Batmakta olan Kaçak Saray’ını kurtarmak için Ayasofya’ya sarıldılar

Ey Kaçak Saray’ın Dincilik İşleri Başkanı Ali Erbaş nam hain!

Geçen Cuma Ayasofya’da “lanet okuduğun” kişi, nineni Yunan askerinin eline düşmekten kurtaran adamdır. Sende hiç mi insanlık yok? Hiç mi utanma arlanma yok?

Öyle görünüyor ki sizde “ar damarı çatlamış.”

Yoksa, “Keşke Yunan galip gelseydi” demezdiniz… Ülen bu nasıl söz böyle be?.. Nasıl der insanım diyen bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı bunu?.. Ama siz söyleyebiliyorsunuz…

Siz insanlıktan çıkmışsınız. İnanın sokaklarda baktığım, uğurlarında hapis cezaları aldığım ve daha da alacağım kediler köpekler bile sizden daha onurlu, daha gururlu, daha hisli, daha insani…

Biz size “Dördüncü Tür Yaratıklar” diyoruz… İnsan değil, hayvan değil, bitki değil, bir acayip türsünüz siz…

Bir de hiç utanmadan “Fatih’in Vakfı”ndan bahsediyorsunuz ya…

Ülen siz İstanbul’u da, Türkiye’nin dörtte üçünü de ebediyen İngiliz’in, Fransız’ın, İtalya’nın, Ermenistan’ın ve Yunanistan’ın sömürgesi durumuna getiren Sevr Haritası’nı savunuyorsunuz… Çökkün Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin imzalamadı mı o antlaşmayı?

İstanbul ve Anadolu’nun büyük bölümü emperyalistlerin işgali altındaydı 1918’le 1922 yılları arasında.

Özetçe; bırakalım Ayasofya’yı, Fatih’in Vakfı’nı, memleket elden gitmişti…

İşte Mustafa Kemalİnönü ve Silah Arkadaşlarının önderlik ettiği, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı kadar uzun süren (3.5 yıl) bir Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı vermek zorunda kaldık, memleketi kurtarmak ve Tam Bağımsız bir ülke kurabilmek için.

Osmanlı’nın küllerinden doğdu bu ülke.

Ve siz bu savaşta Yunan’ın, İngiliz’in, Fransız’ın, Ermeni’nin ve Amerika’nın safında yer aldınız. Milli Kurtuluşa karşı çıktınız.

Kan dökerek, ırza geçerek işgale girişen Yunan Ordusu’nu alkışladınız. Ona kutlamalarda bulundunuz. O işgal ordusuna karşı çıkmayın diye emirler, fermanlar yayınladınız, İstanbul Hükümetleri ve Sultan Vahdettin olarak.

Ulusal Kurtuluşçular içinse ölüm fermanları çıkarttınız. Şeyhülislamınız hain Mustafa Sabri ve yardımcısı Dürrizade tarafından yazılan; “Katli dinen meşrudur”, diyen fetvalar yayınladınız…

Örgütlediğiniz hain çapulculardan, serserilerden, satılmışlardan derleşik “Kuvvayi İnzibatiye” adında bir silahlı güç meydana getirdiniz, onunla Kuvayimilliyecilere karşı askeri planda savaştınız.

Bugün aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ aynı noktadasınız. Kuvayimilliye’ye ve Komutanlarına düşmansınız… Hem de öylesine düşmansınız ki kininiz, öfkeniz o günkünden bir dirhem bile azalmış değil.

İşte hâlâ Fesli Kadir’iniz; “Keşke Yunan galip gelseydi”, diyor. Siz de onun dizinin dibinde saf tutuyorsunuz. Ona “Hocam” diye hitap ederek kitaplar hediye ediyorsunuz… Yani seninle aynı yoldayız, aynı kafadayız, aynı saftayız, diyorsunuz…

Yani siz Yunancısınız, İngilizcisiniz, Fransızcısınız, İtalyancısınız, Ermenicisiniz…

Siz Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmansınız. Dolayısıyla da o cebinizde taşıdığınız “Türkiye Cumhuriyeti”ne ait kimlik kartı bile haram size.

Aldığınız maaşlar da haram…

Sizin aslında Yunanistan’a ait kimlik taşımanız ve Yunan’dan maaş almanız gerekir.

Çökkün Osmanlı’nın 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesiyle birlikte Osmanlı kayıtsız şartsız teslim oldu. Demek ki Osmanlı; devletiyle, hukukuyla, vakıflarıyla birlikte ortadan kaldırılmış sizin de yandaşı olduğunuz Yunan ve Batılı Emperyalist Haydutlar tarafından…

Biz bir Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek vatanı kurtarmışız. O zaferimizin üzerine de Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşuz. Dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti hukuku, kanunları ve kararları geçerlidir ülkemizde 1923’ten beri…

İşte bu hukuka göre de 1934 yılında, Mustafa Kemal’in de imzasının bulunduğu bir Bakanlar Kurulu Kararıyla Ayasofya müzeye dönüştürülmüştür. 86 yıldan beri de bu statüdedir.

Siz bugün bu statüyü değiştirip yeniden camiye dönüştürdünüz Ayasofya’yı.

İyi mi yaptınız, kötü mü?

Bakın, bu sorunun yanıtını yetkin Tarihçi, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Çiğdem Kafescioğlu, konuya ilişkin verdiği röportajın son bölümünde nasıl veriyor:

“Fetih kutlamalarının gittikçe daha şaşaalı hale gelmesi de bu cümlenin, Osmanlı tarihini araçsallaştıran siyasetin bir parçası, ama Ayasofya kararı belki de bu kalemlerin en önemlisi, anahtarı. Ayasofya, bütün bu konuştuğumuz nedenlerle hanedanın ve Osmanlı siyasasının dini kimliğinin simgesi olmuştur. Cami kararı Ayasofya’nın konuştuğumuz veya başka pek çok konuşabileceğimiz anlamlarını görmezden gelip, bu yapıyı dışlayıcı bir fetih anıtı olarak yeniden kurma hamlesidir. Fethi sadece bir diğerini yenme, dışlama, ortadan kaldırma eylemi olarak görmenin sonucudur. Fethin fatihleri de dönüştüren bir süreç olduğunu anlamamaktır. 1934 kararının nasıl alındığını da bilmeliyiz, araştırmalıyız, bir müzakere süreci yaşanabilir miydi, tartmalıyız. Ayasofya’nın 1934’ten bugüne nasıl bir müze olduğunu, nasıl bir müze olabileceğini derinlemesine konuşmadık. İbadete açılacaksa, çok dinli bir ibadet yeri olabileceğini neden konuşamıyoruz? Ayasofya istisnai bir anıtın tarihin uzun dönemli dinamikleri içindeki sürekliliğinin, fiziksel bir yapı olarak taşıdığı tarihi katmanlar gibi, anlamlarının, simgeselliğinin ve çok katmanlılığının dünya yüzündeki en muazzam örneklerinden biri. Öyle olmaya da devam edecek. Bu nedenle cami kararı esasen günümüz için büyük bir kayıptır. Burada kaybedilen, bir hiyerarşiye tabi olmadan bu biricik yapıya girebilme, onu anlayabilme, gözlemleyebilme özgürlüğümüzdür. Müslüman ve erkek olmayanların bu binaya girişi, onu deneyimlemesi artık aynı olamaz; dini mekân, bugünkü uygulamayla, hiyerarşik bir alandır. Bunların da ötesinde, bu derece uzun ve bu derece çoğul tarihi olan Ayasofya “sizindir, bizimdir” tartışmasına kilitlenmeyi, savaş ganimeti, “kılıç hakkı” muamelesi görmeyi hak etmiyor. Bu şehirde, bu tarihin içinde yaşayanlar olarak bizler de bunu hak etmiyoruz.” (https://www.birartibir.org/siyaset/793-bir-emperyal-arzu-nesnesi-olarak-ayasofya)

Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı da İstanbul’un Fethi’ni değerlendirdiği 1954 yılı basımı “Fetih ve Medeniyet” adlı eserinde;

“İstanbul’un Fethi, bir dinin başka bir dine karşı zaferi değil, ilericiliğin gericiliğe karşı zaferidir”, der, çok haklı olarak.

Siz bu kararınızla Fethi din savaşları düzeyine indirgediniz… Çünkü zihniniz, kafanız, anlayışınız Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağı’nın anlayışıdır…

Vakıf ve lanet okuma meselesine dönersek; şu Kaçak Saray’ın Tarihçileri olan Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu da Fatih’in vakıf belgesinde böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtmektedirler. İşte o video ve tapesi:

***

Video oynatıcı

00:00
01:44

Videonun Tapesi:

Murat Bardakçı:

Şimdi efendim…

İşte bu benim Ayasofya vakfiyem dolayısı ile kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, Allah’ın, Peygamberin bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerinde olsun. Fatih Sultan Mehmet…

Seyircilerimizden Sayın Hasan Özyürek göndermişler, böyle bir şey var mı yok mu diyorlar. Efendim…

Erhan Afyoncu:

Bir kere Fatih Sultan Mehmet kendini Fatih Sultan Mehmet diye yazmaz.

Murat Bardakçı:

Efendim vakfiye bu.

Deminden beri söylüyoruz. Vakfiye bu, böyle bir şey yok bu vakfiyede.

Adamcağızın aklına bile gelmez, caminin müze haline gelmesi veya ibadete kapatılması. Bu vakfiyede Ayasofya ile ilgili geçen her şey, oraya harcanacak paralar ile ilgilidir.

Lütfen Allah aşkına internet sitelerinde, ideolojik sitelerde yalan yanlış yazılan şeylere inanmayın. Bana bazı internet sitelerinin adreslerini göndermişler. Buradan onlara bakıyordum demin. Sen biraz anlattıydın demin. Yok böyle bir şey, vakfiye bu işte. Bu vakıf şartlarına uymazsanız, diyor, bunlara uymazsanız diyor, ama bu Ayasofya vakfı için değil sadece, dünya kadar hepsi bir arada. Dünya kadar gayrimenkul, araziler, camiler nasıl bakılacak, ne edilecek yani bunların paralarının nereden kaynağı sağlanacak, onlar yazıyor. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tarihci-murat-bardakci-ali-erbasa-cevabi-yillar-once-vermis-vakfiyede-bu-ifadeler-yo-291468h.htm)

***

Ali Erbaş nam Kuvayimilliye, Mustafa Kemal düşmanı ve Muaviye-Yezid Dincisi, CIA-Pentagon-Washington Dincisi, Kaçak Saray’ın Dincilik İşleri Başkanı! Bu yaptıklarınız ucuz numaralar. Paçoz tiyatrolar…

Eğer sende zerre miktarda iman, Allah korkusu ve Ahiret inancı varsa, 1990’dan bu yana Ortadoğu ve Asya’da on milyon Müslümanın canına kıyan Emperyalist Çakal ABD’ye, AB’ye karşı çık. Türkiye’de kırk küsur ABD üssü var. Buralardan kaldırdığı uçaklarla Müslüman Halkların başına ölüm kusmaktadır bu alçak. Mazlum ülkeleri cehenneme çevirmektedir. Niye bu caniliklere tık diyemiyorsun, diyemiyorsunuz?

Hatta tam tersine; sahibin Tayyip ve AKP’giller’i taşeronluk etmektedir onlara…

“Ben BOP Eşbaşkanıyım”, demek ne demektir ülen?

Şehit Muammer Kaddafi’yi ve yüz bin Libyalı Müslümanı neden öldürdünüz ülen?

Hiç mi Allah korkusu yok sizde?

Besbelli ki yok…

Bak, Ege’de 18 Adamızı 2004’te kendi elleriyle Yunanistan’a teslim etti Tayyip ve AKP’si… Yani Vatan Toprağını sattı. Bu nasıl Müslümanlık Allahsız Kitapsızlar!

Mustafa Kemal, İnönü ve Kuvayimilliyecileri kötülemek için diyorsun ki Ayasofya’da;

“Bizim inancımıza göre vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar, Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar.”

Peki Hafız; Atatürk Orman Çiftliği nedir? Vakıf değil mi?

Mustafa Kemal, modern tarım yapma usul, teknik, biçimlerini millete öğretmek, göstermek için o çiftliği kamuya devretti, bağışladı.

Peki, Kaçak Saraylı Potamyalı Rüstem ve onun AKP’giller’i ne yaptı?

Mustafa Kemal’den intikam alırcasına orayı tarumar etti. Gelip ortasına Kaçak Saray’ını oturttu, konuya ilişkin yargı kararlarını hiçe sayarak…

Amigosu Melih Gökçek de o yağmalama işine girmekte gecikmedi.

Bunlarla da yetinmedi Tayyip. Çiftliğin 53 bin metrekarelik bölümünü de devşiricisi, yapımcısı ve iktidara taşıyıcısı ABD Emperyalist Çakalına peşkeş çekti, orada Büyükelçiliğini yapsın diye…

Peki, bu yapılan vakfa ihanetin kallavisi değil mi, Dinci Başı Ali Erbaş? Aynen öyle, değil mi?

Peki, neden bu ihanete tık demiyorsun?

Çünkü senin derdin din min değil, vakıf makıf hiç değil. Seninki Kuvayimilliye’ye ve onun komutanlarına kin kusmak…

Yunancılık yapmak. İngilizcilik yapmak… Yazık be, yazık sizin insanlığınıza!

Ayrıca daha bir ay kadar önce, eski yandaşınız Davud’un Oğlu Ahmet’in “Şehir Üniversitesi” adlı vakıf üniversitesini ortadan kaldırıp mallarına el koydunuz.

Neden?

Davidson yandaşlığınızdan çıkıp karşınıza geçti diye…

Ona neden ses çıkarmadın?

Çıkaramazsın, çünkü sen Tayyipgiller’den bir siyasetçisin. Din adamlığın filan bir maskeden ibaret. Dini din olmaktan çıkarıp ihanet, vurgun, talan, kamu malı hırsızlığı ve ABD uşaklığı, AB yandaşlığı, Siyonist İsrail yandaşlığı ve saf, bilinçsiz, cahil insanlarımızı “Allah’la Aldatma”dan başka hiçbir anlama gelmeyen iktidarınız için araç kıldınız. Osmanlıcılığı da öyle…

Yani İslam’ı da, Osmanlıcılığı da araçsallaştırıp iktidarınızın emrine soktunuz. İktidarınızın payandaları haline getirdiniz.

İblis bile oynadığınız bu akıl almaz oyunlarınız, hilekârlıklarınız karşısında şaşakalır. Dudağı uçuklar.

E, altı bin yıllık Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı iktidarlarının lanetli, insanlık düşmanı mirasına da sahipsiniz. Bu aşağılık işlerdeki olağanüstü beceriniz bundan kaynaklanıyor. Üç yaşınızdan itibaren Ensar’larda, tarikatlarda, cemaatlerde, kurslarda, yurtlarda, eşraf, ayan, agavat çevrelerinde bunlar öğretiliyor sizlere… Ruhlarınız böyle zehirlenip çürütülüyor. Ve insanlıktan çıkarılıyorsunuz…

Dürüstlük, mertlik, içtenliklilik, ahlâklılık, adaletlilik, hakkaniyetlilik, vatanseverlik gibi erdemler artık hiçbir şey ifade etmez oluyor sizler için…

Varsa yoksa Para Tanrısı’na tapınmak… İşiniz gücünüz bu oluyor artık. Ve o Tanrı ne emrederse onu yapıyorsunuz. Ne yola git derse, o yola yöneliyorsunuz…

Aslında acınacak haldesiniz de görebildiğiniz yok!..

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

27 Temmuz 2020

 Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı