ANTİEMPERYALİST KURTULUŞ SAVAŞININ İLK KIVILCIMI
19 MAYIS 1919
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra, Osmanlıyı küçük lokmalara bölerek yutmak üzere vatan topraklarını dört bir yandan işgal eden emperyalist 7 düvele karşı, “Rus Genelkurmayı”nın, “1916 yılında Türk Ordusu komuta kurulu için yaptığı değerlendirmede, “yiğit, yetenekli, enerjik ve bağımsız hareket edebilen bir subay olarak nitele”diği Mustafa Kemal ve Yurtsever duygularla donanmış arkadaşlarının “halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişi”nin ilk kıvılcımıdır 19 Mayıs 1919.
Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Hareketinin önkoşulları, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında oluşmuştu. Asker kaputu giydirilmiş Türk işçi ve köylüleri, emperyalist savaşın ne demek olduğunu anlamışlardı. Yabancı ve “kendi” sömürücülerinin çıkarları için kanlarını daha fazla akıtmak istemiyorlardı. (Abdula Mardonoviç Şamşutdinov, Bir Sovyet Tarihçisinin Gözüyle Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı (1918-1923), s. 70)
Birinci Emperyalist Yağma Savaşının sona ermesi, “(…) halk yığınlarının soyulmasına ve tutsaklaştırılmasına son vermedi. Türkiye’nin teslim olmasından sonra ülkenin ekonomik ve siyasal merkezlerinin işgalinin, işgale eşlik eden yağma, zulüm ve zorbalığın ve Batı Anadolu’da Türk halkının kırımının, halkta yeni bir öfke dalgası ve İtilaf Devletleri’nin politikasına karşı nefret uyandırmaması ve Türk halkının özgürlük kavgasına yeni bir yön kazandırmaması olanaksızdı.
“M. V. Frunze şöyle yazıyordu: “En kaba türünden zorbalık, soygun ve aşağılamanın bundan daha parlak bir tablosunu düşünmek olanaksızdı. Bunun sonucunda, bir dizi savaştan (Trablusgarp, Balkan ve tüm Avrupa savaşları) bitkin düşmüş olmasına karşın Türkiye’de, Türk halkının ezici bir çoğunluğu, işgalcilere karşı açıkça savaşa girdi. İstanbul’da İngiliz-Fransız süngüsünün saygın koruculuğu altında oturmakta olan resmi Türk hükümeti bu hareketi onaylamazken, hareket, bu hükümeti umursamadan, ona karşı ve bu arada belli bir devrimci nitelik de kazanarak gelişmesini sürdürdü.” (agy, s. 72-73)
“(…) 1919 yılından başlayarak Anadolu’nun geniş emekçi yığınlarını kaplayan devrimci duyarlılık, devrimci silahlı güçlerin örgütlenmesine hızla bir temel sağladı. Anadolu’nun hemen hemen bütün bölgelerinde, özellikle yöresel girişimler ve olanaklarla, gerilla niteliği taşıyan ve işgalcilere karşı çete (partizan) savaşı veren silahlı birlikler doğdu… Bütün bu birlikler, Kuvayı Milliye (ulusal güçler) adıyla tanınan silahlı gücü oluşturuyorlardı… Sınıfsal niteliği bakımından bu ‘ulusal güçler’ her şeyden önce emekçi öğeyi, Anadolu köylüsünü temsil etmekteydi.” (agy, s .74)
Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, “Düşündüğü gibi yaşamak için savaşmayan aydın, uşaktır” der. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, bir ulusun tutsak yaşamaktansa yok olmasının daha iyi olacağına inanmışlardı. Onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamak isteyen, emperyalistlerin boyunduruğuna girmek istemeyen Türk ve Kürt Halklarının isyanını örgütlemek üzere girdiler savaşa. Parolaları, “Ya İstiklal Ya Ölüm!”dü. Aldırmadılar düşmanın çokluğuna. Ürkütmedi bu yurtsever insanları emperyalistlerin silah üstünlüğü. Çünkü çıktıkları bu yol onurluydu, şerefliydi, yüce bir davaydı ve arkalarında emperyalist işgale boyun eğmeyen Türk ve Kürt Halklarının gücü vardı.
Antep Komutanlarından Binbaşı Arslan Bey: “Dostlarım! Biz ister az, ister çok olalım, hepimiz buradayız. Düşmanın topu, otomatik silahları ve iyi donatılmış askerleri var. Ne olursa olsun, karşımızdaki düşmandan korkmayın. Siz ondan güçlüsünüz. Çünkü kendi toprağınızı, kendi ailenizi, kendi namusunuzu koruyorsunuz…” (agy. s.163) diye sesleniyordu neferlerine. İşte Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zaferle taçlandıran Türk ve Kürt Halklarındaki bu anlayıştı.
Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zafere götüren yolun en temel ve en önemli diğer yapı taşı, Lenin Usta’nın oya işler gibi örgütlediği Ekim Devrimi tarafından döşenmişti.
Ekim Devriminin ilk yaptığı işlerden biri, Türkiye üzerine oynanan Emperyalist oyunları bozmak ve Emperyalistlerin aşağılık planlarını açığa çıkartmak oldu.
“Rus SFSC Halk Komiserleri Sovyeti’nin “Rusya ve Doğu’nun Tüm Emekçi Müslümanlarına” çağrısında şöyle denilmekteydi: “Doğu Müslümanları, İranlılar ve Türkler, Araplar ve Hintliler! Kafaları ve varlıkları, özgürlükleri ve anayurtları yüzlerce yıldır Avrupa’nın açgözlü yırtıcılarınca alınıp satılanlar; savaşı başlatan soyguncularca yurtları paylaşılmak istenenler!
“İstanbul’un ele geçirilmesi konusunda devrik çarın yaptığı ve devrik Kerenskiy’ce onaylanan gizli antlaşmaların bugün yırtılıp yok edildiğini bildiririz! Rusya Cumhuriyeti ve onun hükümeti, Halk Komiserleri Sovyeti, yabancı toprakların ele geçirilmesine karşıdır.” (agy, s. 64)
Ekim Devrimi’nin bu yaklaşımıyla umutları coşkun bir sele dönüştü Birinci Kuvayimilliyecilerin. “Rus Devrimi doğudan bir güneş gibi geldi ve ezilen insanlığın yüreğini parlak bir geleceğe umutla doldurdu. Bu şanlı devrim, emperyalist batıya karşı yeni bir cephe oluşturdu,” (agy, s. 67) diyordu, Ankara Hükümeti Eğitim (Maarif) Bakanı Doktor Rıza Nur Bey.
Yine Mustafa Kemal şöyle demekteydi: “Kendi zincirlerini parçalamakla yetinmeyerek tüm dünyanın kurtuluşu için iki yıldan beridir benzersiz bir savaş yürüten ve yeryüzünden zulmün sonsuzca kalkması için inanılmaz acıları coşkuyla göğüsleyen Rus halkına karşı Türk halkının beslediği hayranlık duygusunu size bildirmekten büyük bir sevinç duymaktayım… Bir yandan Batılı emekçiler, öte yandan Asya ve Afrika’nın tutsak edilmiş halkları, içinde bulunduğumuz şu sırada, uluslar arası kapitalin, egemenliğinin en yüksek karını elde etmek için onları birbirlerini yok etmek ve tutsaklaştırmak yolunda kullandığını anladıkları gün; sömürgeci politikanın caniliğinin bilinci, dünya emekçi yığınlarının yüreğine işlediği gün, burjuvazinin egemenliği sona erecektir. Ben buna derinliğine inanmaktayım ve tüm yurttaşlarım da bu inancımı paylaşmaktadır.” (agy. s. 218)
“Doğu halkları komünist örgütlerinin ll. Tüm Rusya Kurultayı’nda okunan raporunda V. İ. Lenin şöyle demekteydi: “Kızıl Ordu’nun savaşımının ve zaferinin tarihi, Doğu halklarına, bu halklar ne kadar güçsüz olursa olsun, savaşta tekniğin ve savaş sanatının bütün mucizelerini kullanan Avrupalı zalimlerin gücü ne kadar yenilmez görülürse görülsün, yine de ezilen halkların yürüttüğü devrimci savaşın, eğer bu savaş milyonlarca emekçiyi ve sömürüleni gerçekten uyandırabiliyorsa, bu savaşın, kendisinde öylesine olanaklar, öylesine mucizeler gizlediğini gösterecektir ki, Doğu halklarının kurtuluşu şimdi pratik olarak gerçekleştirilmiştir artık.” (agy, s. 68)
Emperyalist 7 düvele karşı yalnız değildik artık. Uyanan ve davranışa geçen milyonlarca emekçi Türkün ve Kürtün Umutlarını daha da bir yeşertti Ekim Devrimi. V. İ. Lenin: “Manevi destek, sempati üç kat daha büyük bir güçtür. Türk halkı yalnız olmadığını hissedecektir.” (agy, s. 329) diyordu.
Destek sadece manevi olarak kalmadı. Bu savaşta en büyük müttefikimiz tarafından yapılan her türden silah, teçhizat ve para yardımları zafere giden yolu daha bir kısalttı.
Mustafa Kemal son derece duru bir şekilde dile getiriyordu, Lenin Usta ve Sovyet Halkının can simidi yardımlarını: “Eğer Rusya’nın yardımı olmasaydı yeni Türkiye’nin İngiliz-Fransız ve Yunan Müdahalecilere karşı zaferi ya bugünküyle karşılaştırılamaz ölçüde büyük kurbanlar pahasına elde edilirdi ya da hatta büsbütün olanaksız olurdu. Rusya Türkiye’ye hem manevi hem maddi bakımdan yardım etti. Ulusumuzun bu yardımı unutması bir suç olur.” (agy, s. 273)
Birinci Kurtuluş Savaşçıları, yalnızca Avrupa’nın Emperyalist açgözlü yırtıcılarına karşı mücadele vermediler. “Yüzlerce yıldır süren baskıcı sultan egemenliğine son verilmesi, Türk ulusal kurtuluş devriminin sırası gelmiş büyük bir zaferiydi. Bu zafer, emperyalizmin ajanı olan ve ulusal bağımsız bir Türk devletinin kurulması yolunu tıkayan içteki gerici güçlere karşı kazanılmıştı.” (agy, s. 347)
Emperyalistlere bel bağlamış benliklerini emperyalistlere satmış, ülkenin kurtuluşunu mandacılıkta gören, Tayyipgillerin daha tohum halinde bulunduğu, Damat Feritlere, Ali Kemallere, Sait Mollalara, Rıza Tevfiklere karşı da verilen bir savaştı Ulusal Kurtuluş Savaşı.
Bu savaş bitmedi. Devam ediyor. Hesap kapanmadı çünkü.
92 yıl önce 19 Mayıs 1919’da başlayan savaşla bu topraklardan kovulanlar, denize dökülenler, emperyalistler ve o emperyalistlerin kucaklarına oturanlar, Emperyalist Çakallarla işbirliği yapanlar, bugün yine bu topraklarda cirit atıyorlar.
92 yıl önce budanan, fakat kökü kazınamayan Tefeci-Bezirgân Sermaye, ABD ve AB (AB-D) Emperyalistlerinin kontrolü altında yeniden halklarımızın başına bela edildi. Bu Ortaçağcı güçlerin son kadroları olan Tayyipgiller, Türk ve Kürt Halklarının geleceğini zapturapt altına almak için tohumlarını saçıyorlar kanla kazanılan topraklar üzerine.
92 yıl önce Sevr ile yapamadıklarını bugün Yeni Sevr ile yapmak istiyorlar AB-D Emperyalistleri, yerli satılmışlar eliyle. Çok daha deneyimliler, çok daha acımasızlar. Ülkeyi en az üçe bölmek için bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin temelini dinamitleyip kan dökmekten, acılar çektirmekten çekinmiyorlar.
Komutanı AB-D Emperyalistleri, askerleri Fethullah ve Tayyipgiller olan “Ergenekon” Maskeli CIA operasyonuyla, Yurtsever, Antiemperyalist subaylar, aydınlar tecrit edilmeye, Birinci Kuvayimilliye’nin tüm kalıntıları ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
O yüzden görülecek hesabımız var AB-D Emperyalistleriyle. Bu sefer inlerine göndermekle kalmayıp ortadan kaldıracağız İkinci Kurtuluş Savaşı’yla Emperyalist çakalları.
Görülecek hesabımız var; Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla elde ettiğimiz bütün kazanımlarımızı, tüm değerlerimizi yok etmeye çalışan ve bu uğurda hatırı sayılır yol kat eden Mandacılar cephesiyle, Yerli Parababalarıyla (TÜSİAD, TİSK, TOBB, MÜSİAD), Ortaçağcı Şeriatçı Tayyipgillerle, pezevenkleşmiş medya kalemşorlarıyla, gafilliğinden AB-D yolunu savunan, bu karanlık yolu da solculuk sanıp bu cephenin içinde yer alan Sahte Solcularla, hainliğinden AB-D kucağında gönüllü yer alan Sorosçu uşaklarla.
Emperyalistler ve yerli satılmışlar sanmasın ki bu hesap hep açık kalacak. İşçi Sınıfımız, üretmen halkımız, esnafımız, namuslu aydınlarımız, Sivil-Asker Gençliğimiz ve Kürt kardeşlerimizle omuz omuza vererek İkinci Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyip, Birinci Kuvayimilliyecilerin yarım bıraktıkları bu hesabı kapatacağız. Hainlerin-işbirlikçilerin egemen olduğu bu soygun ve vurgun düzenini, yerli-yabancı Parababaları düzenini yıkıp, Demokratik Halk İktidarını kuracağız. 19 Mayıs 2011
Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşı’mız!
Kahrolsun AB-D Emperyalizmi!