M. Sait Mübeyyed, Mevsuat, 502.)

Hz. Muhammed bu hanımla üç ay sonra barışınca, kadın -sevinçten- ona bir de cariye hediye eder. Hz. Muhammed’in cariyeleri olduğu gibi, onun hanımlarının da -hizmet amacıyla- cariyeleri vardı. Burada şunu demek istiyorum: Hz. Muhammed’in Zeynep’le küskün kalması, ona bir kadın daha kazandırıyor, bu küskünlük ona fayda getiriyor. Muhammed eşiyle barışınca, kadın ona, “Bu iyiliğine karşı seni nasıl mutlu edebilirim?” diyor. Bunlar barışınca, Zeynep Hz. Muhammed’i mutlu kılmak için az önceki hediyeyi (cariyeyi) ona bağışlıyor. İşte üç aylık küskünlüğün getirisi! (Askalani, İsabe. No: 11401; Safiye Md.. 11819: Nefise Md.: Ibni Kayyımel-Cevzi, Zadü’l Maad. 1/114; Ibni Seyyıdi’n-Nas, age. 2/311; Ahmet bin Hanbel, Müsned. 6/338; İbni’l Cevzi,: Telkih… 28. Sıfal-ı Safve. 1/76; Muhıbbüddin Taben, Semti Semin. 115; Salihi, Ezvaci Nebi. 229.)

Zeynep’in hikâyesi bununla bitmiyor; Hz. Muhammed’in hanımlarından hem Ayşe, hem de Hafsa, Safiye’ye, “Yahudi kızı” dedikleri halde, Hz. Muhammed onlara herhangi bir ceza vermiyor. (Ömer Rıda Kehhale,. Alam-i Nisa. 2/333; İ. Canan, age. 13/47. Tirmizi ve Nesai’den naklen; Askalani. İsabe, No: ll401, Safiye bölümü; Ibni Mace, age. No: 1980; Taberani, age. 24/70. 75.) Çünkü onların babaları olan Ebu Bekir ve Ömer çok etkiliydi: Zeynep’inse otoriter kimsesi yoktu.

Halbuki daha evvel de ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed, “Hanımları arasında eşit davranmayan bir koca, kıyamet gününde felçli olarak Allah’ın huzuruna çıkacak”, diyordu. Ama burada onun açık bir şekilde taraf tuttuğu ortada. Bir ifadesi de şu: “Herhangi bir Müslümanla üç günden fazla küs kalmak haramdır.” (Tecrid-i Sarih. No: 1996; el-Lü’lüü vc’I Mercan. No; 1658; Bulun, Edeb. 57) Ama kendisi, hem bu süreyi üç ay kadar çok uzun bir zamana yayıyor -üstelik güçsüz bir kadına karşı- hem de bu olay yüzünden kadından bir de cariye alıyor.[4]

***

Yukarıda da görüldüğü gibi, arkadaşlar; evlatlığın karısıyla evlat edinen kişinin evlenebilmesi, o zamanki yani 1400 yıl öncesindeki Arap Toplumunun bile kabul edeceği, içine sindirebileceği bir şey değilmiş. O bile kabullenmemiş Hz. Muhammed’in bu tutumunu. Bunun üzerine Hz. Muhammed, çözümü, yaptığı yürek parçalayıcı, içler acısı işi Allah’a onaylatmakta bulmuş. Allah’ın ağzından konuşuyor Hz. Muhammed, “Sizin nikâhınızı biz kıydık”, diye. Yani İslam’ın Allah’ı nikâh da kıyıyor, görüldüğü gibi… Bu kabul edilebilir bir şey olamaz asla.

Tabiî 1400 yıl öncesinin Arap Toplumunun bile hoş görmediği bir ilişkiyi bizim Anadolu insanımızın hoş görmesi hiç söz konusu edilemez. Nitekim Refik Erduran’ın yarattığı rezalet dışında böyle bir olaya hiç tanıklık etmedik, böyle bir şey duyup işitmedik biz. Böyle insanlığın şu anki ulaştığı aşamada ahlâksızlıktan başka bir şey olmayan bir şeyi düşünenler, din dogmalarıyla kafası zihin hasarına uğratılıp yaktırılmış insanlardır ancak.

Şu anki Türkiye’nin bu alandaki “Medeni Kanun” olarak adlandırılan kanununun 129’uncu maddesi böylesi insanlık dışı bir evliliği kesinkes yasaklar, çok yerinde olarak. Madde aynen şöyledir:

“Aşağıdaki kimseler arasında evlenme yasaktır:

“Üstsoy ile altsoy arasında;

“Kardeşler arasında;

“Amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında,

“Kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üst soyu veya alt soyu arasında,

“Evlat edinen ile evlatlığın veya bunlardan biri ile diğerinin alt soyu ve eşi arasında.”

Demek ki arkadaşlar, mesele neymiş?

Mesele, “din” denen olayı bilince çıkarmakmış. Her din gibi İslam’ın da doğaüstü bir güçle alakalı olmadığını, bütünüyle insan yapımı olduğunu görmek, kavramakmış. Daha önce de belirttiğimiz gibi dinler, yaşanılan maddi dünyanın din dünyasına, ideolojiler dünyasına yansımasından ibaretmiş. Bunu görüp kavramazsak, doğa ve toplum olaylarıyla ilgili ana meseleleri görüp kavramamız olağanüstü zorlaşır. Ve dinlerin öngördüğü, İslam özelinde baktığımız zaman bu dinin öngördüğü toplum düzeni, kadın-erkek ilişkileri düzeni; 1400 yıl öncesinin Arap Yarımadası Hicaz Bölgesi toplumunun örfünden, geleneklerinden, doğayı ve dünyayı o çağın şartları içinde anlamaya, yorumlamaya ve ona uyum sağlamaya yönelik yapılan denemelerdir, bu amaçla oluşturulmuş olan bir ideolojidir.

Her üstyapı kurumu gibi din de ekonomik altyapının ve oradaki sosyal sınıf ilişki ve çelişkilerinin üstyapıya yansımasıdır.

Yukarıda da görüldüğü gibi, anlatıldığı gibi, o çağın ahlâk anlayışı, kadına bakış, ekonomik altyapıda egemen olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının çıkarlarının ve dünya görüşünün topluma egemen kılınmasını amaçlamaktadır. Kölelik, cariyelik, çokeşlilik, kadının mutfakla yatak odası arasına hapsedilip evden dışarıya çıkarılmaması, hep o çağın egemen sömürücü sınıfının çıkar ve anlayışını topluma dayatmaktan başka bir şey değildir.

O anlayışı, o örfleri, o kültürü ve o ahlâkı bugün savunmaya, topluma yayıp egemen kılmaya çalışmak; halkımızı bütünüyle 1400 yıl öncesinin Ortaçağ’ının karanlıklarına götürüp orada hapsetmek anlamına gelir. Dolayısıyla da bu ahlâk, bu kültür, bu örf artık insanlık tarafından büyük ölçüde aşılmıştır. Ülkemizin de halkımızın da Arap Yarımadası’nın 1400 yıl öncesinin bu bozulmuş ahlâkının ve örfünün tutsaklığından kurtulması gerekmektedir.

Dolayısıyla da dinin bu gerçeğini çocuklarımıza, gençlerimize anlatıp kavratamamak, bunu yapmak yerine tam tersi biçimde o çağın çürümüş ahlâk ve kurallarını “yüce ahlâk” olarak sunmak, halkımıza yapılan, ülkemize yapılan en büyük kötülüklerden, düşmanlıklardan biridir.

Bunu başarmak için de çocuklarımızı, gençlerimizi “tarikat ve cemaatler” denen tekke ve zaviyelerin elinden kurtarmak gerekir. İslam’ın aslını, gerçeğini anlamalarını sağlamak için de Kur’an’ın Türkçesini-mealini; ortaya konduğu dönemin, yılların Mekke-Medine Arabistan’ında yaşanan olaylarla ilişkisiyle birlikte anlatmak, öğretmek, kavratmak gerekir. Hangi sure ve ayetlerin İslam’ın ortaya konduğu iki şehrin-Mekke ve Medine’nin- hangisinde, hangi olaylara ilişkin çözüm getirme amacıyla meydana çıkarıldığını belirtmek, anlatmak gerekir. İlahiyatçı Profesör Mustafa Öztürk’ün deyişiyle “Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak”, tabiî Türkçesini okumak gerekir.

Bunu yapmayıp da Kur’an’ın Arapça aslını gençlerimize ezberletip, Arapça ayetlerle namaz kıldırıp, dua okutup ve Kur’an’da geçen diğer dini ritüelleri yaptırtmakla İslam’ın özüne ilişkin hiçbir şey anlatmış, öğretmiş olmayız gençlerimize.

Ne yazık ki bütün tarikat ve cemaatlerde, Kur’an Kurslarında, İmam Hatip Liselerinde yapılan sadece budur. Oralarda İslam Dininin ne olduğu, nasıl ortaya konduğu öğretilmez. 1400 yıl öncesinin Mekke-Medine Arabistan’ının egemen sömürücü sosyal sınıfı olan Antika Tefeci-Bezirgânlarının çürümüş örf ve ahlâkının kurallaştırılmış biçiminden ibaret olan ayetler, sureler, hadisler öğretilir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu, halkımıza yapılmış düşmanlıktan ve ihanetten başka bir şey değildir. Gençlerimizde çocuk yaştan itibaren zihin hasarı oluşturmaktan ve giderek kafayı yaktırmaktan başka hiçbir sonuç vermez bu eğitim. Bu eğitimle zihin tahribatına uğratılmış insanlarımızın doğayı da, dünyayı da, Türkiye’yi de görmeleri, anlamaları imkânsızlaşır. Hiçbir doğa ve toplum olayını gerçekte neyseler oldukları gibi görüp kavramaları mümkün olmaz.

Sürekli “ruhi bir din durumu” içinde bulunan insanlarımız, yarı narkozlu halde yaşamaya mahkûm edilmiş olurlar. Düşünen, sorgulayan, aydınlık bir akıldan yoksun bırakıldıkları için bilimden de teknolojiden de uzak kalmaya mahkûm edilmiş olurlar aynı zamanda.

Özetçe; ne doğayı anlayabilirler ne toplumu…

Böyle insanlardan oluşmuş halklar, ABD-AB Emperyalistlerinin hegemonyası altında yaşamaktan kurtulamazlar. Tabiî kendi kendilerini de yönetemezler. Sürekli kendilerini “Allah’la Aldat”an ABD-AB işbirlikçilerinin ellerinde oyuncak olurlar. O vatan ve halk satıcı hain işbirlikçiler, cehennemi yaşatır insanlarımıza. Ülkeyi cehenneme döndürür. Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkûm eder halkı. Yerli-yabancı Parababalarının insafsız soygun ve sömürüsü sebebiyle talan edilir ülkemizin tüm varlıkları. Üstyapıda ise ne adalet kalır, ne özgürlük kalır, ne demokrasi, ne aydınlık, ne bilim kalır.

İşte bu sebeplerden dolayı İslam Dünyası 500 yıldan bu yana bilim ve teknolojide bir tek buluşa imza atamamıştır.

Özetçe, arkadaşlar; bu gerçeği görüp, bilince çıkarıp ona uygun bir yol tutmanın, bir kurtuluş yoluna girmenin zamanı çoktan gelmiştir.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

24 Şubat 2023

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı

[1] https://www.dogrulukpayi.com/dogruluk-kontrolu/diyanet-depremzede-cocuklarin-evlatlik-alinmasiyla-ilgili-aciklamada-bulundu

[2] Ahzab Suresi, 37’nci Ayet, Diyanet İşleri Meali.

[3] https://www.hkp.org.tr/toplum-ortacag-karanliklarina-suruklendikce-kadina-ve-cocuga-yonelik-cinayetler-taciz-ve-tecavuzler-artiyor-artar-da/

[4] Arif Tekin, Kur’an’da Kadın ve Hz. Muhammed’in Hanımları, Berfin Yayınları, İkinci Baskı, s. 149-157.