Sizde onurun, utanmanın arlanmanın zerresi olsun hiç teşekkül etmemiş de Amerikan kuklası, ciğeri beş para etmez, Arap Dünyasında bile lakabı “Testereci”ye çıkmış olan Muhammed bin Selman adlı insan sefaletinin ve Suudilerin önündeki bu diz çöküşünüz Türkiye’nin de onurunu yaraladı. Hem de ağır biçimde…
Ne bilsin dünya kamuoyu sizin Amerika tarafından devşirilip Türkiye’nin başına sömürge valileri gibi çöktürüldüğünüzü. Türkiye’yi asla temsil etme gibi bir niteliğinizin, bir özelliğinizin bulunmadığını…
Öfkeden deliye dönmemek, üzüntüden kahrolmamak elde değil. Şu utanç vericinin de ötesinde iğrenç, mide bulandırıcı diz çöküşünüze bakın bir yahu…
Önce ne dedin Tayyip sen, Kaşıkçı katliamıyla ilgili olarak?
Aynen şunu:
***
Videonun Tapesi:
Cemal Kaşıkçı, Başkonsoloslukta ne yazık ki alçakça bir operasyonla, evet, şehit edildi.
Suudi Arabistan belgeleri dinlemek istedi ama bir de almak istedi. Ha, kusura bakmayın, dedik, o kadar değil. Dinletiriz, gösteririz ama vermeyiz.
Ha verelim de ondan sonra bir de bunları yok mu edeceksiniz?
Kendi istihbarat şefi bile, “Bu bir felaket, bu adam uyuşturulmuş”, diyor. “Ya böyle bir şey yapılamaz”, diyor.
Niye?
Adam açık açık diyor ki, “Ben kesmesini iyi bilirim”, diyor.
Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil…
***
İşte bu konuşan sensin, Tayyip…
Sadece bu konuşmaları yapmakla kalmadın. Washington Post’a da iki köşe yazısı yazdın. Birincisini, cinayetten tam 1 ay sonra, 2 Kasım 2018’de, ikincisi de 30 Ekim 2019’da, aşağı yukarı 1 yıl sonra yazdın. Bak, birincisinde ne demişsin:
“Bu detaylardan daha önemsiz olmayan bazı soruların yanıt bulması, bu menfur olayı daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Cemal’in cenazesi nerededir? Suudi yetkililerin cenazeyi teslim ettiklerini öne sürdükleri ‘yerel işbirlikçi’ kimdir? Bu ince ruhlu insanın, katil emrini kim vermiştir? Maalesef Suudi makamları bu soruları yanıtlamayı reddetmektedir. Cinayeti işleyenlerin, Suudi Arabistan’da derdest edilen 18 şüphelinin içinde olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde bu şahısların kendilerine verilen ‘Cemal’i öldürme ve Türkiye’den ayrılma’ emirlerini yerine getirmek üzere geldiğini de biliyoruz. Son olarak Cemal’in katledilmesi emrinin, Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz.” (https://www.aa.com.tr/tr/cemal-kasikci/cumhurbaskani-erdogan-washington-posta-kasikci-cinayetini-degerlendirdi/1301416)
Ve devam ediyorsun yazmaya Tayyip:
“Dünyanın aynı soruları sormaya devam etmesi amacıyla elimizde bulunan kanıtları, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dost ve müttefik ülkelerle paylaştık. Sorularımızın cevaplarını ararken, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın dostça ilişkiler içinde olduğunu vurgulamak isterim. Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini Hadim ül-Haremeyn Kral Selman’ın verdiğine inanmam kesinlikle mümkün değildir.” (agy)
Ne diyorsun yani Tayyip?
Cinayet emrini Kral vermedi.
Geriye kim kaldı?
Senin kankan, Testereci Prens Muhammed bin Selman…
Aslında bebeler bile biliyor emri onun verdiğini ve Suudi Devleti’ni tek başına onun yönettiğini. Tabiî Amerika’nın kucağında olmak kaydıyla…
Burada bir de Osmanlı Sultanlarının unvanlarını alıp kıçı kırık, ABD kuklası, halk düşmanı Suudi yetkililerine veriyorsun. “Hadim ül-Haremeyn” sıfatını, yani Mekke, Medine ve Kutsal Toprakların koruyucusu kollayıcısı-bakıcısı-hizmetkârı sıfatını alıp bu şerefsizlere veriyorsun. Böylece de Osmanlı Sultanlarıyla bu Amerikan kuklalarını eşitlemiş oluyorsun.
Hani sen Osmanlıcıydın?
Senin her şeyin yalan, dümen, kandırmaca be Tayyip…
Gelelim bir yıl sonra yazdığın ikinci makalende dediklerine:
“Washington Post gazetesinde köşe yazarlığı yapan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, 11 Eylül terör saldırılarını saymazsak, 21. yüzyılın en büyük ve tartışmalı olayı sayılabilir. Zira 11 Eylül’den beri hiçbir olay, uluslararası düzeni bu denli tehdit etmemiş; dünyanın kabul ettiği kurallara meydan okumamıştır. Aradan bir yıl geçmesine rağmen cinayetle ilgili bildiklerimizin hâlâ sınırlı olması ise uluslararası toplumun üzerinde düşünmesi gereken üzücü bir gerçektir. Suudi gazetecinin ölümünün tüm yönleriyle aydınlatılıp aydınlatılmayacağı, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağını belirleyecektir. (https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskani-erdogan-washington-post-a-yazdi-kasikci-cinayeti-11-eylul-den-sonra-21-yuzyilin-en-tartismali-olayi-olabilir,841599)
Bu tespitlerin muhakkak ki gerçeği ifade ediyor, Tayyip. Demek ki, Kaşıkçı Cinayeti 11 Eylül saldırılarını bir tarafa bırakırsak 21’nci yüzyılın en canavarca cinayetiymiş. Ve bu cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılıp aydınlatılamayacağı, faillerinin hak ettikleri cezaya çarptırılıp çarptırılamayacağı, “çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağını belirleyecek”miş, öyle mi?
Öyle…
Bütün bu sert söylemlerine karşın sen aslında yamukluğu baştan yaptın. Testereci lakaplı Prens Muhammed bin Selman’ı katliamın failleri arasına koydurmadın. Bir numaralı fail olması gerekirken onu suç işleyenlerin dışında bıraktırdın. Davayı açtırdığın savcı, senden o doğrultuda emir aldı. Mecburen de davayı öyle açtı.
Sonra sen katliam günü de çok önemli bir yamukluk yaptın. Diplomatik dokunulmazlık sadece büyükelçilikler için geçerlidir. Konsolosluklar, büyükelçilik statüsünde değildir, Uluslararası Hukuk Normlarına göre. Burada işlenen ve işlenmekte olan adli olaylara ve ülkemiz aleyhine vahim sonuçlar doğuracak olaylara, o ülkenin asayiş kuvvetleri anında müdahale edebilir ve suçluları derdest edebilir. Bunun Türkiye’de de başka ülkelerde de örneğine rastlanmıştır.
Kaşıkçı cinayetinde de olaya anında müdahale edilip katiller suçüstü derdest edilebilirdi. Veya Konsolosluk ablukaya alınarak çıktıkları anda yakalanıp sorguya çekilebilirdi. Bunlar yapılmadı. Cellatlar geldikleri gibi özel uçaklarıyla ve suç aletleriyle ve hatta parçalara ayırıp valizlere doldurdukları Kaşıkçı’nın cesediyle birlikte çekip gittiler.
Hadi bu yanlışları yaptın. Gelelim katliam sonrası televizyon ekranları önünde yaptığın höykürmelere ve Washington Post’a yazdıklarına. İnsan o kadarcığında bile tutarlı olur, o sözlerinin arkasında durur, onları fırıldak gibi 180 derece dönerek yalayıp yutmaz…
Şimdi ne yaptın?
Devşiricin, yapımcın ABD Emperyalist Haydudunun buyruğuna uymak ve de Suudi alçaklarından üç beş dolar dilenebilmek için, yukarıda söyleyip yazmış olduklarının tamamını yalayıp yutuverdin be Tayyip…
Ne dedi Suudi?
Önce şu Kaşıkçı Davasını İstanbul Çağlayan Adliyesinden alıp tüm dosya bilgi ve belgeleriyle birlikte bize teslim edeceksin. Ancak ondan sonra seninle görüşebiliriz…
Ve sen bu emre anında uydun. Emrindeki kukla savcılar, Adalet Bakanın ve onun altındakiler ve davaya bakan yargıçlar da senin buyruğunu harfiyen yerine getirdiler. Malum ya sen ve avanen dış ilişkilerde yani yabancı devletler karşısında en irisinden en entipüftenine kadar bir tavşan kadar korkaksınız ve bir kümes hayvanı kadar çaresizsiniz, uyumlusunuz…
Ama yurt içinde “ejderha”sın…
Devleti bütün kurumlarıyla avcunun içine almış durumdasın. Emrine uymakta tereddüt geçiren ya da yanlışlar yapan bakanlarını bile küfür ve hakaret yağmuruna tutup ya tokat manyağı yaparsın ya da yere yatırtıp kafasına ayağınla basarsın ve özür diletirsin onlara. Erdoğan Bayraktar’a yaptığın gibi…
Sonunda ne yaptın Tayyip?
Kaşıkçı Davasının dosyasını her şeyiyle birlikte Suudi’ye teslim ediverdin…
Böylelikle de ortada ne insanlık bıraktın, ne vicdan merhamet, ne hak hukuk, ne kanun manun, ne yargı…
Başta Testereci gelmek üzere Suudi cellatlar alacaklar Kaşıkçı Dosyasını, adalet dağıtacaklar, öyle mi?
Buna eşekler bile inanmadığı gibi “aii, aii” diye anırarak güler be Tayyip…
İşte siz busunuz be oğlum! Bütün insanlığınız, çapınız, kalibreniz bu sizin yahu! İnanın sizlerden birinin suretini gördüğüm ya da sesini duyduğum zaman sapasağlam olan midem bulanıyor, kusmamak için kendimi zor tutuyorum. Derin nefesler alıp aklıma olumlu düşünceler getiriyorum. Ve de her seferinde, nasıl bu kadar insanlıktan uzak, insanlıkla zerre miktarda olsun ilgisi olmayan, bir dirhem olsun insani değer taşımayan bu insanlar bu ülkede, hem de bu kadar çok miktarda yetişebildi, diye kahroluyorum.
Suudilerden hiç kimse davet etmediği halde sen geçen bayramda yani Ramazan Bayramında oraya gittin, değil mi Tayyip?
Gitmeden önce de hiç ıkınıp sıkılmadan, nefes alır su içer gibi günde belki yüzlerce kez yaptığın şekilde bir yalan atıverdin, Tayyip. Dedin ki;
“Hadim ül-Haremeyn’in davetlisi olarak Ramazan Bayramımızı Kutsal Topraklarda geçireceğiz.”
Topladın bakanlarını, tabiî eski Meclis Başkanın ve Başbakanın Milyar Ali’yi de yanlarına koydun, doldurdun uçağa bunları, beraberce Suudi’ye gittiniz. Cidde Havalimanı’nda kim karşıladı seni Tayyip?
Mekke Emiri yani Mekke Valisi Halid el Faysal…
Burada unutmadan belirtelim. Dönüşünde kim uğurladı seni Tayyip?
Vali bile değil, onun yardımcısı… Vali Yardımcısı uğurladı seni…
Ayrıca senin resmi ziyaret-gezi programına Kâbe’yi bile koymadılar. Sen rica ettin; “Ya izin verin de Kâbe’yi olsun bir ziyaret edebilelim”, diye. Lütfedip verdiler Suudiler de sana bu izni. Oysa tüm Müslüman ülke liderlerinin ve ülke ileri gelenlerinin resmi ziyaret programlarının olmazsa olmazıydı Kâbe ziyareti. Yani seni bunun bile dışında tuttular. Ve sen, amigolarınla birlikte tam da Kâbe ziyareti yaptığın anda, seni fesli, sakallı, elinde dilenci tasıyla sadaka toplayan bir dilenci suretinde gösteren fotoğrafını medyaya servis ediverdiler. Ve yine tam o anlarda, Suudi Devlet Televizyonu, bizdeki TRT’nin karşılığı olan televizyon, seni Suudi’den hiç kimsenin davet etmediğini ve kendinizin oraya gittiğini yayımlayıverdi. İşte bununla ilgili haber:
“Erdoğan’ın Prens Selman’a sarıldığı karelerle [akıllara] kazınan ziyaret ile ilgili iddiayı Suudi Arabistan’ın resmi televizyonu Al-İkhbariya öne sürdü.
“Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ankara, Suudi Arabistan’ın daveti üzerine ziyaretin gerçekleştirileceğini açıklamıştı. Fakat Suudi Arabistan’ın resmi medya kuruluşu Al-İkhbariya, ziyaretin Erdoğan’ın isteği üzerine gerçekleştiğini aktardı.” (https://artigercek.com/haberler/suudi-arabistan-erdogan-i-biz-davet-etmedik)
Din alıp satmanız gibi, insanları Allah’la aldatmanız gibi yalan, dümen, riya, sahtekârlık sizin en büyük sermayeniz yahu…
Nasıl hiç rahatsızlık duymadan bunları yapabiliyorsunuz böyle, şaşıyoruz biz…
Ve ayrıca Tayyip, bak bir Suudi yetkili, daha doğrusu onun da arkasında olan Veliaht Prens Muhammed bin Selman ne diyor, sizin bu yeni oynaşınız için:
“Bizim ona ihtiyacımızdan daha çok onun bize ihtiyacı var ve o bizim ayağımıza geldi. Erdoğan bu duruşuyla milyarlarca dolarlık gelir kaybına uğradı. Bu yüzden ticaret koşullarını biz belirleyeceğiz.” (https://www.a3haber.com/2022/04/30/suudi-yetkili-the-guardiana-konustu-erdoganin-bize-daha-cok-ihtiyaci-var-ticaret-kosullarini-biz-belirleyecegiz/)
Demek ki tam teslim vaziyettesiniz, Tayyip. Tümüyle diz çökmüş durumdasınız…
Ve ne acıdır ki rezalet, ihanet ve kepazelik bu kadarla kalmadı. Testereci Muhammed bin Selman, avanesiyle birlikte Türkiye’ye geldi bir hafta önce -22 Haziran’da.
Ve siz Testereciyi nasıl karşıladınız Tayyip?
Resmi törenle, değil mi?
Ve tören kıtasına bir şatafatlı “Selamünaleyküm” çekti Selman, değil mi?
Bereket ki tören kıtası onurunu korumasını bildi, Testereci’ye yanıt vermedi, yanıtsız bıraktı onu…
Sakın böyle yaptı diye tören kıtasını da cezalandırmaya kalkıp o onurlu vatan evlatlarının hayatlarını cehenneme çevirme. Dedik ya yukarıda; sen yurt içinde ejderhasın, güç yetirilmez bir cellatsın diye, gözüne kestirdiğin her vatan evladının hayatını karartırsın hiç duraksamadan diye…
Kaşıkçı Dava Dosyasını Suudi’ye devrederek yani kurbanın davasını celladının eline teslim ederek yaptığınız insanlık dışı, hukuk-ahlâk dışı, vicdan-namus dışı, utanma-arlanma-onur dışı buyruğunuza uymayı reddeden İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, saygıdeğer hukuk insanı Nimet Demir’i mesleğinden ettiniz hiç acımadan, değil mi?
Olay şu:
“Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin davada dosyanın Suudi Arabistan’a gönderilmesine şerh düşen ve muhalefet eden İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Nimet Demir, Kahramanmaraş’a atandı.
“Demir, kararı Halk TV’den İsmail Saymaz’a değerlendirdi.
“Saymaz’ın ‘Şerhinizden ötürü bu atamaya maruz kaldığınız düşünülüyor’ demesi üzerine Demir ‘Aynı şeyi düşünüyorum. Bana haber verilmedi. Beklemiyordum’ diye yanıt verdi. Demir, kararından ötürü yaptırıma uğramasını ‘Demokrasi, insan hakları ve özgürlük anlayışının ve değerinin gereği neyse onu yapmaya çalışıyordum. Bu otoriter yapılarda her zaman tepki görecek duruştur. Ben de o duruşun şu anda mağduru konumundayım diyeyim’ diye yorumladı. Mesleği bırakmaya karar verdiğini kaydeden Demir, ‘Ailemle görüşüyorum. Onlarla birlikte ortak karar vereceğiz. Ama hemen dilekçemi vermeyi düşünüyorum’ dedi.” (https://onedio.com/haber/kasikci-davasinin-surulen-hakimi-meslegi-birakma-karari-aldi-bu-kadar-cesur-olacaklarini-tahmin-etmiyordum-1077112)
Namuslu olmak, onurlu olmak, Gerçek İnsan olmak, hukuka ve kanuna uygun davranmak size batıyor, değil mi Tayyip?..
Bakınız, bu namuslu hukuk kadını sizin kanun, insanlık ve ahlâk dışı buyruğunuza uymayı reddederken, verdirttiğin oy çokluğuyla karara nasıl bir şerh düşüyor:
“Uluslararası alanda işledikleri suçlardan dolayı ciddi manada yargılanmayıp, müeyyideye uğramadığını gören zorba yönetimlerin, bu durumdan cesaret alarak eylemlerini pervasızca sürdürecekleri, zaman içerisinde bu tavrın teamüle ‘sünnete’ dönüşeceği kabulden varestedir. Bize yakışan, bu tavırları uluslararası platformlarda dile getirmek suretiyle hukuksuzluk ve zorbalığın önüne geçecek kurumların oluşmasında ön ayak olmak iken, ne yazık ki bu fırsatlar kaçırılmıştır. Davalar, bozulan ikili ilişkilerin düzeltilmesine diyet olarak verilmiştir.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/cemal-kasikci-davasinin-atanan-hakimi-nimet-demir-benim-tayinim-yargiyi-hizaya-getirme-tayinidir-1949570)
Bir karışıklığa yol vermemek için şu noktayı da belirtelim:
İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi, davanın Suudi’ye devredilmesine karşı yapılan itiraza bakan mahkemedir. Yani bir üst mahkemedir. Devir teslim kararını oybirliğiyle verense İstanbul 11’inci Ağır Ceza Mahkemesidir.
Biz hep diyoruz ya Tayyip; ne hukuk bıraktınız, ne Yargı bıraktınız, ne kanun bıraktınız, ne kuvvetler ayrımı bıraktınız, ne Laik Cumhuriyet bıraktınız diye… İşte Türkiye’yi içine düşürdüğünüz çukur burasıdır.
Prens Selman Türkiye’ye geldi ve devlet töreniyle karşılandı, başta sen olmak üzere, dedik ya yukarıda. Peki nasıl gitti, onu kim uğurladı Tayyip?
Bak, Suudi gazeteciler sayesinde onu da öğrenmiş olduk. Aşağıdaki fotoğrafa bakıver bakalım:
Kim var orada Tayyip?
Şahsın Hükümetinin başı, değil mi?..
Utanmanın dirhemini bırakmamışsın Tayyip be…
Neyse, bütün bunları da bir kenara koyalım. Kaçak Saray’ın müzikli, sazlı sözlü bir ziyafet çektin ya Prens Selman ve avanesine. Tabiî hep milletin sırtından. Yoksul, çilekeş, işsizlik-pahalılık cehenneminde kıvranan halkımızın sırtından. Halkın alınterinden, göz nurundan gasp ettiğin milyonları harcayarak…
Orada çalan müzik Arap müziğiydi, şarkı da Arapçaydı, değil mi?
Meğer o şarkı Suudi tarzı bir güzellemeymiş, bir marşmış be Tayyip…
Arap dünyasında “Testereci” lakabıyla alaya alınan, iğrenç bir yaratık gözüyle bakılan, senin kucaklaşmalara doyamadığını Prens Selman’a yazılıp düzülüp okunan bir marşmış, bir güzellemeymiş.
Hem de kime okutmuşsun onu, biliyor musun Tayyip?
Kerkük Türkmeni (bu vesileyle Arapça bilen) TRT Sanatçısı Ahmet Tuzlu’ya. Zavallı sanatçımızı bu iğrenç, bu rezil oyununa aracı etmişsin be Tayyip. Temas ettiğin kim varsa kirlendiriyorsun, küçültüyorsun, bayağılaştırıyorsun onları da. Mecburen yapıyorlar bunu: Kimisi çıkarı öyle gerektirdiğinden, kimisi de korkusundan, işimi kaybetmeyeyim, bir zulme uğramayayım diye. Kirletemediklerini de işte yukarıda andığımız onurlu kadın hukukçumuz gibi anında ezip cezalandırıp mesleğinden ediyorsun.
Şimdi gelelim o güzellemenin içeriğine…
O da şöyleymiş Tayyip:
***
KİMSE KUSURA BAKMASIN; BÖYLE BİR REZALET OLAMAZ!
Çoktan beri yazı yazmıyordum. Ancak Suudi Veliahtı Selman’a Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda verilen şarkılı şamatalı yemekte, söylediği Kerkük türkülerini kimi zaman hüzünlenerek, kimi zaman neşelenerek ama zevkle dinlediğimiz TRT sanatçısı Türkmen kardeşimiz Ahmet Tuzlu’ya söylettirilen ve kamuoyunun “Arapça şarkı” olarak bildiği Selman Methiyesi üzerine yazmak istedim. “Selman Methiyesi” diyorum, çünkü öyle.
Bu sözde şarkı, İstanbul’un göbeğinde işlenenen vahşice, en adice, en alçakça, en ahlâksızca cinayetin azmettiricisi olduğu dünya alem tarafından kabul edilen Selman için yazılan su katılmamış bir methiye.
Bu cinayetle ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da şunları söylemişti:
“Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz; bir de bunları yok mu edeceksiniz? Ses kaydında üst düzey asker açıkça, ‘Ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil; hesabı sormasını bilir.”
Peki, hesabını sorduk mu? Hayır! Üstüne üstlük azmettirici Türkiye’ye davet edildi, henüz Kral olmamasına rağmen Kral gibi karşılandı, devlet protokolümüzün hilafına dönüşünde de uçağa kadar gidilip yolcu edildi. Oysa Sayın Cumhurbaşkanı Suudi Arabistan’a gittiği zaman Vali seviyesinde birileri tarafından karşılanıp uğurlanmıştı, öyle değil mi?
Bunları geçelim de beni, en çok o sazlı sözlü yemekte Selman için söylenen methiye rahatsız etti. Keşke Ahmet Tuzlu gibi bir sanatçımız buna alet edilmeseydi. Acaba diyorum, acaba Sayın Cumhurbaşkanı o methiyeden ve özellikle sözlerinden haberdar mı idi ya da birilerinin işgüzarlığı mı idi?
O methiyenin Suudi Arabistan’da dolaşan videosunu da dinledim, Ahmet Tuzlu’nun okuduğunu da dinledim. Arapçam hele de böyle methiyeleri tercüme etmeye yeterli olmadığı için bilen arkadaşlardan yardım aldım ve o sözler karşısında kendi adıma, milletim, devletim adına utandım. Kimse kusura bakmasın; eleştiri en tabii hakkımdır ve bu hakkı kullanıyorum.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. O methiyenin Türkçe sözlerini okuyunca zaten hak vereceksiniz. İşte o sözler:
Allah büyüktür
Yolumuz uzundur
Düşmana zehir saçarız
Bu Suudili daha yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
En saf ve en değerli ülke
Seninle birlikte birleşiriz
Ve efendimiz için sözümüze sadık kaldık
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Birleşme bayrağı üsttedir
Yükseklerde ve şimşeklerin üstünde
Sana şan her zaman yakışır
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
İhtişam sahibi Selman
Yolu görkemli yoldur
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Selman kararlı Selman
Verici ve birleştiricidir
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Efendim ve en üstün destek
Halkın hepsi senin askerin
İşaret et sana karşı toplananları ezelim
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Atalarımızdan vasiyet
Ve torunlarımıza miras
Ülkemiz için ölmek
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Yapıcı, benim evimi yapan
İlerleme, kalkınma ve refah
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Merhaba gençliğin prensi
Efendim hoş ve ince
Emellerin Bulutlara kadar uzanır
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Halk vizyonunuzu destekliyor
Seni aklınla seviyor
Ve kişiliğine bağlıdır
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Arapların güvenliği bizim güvenliğimizdir
Kim barışımızı ihlal ederse
Zaman okumuza muhatap olur
Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]
Askerlerimiz tehlike anında
Kırmızı ölüm için susuz kalır
Hava, kara ve deniz
Bu Suudili yukarı yukarı Suudi… (Osman Oktay, https://www.habererk.com/kimse-kusura-bakmasin-boyle-bir-rezalet-olamaz-1)
***
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ciğeri beş para etmez, insan sefaleti ve Arap Dünyasında bile adı “Testereci Cellat”a çıkmış bir Amerikan kuklasına yapılan ve Kaçak Saray’da senin Selman’a yağ yakmak için icra ettirdiğin bu güzellemeyi dinlerken hiç mi biriniz rahatsızlık duymadı, Tayyip?
Yahu siz nasıl bir canlı türüsünüz böyle… Yüz milyarlarca dolarlık silahına, modern uçaklarına, füzelerine, harp araç ve gereçlerine rağmen donanımsız Şii Husiler karşısında bile kara savaşında hiçbir varlık gösteremeyen ve onların Suudi toprakları üzerinde ilerleyişini durduramayan Suudi Ordusuna ve Suudi Krallığı’na yapılan bu güzelleme ancak gülünç olabilir yahu… Suudi’nin bütün develeri bu güzellemeye kahkahalarla güler…
Ama siz inanırsınız, değil mi Tayyip?..
Gerçi siz de inanmazsınız da üç beş dolar için inanmış görünürsünüz, inanmışı oynarsınız. Tabiî onuru bir tarafa fırlatıp atmak kaydıyla yaparsınız bu işi.
Ne diyor güzellemenin nakaratında?
“Bu Suudili yukarı yukarı [üsttedir, yukarıdadır, üstündür]”
Senin Kaçak Saray’ında bu güzelleme yapılırken sen ve avanen ne olmuş oluyor Tayyip?
Siz de “Aşağı aşağı, daha aşağı ve çukura” olmuş oluyorsunuz değil mi? Aynı zamanda bu söylenmiş oluyor. Ve siz bunu afiyetle yiyip yutup hazmediyorsunuz, Tayyip…
Ve sanırız-kuvvetle muhtemeldir ki bu rezaleti de sen ve avanen düzenledi be Tayyip… Vicdansız, kriminal psikopat Testereci’ye şirinlik yapıp üç beş dolar daha fazla koparabilmek için böylesine alçalmayı, diz çökmeyi sizler planlayıp programlayıp uyguladınız be Tayyip…
Ve biz, sizler gibi insan suretinde yaratılmış olmasına rağmen insan gibi yaşama hakkını kullanmaktan vazgeçip kendini böylesi durumlara düşürenler için de üzülürüz ama bizi esas olarak üzüntüden kahreden, acılara boğan şey; sizin gibilerin hem bu Testereci alçaklar nezdinde hem de dünya halkları nezdinde Türkiye’yi temsil ediyor görünmenizdir. Türkiye’nin onurunu da o alçakların ayakları altına atıp çiğnetiyorsunuz bu davranışınızla. O katiller sürüsünün ayakları altında çiğnetiyorsunuz.
İşlediğiniz bu ağır suçun da hesabını vereceksiniz Tayyip, bundan da hesaba çekileceksiniz. Biz yaparız böyle şeyler ve yanımıza kalır diye düşünmeyin asla.
Ve elbirliğiyle ortaya koyduğunuz bu Kaçak Saray rezaletini, Kaçak Saray’da oynadığınız bu iğrenç tiyatroyu, senin sözcün Kalın İbrahim nam hafız bak nasıl savunuyor, binbir demagoji yaparak:
“Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Türkiye’yi ziyareti, muhalefet cephesinde tepkilere neden oldu. Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrası ilk resmi ziyaretini gerçekleştiren Prens Selman hakkında sorulan, ‘Prens Selman’ın gelişi dış politikada bir U dönüşü müdür?’ sorusunu yanıtlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ‘Uluslararası ilişkilerde ezeli ve ebedi düşmanlık olmaz. Kaşıkçı cinayetine kadar bir sorunumuz yoktu.’ yanıtını verdi.
“(…)
“Bir başka ülkenin vatandaşlarının yargılanması söz konusu burada. O kişilerle ilgili Suudi Arabistan’da bir hukuki süreç oldu. Dediğim gibi bizim vicdanımızı rahatlatmayabilir. Hukuki açıdan baktığımızda 6706 uygulandı. Başka ülkeler de başka türlü girişimler de yapabilirdi. Bir iki yerde bireysel davalar açıldı.
“(…)
“ABD’de başka yerlerde. Bizim bu davalara dahlimiz söz konusu olmaz. Ailesinin bir dava süreci olmadı Cemal Kaşıkçı’nın. Katılalım, katılmayalım bir hukuki süreç işletildi. Bir başka ülkenin vatandaşlarının yargılanması söz konusuydu. Bununla ilgili adli işlem yapıldı, orada 16 kişiyle ilgili mahkeme yapıldı ve cezalar verildi. Dolayısıyla hukuki olarak baktığımızda bu tarafı ihmal etmek lazım. (https://www.sondakika.com/dunya/haber-cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-selman-in-gelisi-15041059/)
Görüldüğü gibi, arkadaşlar; Tayyip, Kalın İbrahim Hafız’ı boşuna seçmemiş sözcüsü olarak. Bunda da demagogluk kallavi. Yalan, dümen, hile, kandırmaca kallavi boyutlarda. Tabiî bu tür özellikler Tayyipgiller için en makbul özellikler olarak kabul edilir.
Söylediği her bir cümle, demagojik açıdan birbirinden daha iğrenç, daha mide bulandırıcı. Sen bu davayı cellatlarının eline teslim etmekle insanlığından vazgeçiyorsun yahu bütünüyle. İnsanlığa dair her türlü değerden, anlayıştan vazgeçiyorsun. Ulusal egemenlikten vazgeçiyorsun.
Bir de şunu söylüyor ya Suudi Arabistan’da yaşayan ailesi için: “Ailesinin bir dava süreci olmadı”, diyor.
Bir; nasıl olacaktı? Böyle bir şeyin olabilmesine imkan var mı? Onlar da mı kellelerini, boyunlarını vurdursalardı babalarının hakkını aramaya kalkıp da? Kaldı ki onlar hak aramaya kalksalar ne olacaktı? Suudi’de yaşanmış olan sözde trajikomik dava süreci yaşanmamış mı olacaktı?
Kaldı ki ailenin tümden davaya hiç karışmadığı doğru değil. Şöyle ki;
Suudi’de 16 kişi kukla mahkemede güya yargılandı. Bunlardan 8’ine beraat verildi. 3’üne 24’er yıl hapis, 5’ine de idam cezası verildi. Sonrasında da aile adına çağrılan Kaşıkçı’nın oğlu mahkemeye getirildi. İdam mahkumlarını affedip etmeyeceği soruldu. Tabiî Kaşıkçı’nın oğlu da mecburen “affediyoruz”, dedi. Çünkü adı gibi biliyordu ki aksi durumda kendisinin ve ailesinin de başına bir süre sonra bir bahaneyle babasının yaşadığı bir facia getirilecekti. Böylece idam mahkumlarının cezası da hapse çevrilmiş oldu…
Sonrası mı?
Sonrasında da tabiî ki, bu kişiler güya hapiste yatıyor görünür ama cezaevi dışında normal hayatlarını yaşamaya devam edip gider. Hem de ödüllendirilerek… Efendileri tarafından verilmiş riskli bir emri başarıyla yerine getirmiş olmalarından dolayı…
Bu işlerin böyle olduğunu Kalın İbrahim Hafız da, “TR001” kod adıyla CIA’ca devşirilmiş olan bu vatandaş da, adı gibi bilir… Bilir ama o da mecburdur böyle oynamaya. Çünkü o da böyle oynayarak arpalığa konabilmektedir aile boyu…
Bakın, yeni bir haberden öğrendiğimize göre bu şahsın kızı Rumeysa Kalın Karabulut da şu an TRT World’de çalışmaktaymış. Hem de işin magazin boyutu diyelim hani medyanın söyleyişiyle; türbanını atmış olarak…
Ne diyor Kalın İbrahim bir de?
6706 sayılı kanuna dayanarak biz bu işi yaptık, diyor. Oysa yaptıkları burada da bir sahtekârlıktan ve kandırmacadan başka hiçbir şey değil. 6706 Sayılı Uluslararası Adli İşbirliği Mevzuatının başlangıcında bulunan 4’üncü maddesi aynen şunu der:
“Adlî İşbirliği Taleplerinin Reddi
“MADDE 4- (1) Yabancı devletlerin adlî iş birliği talepleri;
“a) Türkiye’nin egemenlik hakları, millî güvenliği, kamu düzeni veya diğer temel çıkarlarının ihlal edilmesi,
“b) Talebe konu fiilin sırf askerî suç, düşünce suçu, siyasî suç veya siyasî suçla bağlantılı bir suç olması,
“c) Talebe konu kişinin ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî görüşleri nedeniyle bir soruşturma veya kovuşturmaya maruz bırakılacağına veya cezalandırılacağına ya da işkence veya kötü muameleye maruz kalacağına dair inandırıcı nedenlerin bulunması,
“ç) Talepte bulunan devlette savunma hakkına ilişkin temel güvencelerin bulunmaması hâllerinde reddedilebilir.” (https://diabgm.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2462021115200CEZA%C3%8E%20KONULARDA%20ULUSLARARASI%20KONULARDA%20ADL%C4%B0%20%C4%B0%C5%9EB%C4%B0RL%C4%B0%C4%9E%C4%B0%20MEVZUATI.pdf)
Bütün bunları Kalın İbrahim bilmiyor mu?
Adının Kalınlığını bildiği gibi tabiî ki biliyor. Ama onun görevi de demagojik laf salatası yapmak, gargara yapmak, gözlere kül serpmek. O da bu konuda maharetli işte. CIA boşuna devşirip “TR001” kod adıyla kodlandırmamış bunu. Ve Tayyip’in yanına senin sözcün olsun diye boşuna yerleştirmemiş. Bunların alayı demagojide, kandırmacada, yalanda, iftirada, riyada hep bir numaradırlar.
Bu mide bulandırıcı sözleri daha fazla irdelemeye devam etmeyelim isterseniz. Bunlarda insani değerler de ulusal değerler de tümden iflas noktasındadır.
Bunlar böyle de… Ülkemizi böylesine onursuz bir duruma düşürdükleri için onların bu suçları hakkında da bir suç duyurusunda daha bulunması gerekir herhalde Avukat Yoldaşlarımızın, Kaçak Saray’da yaşatılan bu rezalet hakkında. Başta Tayyip, sonra bu rezaletin tertiplenmesinde yer alan onun avanesindeki şahıslar ve o iğrenç, yüzkarası güzellemeyi okuyan TRT Sanatçısı zavallı ve oradaki müzisyen ekibi hakkında.
Kötülerin ömürleri uzadıkça, kötülükleriyle birlikte suçları ve günahlarının artıyor olması gibi Tayyipgiller’in ve Kaçak Saray avanesinin saltanatı uzadıkça böylesine iğrenç ve birbirinden mide bulandırıcı suçları artacak. Adamlar suç makinesi; hem de hiç ara vermeden çalışan…
Hep söyleyegeldiğimiz gibi sonları artık iyice yaklaştı. Tabiî sonlarıyla birlikte hesaba çekilecekleri günün gelişi de…
29 Haziran 2022
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı