“Bin Kalıplılar”da kalıp değişir, ihanet değişmez! (9)

15 Temmuz Ganimet Savaşı Tayyipgiller’in zaferiyle sonuçlanınca, sağlı sollu bütün çıkarcılar Tayyipçi geçinmek sevdasına yakalandılar. Daha doğrusu parsa kapma ve kelle kurtarma yarışına giriştiler. Tez şuydu: 15 Temmuz Amerikancı gerici “darbe”si Tayyip’e karşı yapıldı. Tâ 17-25 Aralık 2013’ten bu yana hatta 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetocu savcılar tarafından ifadeye çağırılmasından bu yana yani Tayyip’e karşı FETÖ’nin ilk hamlesinden bu yana FETÖ’yle gerçek mücadeleyi yapan tek kişi Tayyip’tir. Bundan sonra da bizi FETÖ belasından kurtaracak kişi Tayyip’tir. Bu tezi “Ergenekon Davası” mağduru, Genelkurmay Başkanlığı yapmış yani kurmay bir asker olan İlker Başbuğ’a kadar savundu bu kesim. Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere CIA tarafından örgütlenmiş FETÖ’den Türkiye’yi, yine CIA tarafından Laik Cumhuriyet’i yıkmak üzere örgütlenmiş ve 15 Temmuz’u; “Allah’ın bir lütfu”, diye kutsamış Ortaçağcı Tayyip kurtaracaktı bu güruha göre.

Ve bu güruhtan insanlar, Tayyipgiller’in borazanı haline gelmiş olan yandaş, yalaka havuz medyasının televizyonlarında, gazetelerinde vazgeçilmez aktörler olarak istihdam edildiler. Sağ kesimden gelen yalakalar bakımından olağanüstü bir durum yoktu. Onlar görevlerine devam ediyorlardı. Tek bir şart vardı onlar için: Geçmişte FETÖ’ye ne kadar övgü düzmüşlerse şimdi onu çok aşan dozda küfür edeceklerdi. Bu konuda sağ kesimden gelenlerin şampiyonu kimdir ölçmek mümkün değil…

Ama çok inandırıcı olabilmek için “sol” görünen kesimden insanlar da bu kervana katılmalıydı. Bu hem Tayyipgiller’in inandırıcılığını arttıracak hem de Tayyipgiller’in Antiemperyalist, Antiamerikan görünmelerini sağlayacak böylece halk nazarında Tayyip’in kredisini yükseltecekti. Bu yalakalıkta, ikbal, mevki ve siyasi, maddi kazançta yarışan yarışana… İsim belirtmek değer vermek olur.

Fakat bir kişi var ki, isim verilmese yeni nesillerin onu tanıması içyüzünü görmesi gölgelenebilir. Bu kişi, “sol” görünüp hep CIA hizmetinde bulunmuş, bu görevini hiçbir zaman aksatmamış, her yeni dönemde yeni bir kalıba girerek hizmette kusur etmemiş; tâ 1970’te Hikmet Kıvılcımlı’nın “CIA Sosyalisti” diyerek kulağından tutup teşhir ettiği, Doğu Perinçek’tir. Yani “sol” görünümlü yalakaların, hainlerin açık ara şampiyonu, yandaş medyanın ekranlarında ve gazetelerinde her gün arzı endam eden Doğu Perinçek’tir. Ortaçağcı Tayyipgiller’in en büyük destekçisi unvanının tartışmasız sahibidir.

Biz onun nasıl kalıptan kalıba girdiğini gözler önüne seren, Nurullah Ankut (Efe)’nin kaleme aldığı 26 makalesini yayımlamıştık. Bu makaleleri, “Bin Kalıplılar” adıyla büyük boy 617 sayfadan oluşan bir kitapta da derlemiştik. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, Derleniş Yayınları, Mayıs 2015)

Fakat onun “bin kalıba” sığamayacağını da şöyle belirtmiştik:

“(…) Tabiî son kalıbı dedikse şimdilik kaydını da koymak gerekir. Bundan sonra hangi kalıplara gireceğini kadim dostu Yalçın Küçük bile (kesinlikle değişeceğine emin olmakla birlikte) bilememektedir. Bilemediğini zaten yazıp çizmektedir. Yani biz de adımız gibi eminiz ki Allah ömür verirse Doğu Perinçek’in bu son kalıbı, sondur ama, en son kalıbı değildir…

“Onun görevi, antiemperyalist uyanışı her dönemde evirip çevirerek yine emperyalizmin kanalları içine akıtıp buharlaştırarak yok etmektir.

“Buna izin verilemezdi.

“Kitap okununca görülecektir:

“İzin verilmemiştir…” (Bin Kalıplılar, Önsöz, s. 21)

Doğu Perinçek’in bu yeni girdiği-gireceği kalıpların anlaşılması; gerçek yüzünün iyice görülmesi, genç kuşaklarca da bilinip tanınması için ve hak ettiği hainlik rütbesinin bizzat halklarımız tarafından ve bir kez daha alnının ortasına çakılması için (hukukçu üslubu ile söylersek); bu makaleleri bir kez daha Türkiye Halklarının önüne koymak kaçınılmaz bir görev olmuştur.

***

Söyle bakalım Lozan’ın, Paris’in, Strazburg’un ve bilumum Avrupa başkentlerinin serçe yürekli, yalandan fatihi:

Talat Paşa, “Halkın ve milli burjuvazinin muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki komprador-feodal İttihat ve Terakki Diktatörlüğünün başı” mı

yoksa vatansever, büyük devlet adamı mı?

Önceki yazılarımızda PDA Tayfasının TİİKP Savunması’ndan, İP’in bugünkü görüşleriyle taban tabana zıt görüşlerini aktarmıştık. Yani, İP’in dünle bugün birbirinin tam karşıtı olan görüşlere sahip olduğunu söylemiştik. Böylece de İP Avanesi’nin nasıl kalıptan kalıba geçtiğini göstermek istemiştik. Fakat o da ne? Bazı İP’li gençler yorumlarında demezler mi: “Bunlar bizim bilmediğimiz şeyler değil. Biz bu savunma metinlerini eğitim seminerlerimizde zaten okuyup öğreniyoruz. Ayrıca da bu savunma devrimci siyasi savunmanın en güzel örneklerinden biridir.”

Biz donup kaldık. İyi yahu da bugün siz birbirine tam karşıt iki görüşten hangisini savunuyorsunuz? Dünkünü mü bugünkünü mü? Bunların aynı konuda biri ak diyor, öbürü kara. Sizin bunlardan beğendiğiniz hangisi?

Biz sanmıştık ki, D. Perinçek ve müritleri TİİKP Savunması’nı ve oradaki tezlerini “cami avlusuna bırakılmış bebeler gibi” bırakıp kaçtı. Çünkü bu kaşar ekip o görüşleri hiç ağzına almıyor bugün. Ha bazen ekibin şefi D. P. de “İki Süper Devlet” gevelemesinde filan bulunuyor. Ama o zamanki gibi olumsuz bir ibare olarak kullanmıyor bunu. Tam tersine, olumluyor. Diyor ki, o zamanlar İki Süper Devlet’in arasındaki rekabet ve dengeleme, onların bizim gibi ülkelere bugünlerdeki gibi saldırılarını engelliyordu. Ve benzeri şeyler… Neyse, geçelim.

İP’li gençlerin bu yorumundan sonra biz internete girip “TİİKP Savunma” yazıp google’ladık. Bir de ne görelim? D. P. ve Avanesi bu savunmanın Kaynak Yayınları’ndan yeni baskılarını yapmışlar. Mesela 1992’de 4. Baskısını yapmışlar bu yayınevinden.

Bu baskılar neyi gösteriyor?

O yıllarda da bu savunmadaki görüşlerin sahiplenildiğini. Bizim bildiğimize göre D. P. ve PDA Avanesi 2000’lere kadar bu görüşleri bölüm bölüm savundu. Tabiî tamamını değil. Duruma göre bir kısmını terk etti, bir kısmını savundu. Böyle sürdürdü işi. Yani yılankavi hareketlerle götürdü işi.

Fakat İP’li gençlerin söylediği ise apayrı bir şey. “Biz bugün de bu metinleri eğitim seminerlerimizde okuyup öğreniyoruz”, diyorlar. Şimdi bu durumda, biz de D. P. ve İP Avanesi’ne soruyoruz yazımızın başlığındaki soruyu. Evet, Talat Paşa kim?

E cevap verin bakalım.

Şimdi 1974 basımı “Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası Savunma” adıyla Aydınlık Yayınları’ndan çıkmış olan kitabı açıyoruz ve şu satırları okuyoruz:

“İttihatçı kompradorlar, toprak ağaları ve tefecilerle birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar. Gelirleri emperyalist tekellere ayrılmış olan ağır vergilerle köylüleri sömürdüler. Bir yandan toprak ağalarının mülkiyetini sağlamlaştırırken, diğer yandan da iç pazarı emperyalizme daha fazla açmak ve emperyalizmin geniş halk yığınları üzerindeki sömürüsünü arttırmak için kanunlar çıkarttılar.

“Komprador feodal diktatörlük milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam uyguladı. Doğuda yüz binlerce Ermeniyi katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine çeşitli baskılar uyguladı.

Ve Türkiye’nin Yağması Devam Etti

“1908’den sonra borçlanma devam etti. Emperyalizme yeni imtiyazlar verildi. Düyun-u Umumiye’nin tahakkümü daha da ağırlaştı. Talandan kimin daha çok pay alacağı meselesi, emperyalistler arasındaki mücadeleleri şiddetlendirdi.

“1908’lerden sonra Osmanlı pazarlarına giren Almanya, hızla yeni imtiyazlar elde ederek, durumu İngiltere aleyhine geliştirdi. Düyun-u Umumiye kurulduğunda ancak yüzde 3 hisseye sahip olan Almanya, 1914’te bunu yüzde 33’e yükseltti. Aynı dönemde İngiliz hisseleri yüzde 29’dan yüzde 5’e indi. Fransa bu mücadelede Almanya karşısında durumunu koruyabildi. Hatta hisselerini yüzde 40’tan yüzde 58’e çıkardı. Bununla beraber Almanya bir yandan gönderdiği askeri heyetlerle, öte yandan malzeme ve teçhizat bakımından Osmanlı ordusuna hâkim oldu.

“1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan komprador feodal iktidar, 1911’den sonra hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi. 1913’de ‘Alman silahlarının değişmez satın alma komisyonu başkanı’ Mahmut Şevket Paşa sadrazam oldu.

“Halkın ve milli burjuvazinin muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki komprador-feodal İttihat ve Terakki diktatörlüğü, Alman emperyalistleriyle birlikte ülkemizi Birinci Dünya Savaşı’na soktu.” (agy, s. 150)

Evet, açıkça görüldüğü gibi belli bir net rakam verilmemekle birlikte “yüzbinlerce Ermeniyi katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü.”, diyor bu “komprador-feodal İttihat ve Terakki Diktatörlüğü”. Soykırım kavramını kullanmamakla birlikte onu tarif ediyor Savunma. Hani her 24 Nisan’da Amerikan Başkanları konuya ilişkin açıklamalar yaparlar ya, yani soykırım kavramını kullanmazlar da aynen onu tanımlarlar cümleleriyle. İşte bizim PDA taifesi de aynı yöntemi uyguluyor o yıllarda.

Tabiî o zamanlar soykırım sözcüğü bugünlerde olduğu gibi moda değil. Katliam, kırım filan deniyordu o zamanlar. İşte bunlar da katliam kavramını kullanıyorlar.

Gelelim 2000’lere. İP’in Kaynak Yayınları, Rem Kazancyan adlı bir Ermeni tarihçinin “Bolşevikler ve Jöntürkler” adlı kitabını yayımlıyor. Fakat orijinal adıyla değil de “Bolşevik-Kemalist-İttihatçı İlişkileri- Yeni Belgeler (1920-1922)” adıyla.

Bu tür kitaplarda hep yaptığı gibi Doğu Perinçek buna da uzun bir önsöz yazıyor, “Türkçe Basıma Sunuş” başlığı altında. 50 sayfalık kitaba 11 sayfalık önsöz yazıyor. Bu taktik malum. Böyle kitaplar üzerinden kendini satma düşüncesi…

Önsözde D. P. Mustafa Kemal’e ve onun Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda ve Çanakkale Savaşları’nda oynadığı belirleyici role ilişkin doğru tespitlerde bulunuyor. Mustafa Kemal’in hakkını veriyor. Buradan anlıyoruz ki Doğu Perinçek yeni bir dönüş hazırlığında, yeni bir kalıba girecek. Zira, o güne dek Mustafa Kemal’in hakkını böylesine doğru ve net biçimde hiç vermemişti.

Önsözün son paragrafında ise şunları söylüyor D. P.:

“Bu kitabın yayıma hazırlanmasında ve dipnotlarının tamamlanmasında, Rusça kaynakları inceleyerek yaptığı katkılar nedeniyle Mehmet Perinçek’e teşekkür ederiz.” (agy, s. 18)

Demek ki dipnotları Mehmet Perinçek’le birlikte tamamlamışlar.

Şimdi görelim bakalım bu dipnotların konumuza ilişkin bölümlerinde neler deniyor:

“9- Cemal Paşa (1872-1922): Ünlü Türk politikacısı. Milliyetçi Türk partisi İttihat ve Terakki’nin üyesi. Pantürkizm ve Panislamizmin şiddetli savunucusu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye Bahriye Bakanı. Suriye, Lübnan, ve Filistin’de Arap kurtuluş hareketinin bastırılmasının, keza Türkiye’de 1915 Ermeni soykırımının örgütleyicisi ve yöneticilerinden biri olmuştur.

“10- Talat Paşa (1874-1921): Ünlü Türk Politikacısı. Milliyetçi Türk partisi İttihat ve Terakki MK Başkanı. Osmanlı Türkiye’sindeki Türk olmayan halkları Türkleştirme politikasının başta gelen esin kaynaklarından biri. Uzun yıllar Türkiye Dışişleri Bakanı olmuştur. Türkiye’de 1915 Ermeni soykırımının başta gelen örgütleyicisi.

“11- Enver Paşa (1881-1922): Ünlü Türk politikacısı ve asker. Milliyetçi Türk Partisi İttihat ve Terakki’nin üyesi. Türkiye Harbiye Bakanı ve Genelkurmay Başkanı. Türkiye’nin Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na katılmasında başrolü oynadı. Türkiye’de 1915 Ermeni soykırımının örgütleyicisi ve yönlendiricilerinden biri olmuştur.” (agy, s. 23-24)

Apaçık olarak görüldüğü gibi burada artık “soykırım yalanını” bolca gevelemeye başlamış D. P. ve PDA Avanesi.

Bu dipnotların ne kadarı Ermeni tarihçi Rem Kazancyan’a ne kadarı Doğu Perinçek’e, ne kadarı Mehmet Perinçek’e aittir, bilemiyoruz. Kitabın Rusça orijinali de elimizde olmadığı için…

Fakat, dipnotlar hakkında hiçbir olumsuz görüş belirtilmediği, tam tersine Mehmet Perinçek’e bu dipnotların hazırlanmasında, Rusça kaynakları tarayarak yaptığı katkılardan dolayı teşekkür edildiğine göre, demek ki buralarda belirtilen görüşler kolektif olarak paylaşılmaktadır.

Soykırım yalanının en büyük yazarlarından Baskın Oran’ın en büyük destekçisi Perinçek…

Hatırlarsak, yine 2000’e kadar, savunduğu tüm görüşler CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un “Project Democracy”’si çerçevesinde ya da kapsamı içinde bulunan Prof. Baskın Oran da Aydınlık yazarlarındandı. AB-D Emperyalistlerinin bu vatana ve bu halka ilişkin tüm saldırgan projelerinin ve girişimlerinin destekçilerinden olmuş Baskın Oran da on küsur yıl D. P. ve PDA ekibinin “2000’e Doğru”“Yüz Yıl” ve “Aydınlık” kadrosu içinde yer alıp hainane düşüncelerini oralarda yazdığı da göz önüne alınırsa 2000’e kadar D. P. ve PDA Avanesi’nin bu kişiyle ideolojik uyum içinde olduğu anlaşılır.

Zaten Baskın Oran da “ben değişmedim”, diyor. Eskiden beri bu görüşlerimi savunageldim. Aydınlık’ta yazarken de bunları savundum. O zamanlar gelen tepkilere karşı benim en büyük destekçim Doğu Perinçek’ti, diyor. Görelim:

“Hazırladığı Azınlık Raporu nedeniyle İşçi Partisi’nin Türkiye düşmanı ilan ettiği Prof. Dr. Baskın Oran’ın Doğu Perinçek’in yayın organlarında 12 yıl yazarlık yaptığı ortaya çıktı. Oran, Aydınlık ve 2000’e Doğru dergilerindeki yazıları nedeniyle gelen tepkilerde kendisini en çok kollayanın İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Perinçek olduğunu açıkladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Baskın Oran’ın başkanlığını yaptığı Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Azınlık ve Kültürel Haklar Alt Komisyonunun hazırladığı raporla ilgili tartışmalarda ilginç bir gelişme yaşandı. Raporu en çok eleştiren kesimler arasında yer alan İP’nin, Prof. Dr. Oran’ın aynı düşüncelerini içeren yazılarını uzun yıllar yayınlamakta bir mahzur görmediği anlaşıldı. Oran, Azınlık Raporu’ndan sonra İP’nin gençlik kollarına ait Gençlik Cephesi dergisinde de sert bir şekilde eleştirilmişti. Dergi Oran’ı ‘AK Parti’nin Azınlıklardan Sorumlu Komiseri’ olarak nitelendirmişti.

“(…)

“Konu ile ilgili Zaman’a açıklama yapan Oran ise uzun süre İP’nin yayın organlarında yazdığını belirterek, ‘Benim görüşlerimde zikzak olmamıştır. 2000’e Doğru ve Aydınlık’taki yazılarım nedeniyle okuyuculardan bugünkü gibi tepkiler gelirdi. Bu tepkilere karşı beni Doğu Perinçek savunmuş, kollamıştır’, dedi.” (Zaman Gazetesi internet sitesi, 29 Kasım 2004)

Gördüğümüz gibi 12 yıl boyunca Doğu Perinçek ve İP’lilerle aynı yolun yolcusuyduk, diyor Baskın Oran. Ben bugün de aynı yoldayım, yol değiştiren onlardır, diyor. Görülmektedir ki gerçek de bu. Değişen, daha doğrusu kalıp değiştiren D. P. ve İP Avanesi’dir. Baskın Oran dün neyse bugün de odur: Yeni Sevr’in en heveskâr savunucularından…

Demek ki D. P. ve İP Şürekâsı 2000’e kadar CIA Sosyalizmini açıktan yapmış. ABD Emperyalistlerinin Türkiye’ye ilişkin “Project Democracy” adını verdikleri çerçeve içindeki tüm tezleri en uç boyutlarda savunmuş. İşte Ermeni Meselesi’ne ilişkin o güne kadar savundukları da meydanda. Apaçık bir şekilde gözümüzün önünde duruyor.

Fakat görmüş ki bu ihanet tezlerini ne denli aktif bir şekilde savunursa savunsun bizim “Sevrci Soytarı Sahte Sol” diye adlandırdığımız gruplar tarafından takdir edilmemiş, itibar görmemiş. Abdullah Öcalan’ın Bekaa gülleşmesi sonrasında bir süreliğine elinden tutmasıyla bu sahte sol ortamda kabul görmüş. Fakat Öcalan’la da bozuşunca yeniden dışarı itilmiş.

Bunun üzerine bir durum değerlendirmesi yapmış. Bir süre bocaladıktan sonra kesin bir karara varmış:

Madem öyle işte böyle, diyerek bulunduğu kulvarın tam karşıtına bir anda zıplamış. Artık en keskin ulusalcı olarak çıkmış meydana. 1969’dan 2000’e kadar küfrettiği kişi ve değerlere bir anda sahip çıkmış. Yine eskiden “İşgalci Türk Ordusu’nun işbirlikçisi faşist” olarak nitelendirdiği KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve benzeri kişilerle birlikte (tabiî kendi avanesini de katarak) “Talat Paşa Komitesi”ni kurar.

Ne için mi?

“Ermeni Soykırımı emperyalist yalanı”na karşı koymak için. Tabiî Talat Paşa’yı da artık vatansever, büyük devlet adamı olarak tanımlamaya başlar. Ve onun büyük bez posteri altında İsviçre sokaklarında nutuklar atar “Ermeni Soykırımı uluslararası emperyalist bir yalandır”, diye. İsviçre şehirlerini dolaşır. Lozan’a gider. Oralarda da benzer nutuklar atar, yürüyüşler düzenler. “Yine Çanakkale siperlerindeyiz”, diye bağırır. Artık ondan hızlı yurtsever yoktur Türkiye’de. Yayın organları ve “Ulusal Kanal”ı durup dinlenmeden tekrarlar, “Lozan Kahramanı”, “Lozan Fatihi” diye.

Görüldüğü gibi artık yepyeni bir kalıba girmiştir D. P. ve Avanesi. Ulusalcılığın ve yurtseverliğin kalesi, diye ilan ederler partilerini. Bu yeni kalıplarının 2000’lerde içinden çıktıkları kalıpla zerre kadar olsun benzerliği yoktur. Hatta eski kalıplarının tamı tamına 180 derece karşıtıdır bu kalıbın içindekiler, bu kalıbın muhtevası.

Hep diyoruz ya “Bin Kalıplılar” diye. İşte görülüyor girip çıktıkları kalıplar. Tabiî görmek isteyenler için, aklına ve gerçeklere saygı duyanlar için, değer verenler için.

Bu adam ve bu avane işte böyle durup dinlenmeden değişir, kalıp değiştirir. Adeta günün moda deyimiyle “fıtratları” olmuş bu iş.

Perinçek’in son kalıbı

İsterseniz onların bu niteliğini bir de kendi dostlarından dinleyelim, ya da okuyalım mı diyelim. Evet, bakın Yalçın Küçük nasıl anlatıyor bu eski dostunu:

“Şimdi, Doğu için yaşam, Erdoğan’ı övmek ve Erdoğan’a, daha çok bağlanmakla geçmektedir. Ne hoş esen rüzgârdan Erdoğan’ı övmek için bir bahane çıkarmaktadır ve çok hoş bir haldedir. Artık Erdoğan’ın yaptıklarını kendi marifeti sayıyor ve Batı’dan Erdoğan’a hücumları da kendi böğrüne indirilmiş hançer biliyor. Bu arada, “Cemaati biz yendik” diyorsa, pek şaşırmam…

“Doğu’yu 1964 yılından beri tanıyorum, hoş bir arkadaşlığımız var, beraber iş yaparız, çok sert kavgalarımız oluyor, bana genellikle, “değişmez” diyorlar, Doğu Arkadaşımız ise hep değişir, Güç’e, gök gürültülerine göre yer tutar,  çok değişir, hep biliyoruz. Şimdi Çin Kültür Devrimi’ndeki aşamasına inmiş görünüyorlar..

“Ne yapmıyordu ki, çok mürteci olmuştu, ODTÜ çamlarında, çamlar daha küçücüktüler, el ele tutuşup oturan genç çiftlerimizi sürüklüyorlardı, öyle bir dönemi olmuştur. Şimdi IŞİD-Erdoğan kampından büyük heyecan duyuyor. Ayrıca kamusal alanlarda türbanı savunuyor; Fethullah Hoca’ya sert karşı çıkmaktadır ve Erdoğan’a pek yakındır. Son hali budur. Yine değişir, ümitvarım.” (Odatv, 18 Aralık 2014)

Yalçın Küçük’ün yukarıdaki tek bir cümlesi hariç diğerleri tümüyle doğrudur. Yanlış olan da “bana genelde değişmez diyorlar” şeklinde olan cümlesidir. O da değişir. O da eski Bekaa hacılarındandır. Abdullah Öcalan karşısında az “kralın soytarısı”nı oynamadı o da.

Kendisi, Bilgesu Erenus ve Abdullah Öcalan’ın rol aldığı tiyatro oyunları oynadılar. Oyunda Bilgesu Erenus’a Tansu Çiller, kendisine “Tarih Baba”, Öcalan’a ise halk önderi rolü veriliyordu. Neyse.

Gündem’lerde köşe yazıları yazdı. Köşesinin adı “Ortakça”ydı. Yani Öcalan’la ortak sayıyordu kendini. Öcalan Kürtlerin, bu da Türklerin lideri olmuş oluyordu. Birlikte işi götürüyorlardı. Fakat onun hayalleri de kadim dostu Perinçek gibi hüsranla sonuçlandı. Şimdi o da keskin ulusalcı. Hatta bilindiği gibi kafasında Kuvayimilliyeci kalpağı olmadan sokağa bile çıkmaz…

Perinçek’e ilişkin söyledikleriyse tam gerçeğin dile getirilişi.

Sözü uzatmayalım. Perinçek için savunduğu görüşün içeriğinin ne olduğunun hiçbir önemi olmaz. Bu milletin, bu halkın, bu vatanın aleyhine ya da lehine olup olmamasının hiçbir anlamı yoktur onun için savunduklarının. Yalnızca bir tek şey önemlidir onca: savunduğu görüş onu gündeme taşısın. Gündemde öne çıkarsın. Hep o konuşulsun. Kendi ifadelendirişleriyle onlar için önemli olan tek şey “Büyük Güçler Platformuna çıkabilmek”tir. Savundukları bu amaca hizmet ediyorsa onlar için önemlidir, değerlidir ve de doğrudur. Etmiyorsa hiçbir değeri ve önemi yoktur. Hemen terk etmek gerekir.

Bu adam bu… PDA Avanesi ise onun etrafında dönmekten akıllarını ve dengelerini yitirmiş zavallılar topluluğu. Tekke müritleri gibi şeyh ne derse onu tartışılmaz doğru sayan, acınacak haldeki garipler. İnsan onlara kızamaz bile…

İP’li gençlerin önceki yazılarımıza yaptığı yorumlardan sonra öğrendik ki bu tayfa eski kalıplarını da kaldırıp atmıyor çöpe. Bir şekilde muhafaza ediyor. Hatta bazılarının öğretisini bile yapıyormuş gençlere. Hani halkımız da der ya; “sakla samanı gelir zamanı”. O anlayıştalarmış.

“Ne olur ne olur”, diye düşünüyorlarmış. Bakarsın devran değişir yine onlardan biri ya da birkaçı birden gündeme gelir ve ihtiyaç giderir. O bakımdan onlar da dursun şöyle bir kenarda, diyorlarmış.

Bunlar çoklu müzik aleti sesi çıkaran ya da veren klavye gibidirler. Hani onların tuşuna basarsınız piyano sesi verir, bir öbürüne basarsınız gitar sesi verir vb. bunlar da öyle. Bas düğmesine, Ermenici, soykırımcı olsunlar, bas diğer düğmesine Talat Paşacı, soykırım karşıtı.

Fark şurada; klavyelerin çıkardığı sesler sınırlı. Nihayet 10-20 ya da bilemediniz 50-100. Bunlardaki kalıp sayısı ise 1000. Bunların tüm siyasi süreçlerini izleseniz başınız döner, aklınız şaşar. Böyle olmaması için çok dikkat gerekir…

23 Ocak 2015