27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği kısmi özgürlük ortamında çığ gibi gelişen Devrimci Gençliğin verdiği ikinci şehidimizdir Taylan Özgür. (İlk şehidimiz, İTÜ’nün Gümüşsuyu Kampusundaki Yurt binasının üçüncü katından, polis tarafından aşağıya atılarak katledilen Konyalı hemşerimiz Vedat Demircioğlu idi. Polis, yaptığı katliamın şeklini gizleyebilmek için Yoldaş’ımızın cesedini, düştüğü yerden 20 m kadar Kampus girişine doğru sürüklemiş, sanki orada olmuş bir arbede sonucu hayatını kaybetmiş görüntüsü vermeye çalışmıştır.) 21 yaşındaydı katledildiğinde Taylan Yoldaş. ODTÜ öğrencisiydi. Devrimci Gençliğin bir toplantısı için gelmişti İstanbul’a. Beyazıt’ta katledildi. Tetikçi-katil İhsan Çakıcı, İstanbul Emniyetinin bir polisiydi. Kalleşçe vurdu arkadan, sırtından Yoldaşımızı. Kurşun alt göğüs boşluğundan girmişti. Ani ölüme yol açacak hayati bir organı parçalamamıştı. Ve vurulduğunda silahsızdı Taylan… O zaman üst düzey şeflerinin dışındaki polisler, geneli Kırıkkale olmak üzere 7/65 çapında tabancalar taşıyordu…
Sonra yere yıkılan Yoldaşımızı gelip aldı polisler. Merkezlerine götürdüler. Orada tam tamına üç buçuk saat işkence ettiler ve sorguladılar. Kan kaybından öldü Yoldaşımız…
Taylan Yoldaş’ımızın babası (Hasan Baba) da 27 Mayıs Politik Devrimi’ne Ankara’da aktif olarak katılmış devrimci bir binbaşıydı.
Sonrasında, dönemin Başbakanı “Morrison Sülü” lakaplı ABD tarafından devşirilip yetiştirilen, Türkiye’ye gönderilip 1965 yılında İsmet İnönü’nün yerine Başbakan yapılan Süleyman Demirel, İhsan Çakıcı adlı katili korumaya aldı. Bir süre sonra da yurtdışına gönderdi, oradaki bir TC birimine görevli olarak…
Yani gerçek katiller S. Demirel, CB Cevdet Sunay ve mevcut hükümet ile 1952’de Türkiye’nin NATO’ya sokulmasından altı ay sonra kurulan “Seferberlik Tetkik Kurulu” adlı; maddi giderleri ve fiili yönetimi ABD-CIA tarafından sağlanan Kontrgerilla’ydı. Ya da Süper NATO-Gladyo’ydu.
27 Mayıs’ın o güzel günlerinde hızla gelişip güçlenen Devrimci Güçlerden çok rahatsız olmuştu ABD Emperyalist, insanlık düşmanı çakalı. Hemen CIA’sını, Ulusal Güvenlik Ajansı’nı harekete geçirerek bu güçlerin kırdırılması için emirler verdi…
Zaten siyaseti de yönetimine almıştı. Sadece iktidar partisi Demirel’in Adalet Partisi’ni değil, Anamuhalefet partisi olan CHP’nin de içinde devşirmeler yapmış, ajanlar yetiştirmişti. Denizler’in idamında bu devşirmelerin Demirelgiller’le birlikte evet oyu kullandıkları resmi kayıtlarda durmaktadır. MHP zaten Süper NATO’nun siyasi plandaki örgütüydü.
Molla Necmettin’se zaten Ortaçağcı ideolojisi itibarıyla kallavi bir CIA gönüllüsüdür…
Yerli-yabancı Parababaları, 12 Mart 1971 Faşist Darbesi’yle 1961 Anayasasının getirdiği kısmi özgürlükleri tamamen ortadan kaldırmak istediler. Fakat 1960 Politik Devrimi’nin izleri çok tazeydi. O yüzden bunu göze alamadılar. Bazı değişikliklerle yetinmek zorunda kaldılar. Bu değişikliklerin özü, 27 Mayıs’ın getirdiklerini yok etmekti. Kısmi de olsa 1961 Anayasasının getirdiği düşünce açıklama ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmaktı. Hak arama yollarını tıkamaktı. Halkımızı sağmal sürü haline getirmekti.
Hatırlanacağı gibi bu faşist darbe ve anayasa değişikliklerinin getirdiği hak gasplarını yeterli görmemiş olacaklar ki, CIA ve yerli işbirlikçileri 10 yıl sonra, 12 Eylül 1980’de ikinci bir faşist darbe daha yaptırdılar, Amerikancı hain generallere. Ve onun anayasasına da 1982 Anayasası adı verilir.
Bu gerici-faşist Anayasayla hak arama yolları iyice tıkandı…
Yani 1965’ten bugüne kadar gelen iktidarlar temel hedef olarak Komünistlerin kökünü kazımayı koymuşlardır önlerine. Bu konuda yalnızca Bülent Ecevit Hükümetlerine olumlu bakılabilir, onları bu kategori içine sokmayabiliriz.
ABD ve CIA, 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nden sonra Türk Ordusu’nu da çok sıkı biçimde denetim altına alma gereğini duymuştur. Yurtsever General Cemal Madanoğlu’nun anılarında anlattığı üzere, artık her askeri birlik içine resmen “müşavir” adı altında ajanlarını yerleştiriyor ABD. Bunlar raporlar tutuyorlar personel ve gidişat hakkında. Ve o raporlar doğrultusunda terfi ve atamalar-görevlendirmeler oluyor Ordu’da. Yani alçak emperyalist çakal, tıpkı kendi ordusunu yönetir gibi yönetiyor Türk Ordusu’nu da…
Velhasıl artık Ordusu da, Polisi de, Siyasileri de, sözde “Sivil Toplum Örgütü” adlı örümcek örgütlenmeleri de aynen “Komünizmle Mücadele Derneği” gibi çalışıyorlar…
Demirel haini-alçağı binlerce devrimcinin katlinden sorumludur. Sıfır numara Amerikan uşağıdır. Molla Necmettin’i de, Türkeş’i de, Özal’ı da, Çiller’i de öyle…
Tabiî Tayyipgiller de bunların yolundan giden halk düşmanlarından oluşmaktadır…
İnternette dolaşan videosunda ne diyor, N. Erbakan?
“İkimiz de antikomünisttik fakat oyları hep Demirel alıyordu…”
Eee, o zaman öyle istiyordu ABD ve casus örgütleri…
Demirel alçağının Denizler’in idamının Meclisteki oylamalarının olduğu anlardaki, ağzı kulaklarında o yağlı işkembeden oluşan bedenini zıp zıp zıplattığı görüntüleri geliyor hep gözümün önüne… Ve nasıl da insanlıktan çıkmış bunlar, diye düşüncelere sürükleniyorum öfkeyle, nefretle…
Ve hiçbir zaman nedamet getirmedi o alçaklığından. Sorular üzerine;
“O zamanın şartları öyle gerektiriyordu”, diyerek savundu cellatlığını…
Ayrıca da Denizler’i idama mahkûm eden faşist cunta mahlemesinin savcısı Baki Tuğ’u partisinden milletvekili seçtirerek Meclise taşıdı. Bu alçak da; “1971’de neysem şimdi de oyum”, diyerek savundu övünçle cellatlığını…
Şimdilerde bazı gafil ve hainler, bu Amerikan uşaklarını; “sorumlu devlet adamı, ciddi devlet adamı”, gibi yaftalarla savunmaktadırlar sosyal medyada.
Bunlardan dökülenlerin bir kısmı bugünlerde yeni partiler kurmaktadırlar, sözümona “Milli Merkez”ler oluşturmaktadırlar.
ABD ve casus örgütleri bu kullanışlı piyonları yıllar yılı Milletvekili, Bakan, Başbakan olarak kullanıp SKT’leri dolduktan sonra sıkılmış limon gibi çöplüğe atmıştır…
Fakat bunlar uşaklık, halk düşmanlığı ve vatan satıcılığı karşılığında yaşadıkları ihtişamlı günlerin özlemi içindedirler hâlâ. O bir elleri yağda bir elleri balda yaşadıkları tatlı günlerin, yılların tadı damaklarında kalmıştır.
Acaba yeniden o günlere dönebilir miyiz, o koltuklara oturabilir miyiz, diye hayaller kurmaktadırlar ve hatta siyasi partiler bile kurmaktadırlar.
Fakat kendilerinin Amerika tarafından terk edildiğini de bilmektedirler…
O yüzden de; “Madem bize Amerika’dan bir yardım, medet yok, o zaman halka dönelim. Belki halkı ikna eder, kandırır, seçiliriz”, diye düşünmektedirler. Bu nedenle de ömürlerinde ilk kez halkın dertlerini, ülkenin gerçek sorunlarını dile getirmektedirler.
Yani bunlar halkçıyı, ulusalcıyı, özetle namusluyu oynamaktadırlar.
Peki bunlara inanmalı mıyız?
Asla…
Eğer bunlar bir gün yeniden iktidara gelseler (gelemezler de, gelseler diyelim), ne yaparlar?
İsmet Paşa’nın veciz anlatımıyla; “Geçmişte-daha önce ne yaptılarsa onu…”
Bu gerçek, matematiksel bir kesinlik taşır.
8 yaşımızdan itibaren çocukluk ve gençlik yıllarımızın geçmiş olduğu Konya’nın kenar mahallesinde (Gemalmaz Mahallesi) kullanılan bir özdeyiş vardır;
“Orospunun sonu ebelik, puştun sonu hocalık”, diye.
Anılan vatandaşların şu anki hazin durumları ve tutumları da bu sözün kapsamı içindedir…
Yanılmayalım, kimseyi de yanıltmaya çalışmayalım…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
25 Eylül 2020
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı