Acımasız cellatlar eline düşmüş…

Tayyip’in polisleri, Giresunlu, 82 yaşındaki, eli bastonlu Yusuf Topal’ı, büyük “mağduriyet”ler yaşamak pahasına da olsa, ters kelepçe vurup suratına biber gazı sıkarak, kalp krizinden katletmekle bir “kahramanlık destanı” daha yazmışlardır.

Ekmek almaya giden Berkin’i kafasından gaz fişeğiyle vurup katlederken yaptıkları gibi, Cemevi bahçesinde sıradan bir vatandaşımızın cenaze merasimine katılmak için orada bulunan Uğur Kurt’u da kurşunlarıyla öldürürken yaptıkları gibi… Ve benzerleri gibi…

Tayyip’in polisleri, yapar böyle “kahramanlık” işlerini… Onlar için sıradan olaylardandır bunlar.

Fakat asıl vahim olanı nedir, biliyor musunuz arkadaşlar?

Polislerin avukatının; “asıl mağdur olan müvekkillerimizdir”, şeklindeki açıklamasıdır.

Giresunlu ihtiyar kardeşimiz, 82 yaşında. Bastonunun yardımıyla yürüyebiliyor. En haklı ve meşru bir talebi için gelmiş, mahallesinin sağlık ocağına. Ya da aile hekimine mi diyelim…

Hakkı gasp edilmiş. İnsan yerine konulmamış. Üstüne üstlük de, yaşına ve engeline bakmadan, otuzlu yaşlarda görünen gencecik iki polis ters kelepçe vurmuşlar bu kardeşe. Onunla da yetinmemişler; bir de biber gazı sıkmışlar ağzına, burnuna, yüzüne, gözüne…

Kalp krizinden de öldürmüşler sonunda…

Böylesine zalimane, tıpkı Siyonist İsrail’in Filistinli kadınlara, çocuklara yaptığı türden bir canavarlıkla katledilen Yusuf Topal mağdur olmuyor da, daha doğrusu “suçlu” kapsamında görülüyor da, zulüm ve katliam yapanlar “mağdur” kabul ediliyor. Ve de öyle iddia ediliyor.

Bu kişi, avukat kimliği taşıyor cebinde. Hukukçu yani. Ama o cübbenin altındaki gövdenin içinde vicdan yok, acıma yok, his yok…

Al Siyonist İsrail askerini, koy bu avukatın yerine…

Hadi, diyelim böylesi insani ve vicdani değerlerden yoksun, avukat sıfatlı kişiler bulunabilir. Ama, Barolardan da bir ses duymadık, avukatlarının bu tutumuna karşı. Onlardan da herhangi bir açıklama çarpmadı bizim gözümüze.

“Yahu sen ne yapıyorsun? Hiç mi vicdan kalmamış sende?”, diyen bir Baro ya da TBB çıkmadı.

Demek ki, onlar için de bu tür açıklamalar günlük, sıradan olaylardandır. Ele alınıp üzerinde durulmaya değmez. Meslektaşları görevinin gereğini yapmıştır.

Oysa ne der, Avukatlık Yemini?

“Hukuka, ahlâka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve vicdanım üzerine andiçerim.”

Katliamcı polislerin avukatında bu niteliklerin bir tekini görebilen var mı, arkadaşlar?

Yok…

Gezi Direnişi’miz günlerindeydi. Bir gece arkadaşlarla birlikte bir hayli biber gazı yemiştik. Ben ter içinde kalmış, cildim kızarmış bir haldeydim, nefes almakta da zorlanıyordum.

Genç yoldaşlar “Hocam şuraya girelim. Sağlık ekibi var burada. Sizi bir muayene etsinler”, dediler.

Girdik, bir otelmiş orası. Ve gerçekten de melek kalpli doktor ve hemşirelerden oluşan bir grup karşıladı bizi. Muayene sonrasında “Amca, çok gaz yemişsin, bundan sonra kesinlikle gaza maruz kalmaman gerekiyor artık. Hemen ayrıl eylemden. Biz zaten 45 yaş ve üzeri insanların bu gazla kesinlikle karşılaşmaması görüşündeyiz. 45 yaş üstü kişiler için bu gaz ölümcül sonuçlara bile yol açabilir.”, demişti.

Biz de elimizi yüzümüzü yıkamış, otelin terasında yarım saat kadar dinlendikten sonra ara sokaklardan aşağıya, Tophane’ye inmiş ve eylem alanını terk etmiştik o gece.

Tabii daha sonraki günlerde de hep karşılaştık bu insan düşmanı, “biber gazı” denen lanetle…

Zaman zaman boğazımız kilitlenip nefes alamadığımız durumlar oldu. Herhalde artık birazdan nefessizlikten dolayı düşerim, diye düşündüğüm durumlar oldu.

Demek istediğim, böylesine bir caniliktir, bu gazla insanlara saldırmak…

Kaldı ki burada söz konusu olan katliamda kurban Yusuf Topal dedemiz, tamı tamına 82 yaşında. Yani bu gazla uzaktan bile olsa teması olmaması gereken bir yaşta. Bu yaştaki bir insana burnunun dibinden bu gazı sıkmak, doğrudan, kasıtlı olarak bu adamı öldürmeye kast etmek demektir.

Trajediyi baştan alalım isterseniz, tam olarak anlaşılabilmesi için:

***

Doktorla tartışan 82 yaşındaki yurttaşı biber gazı öldürdü

Giresun’da, yürüme güçlüğü çeken eşi Fatma Topal’ın (82) sağlık kurulu raporlu ilaçlarını reçeteye yazdırmak ve evde bakım hizmeti kararının uygulanmasını sağlamak amacıyla aile sağlığı merkezine başvuran Yusuf Topal (82), iddiaya göre, hastayı görmeden ilaçları yazmayacağını belirten Ö.Y. adlı kadın doktorla tartıştı. Doktorun ‘beyaz kod’ vermesi üzerine gelen polisler, gözaltına almak istedikleri Yusuf Topal’a ters kelepçe takıp, biber gazı sıktı. Fenalaşarak yere yığılan ve sürüklenerek bindirildiği polis aracıyla hastaneye götürülen Topal, kalp krizinden öldü. Ailenin şikâyeti üzerine soruşturma başlatıldı, olaydan sorumlu tutulan 2 polis memuru açığa alındı.

Olay, 24 Temmuz Salı günü, Giresun’un Gemilerçekeği Mahallesi’nde meydana geldi. Fatma ve Yusuf Topal çifti, fındık hasadı için İstanbul’dan memleketlerine geldi. Yürüme güçlüğü çeken Fatma Topal’ın kronik hastalığı için kullandığı ilaçları bitince, eşi Yusuf Topal yeni ilaçları yazdırmak ve evde bakım hizmeti kararının uygulanmasını sağlamak amacıyla 15 Temmuz Şehitler Aile Sağlığı Merkezi’ne gitti. Doktor Ö.Y.’ye başvuran Yusuf Topal, eşi adına düzenlenen sağlık kurulu raporunu göstererek ilaçları reçeteye yazdırmak istedi. Ancak, doktor, hastayı görmeden ilaçları yazamayacağını belirtti. Topal ise evde bakım hizmeti kararı olduğuna dair raporu göstererek, sağlık görevlilerinin eve gelmesini talep etti. İddiaya göre, doktor Ö.Y. ile Yusuf Topal arasında tartışma çıktı. Tartışma sırasında doktorun ‘beyaz kod’ vermesi üzerine, polis ekipleri sağlık merkezine geldi. Polisler, Topal’ı gözaltına almak istedi. Yusuf Topal direndiği polisler tarafından yaka paça polis aracına bindirilmek istendi. Ters kelepçe takılan ve biber gazı sıkılan Topal, bu sırada fenalaşarak yere yığıldı. Polisler, yerde sürükleyerek araca bindirdikleri Yusuf Topal’ı Prof. Dr. İlhan Özdemir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürdü. Kalp krizi geçirdiği belirlenen Topal, yapılan müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi.

TOPRAĞA VERİLDİ

Yusuf Topal’ın cenazesi, Giresun Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsi sonrası Beyazıt Köyü’ne götürüldü. Kılınan cenaze namazının ardından Topal, toprağa verildi. Cenazede, Yusuf Topal’ın oğlu Ahmet Topal, taziyeleri kabul etti.

ADLİ KONTROL ŞARTI İLE SERBEST BIRAKILDILAR

Olaydan sonra aile, Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Topal’ın zor kullanılarak gözaltına alınmak istendiği görüntüler delil olarak savcılığa sunuldu. Soruşturma kapsamında 2 polis memuru açığa alındı. Polisler, ifadeleri alındıktan sonra adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Savcılık, olaya ilişkin kayda alınan görüntülerle sağlık merkezinin güvenlik kamerası kayıtlarını el koydu.

‘BUNU YAPANLARIN CEZALARINI ÇEKMESİNİ İSTİYORUZ’

Olayla ilgili konuşan Yusuf Topal’ın oğlu Ahmet Topal, “Bizim amacımız, bu olayları gerçekleştirenlerden öç almak veya onlarla bir arbedeye girmek değil. Bunu savcıya da polis arkadaşlara da söyledim. Bu acıyı hem babama hem bize katbekat yaşatan bu insanların cezalarını çekmelerini istiyoruz. Benim babam 82 yıl boyunca korkuyla yaşadı. Evlatlarına gelebilecek tehlikelerin korkusu, vatanına milletine karşı yapacağı bir hata korkusu, en sonunda da korkuyla öldürdüler babamı. Bu çok acı geliyor bize. Küçük bir çocuğun köşeye sıkıştırılarak korkutulması gibi geliyor bu acı bana. Böylesi bir acıyı yaşayarak ölmesi bizleri gerçekten çok üzdü” dedi.

‘DOKTOR FEVRİ DAVRANDI’

Babasının sağlık merkezine gitmesindeki tek amacının yürüyemeyen, evden dışarı çıkamayan annesinin ilaçlarını yazdırmak olduğunu ifade eden Ahmet Topal, “Biz doktordan şunu beklerdik; raporlu olan ilaçlarını yazamayacaksa bunların nasıl yazılabileceğini babama izah etmesini ve ona bir yol göstermesini isterdik. Bunun devlet hastanesinden bir doktor çağrılarak yapılabileceğini izah etmiş olsaydı, babam da bunu anlayışla karşılayacaktı ve bu olayların hiçbiri yaşanmayacaktı. Doktorun tamamen fevri davranarak o polisleri oraya çağırması ve hiçbir şekilde yardımcı olmadan herhalde kendi emellerini tatmin etmesiydi, doktorluk içgüdülerini ön plana çıkarmasıydı” diye konuştu.

AİLE AVUKATI: KALP KRİZİ GEÇİREN HASTAYI GAZ SIKIP TEKMELEDİLER

Ailenin akrabası ve avukatı Hicran Akkaya Şenol da sağlık merkezindeki doktorun evde hizmet vermek yerine, görevi kötüye kullanarak polis çağırdığını söyleyerek şunları kaydetti:

“Yusuf dede, yeni komadan çıkmış eşi için almazsa öleceği kan pıhtılaşma ilacını nasıl alacağını öğrenebilmek ve gerekirse evde sağlık hizmeti alabilmek için gittiği sağlık ocağında görevini yerine getirmeyen doktor tarafından polis çağrılarak yaka paça dışarıya atılmıştır. Hem eşine ihtiyacı olan ilaçları alamamanın hem tartaklanmanın, hukuka aykırı olarak gözaltına alınmanın acısıyla, 82 yıllık Anadolu yüreği dayanamamış ve kalp krizi geçirmiştir. Kalp krizi geçiren hastayı darbetmek, biber gazı sıkmak, tekmelemek, yere yatırılmak, sırtından ters kelepçe takılmak, aman dilekleri göz önünde bulundurulmayarak gözaltı işlemleri devam etmiştir. Bu kadar meslek hayatımda gözaltı işlemlerine şahit oldum, fakat ilk defa kalp krizi geçiren bir hastaya bu şekilde bir işlemin yapıldığını görüyorum. Sadece evinden ilaç almak için çıkan birinin medet almak yerine eceli alarak eşinin yanına gitmesini bir Türk vatandaşı, bir avukat ve ailenin bir ferdi olarak içimiz kaldırmıyor.”

‘POLİSLER TUTUKLU YARGILANMALI’

Polislerin tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakılmalarına tepki gösteren avukat Şenol, “Hal böyleyken sorumlu kişilerin, tanıkların ifadelerinin henüz tamamlanmamış olması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, karartılma tehlikelerinin bulunması, isnat edilen suçların ağır cezalık olması, katalog suçları olmasına rağmen nedense tutuksuz yargılanmalarına karar verilmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan, İçişleri ve Sağlık bakanından devletin korumakla yükümlü olduğu, görevi vatandaşın güvenliğini sağlamak olduğu ülkemizde, Yusuf dedelerin sesi olmalarını istiyoruz. Bu soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi için ilgili polislerin tutuklu yargılanmalarının, hukuki olarak bir gereklilik olduğu kadar kamuoyunun bir vicdanı gereği olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.

‘YUSUF DEDE’NİN ÖLÜMÜNDEN KİM SORUMLU?’

Sağlık merkezinde görevli doktora seslenen Hicran Akkaya Şenol, “Bakın, yazmadığınız bir ilaç, bakmadığınız bir hasta, nelere mal oldu. Size tek bir şey sormak isterim. Tüm bu görüntüleri izlediğinizde şimdi oturduğunuz yerde memnun musunuz? Ayrıca, korkuyoruz ki bu olayı ve ölümü gördüğünüz o görüntüleri, bu ölümü normal bir kalp kriziymiş gibi addedilmesidir. Yani ölümle bu polisler arasında bir bağ kurulamaması. Biz buradaki ölümünün sebebinin açıkça kalp krizi esnasında ilgili kişinin yerlerde sürünmesinin krize neden olduğunu söylüyoruz. Elbette ki bir insan gözaltına alındığında kalp krizi geçirebilir, sizce oradaki durum normal bir kalp krizi mi? Aman dileyen ağlayan bir hastaya halen vurmak bizim adabımızda var mıdır? Bu kalp krizinde o polislerin ve hekimin hiç mi sorumluluğu yoktur? Doktor sorumlu değil, hekim sorumlu değil, peki Yusuf amcanın ölümünden kim sorumludur? Belki de kendi sorumludur” ifadelerini kullandı. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1039656/Doktorla_tartisan_82_yasindaki_yurttasi_biber_gazi_oldurdu.html)

***

Yusuf Topal’ın cebinden, İstanbul Bakırköy Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinden eşi adına düzenlenen, evde sağlık hizmeti uygulandığına dair belge çıktı. Yaşlı adamın, ailenin yüreğini burkan raporla başvurduğu sağlık merkezinde eşi için aynı hizmeti Giresun’da da alabilmek amacıyla çaba harcadığı belirtildi. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/gozaltina-alinirken-olen-yasli-adamin-cebinden-cikan-belge-yurek-burktu-40912903)

***

Çok açık biçimde görüldüğü gibi, arkadaşlar, en insani ve en doğal bir ihtiyacını karşılamak için gittiği sağlık ocağında katlediliyor, Yusuf kardeşimiz.

Açıkça, devlet katletmiş oluyor bu vatandaşımızı. Bunun başka türlü bir açıklaması olamaz.

Trajedinin insanı kahreden bir bölümü daha var, arkadaşlar: Türk Tabipler Birliği’nin olay sonrası yaptığı açıklama…

Şöyle savunuyorlar, vicdan ve his yoksunu doktorlarını:

***

TTB Giresun’da açıklama yaptı: Hekimlerin Hastayı Görmeden İlaç Yazması Suçtur!

Giresun’da Yusuf Topal adlı vatandaşın, hastanın kendisi olmaksızın hasta üzerine reçete yazdırmak talebinde ısrarcı olması ve tartıştığı hekimin ‘beyaz kod’ vermesi üzerine gelen polislerce biber gazı sıkılıp, ters kelepçe takıldığı sırada kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmesinin ardından Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Giresun Tabip Odası olayın yaşandığı Aile Sağlığı Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.

Giresun 15 Temmuz Şehitler Aile Sağlığı Merkezi önünde 31 Temmuz 2018 tarihinde düzenlenen basın açıklamasına, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Mübetcel İlhan ve TTB Aile Hekimliği Kolu Genel Sekreteri Dr. Filiz Ünal katıldı.

Giresun Tabip Odası Başkanı Dr. Selami Oktay tarafından okunan basın açıklamasının ardından konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, öncelikle hekimlerin hastayı görmeden ilaç yazmasının etik olarak ve hukuken yasak olduğunu vurgulayarak, sadece İstanbul’da 157 hekimin hastayı görmeden reçete yazdıkları için şu an yargılandığı bilgisini verdi.

Yusuf Topal’ın ailesinin acılarını paylaştıklarını ancak olayın ardından Sağlık Bakanlığının meslektaşlarını hiçbir gerekçe göstermeden görevden uzaklaştırmasının kabul edilemez olduğunu belirten Prof. Dr. Adıyaman, görevden uzaklaştırma sebebiyle meslektaşlarının sanki suçluymuş gibi gösterildiğini söyledi.

Prof. Dr. Adıyaman, açığa alınan meslektaşlarının görevine yeniden iade edilmesi için Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunduklarını bildirdi.

Basın açıklamasının ardından TTB Merkez Konseyi ve Giresun Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeleri, Giresun İl Sağlık Müdürü ve görevden uzaklaştırılan Dr. Özlem Yağdıran ile görüştü.

Giresun İl Sağlık Müdürü konunun takipçisi olduklarını belirtirken, Dr. Özlem Yağdıran görüşmede, Sağlık Bakanlığının süreçte kendisini çok yalnız bırakması nedeniyle üzüntü içinde olduğunu ifade etti. Dr. Yağdıran, Türk Tabipleri Birliği’ne ise destekleri için teşekkürlerini iletti. (http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fb2c9540-9564-11e8-825a-02bcac27bd3f)

***

İşte gördünüz, arkadaşlar. Güya Hipokrat Yemini etmiş, görevleri insanı öldürmek değil yaşatmak olan hekimlerin, her düzeydeki yönetici kadrosunun söylediklerini.

Bunları okuyunca, inanın, insan insanlığından utanıyor. Bunlarla aynı türden olduğundan dolayı utanıyor. Hiçbirinde vicdan sızısının zerre kadar da olsa bir belirtisi yok.

Besbelli ki bu tür trajediler onlar için sıradan bir olumsuzluk ya da hesap yanlışlığı türünden şeyler.

Oysa ne diyor Hipokrat Yemini?

“Hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhine kullanmayacağıma (…) namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.

“Gücüm yettiğince bütün yaşamımda hastaların iyiliği için uğraşacağım. Onlara zarar veren ve kendilerine kötülük yapmaya götüren şeylerden uzaklaşmalarını önereceğim.”

Bu yeminin ruhunu zerrece kavramışlar mıdır, yukarıda adları anılan hekimler?

Kesinlikle hayır…

Ne diyor onlar?

“Hasta görülmeden reçete yazılmaz.”

İyi, doğru. Fakat trajedimizde hasta yatalak. Ve onunla ilgilenen 82 yaşında, eli bastonlu bir ihtiyar.

Bu durumda ne yapması gerekir hekimin?

Ya kendisinin gidip hastayı görmesi ya da kendi yerine bir görevli bulup onu göndermesi, değil mi?

Unutmayalım ki, hayat her zaman kanunlara, yönetmeliklere, tüzüklere, kayıtlara, kurallara sığmayan zenginlikler, farklılıklar, karmaşalar çıkarır önümüze.

Tüm bu durumlarda, yüreğinde sevgi ve vicdanında erdemler taşıyan bir hekimin alması gereken tutum; hep hastasından yana, insandan yana, insanlıktan yana olan bir tutum olmalıdır. Yani hastasını memnun edecek, mutlu edecek, onun derdine derman olacak bir tutum olmalıdır.

Eğer sağlık ocağının hekimi vicdan ve insani değerler taşımış olsaydı, bu dram hiç yaşanmazdı. İyilikle halledilirdi her şey; hiçbir sorun ortaya çıkmış olmazdı.

Hep deriz ya arkadaşlar;

Sevgi dolu bir yüreğe sahip değilseniz, sadece insan suretinde bir robotsunuz demektir. Taşıdığınız sıfat ve görünüşteki suretiniz ne olursa olsun, bir sfenksin ötesinde bir şey olamazsınız.

Dramımızda görüldüğü gibi, olaya dahil olanların tümünde ve olaya ilişkin konuşan şahısların tümünde insan yüreği yok. İnsani ve vicdani değerler yok.

Hepsinde de birer taş kalp var…

Daha önce de söyledik ya, arkadaşlar; bu aşağılık zalim sömürü ve vurgun düzeni, bu Babil artığı topraklarda çürüttü insanları. Çamurlara buladı, insanlıktan çıkardı. Toplumu çürüttü.

İşte o yüzden insanlar Muaviye ve Yezid Dini’ni gerçek din ve onu savunan AKP’giller’i dindar sanıyor, 16 yıldan bu yana devletin tepesinde tutuyor.

Tabiî burada ABD Emperyalist Haydut Devletinin belirleyici rolünü gözardı etmemek gerekir.

İşte bu sebepten, her ay otuz kırk arası kadın, cinayetlere kurban gidiyor. Ve yine her ay onun üzerinde kadın tecavüze uğruyor. Sadece yetişkin olanlar da değil, çocuklar, bebeler bile sapık cellatların ellerinde can veriyor, acı çeke çeke…

Ve AKP’giller’in Bakanları “Bir kereden bir şey olmaz”, diyerek onay veriyor bu sapıklıklara, bu canavarlıklara.

Onun Mecliste “aklanması” üzerine ise AKP’giller’in vekilleri kuyruğa girerek kutlamalarda bulunuyor, bu Kadın ve Aileden Sorumlu, kadın cinsiyetindeki Bakana.

Ve işte bu sebepten, AKP’giller’in Eğitim Bakanı, atanamayan ve bunalıma girerek canına kıyan gencecik fidanlarımız olan öğretmenlerimiz için; “Bunlar gösteriş için intihar ediyor.”, diyebiliyor (Nabi Avcı).

Ve ne diyor, Kaçak Saray’da mukim zat?

“Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz.”

Yetiştiriyorlar da, görüldüğü gibi…

15 Temmuz’da Boğaz Köprüsü üzerinde görüldüğü gibi…

Tayyipgiller gidecek. Giderler. Bütün diktatörlükler gibi yıkılır bunların saltanatı da.

Ama bu çürütülmüş, insanlıktan çıkarılmış, robotlaştırılmış, his yoksunu vatandaşlar kalacak bu memlekette.

Ve işin en zor olan kısmı da, yeniden bu topraklarda yüreği sevgi dolu, empati yapabilen, başkalarının acısını yüreğinin derinliklerinde hissedebilen ve dünyanın neresinde olursa olsun, yapılan bir haksızlık karşısında öfkeden tir tir titreyen gerçek insanlar yetiştirmek olacaktır.

Burada çağrışım oldu:

Bundan birkaç yıl önceydi. Sokakta baktığımız kedilerimizden birinin veterinere götürülmesi gerekiyordu.

Yiyecek verdim her zamanki gibi, o arada da yakaladım hayvanı. Ama o güne dek hiçbir insan tarafından yakalanıp kucağa alınmamış olan hayvan ürktü. Panikleyip boynunu çevirip ısırdı sağ elimi ayasından.

E, bizde de Yörük inadı var. Buna rağmen bırakmadım hayvanı. Soktuk kedi kafesine.

Eşim onu veterinere götürdü, ben de hastaneye doğru yol aldım. Çünkü bayağı yarılmıştı sağ el başparmağımın iç kısmı ve kanıyordu.

Saat 9 gibi geldim Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine. Aşı bölümüne uğradım. Hayvanımız kuduz değildi, o konuda emindim. Ama tetanoz iğnesi yapılması gerekir diye düşündüm. Bir de belki dikiş filan atılması gerekebilir, dedim.

Oradaki sağlık memuru intaniye bölümüne gönderdi beni; “Doktorun görmesi gerekir amca.”, diyerek.

Geldim oraya. Bir doktor hanım baktı yaraya. Üst kata çıkacaksınız, dedi.

Çıktık üst kata. Başvurdum görevlilere; “Amca şu anda hoca ve asistanlar vizitte. Viziti bitirsinler, ondan sonra bakarlar.”, dedi. Bekledik mecburen.

Vizit bitti nihayet. Toplandılar bir odaya hoca ve asistanlar. Ben yine yürüdüm oraya. “Şu anda derse başlıyoruz, ders bitince bakalım.”, dediler.

Çaresiz geri dönüp beklemeye devam ettik…

Uzatmayalım; ders bitti ama saat de 12’yi gelip buldu. Yani yemek tatili başladı. Hepsi yemeğe gitti.

Bekledik biz öğle tatilinin bitmesini, bitti sonunda. Tabiî bu arada benim gibi 15 kadar da hasta birikmişti.

Sıra bize geldi. Baktı bir doktor hanım; “Amca yara büyükmüş. Serum da vermemiz gerekir.”, dedi. “Verin öyleyse doktor hanım”, dedim.

Baktılar serum yokmuş…

“Amca serum yok. Bulup gelmeye gitti bir arkadaş. Gelince seni çağırırız”, dedi. Biz yine çekildik beklemeye.

Çağırıldık nihayet. Hem yaranın etrafından birkaç bölgeye, hem de kalçamıza iğneler yaptılar. Saat de 3 buçuğa gelip dayandı.

Kendimi tutamayıp şunları söyledim:

Bakın doktor hanım, dedim. Mesleğinizle ilgili size ne derinlikte bir bilgi veriyorlar, eğitim veriyorlar, onu ben bilemem. Onun takdiri bana ait değildir.

Ama şundan eminim ki, sizlere Tıp Etiği ve Hasta Psikolojisi konusunda da eğitim verilmesi gerekir.

Bakın, saat 9’da geldim ben buraya, şu anda saat 3 buçuk. 6 buçuk saattir bekletilmişim. Bir hastaya bu yapılmaz, dedim.

Amca haklısınız da, işte şöyledir böyledir gibi laflar etti doktor hanım. Biz de huysuz ihtiyar olmayı kesinlikle istemediğimiz için gülümsedik, hizmetlerinden dolayı onlara teşekkür edip kolaylıklar dileyerek ayrıldık hastaneden.

Bana genellikle iyi davranır doktorlar. Fakat başka hastalara davranışlarını gözlüyorum, onlarla hiç göz teması kurmuyorlar. Bu büyük bir eksikliktir bence bir hekim için.

Başlangıçta bana da öyle davranmış olsalar da diyaloğa girer girmez hemen tutumları değişiyor ve çok sıcak davranıyorlar bana. Tabiî ben de onlara karşı hep içtenlikli ve sevgiyle davranıyorum. Yoğun bir iş yükü altında olduklarını biliyorum.

Ama bütün bunlara rağmen, hekimlik bana göre diğer mesleklerden apayrı görülmesi gereken kutsal bir meslektir. Bu sebeple hekimlerimizin de halkımıza, bu kutsallığa yaraşır şekilde sevgiyle ve sıcaklıkla davranmalarını temenni ederim.

Tabiî bunun da Tıp Fakültelerinde bir ders olarak okutulması gerekir.

Şunu da belirtmiş olalım ki, hekimlerimize karşı yapılan şiddete de aynı oranda karşıyızdır.

Geçen günlerde Şanlıurfa’da bir hasta yakını tarafından görev başında, başına yer döşemesi mermerle vurularak hayatı tehlikeye girecek biçimde yaralanan genç hekimimiz için de yüreğimiz, 82 yaşındaki Yusuf Topal kardeşimize yandığı kadar yandı. Bereket ki, bu hekimimiz ölümden dönüp sağlığına kavuştu.

Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi, bizi asıl yıkıma uğratan, acılara boğan, katilamcı polislerin, onların avukatlarının ve Türk Tabipler Birliğinin yetkililerinin yaptığı, hepsinin de birer taş yürek taşıdığını gösteren, insanlıktan ve vicdandan eser bulunmayan açıklamalarıydı.

Azgınlaşmış bir sömürü ve vurgun üzerine kurulu Parababaları Toplumunun tahribatına uğramış, vicdanlarını ve insani değerlerini kaybetmiş insanlardan oluşan bir topluluk olduk, arkadaşlar.

Neredeyse Diyojen’in yaptığı gibi elimizde fenerle güpegündüz yollara düşüp insan arayacağız…

Öylesine kara günlerdeyiz, ne yazık ki…

Bu bataklıktan çıkışın da yolu Sosyalizmden geçer, arkadaşlar. Unutmayalım ki Sosyalizm düşmanlığı insanlık düşmanlığıdır…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

1 Ağustos 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı