Bu ABD devşirmeleri, bu hainler, bu meczuplar, bu Ortaçağcılar, bu hırsızlar imparatorluğunu yıkmak, Türkiye Halkı için bugünün en hayati görevidir!

Bu hainler, bu vatan satıcılar, bu Amerikan kuklaları, bu meczuplar, bu hırsızlar, bu onursuzlar, bu mücrimler saltanatını an geçirmeksizin yıkmak, Türkiye için şu anın en hayati meselesidir…

20 yılda, Kuvayimilliye yadigârı, kısmen de olsa Laik Cumhuriyet’i yıktı bitirdi; FETÖ’süyle, İsmailağa’sıyla, Menzil’iyle ve daha bilumum Ortaçağcı tarikat, tekke ve zaviyelerle el ele vererek…

Neredeyse bir tek çöp konteynırı bile göremezsiniz ki başında açlıkla boğuşarak hayatta kalma mücadelesi veren bir iki insanımız oralardan gıda artıklarını topluyor olmasın. Doktorlarımız, mühendislerimiz, en gözde üniversiteleri bile bitirmiş de olsalar eğitimli gençlerimiz, kendilerini yurtdışına atmak için birbirleriyle yarış halindeler. Sorulduğu zaman da hepsinin yanıtı aynı oluyor: Türkiye’de bir gelecek göremiyoruz ki…

Açlık, sefalet, yokluk, kıtlık, pahalılık ve işsizlik cehennemine çevirdi, bu hain kere hainler Türkiye’yi. Şu yaz ortasında, her gıda ürününün en bol olması gereken mevsimde bile 10 liradan aşağı domates, salatalık, 15 liradan aşağı patates, 25 liradan aşağı kayısı, şeftali, 30-40 liradan aşağı incir, kiraz bulamıyorsunuz pazarlarda, manavlarda. Asgari Ücret, Açlık Sınırının altında… Emeklilerin maaşı ise daha da trajik bir düşüş seviyesinde…

Özetçe, arkadaşlar; cennet ülkemizi cehenneme çevirdi bu hain, halk düşmanı, Amerikan uşağı satılmışlar. Gençlerimizin ve yaşlılarımızın yaşam sevincini, geleceğe dair umutlarını çaldı, yok etti. Neyse…

Bir de Amerika’ya hizmetkârlığını sadakatle yerine getirdiğini ispatlamak ve de Ortaçağcı, karanlık ideolojisini pratiğe geçirmek için ülkemizi, halkımızı, ordumuzu Suriye bataklığına soktu.

ABD, Tayyip’i devşirip, avanelerini de yine devşirip yanına vererek bunlara AKP’yi kurdururken ne görevi vermişti?

1- BOP’un uygulanmasında kendilerine verilen rolü oynayacaklar.

2- İsrail’in düşmanlarının bertaraf edilmesinde kendilerine verilen görevi yapacaklar.

3- İslam’ın içini boşaltarak onu tam anlamıyla bir CIA-Pentagon-Washington Dini haline getirecekler.

Bu üç görevi yaptı mı bu hainler güruhu?

Evet, yaptı… Hem de tamı tamına…

Bilindiği gibi Tayyip, BOP Eşbaşkanı olduğunu kürsülerde, ekranlarda defalarca övünerek ifade etmiştir. İşte net kanıtlarından biri.

***

Videonun Tapesi:

Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Nedir o görev? Biz Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinin Eşbaşkanlarından bir tanesiyiz. Ve bu görevi yapıyoruz biz.

***

BOP, Irak’ta, Libya’da ve kısmen de olsa Suriye’de hayata geçirildi mi?

Geçirildi…

Bu her üç ülkede de Tayyipgiller ihanet iktidarı, ABD tarafından kendisine verilen emri yüzde yüzlük bir sadakatle yerine getirdi mi?

Getirdi…

İsrail’in en büyük düşmanları kimlerdi?

Saddam yönetimindeki Irak, BAAS-Beşşar Esad yönetimindeki Suriye ve Muammer Kaddafi yönetimindeki Libya.

Şimdi bu her üç ülke de çökertilmiş, parçalanmış ve üzerlerinde cehennemin en koyu dumanlarının tüttüğü harap ve bitap duruma düşürülmüş müdür?

Düşürülmüştür.

Saddam ve Kaddafi katledilmiştir, emperyalist canavarlar tarafından. İslam da bugün sadece saf, cahil, bilinçsiz insanlarımızı “Allah’la Aldatma” aracı olarak kullanılmaktan öte hiçbir işlevi kalmamış hale getirilmiştir. İslam’ın vicdan yönü yani “Rızıkta eşitliği” öneren yönü neredeyse yasaklanır duruma getirilmiştir. Sadece afyon yönü abartılarak yüklenmektedir insanlarımıza.

Nerelerde?

Tarikatlarda, cemaatlerde, tekkelerde, zaviyelerde, Kur’an kurslarında, İmam Hatip Okullarında, İlahiyat Fakültelerinde ve İslam Akademilerinde.

Çünkü hep söyleyegeldiğimiz gibi, İslam’ın afyon yönü beyin hasarı yaratır, kafa yakar. İnsanlarımızı doğa, dünya ve ülkemize dair olayları göremez, anlayamaz, kavrayamaz, düşünemez hale getirir. Meczuplaştırır…

Demek ki bizim Tayyipgiller diye adlandırdığımız hainler ve mücrimler topluluğu, bu mafyatik iktidar, daha kuruluş aşamalarında ABD, İngiliz ve İsrail ajanlarının kendilerine verdiği üç görevi eksiksiz biçimde tamamlamış durumdadırlar.

Tayyipgiller’in en kafa adamlarından olan, eskinin Genelkurmay Başkanı, şimdinin Milli Savunma Bakanı olan Hulusi nam Hafız ne dedi geçenlerde?

“Biz dokuz milyon Suriyeliye bakıyoruz.”

Yahu şu anki Suriye’de yaşayan nüfus 17 milyondur. Bizim baktığımız Suriyeli nüfus ise 9 milyondur. Yani Suriye’nin şu anki nüfusunun yarısından bile fazla olan Suriyeli kaçkın nüfusa biz bakıyoruz.

Tabiî bu vahim ortam, bu içler acısı durum ne gibi tahribatlar yapar ve ne gibi yakıcı-yıkıcı sonuçlar doğurur?

Türkiye’yi 250 milyar dolar civarında kayba uğratır. 600’ü aşkın insanımızın yok yere, hiç yere hayatını kaybetmesine yol açar. Ve 9 milyon Suriyelinin şehirlerimizi, kasabalarımızı işgal etmesine yol açar…

Biz bu can alıcı gerçekleri, daha Suriye meselesinin ilk adımı görüldüğünde hemen görüp kavradık. O zaman henüz diplomatik ilişkilerimiz kesilmemişti Suriye’yle. Hemen Ankara’da Suriye Büyükelçiliğine gittik. Suriye ve ülkemize yönelik  gelmekte olan felaketi anlattık. Batılı Emperyalist Haydutların ve Siyonist İsrail’in Tayyipgiller iktidarıyla el ele vererek Suriye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu’yu ve ardından da ülkemizi yakıp yıkarak BOP çerçevesinde yeniden şekillendireceğini açıkça, kesince ve netçe söyledik, Suriyeli diplomat kardeşlerimize. Ve o günün anısını gösteren fotoğraflar da çekip yayımladık, Partimizin internet sitesinde ve sosyal medya hesaplarında. Tabiî fotoğrafla birlikte görüşmemizin konusunu, içeriğini de…

Tayyipgiller iktidarının ülkemize ettiği en büyük hainliklerden biri de Türkiye’yi Suriye bataklığına atması olmuştur. Bunu biz, 2011 yılından bu yana onlarca yazımızda, konuşmamızda, röportajımızda hep dile getirdik. Suriye meselesinin en kısa yoldan ve en az zararla çözülmesi için yapılması gereken, saniye gecikmeden Suriye’nin Birleşmiş Milletler’ce tanınan yasal, meşru iktidarıyla yani Beşşar Esad liderliğindeki BAAS İktidarıyla barışılması ve yaraların en kısa yoldan ve en sağlam şekilde iyileştirilmesi için yapılması gerekenlerin ortaklaşa kararlaştırılmasıdır, dedik hep.

Ülkemize doluşmuş 9 milyon civarındaki Suriyeli kaçkının da Avrupa’ya ve eski vatanları olan Suriye’ye gönderilmesi, bu çözümün asli konularından biri olacaktır. Yine daha önce de belirttiğimiz gibi gitmek isteyenlerin Avrupa ülkelerine gidebilmeleri için onlara her türlü yardımın yapılması ve desteğin verilmesi gerekir. Oralara giden milyonlar, o ülkelerin de şehirlerine, kasabalarına doluşsunlar ki, o alçak emperyalist canavarlar, yaratmış oldukları cehennemin oluşturduğu ateşlerden bir bölümünün de kendi başlarına sıçradığını, döküldüğünü görsünler ve yaşasınlar. Bir daha böyle insanlık dışı çakallıklarda bulunmaya yeltendikleri vakit, bunun kendileri için de ne gibi olumsuz sonuçlar doğuracağını baştan hesaplasınlar. Avrupa’ya değil de ülkelerine gidecek olanlara da insani yol ve metotlarla bu gidişlerinde gerekli her türden yardım ve kolaylığı da yapmalıyız.

Tabiî Türkiye’den gidiş, onların rızasına bırakılamaz. Eğer bırakılırsa, bunların ezici çoğunluğu ülkesine gitmek istemeyecektir. Bu sebeple gidişleri mecburi olacak, Avrupa’ya ya da ülkelerine. 2011’den bu yana Suriye’den ülkemize gelmiş olan bir tek Suriyeli bile kalmayacak burada…

Bu sorunun olumlu açıdan başkaca bir çözümü zinhar yoktur.

Bugün gelinen noktada, iki antikomünist gazeteci de bizimle bu konuya ilişkin aynı tespitlerde bulunmaktadırlar. Bunlardan biri, Suriye kökenli Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı Hüsnü Mahalli, diğeri de MHP’nin gençlik örgütü olan Ülkü Ocakları kökenli Sabahattin Önkibar’dır.

Tayyip’in, Antalya’da çiçekçilik yaparken görüp kendisine ettiği yalakalığından etkilenip Dışişleri Bakanı yaptığı Mevlüt Çavuşoğlu bir açıklamada bulundu, iki gün önce.

“Bağlantısızlar Toplantısı’nda, Belgrad’da ayaküstü diğer bakanlarla sohbet ederken Suriye Dışişleri Bakanıyla da ayaküstü kısa bir sohbetim oldu. O toplantı marjında, yemekten önce…

“Sonuçta orada da biraz önce söylediğimi söyledim. Suriye’nin tek çıkar yolu siyasi uzlaşı. Teröristlerin temizlenmesi lazım. Kim olursa olsun, adı ne olursa olsun… Diğer taraftan muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini, Türkiye olarak böyle bir durumda buna destek olabileceğimizi de söyledik.” (https://www.bbc.com/turkce/articles/c72d5eqx385o)

İşte bu açıklama üzerine, Türkiye’nin 11 yıldır beslediği ve ülkemizin felaketten felakete sürüklenmesine sebep olan bu ihanet politikasının aktörlerinden olan, ülkemizdeki ve Suriye’deki Ortaçağcılar elbirliğiyle Türkiye karşıtı bir kalkışma başlattılar. Türkiye’ye hakaretler yağdırıp Türk Bayrağını bile yaktılar. Suriye’deki askerlerimizi ve onların araçlarını taşa tuttular.

Bu son olanlara dair önce Gazeteci Hüsnü Mahalli’nin şu videosunu izleyelim ya da tapesini okuyalım öncelikle.

***

Videonun Tapesi:

Namık Koçak: İşte kuzeyde İdlib bölgesinde de bunlar oluyor. Suriye’de hani bugünkü gazetelerinde televizyonlarında işte internet medyasında falan bu konuyla ilgili bir tavır var mı?

Hüsnü Mahalli: Yok, resmi anlamda hiçbir tavır yok. Dediğim gibi Çavuşoğlu Suriyeli Bakan görüşmesi ile ilgili bir açıklama da yok. Yani oldu ya da olmadı türünde de bir şey olmadı.

Ancak medya tabiî yazıyor çiziyor, bu şeyleri gösteriyor, olup bitenleri gösteriyor. Bütün Arap medyası sırf Suriye medyası değil. Şimdi demin Can Ataklı anlatırken aklıma geldi yani. Türkiye’nin Suriye’deki bunca müdahalesi, Suriye’deki yıkımın hemen hemen baş sorumlusu olmasına rağmen 11 yıldır Suriye’de Suriye’nin herhangi bir şehrinde, devletin kontrol ettiği herhangi bir şehrinde Türk bayrağına hiçbir şekilde saygısızlık yapılmamıştı. Türk Bayrağı yakılmamıştı, hiçbir şekilde. Türk Devletine hiçbir şekilde, hiçbir şekilde devlete hiçbir saygısızlık yapılmamıştı. Türk Ordusu’na yapılmamıştı. Türk Halkına yapılmamıştır. Yani eğer Esad bir şey söyleyecekse ya da medya, Erdoğan’a söylüyor sürekli, AKP iktidarına söylüyor. Yani böyle bir hikâye var, karşı tarafa açısından.

Şimdi şeye baktığında, Erdoğan normalde ideolojik davranmasa zaten başlangıcından beri, bütün bu olup bitenlerin nedeni ideolojik tercihler ve nedenler. Şimdi ideolojik davranmasa aslında barışabileceği yani Erdoğan’ın barışabileceği en rahat barışabileceği Esad’dır.

Neden?

Çünkü dediğim gibi Esad’ın Türkiye’ye hiçbir kötülüğü olmamıştır, hiçbir tane, milim… 2004…

Namık Koçak: Ki o son görüşmede Bodrum’da sen de ordaydın.

Hüsnü Mahalli: Evet, ben ordaydım zaten. O ayrı bir hikâye de. Yani o Erdoğan-Esad arasındaki ilişki, ben bütün liderlerle olan ilişkileri yakından tanıdığım için, gerçekten farklı bir ilişkiydi.

Şimdi zaten neden Esad çok kızıyor?

Şimdi bu adam bunu bana niye yaptı, diyor…

Namık Koçak: Bunu 11 yıldır hâlâ anlayamadı, değil mi?

Hüsnü Mahalli: Anlamadı, halen anlamadı. Şimdi mesele de tam burada. Onun için Esad’la barışmak normalde istese çok kolay. Çünkü Esad sana bir şey yapmamış, Suriye Devleti Türkiye’ye bir şey yapmamış, herhangi bir müdahale de etmemiş, kimseyi vurmamış, öldürmemiş asmamış, kesmemiş, biçmemiş. Dolayısıyla düşün; şerefsiz dediğimiz bir adama yani Birleşik Arap Emirlikleri Başkanına 15 Temmuz Darbesini yapan adama gitmişiz yalvarmışız, gel barışalım diye. Kaşıkçı’nın canisi Suudi Prens hazretlerine dosyayı olduğu gibi vermişiz, dosyayı kapatmışız atlamışız, gitmişiz o gelmiş, öpüşmüşüz koklaşmışız.

İsrail’e neler neler dedik. Her gün Filistinlileri öldürüyor, yine kardeş İsrail dost İsrail… Mısır’a darbeci demişiz, şunu demişiz bunu demişiz, Mısır’la barışmak için bin takla atıyoruz. Mısır barışmak için Müslüman Kardeşler’i kov demiş, kovmuşuz. İsrail Hamas’ı kov demiş, kovmuşuz, o bilmem ne demiş, yapmışız. Bunların hepsini yapmışız. Şu anda dünkü gösteriler yani Türkiye karşıtı gösterilerin yaygınlaştırılmasının, bakın bu çok önemli, yaygınlaştırılmasının nedenlerinden birisi, Türkiye’den yayın yapan Suriyeli muhaliflerin televizyonlarıdır. Suriye, İstanbul’dan yayın yapıyorlar. Ve Türkiye karşıtı yayın yapıyorlar. Ya bir gariplik var bu işte.

Namık Koçak: Evet…

Hüsnü Mahalli: Bak İstanbul’dan yayın yapıyor.

Namık Koçak: O gariplik çok önemli. O gariplik çok önemli…

Hüsnü Mahalli: Bu adam sana yani Türk Devletine, Erdoğan’a da laf ediyorlar. İşte bizi sattın bize kazık attın falan diye. E, bayrağa işte ahlâksızlık, terbiyesizlik yapıyorlar, Türk bayrağına. Evet ama yayın yapıyorlar bunlar, Türkiye’den, İstanbul’dan. Kaç tane televizyonu var, onların televizyonu.

Namık Koçak: Evet.

Hüsnü Mahalli: Onun için böyle baktığında bir daha başa dönüyorum. Bütün bunları hiç kimse bir şey söyleme şeye konuşmanın abesle iştigal olduğunu bilmemiz gerekiyor. Burada bir sorun var, bu sorunun nedeni AKP iktidarıdır. Kim ne diyecekse AKP’ye söylemesi lazım. Yani Suriyeli ruh hastası manyak sapıklar o bilmem ne o bilmem ne; bunlar, tamam, bildiğimiz hikâye. Ama dediğim gibi bu sorunun nedeni AKP’nin 11 yıldır Suriye politikası, Ortadoğu politikası ve toptan dış politikası.

Namık Koçak: Evet…

Hüsnü Mahalli: Yani tek politika falan değil. Gelelim işte şey Can Ataklı dedi ki bu PYD şey bu terör, öbürü terör…

Ya kardeşim 2011 öncesinde bak, dikkat et. PYD diye bir şey yoktu. 2011 öncesinde, PYD diye bir şey yoktu. İki, IŞİD, Nusra, Kaide zırt pırt yüzlerce örgüt de yoktu. Türkiye’nin müdahalesi.

Niye Türkiye’nin diyorum, dikkat et?

Çünkü sınır yani. Katar’ın dahli… Katar dandik bir ülke. Suudi Arabistan tâ nerede, nereden müdahale edecek, Türkiye izin vermezse? Amerika nasıl gelip müdahale edecek? Amerika nereden gitti işgal etti Fırat’ın Doğusunu? İncirlik’ten kalkan uçaklarla. Yani bunların hepsi AKP politikaları.

Gelelim PYD’ye bir cümleyle…

PYD, bak 2011 sonrasında 2012’nin başlarında Davutoğlu zamanında, bakan olduğu zamanlarda, PYD lideri Salih Müslim… Sen dedin ya barış süreci 2011’de gibi gösterdiler ama onun gerisi de var. Oslo süreci. Ondan sonra Davutoğlu kaç sefer Salih Müslim’i, PYD liderini Ankara ve İstanbul’da misafir etti. O da yetmedi, Davutoğlu atladı gitti Erbil’e. Mesut Barzani’nin arabuluculuğuyla Salih Müslim’e dediler ki, bak dediler ki, ey Salih Müslim, PYD lideri, Esad’a ayaklan. Esad’a ayaklan, sana ve PYD’ye istediğiniz her şeyi veririz. Esad sonrası Suriye’de bağımsız devlet, bak dikkat et, federal yapı, özerklik ne isterseniz, dediler…

Bunu Salih Müslim kaç sefer anlattı yabancı medyada. Eee? Daha niye şikayet ediyorsun şeyden, PYD’den… Kobani olaylarında Iraklı Peşmergeler Urfa’ya gelip Türk askerinin himayesinde Kobani’ye girip PYD, YPG’ye destek verdi mi vermedi mi?

Namık Koçak: Canım konvoylarla havaya silahlarla ateş ederek gittiler.

Hüsnü Mahalli: Aynen. Eee? Bunlar unutulacak hepsi unutulacak, e, geleceğiz bugün işte bilmem bugün güncel bir konu olduğu için işte şu oldu bu oldu… Ya tamam kardeşim ya…

Namık Koçak: Peki o noktaya geldik mi? Yani Çavuşoğlu bunu açıkladığına göre 10 ay sonra, yani Türkiye artık Esad’la da yeni bir dönem düşünecek mi?

Hüsnü Mahalli: Abi bak Namık, bu kargaşa oldu ya yani gösteri mösteri bayrak mayrak. Yorum şu, bu çapulcuların, beyinsizlerin yorumu şu: Türkiye bizden korktu. Peki kanıtı ne, korktuğuna dair? Onların söylemi ile söylüyorum. Dikkat et. Dışişleri Bakanlığı öğleye doğru bir açıklama yaptı, Türkiye Dışişleri Bakanlığı. Dedi ki yok yav, biz sizden vazgeçmedik. Mealen söylüyorum. Biz Suriye Halkının arkasındayız. Her şeyi bozan Esad’dır. Her şeyi bilmem ne yapan Esad’dır. Arkanızdayım, devam edin. Mealen söylüyorum. Böyle bir açıklama yaptı, Türkiye Dışişleri Bakanı. Onların beyni ile bizden korktu diyor. Bu ne yav… Allah aşkına bu ne ya.

Namık Koçak: Yani çok vahim şeyler bunlar.

Hüsnü Mahalli: Bak, bir daha söylüyorum. Televizyonları İstanbul’da, sosyal medya hesaplarının hepsini takip ederim yani bunları ben kafamdan söylemiyorum. Onlar onu söylüyor, anladın mı?

Namık Koçak: Yaralandıklarına falan tedavileri bile burada yapılıyor yani. Türkiye’de yapılıyor.

Hüsnü Mahalli: Onlar artık çok eski şeyler, yaralanmış maralanmış… Okullara sınavsız giriyorlar, torpilli istediği yere işe giriyor. Onlar artık o hikayeler var ya ohooo… Oraya girersek beş gün konuşmamız lazım. Cümle, ezcümle, AKP iktidarının 11 yıllık Suriye politikası çok tehlikelidir. Hâlâ aynı tehlikeli süreçlere ve yola devam etmek kararlılığını…

Namık Koçak: Bu tehlikenin farkına vardılar mı? Yani şu noktada şu olup bitenlerden sonra tehlikenin yani en azından şu: Biz bunları buradan çıkartmaya kalkarsak başımız büyük derde gidecek ne yapacağız? Yani o şeyi hissediyorlar mı?

Hüsnü Mahalli: Hayır, hayır. Yok, yani bana göre yok. Bana göre AKP olup bitenlerden ders almadı. AKP geçici ve görünür bazı kazanımlarla politikalarının doğru olduğunu düşünüyor. İşte biz dünya lideriyiz biz, her şey bizden sorulur. İşte İran, işte Rusya, Amerika, Avrupa, Fransa, İngiltere Ahmet, Mehmet, herkes bizden çekinir biz herkesi mahvederiz, bilmem şunu yaparız, bunu yaparız… Kendi seçmenine böyle bir sloganvari söylemlerle seçmenini koruyabildiğini – ki doğru, bir boyutu da doğru – düşündüğü için böyle devam edecek ve Suriye’deki politikasından kısa vadede olağanüstü bir mucize olmasa vazgeçeceğini ben Hüsnü olarak sanmıyorum.

Namık Koçak: Yani bu böyle gidecek. Peki bu jeopolitik poker… Financial Times konusunda sen ne düşünüyorsun?

Hüsnü Mahalli: Doğru…

Namık Koçak: Yani çok mu elindeki kartlara güveniyor? Çok sağlam kartlar var mı elinde?

Hüsnü Mahalli: Hiçbir kart mart yok. Demin dedim ya, göreceli birtakım kazanımlar var, öyle sanıyorlar.

Namık Koçak: Blöf mü yapıyor?

Hüsnü Mahalli: Blöf mü yapıyor? Yani Ortadoğu’da oyunun böyle oynanmadığını biliyor. Ama neye güveniyor? Bu tehlikeli bir saplantı… Nasılsa Ortadoğu karışık, diyor. Karışık doğru. Bu kargaşada benim payıma ne düşerse ben onu almaya çalışırım. Bunu düşünüyor. Bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Tarihsel uzun hikâye bu. Onun için macera, maceramsı yani bu Suriye’de şu kadar askeri var, Irak’ta şu kadar askeri var, Lübnan’da şu kadar askeri var Somali’de askeri var, Azerbeycan’da askeri var, Mekadonya’da askeri var, Bosna’da askeri var Afrika’nın başka yerlerinde askeri var. Eee? Yani Türkiye şunun peşinde mi? Emperyal olma hedefi mi güdüyor? Böyle yorumlanıyor…

***

Bunun ardından da Sabahattin Önkibar’ın bugün yayımladığı, konuya ilişkin videosunu dinleyelim ya da tapesini okuyalım.

***

Videonun Tapesi:

Hoş geldiniz. Tayyip Erdoğan kendi yarattığı, var ettiği sorunlarda boğulmaya devam ediyor. Ekonomiden sonra Suriye’de olanlar artık Türkiye’yi tehdit eder hale geldi. An itibarıyla El Bab, Cerablus, Azez ve İdlib’de Türk Bayrakları yakılıyor, askeri araçlara saldırılıyor, üslerimiz taşa tutuluyor ve “Türkiye defol” sloganları atılıyor.

Evet, abartısız Türk Devleti’ne karşı isyan ve başkaldırı söz konusu. Yapanlarsa ÖSO yani Özgür Suriye Ordusu. Başka bir anlatımla; Türkiye’nin kendi vatandaşı açlık sınırı altında maaş alırken AKP iktidarının yıllar yılı her ay düzenli olarak maaş ödeyip, yüz küsür bin ev inşa ettirdiği İslamcı cihatçı çeteler.

“Peki niye mi saldırıyorlar” derseniz…

Mevlüt Çavuşoğlu’nun iki gün önce “Suriye’de Esad’la muhalefet anlaşmalı, Türk ve Şam İstihbarat Heyetleri bunun için görüşüyorlar”, demesinden.

Şaşırdık mı?

Hayır…

Rüzgar ektik fırtına biçiyoruz. CIA başkanı Leon Panetta’nın halifelik gazına gelirsen, olacağı budur. Hatırlayın, Panetta 2011 senesinde Ankara’ya gelmiş ve beş gün kalıp Tayyip Erdoğan’ı Suriye’ye saldırmaya ikna ekmişti. Ödül olarak da Erdoğan’a İran’ın karşısındaki Sünni dünyanın emirliği sözü verilmişti. Sonrası yaşananlarla ortadadır. SADAT’lar ve eğit-donatlarla Türkiye’de yetiştirilen Cihatçılar, Suriye’ye cihada gönderildiler. Milyonlarca sığınmacı da halifelik adına Türkiye’ye kabul edildi. Tunus’tan Mısır’a mitingler de yapıldı. Londra’daki Siyonist tefecilerden yüksek faizlerle alınan milyarlarca dolar borç para bunun için saçıldı.

SADAT gibiler Suriye’yi Mehdi’nin zuhur sahası olarak gördüler ve kendi ifadeleriyle; onun inşasına soyundular. Lakin geldiğimiz noktada ne Mehdi var, ne halife, ne de emir… Tersine; tam bir enkaz ile, çıkmazla karşı karşıyayız.

Menkıbe ve istiharelerle ülkeyi yönetmeye kalkarsanız, olacağı budur. Bin kusur yıllık İslam beldesi Suriye, Haçlı saldırısı ile tarumar edildi. Bakın Haçlı diyorum. Zira merkezinde Amerika Birleşik Devletleri’yle Fransa’nın olduğu bir operasyona başka bir şey denemez. Yüz binlerce insan öldü, milyonlarca sığınmacı demin de söyledim, Türkiye’ye alındı. Mehmetçiklerimiz şehit düştü. Ve toplamda 200 milyar doların üstünde maddi kayıp var.

Şunu da hatırlayalım: Suriye operasyonunu Amerika Birleşik Devletleri’yle Fransa başlatmasına rağmen bu iki ülke sonradan çekildiler. Zira baktılar ki ılımlı denilen cihatçılar İran’dan bile daha tehlikeli. Öyleyken Tayyip Erdoğan Emevi Camii’nde namaz kılmakta ısrarlı oldu ve bir türlü frene basmadı. Sonuç, görüyorsunuz tam bir hüsrandır. Zira Suriye konusu abartısız otuz yıl Türkiye’nin başını ağrıtacaktır.

Şunu da söyleyeyim: Türk Devleti’nin Suriye politikası nedir, Suriye’de neyin peşinde; emin olun bilen yoktur. Yani tam bir belirsizlik söz konusu. Yapılan sadece Tayyip Erdoğan’ın günlük duygularıyla hareket edilmesinden ibaret. Düşünün; Suriye topraklarında harekât yapan Türk askerine yıllardır bir hedef bile verilemedi, ki dünyada hiçbir ordu siyasi hedefsiz çarpışamaz.

Bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri diğer yanda Rusya ve bölge ülkelerinin farklı ajandası, hedefi varken Türkiye’nin görünen tek amacı oradaki cihatçıları korumaktır. Zira onları eğit-donatla üreten SADAT’tır. Ve bunun için ahde vefa gösterilmekte. O kadar ki o cihatçıların İdlib’de Türkiye’nin parası ve desteği ile fiili bir terör devletçiğini bile kurduğu iddia ediliyor. Ancak görüldü işte; SADAT’ın var ettiği o çeteler şimdi Türk Bayraklarını yakıyor ve Türk askerlerini taşlıyorlar ki yarın çok daha fazlasını yapacakları kesindir ve buna potansiyelleri de var. Zira Türkiye’de binlerce militanı ile hücrelerinin olduğunu artık herkes biliyor.

Evet, Türkiye için Suriye’de deniz bitti. Zira köşeye sıkışmıştır. Tayyip Erdoğan’ın yoktan var ettiği bu konu artık en temel milli güvenlik sorunudur. Ülke bugün devlet gibi değil dernek gibi yöneltiliyor. Dış politikayı diplomatlar değil SADAT ve saplantılı İslamcılar yönlendiriyor. O kadar ki ilk defa lisan bilmeyen hariciyeciler söz konusu ve hiçbirinin ne birikimi ne vizyonu ne de geleceğe dönük planları, stratejileri var.

Ayrıca her şey iç politik istismara, şova ve gösterişe endekslidir. Öyle olduğu için neredeyse altı ayda bir dost düşman değiştiriliyor. “Katil ve şerefsiz” denilenler üç kuruş için bir anda kucaklanıp, bağırlara basılıyor. Caydırıcılık ve saygınlık sıfırlanmış durumda. Bakın, Birleşik Arap Emirliği uçakları Libya’da Türk askerinin kontrolünde olan hava limanını bombalayabiliyor ve ertesi gün göğsünü gere gere, ben yaptım, diyebiliyor. Türkiye bu alçaklığa karşı sözlü olarak karşılık verilecek, diyor ancak verilen fiili cevap ya da karşılık Birleşik Arap Emirliği Veliahdına, Prensine kırmızı halı sermek oluyor.

Evet, Türkiye birkaç milyar dolarlık dış borçlanma adına adete diz çökmüş durumda. Suriyelilere Tayyip Erdoğan’ın İfadesiyle onlarca milyar dolar saçan iktidar, şimdi üç kuruş için Türkiye’nin onurunu, şerefini yere serip, para dilenmektedirler. Oyun kuruculuk da söz konusu değildir. Zira Türkiye yönetiminde ciddiyet yoktur. Ciddiyet olmayınca da kimse inanmıyor, güvenmiyor, kâle almıyor.

Bakın, “İdlib’de 35 Mehmetçiğimiz niye öldü?” sorusu hala cevapsızdır. PYD-PKK’ya karşı başlatılan operasyonlar neden aniden sonlandırıldı; bilinmiyor. On binlerce İslamcı cihatçıyı Suriye’de beslemekle ne amaçlanıyor, o da meçhuldür. Hem Suriye’nin toprak bütünlüğü deniliyor hem İdlib’deki unsurlara kutsal emanet gibi bakılıyor.

Değerli dostlar, dış politika hedefler ve imkanların bileşkesi çerçevesinde yapılır. Kurduğunuz hayaller kapasitenizi aşıyorsa o işe soyunmak macera ve cehalettir. Kim istemez Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan Türk hinterlandında egemen olmayı? Ancak yokuş çıkmayan bir araçla dağları aşamazsınız. Keza Tarih bilmeden analiz yapamaz, geleceği planlayamazsınız. Tayyip Erdoğan ve avanesi bütün bunları bilse emin olun Yeni Osmanlı hayallerine kapılmazlar, Türkiye’yi Suriye’deki bu çukura gömmezlerdi. Türkiye’nin Cumhuriyet sonrasında dış politik stratejisi güvenlik, ekonomik ve stratejik çıkarları korumaya endeksliydi ve durum hep muhafaza edilmiştir. Oysa geldiğimiz noktada kıytırık Yunanistan bile Türk topraklarını art arda işgal edebiliyor.

Daha dün Bodrum açıklarındaki Kardak Kayalıkları’nın yanındaki mini adalara yine Yunan bayrakları çekildi. Ve Tayyip Erdoğan sus pus. Tık yok. Oysa hem o kayalıklar hem önceden işgal edilen 18 Ada, Lozan Anlaşması’na göre Türk toprağı.

Sebep net…

Türkiye’nin cevap veremeyecek hale getirilmesi. Yani aciz duruma düşülmesi ve görüntüye girmesi ki 100 yıldır bu ilk defa AKP döneminde oluyor. Ondan sonra yerli, milli ve büyük Türkiye palavraları. Üzücü olan, muhalefetin hayati derecede önemli olan bu konuda politikasının olmaması ve AKP’nin yanlışlarını millete anlatmaması, kafalara çakmaması. Muhalefetin, bakkal manav ziyaretleri önemli de Türkiye eşittir bakkal manav demek değildir.

Bu arada Tayyip Erdoğan’ın kendi yarattığı sorunlarla boğuşması bağlamında başka bir örnek de S-400’ler olayıdır. Şimdi diyeceksiniz ki alınmasa mıydı? Alınması kuskusuz doğrudur. Ancak devleti yönetenler alınan bu kararın beş altı hamle sonrasını hesaplamak durumunda, hesaplamak zorunda.

Oysa AKP ve Tayyip Erdoğan’ın göründüğü kadarıyla böyle bir planlaması yok. Ben bu sistemi Rusya’dan alırsam NATO ve Amerika Birleşik Devletleri ne der, neler yaparlar diye masaya yatırılıp atılacak muhtemel adımlara karşı politikalar ve imkânlar geliştirilmeliydi.

Var mı böyle bir şey?

Yok. Yaşadık işte. Amerika Birleşik Devletleri F-35 uçak projesinden Türkiye’yi attı. Ve peşin ödenen milyar dolar üstü parayı bile geri vermiyor. Aynı şekilde eski model olmasına rağmen F-16’da bile ambargo uyguluyor. Keza uygulanan diğer CAATSA yaptırımları da ortadadır. Evet, devleti yönetenler S-400 sistemini alırken çok muhtemel olan ve beklenen bu adımlara karşı alternatif hamleler geliştirmesi gerekmiyor mu? Elbette gerekiyordu. Lakin ortada bir şey yok. Amerika Birleşik Devletleri uçak vermeyince de Türkiye, Ege’de hava üstünlüğünü Yunanistan’a kaptırdı. Ve biti kanlanan Palikarya, dün olduğu gibi art arda işgaller yapıyor.

Dış politika satranç gibidir ve ardı ardına yapılacak hamleler önceden hesaplamalı. Lakin ifade ettim, iktidarda öyle bir kadro yok. Amerika Birleşik Devletleri uçak vermiyorsa başka yerden bulacaksın. Eğer bulamayacağın baştan belliyse o zaman S-400’u almayacaksın. Taarruz, savunmadan daha önemli ve öncelikli ihtiyaç elbette uçaktır.

Hem S-400’ü aldın da ne oldu?

Nisan 2020’de aktive olacak denilen sistem hâlâ ambardadır ve paslanmaya terk edildi. Dış politika kuru gürültüyle değil olgular ve imkânlarla yapılır. Değilse Trump’ın bir telefonuyla Papazı bırakır, 35 Mehmetçiğin hesabını soramaz, araştırma gemilerin Yunanistan’ın istemediği sulara giremez, “Firavun” dediğin Sisi’yle barışmak için çırpınır, “Katil ve Şerefsiz” dediklerine de boyun eğersin.

Bir başka boyut, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dış politik kararlarda devreden çıkarılmasıdır. Türkiye için bu fevkalade yanlıştır. Zira Cumhuriyeti kuranlar önce Meclisi var etmişlerdir.

Noktalamadan şu hususa da açıklık getirelim: Türkiye’nin en büyük sorunu aslında ekonomi değil Suriyeliler konusudur. Çünkü içinde ekonomiyi de barındırıyor. Savunma Bakanı Hulusi Akar yeni söyledi, Türkiye an itibarıyla 9 milyon Suriyeliye bakıyor. Öyleyken Tayyip Erdoğan ne yapar, derseniz seçime kadar barışma adına hiçbir şey yapmaz.

Evet Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun istihbarat heyetleri görüşüyor sözünün bu süreçte somut bir karşılığı olmaz. Zira böyle bir durumda Erdoğan, madem bu noktaya gelinecekti Suriye neden yıkıldı, yüzbinlerce insan niçin öldü, sorularına muhatap kalır. Dahası Beşşar Esad’a yenilmiş bir görüntüye girer ki seçim öncesi bunu istemez.

Ayrıca iki taraf arasında iki temel ayrılık var ve Şam Hükümeti bunları müzakere şartı olarak görüyor. Birincisi, Türk askerinin hemen Suriye topraklarını terk etmesi. İkinci husus İslamcı, cihatçı yapıların dağıtılması. Türkiye bu konularda Beşşar Esad’ın taleplerini karşılama durumda değil.

Peki ne mi olur, ne mi olacak, derseniz; seçimden sonraki süreçte emin olun bela giderek büyüyecektir. Zira hem Rusya ile İran Türkiye’nin Suriye’de kalmasını istemiyor h em de Amerika Birleşik Devletleri sınırın öbür tarafında PYD-PKK devletini kurmak istiyor.

Hülasa; Suriye bir gayya kuyusu ve halifelik adına Türkiye maalesef o kuyuya atıldı…

***

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar; bu her iki antikomünist gazeteci de Suriye konusunda bizimle aynı görüşleri paylaşmaktadırlar.

Tabiî onlar Diyalektik Mantık ve Metoda sahip olmadıkları için Tayyipgiller tarafından yapılan ihanetin boyutunu, tarihsel kökeniyle görüp değerlendiremiyorlar. Bunu, Tayyipgiller’in yaptığı yanlış, hatalı politikalara bağlamakla yetiniyorlar.

Oysa Tayyipgiller, asla kendi akıllarıyla oynayamazlar. Onlar, oynatıcılarının yani ABD’li efendilerinin parmaklarında dolalı iplerle oynattıkları basit kuklalardır sadece. Bakın, mesela; 2004 yılından bu yana Ege’de Lozan Antlaşması’yla bize bırakılmış olan 20 Ada’mızı ve 4 Kayalığımızı işgal etmiştir Yunanistan, ABD’li ve AB’li Emperyalist Haydutların kışkırtmasıyla. Tıpkı 15 Mayıs 1919’da yine aynı emperyalist canavarların kışkırtması ve her türden desteğiyle İzmir’den karaya çıkıp Batı Anadolu’muzu işgal ettikleri gibi…

Tayyipgiller’in bir tek yetkilisi olsun bu işgalden tek kelimecik bile olsa söz edebilmiş midir bugüne kadar?

Hayır…

Çünkü Tayyipgiller baştan ayağa ihanete batmış iktidarlarını sürdürebilmek için o adaları kendi elleriyle peşkeş çekmişlerdir Yunanistan’a. Bu son birkaç gün içinde Yunanistan, Kardak’ın yakınında bulunan iki Kayalığımıza daha bayrak dikmiştir. Tayyipgiller hâlâ bu konuda ölü numarası yapmaya devam etmektedir.

Yine hatırlanacaktır; Tayyip’in en kaşar kankilerinden, eski bakan ve başbakanlarından olan Milyar Ali Yıldırım, Yunanistan tarafından işgal edilip silahlandırılıp yerleşime açılan bu adalarımıza, Yunanistan vizesi alarak “turist” sıfatıyla gidip tatil yapmıştır bir de, utanıp arlanmadan.

Bugün ayrı telden çalarak ellerini yıkamış görünmeye çalışan Davidson Ahmet’le Samanpazarlı Bebecan da Tayyipgiller’in bu ihanet tayfasının kapsamı içinde yer alırlar.

Tayyip eğer bu Hafızları kapının önüne koymasaydı, bunlar şu an dahi Tayyip’in AKP’giller’inde onun amigoluğunu yapmaya devam edeceklerdi. Türkiye’nin bu Suriye bataklığına itilmesi işinde Davidson Ahmet meczubunun da Tayyip’le eşdeğer suç ortağı olduğunu Hüsnü Mahalli de haklı olarak yukarıda izlediğimiz videosunda ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla da Tayyipgiller yargı önüne işledikleri binbir suçun hesabını vermek üzere çıkarıldıkları gün, bu iki amigo da onların arasında olacaktır.

Bunlar vatan satıcıdır, derken işte bu acı gerçeklerden hareket etmiş oluyoruz, arkadaşlar. Bunlar ABD Emperyalist Çakalı tarafından öylesine eğitilip sadakatle bağlanmışlardır ki tıpkı sirk hayvanları gibi sahipleri ne derse aynen onu yaparlar. Efendilerinin “BOP” denen Yeni Sevr namussuzluğunun hayata geçirilmesinde kendilerine verilen görevi yerine getirmek için Suriye, Libya ve Irak gibi ülkelere saldırmıştır bunlar.

İşte bunlar böylesine haindir, böylesine satılmıştır, böylesine kukladır, böylesine Türkiye Cumhuriyeti’ne, vatanına ve halkına düşmandır…

Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve silah arkadaşlarına, onların kurduğu Yarı Laik Cumhuriyet’e düşmanlıkları da hep buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü bunlar haindirler, hem de hain kere hain…

Bunlar Türkiye’ye değil, Amerika’ya, Avrupa Emperyalist Devletlerine ve Siyonist İsrail’e çalışmaktadırlar. Onların çıkarlarının hayat bulması için mücadele etmektedirler. Bu gerçek gün gibi açık, kesin ve nettir.

İşte yine bu sebepten onlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmışlar ve onun yerine Ortaçağcı, Amerikan kuklası, BOP çerçevesinde parçalanmış bir Faşist Din Devleti inşa etmektedirler.

Yine defalarca belirttiğimiz gibi Türkiye’de İkili Devlet vardır şu anda, tıpkı bir zamanlar Nazi Almanya’sında olduğu gibi:

Birincisi yıkılmış, enkaz yığınına döndürülmüş, yerlere serilmiş, can çekişen, Yarı Laik Türkiye Cumhuriyeti; öbürüyse merkez üssü Kaçak Saray olan, Diplomasız, Hainler ve Mücrimler Sultanı Tayyip’in Reisliğindeki Ortaçağcı Faşist Din ve İhanet Devleti…

Bu hainler iktidarından kurtulmak, hep söyleyegeldiğimiz gibi en öncelikli devrimci görevimizdir, arkadaşlar. Bu görevimizi de başaracağız kesinkes. Ve bu hainler güruhunun tamamını, tüm takım taklavatlarıyla birlikte Çelik Bilezikle tanıştırıp Bağımsız ve Tarafsız Yargı önüne çıkaracağız.

Hiç kaçışları, kurtuluşları yok…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

13 Ağustos 2022

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email