Danıştayın Türk Ordusu’nda türbanı serbest bırakan kararı üzerine: Laikliği ortadan kaldırırsanız, Varacağınız yer mecburen Ortaçağ (din savaşları) konağı olur

“Vicdana Karışmayış

“Her yurttaş, yer, içerken olduğu gibi, dinî ve manevî ihtiyaçlarını giderirken devlet ya da şahıs karışmasına uğramayacak. Ancak din, insanlarımızın özel hayatı içinde kalan bir konu olacak. Kamu düzeni, aklın, bilimin ve insanî değerlerin kaynaklık ettiği kurallarla sağlanacak.” (Halkın Kurtuluş Partisi Programından)

Neden Laikliği savunuyoruz? Çünkü Laiklik olmadan bilim, özgürlük, demokrasi olmaz.

Neden Laikliğe yapılan saldırılara karşı çıkıyoruz? Çünkü gerçek bir Devrimcinin, gerçek bir Devrimci Partinin görevidir Laikliği savunmak, Laikliğe yapılan saldırılara karşı çıkmak ve “her türlü manevi sömürüyü ortadan kaldırmak.

Neden davalar açıyoruz? Çünkü Laiklik düşmanlarıyla yaşamın her alanında elimizdeki bütün araçlarla mücadele etmek gerekir. Hukuki mücadele bu araçlardan birisidir. Bu süreçte, herkesin üzerine ölü toprağının serpildiği içinden geçtiğimiz karanlık günlerde Devrimci Bir Parti olarak, cesaret vatanına sahip bir parti olarak görevimizdir Laiklik Düşmanlarına karşı mücadele yürütmek. Bu suç duyurularımız aynı zamanda tarihe düşülen bir nottur. Verdiğimiz Hukuki ve Fiili Mücadeleler karanlık günleri yaran bir ışıktır.

Bugünleri devrimci teorimizin ışığında netçe gördüğümüz için Türbanı Ortaçağ Karanlığının bir simgesi olarak gördük, Üniversitelerde, Kamuda türbanın serbest bırakılmasını Laikliğe bir saldırı olarak değerlendirdik, Türkiye’nin her yerinde on binlerce bildiriler dağıttık, açıklamalar yaptık.

Uyardık, Üniversitelerle, Kamu İşyerleri ile sınırlı kalmaz türban diye. Gelinen nokta türban artık Türk Ordusunun içinde. Tarikat, Cemaat simgesi cübbeler Türk Ordusunun içinde. Karşı çıktık, ordu içerisindeki disiplini bozar, komutanın değil Şeyhin İmamın dediği olur diye. Suç duyurularında bulunduk, davalar açtık. Devrimci Bir Parti olmanın sorumluluğunun gereğini buydu, layıkıyla yerine getirdik, getirmeye devam ediyoruz.

Bakıyoruz; Batı Tarihi de, Doğu Tarihi de Ortaçağ’da din savaşlarıyla dolu. Laikliği ortadan kaldırdınız mı, varacağınız yer işte burasıdır. Yani, Ortaçağ’ın din savaşları bataklığıdır. Tüm Ortaçağ din savaşlarıyla doludur. Engizisyon Mahkemeleriyle doludur. İnsanlara yapılan akıl almaz işkencelerle doludur, katliamlarla doludur.

Batı dünyası, kendi içinde yaşadığı din savaşlarından burjuva devrimlerinin ürünü olan Laikliği benimsemekle ve devlette egemen kılmakla kurtulabilmiştir. Devlet ve Kilise birbirinden tümüyle ayrılınca, insanlar inanç ve ibadetlerini özel hayatlarında istediği gibi yapabilmişler ama devlet kurumları, başta hukuk, yargı ve eğitim olmak üzere aklın ve bilimin öngördüğü ve ortak insanlık vicdanının değerleri olan kurallar çerçevesinde oluşturulmuş ve işlemiştir. Ondan sonra da Kilise’nin devlete el atmasına, müdahale etmesine asla izin verilmemiştir. İnsanlar arasında birlik ve uyum da bu alanda ancak böyle sağlanabilir. Bunun başka hiçbir yolu yoktur.

Ayrıca; şeriat denildiği anda ortaya yüzlerce birbirinden ayrı, hatta birbirini düşman ve din dışı sayan şeriat çıkar. Bunların her biri gerçek şeriatı sadece kendisinin savunduğu iddiasındadır. Dolayısıyla da tüm toplumu kendi anlayışının kuşatmasını ve devleti de bu anlayışı doğrultusunda ele geçirip yönlendirmeyi, yönetmeyi ister. Hiçbir şeriat örgütlenmesi, tarikat laik olamaz, siyasetten uzak duramaz. Böyle bir şey onların doğasına aykırıdır. Din, devletin değil, insanların işidir, insanlara aittir.

İslam Dünyasının bugün yaşadığı felaketleri olsun göz önüne aldığımızda da sadece insanların enerjisinin heba edilmesiyle kalmadığını, şeriat devleti kurmak için mücadelenin İslam Dünyasını ölüm tarlalarına döndürdüğünü görürüz, kavrarız.

Din, devletin değil, insanların işidir, insanlara aittir, insanların anlayışına, kavrayışına, inanışına ait bir konudur. Devletin kendisi ne dinle ilgilenir ne de insanların inanışıyla… Laik devlet budur.

Türkiye Ortaçağ kalıntısı Tefeci-Bezirgânlıktan ve onun yaratığı olan Ortaçağcı oluşumlardan kurtulmadıkça din savaşlarının sonu gelmez.

Eğitim, adalet, medya ve siyaset yani devletin tamamı laik olup dinle bağını kesmedikçe, dinin insanların özel hayatına ilişkin bir konu olduğunu kabullenmedikçe ve ona uygun oluşturulup çalışmadıkça bu trajedilerin sonu gelmez.

Fethullah Gülen’in Işık Evleri, dershaneleri, okulları, üniversiteleri ne kadar bu millete, bu vatana zararlı ise, AKP’giller’in TÜRGEV’i de, TOGEM-DER’i de, Diyanete bağlı Kur’an Kursları da, İmam Hatipleri de, tüm eğitimin İmam Hatipleştirilmesi de o kadar zararlıdır. Çünkü bunlar da aynı anlayış ve amaçla çalışmaktadır. Muhtevaları bire bir aynıdır. AKP’giller de bir cemaattir-tarikattır. Çünkü din alıp satarak siyaset yapmaktadırlar. Tıpkı Fethullah’ın değişik adlardaki örgütleri gibi. İşte, tüm bu sebeplerden dolayı 15 Temmuz’da Amerikancı; laiklik, tam bağımsızlık ve Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanı bir cemaat-tarikat yenilmiş, ama aynı özelliklere sahip bir başka cemaat-tarikat kazanmıştır. Halkımız için bunda ne değişen bir şey vardır, ne de kazanım.

Türkiye bugün her ne kadar 21’inci Yüzyıl içinde olmuş olsa da aslında Ortaçağ’ı yaşayan ve bir Ortaçağ devletiyle yönetilen ülke durumuna düşürülmüştür. Bu durumu da ABD Emperyalistlerinin 1950 sonrası oluşturup uygulamaya koydukları “Yeşil Kuşak Projesi”ndeki çalışmalar ortaya çıkarmıştır. Yani proje ve yönlendirme ABD’ye aittir. O günden bu yana işbaşına gelen iktidarlar da hep ABD tarafından seçildikleri için hep aynı projenin uygulayıcıları olmuştur. Tabiî bu gidiş, 2002’de AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte iyice şirazesinden çıkmış ve trajik bir hıza ulaşmıştır. Sonunda da bugüne gelinmiştir.

Biz bu felaketlerin yaşanacağını on yıllar öncesinden gördük.

1960’lı yıllardan bu yana mücadele ediyoruz, bu gidişi durdurup tersine çevirebilmek için. Fakat ne yazık ki güç yetiremedik buna. Anlatamadık derdimizi halkımıza. Amerika’nın her türlü imkânı vardı. Para gücü, Casus gücü, Ordu gücü, Medya gücü… Bizimse kalbimizdeki içtenlikten, vatan ve halk sevgisinden ve zihnimizdeki bilinçten başka hiçbir şeyimiz yoktu. Bu nedenle söz konusu yarışta başarılı olamadık.

Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı, 15 Temmuz’da genç vatan evlatlarına, Ordumuza ve Türkiye’ye bu felaketi, bu kanlı, vahşi trajediyi yaşatanları on yıllar önce, 1968’de şöyle teşhir ediyordu: “Mekke’de Müslümanlığı yıllarca boğmaya çalışan ve boğamayınca para ile Müslüman olan, sonra demokratik Müslümanlığı halk düşmanı ve zalim bir iktidara çeviren ezeli müstebit Tefeci-Bezirgân Sınıfının aygıtları idiler. Ancak bu sosyal sınıf, sinsi karakterlerini gizleyebilmek için fakir halka en utanmazca yalanları yutturmanın yolunu buldular. Onların bu hilelerini keşfedip açıklayacak kimselere karşı neler yapmadılar? “Şımartıp sivriltmeler, para ile satın almalar, binbir Tarikat hilebazlıkları yetmediği zaman, idare işkenceleri, resmi katliamlar birbirini kovaladı.” (Hikmet Kıvılcımlı, Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler, Derleniş Yayınları, İkinci Baskı, s. 58)

Ne yazık ki, önce de söylediğimiz gibi, daha bir süre böylesi trajediler yaşayacağız. Fakat sonunda kesince kurtulacağız bu zalim ve hainlerden, halk düşmanlarından. Bunlardan da, efendileri olan haydut emperyalist ABD’den de gerçek hesabı biz soracağız. 10.04.2021

Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi

Print Friendly, PDF & Email