ABD’li Büyük Patron emreder, Tayyipgiller anında Suriye’ye savaş ilan eder

Eee, Kaçak Saraylı Hafız?

Demek dost ve kardeş Suriye’yle hiçbir sorunumuz yok iken, tam tersine her konuda tam bir mutabakat ve işbirliği çalışması içindeyken, Emperyalist Çakal ABD’li Haydut Efendinden aldığın bir emir üzerine, bu kardeş ülkeyi yani Müslüman Suriye’yi bir anda yılan gibi sırtından ısırdın…

Kalleşçe saldırıya geçtin, demagojik yalanlarla. “Zalim Esed, halkına zulmediyor” şeklindeki iğrenç yalan ve iftiralarınla…

Ayıptır ya…

Gerçek Müslüman yalan söylemez. İftira atmaz, fitne çıkarmaz. Bırakalım dostunu, düşmanına bile kalleşlik etmez. Verdiği sözde sebat eder.

Ama sizde nerede bu Gerçek Müslümana has ahlâk…

Sizinki Muaviye-Yezid ahlâkı, Ebu Süfyan, Ebu Cehil ahlâkı, CIA-Pentagon-Washington ahlâkı…

Kardeş ülke Suriye Halkının ve Yönetiminin temsilcisi olan heyet ülkemizdeyken, onunla dostça görüşmeler, antlaşmalar yapıp baş başa heyetler yemek yerken; sen aldın buyruğu efendin Emperyalist Haydut’tan, öyle mi?

Öyle olmuş be Tayyip…

İşte bu sebepten, bir anda yüz seksen derece dönüş yapmışsın ve kalleşçe vurmuşsun Suriye’yi sırtından.

Dönemin, yani 2011’in Genelkurmay Askeri İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in şu anlattıklarına bir bakın, saygıdeğer arkadaşlar. Oradan aktarımla bir kez daha görelim, Tayyipgiller’in fitne yuvası, yalan, iftira ve kötülükten ibaret ruh dünyalarını.

Pekin’in anlattıklarını, Sabahattin Önkibar, köşesindeki yazısına taşımıştır. Biz de oradan aktarıyoruz. Aynen şöyle demiş, İ. H. Pekin:

“2011’in Mayıs ayında Suriyeli güvenlik heyetiyle Adana Mutabakatı çerçevesinde yapılması gerekenler için Marmara Köşkü’nde beraber yemek yedik. Suriyeliler gidince Hakan Fidan bana ‘Amerikalılarla anlaştık, beraber hareket edeceğiz’ dedi. Kuşkusuz Hakan Bey siyasi iradenin kararını açıklamıştı. İşte o günden sonra Suriye ile kurulan güzel ilişkiler çöpe atıldı ve Türkiye ABD’nın ardına takıldı. Bugünkü dramatik noktalara gelindi…”

“Evet dönemin Genelkurmay yetkilisi Türkiye’nin Suriye politikasında belirleyici olan hususun Esad’ın yaptıkları değil, ABD’nin kuyruğa takılmak olduğunu tanıklığı ile ortaya koydu” ifadelerini kullandı.”(https://odatv.com/hakan-fidan-bana-amerikalilarla-anlastik-beraber-hareket-edecegiz-dedi-30011943.html)

Halen hayatta olan tanıkların anlatımlarıyla da kesince görülmektedir ki; Tayyip ve avanesi, iktidarlarını sürdürebilmek ve küplerini doldurabilmek için ve memleketin zenginliklerini yağmalayabilmek için ABD’nin zalimane ihanet buyruklarını harfiyen yerine getiriyorlar. Hem Suriye Halkının hem de Türkiye Halkının başına cehennemcil felaketler getiriyorlar.

Zaten bu iktidar, AKP’giller İktidarı, ABD işbirlikçiliği, ihanet, vurgun, sömürü ve vatan satıcılığından ve Ortaçağcı Din Devleti inşacılığından başka hiçbir şey değildir.

Demek ki arkadaşlar, Tayyipgiller’in bu ihanet öncesinde Türkiye ile Suriye tam bir anlaşmışlık ve dayanışmışlık içindeymişler. Kardeşçe ilişkiler içindeymişler.

“Adana Mutabakatı”nı imzalamış 1998’de Türkiye ve Suriye.

Tayyipgiller’se 2010 Aralık’ında bu mutabakatı daha da güncelleyip, geliştirip pekiştirmiş. Yani aralarında zerre miktarda olsun sorun, anlaşmazlık yokmuş.

Konunun bu yönünü de kesince görebilmek için önce Adana Mutabakatı’nın ne olduğuna bir bakalım. İşte o mutabakat:

***

Adana Mutabakatı

İmzalanma Tarihi: 20 Ekim 1998

– Suriye, mütekabiliyet ilkesi uyarınca, kendi topraklarından doğan ve Türkiye’nin güvenliği ile istikrarını tehlikeye atan hiçbir faaliyete izin vermeyecek. Suriye, PKK’nın topraklarında silah arzı, lojistik malzeme, finansal destek ve propaganda aktivitelerine müsaade etmeyecek.

– Suriye, PKK’yı terör örgütü olarak tanıdı. Suriye, diğer terör örgütlerinin yanı sıra PKK’nın ve uzantılarının tüm faaliyetlerini yasakladı.

– Suriye, PKK’nın topraklarında kamplar ve eğitim ya da himaye amaçlı tesisler kurmasına, ticari faaliyetler yapmasına izin vermeyecek.

– Suriye, PKK üyelerinin, ülkesini üçüncü ülkelere geçiş için kullanmasına izin vermeyecek.

– Suriye, PKK elebaşısının Suriye topraklarına girmesine engel olmak için her türlü tedbiri alacak ve sınır noktalarındaki tüm yetkililere bu yönde direktif verecek.

– İki ülkenin güvenlik makamları arasında doğrudan telefon hattının kurulması

– İki ülke arasında, Suriye’nin taahhütlerini denetlemek için özel bir mekanizmanın oluşturulması (https://tr.sputniknews.com/infografik/201901311037406815-adana-mutabakati-putin-erdogan-suriye-pkk-ypg-dsg/)

***

AKP’giller’in 2010 Aralık’ında bu mutabakata yaptıkları güncelleme de şu şekildedir. Ya da şu maddeleri içermektedir:

***

Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması

İmzalanma Tarihi: 21 Aralık 2010

– Adana Mutabakatının geliştirilmesi ve daha etkin kılınması

– Terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadelede yasal ve kapsamlı bir çerçevesinin oluşturulması

– Terör tehdidine karşı yürütülen ortak mücadele konusunda istihbarat paylaşımı ve bilgi değişiminin sağlanması

– Taraflar, hiçbir terör örgütünün, özellikle PKK ve uzantılarının, yan oluşumlarının kendi topraklarını kullanmalarına, güvenlik ve istikrarını bozmalarına izin vermeyecek

– Taraflar, bu örgütlerin kamp, eğitim merkezi ve diğer tesisleri kurmalarına; militan toplama ve silah, patlayıcı madde, lojistik destek ve terörizmin finansmanı teminine; terörizmin finansmanı kapsamında kaçakçılık ve ticaret yapmalarına; eğitim ve propaganda faaliyetlerinde bulunmalarına; yasa dışı sınır geçişi yapmalarına; diğer tarafa ve üçüncü ülkelere militan, silah ve patlayıcı madde aktarılmasına müsaade etmeyecek

– Gerektiğinde ortak operasyon gerçekleştirme olanaklarının araştırılması

– Taraflar, PKK terör örgütünün ve uzantılarının liderleri ve üyelerinin yasal ya da yasal olmayan ikametine, ticari, siyasi ve askeri faaliyette bulunmasına izin vermeyecek, bu faaliyetleri yasaklayacak ve bu amaçla gerekli bütün tedbirleri alacaklar

– Terörist grupların üyeleri ve işbirlikçileri bir taraftan diğer tarafa kaçanlar da dahil tutuklanacak, tutuklanan kişiler talep eden tarafın vatandaşıysa o tarafa teslim edilecek (agy)

***

İşte iki ülke böylesine dostane bir süreç içindeyken, Tayyip ve avanesinin, cibilliyetleri iktizası, ABD’li haydut efendilerinden aldıkları bir buyruk üzerine yaptıkları döneklik ve kalleşlik sonucunda bir anda felakete dönüşüyor.

ABD Haydudu, Suriye’deki hain, aşağılık, Ortaçağcı çakal işbirlikçilerine; “yönetime karşı ayaklanın”, çağrısında bulunuyor.

Dikkat edersek, arkadaşlar, bu insanlığın başbelası haydut, bugün de Venezuela’daki satılık hainler grubuna aynı çağrıyı yapmaktadır.

Hainler, efendilerinden aldığı güç ve cesaretle silahlı ayaklanma başlatıyorlar Suriye’de, BAAS Yönetimine karşı. Karakolları basıp askerleri katlediyorlar ya da damlardan, pencerelerden aşağıya atarak ölümlerine sebep oluyorlar canavarca.

Tabiî bu hainlere karşı Beşşar Esad liderliğindeki BAAS Yönetimi de bastırma harekâtına girişiyor. O harekâtın da her safhasını, dostluğumuz bozulmasın diye Türkiye’ye önceden bildirme nezaketini gösteriyor.

Yine İsmail Hakkı Pekin’i dinleyelim:

“2011 Mayıs ayında Suriye İdlib’e operasyon kararı aldı. Operasyonla ilgili Suriye heyeti Türkiye’ye geldi. MİT’le de buluşup İdlip operasyon planını anlattılar. Ama iktidar o tarihte ABD’nin yanına geçme kararı almıştı. İlgilenmedi. Suriyeliler daha sonra bana ‘Biz size her konuda bilgi veriyoruz. Ama siz bizim terörist dediğimiz muhalifleri İstanbul’da topluyorsunuz’ diye sitem ettiler.” (https://www.aydinlik.com.tr/erdogan-putin-adana-mutabakati-dogru-yoldayiz-ismet-ozcelik-kose-yazilari-ocak-2019)

Tayyipgiller artık, Kaçak Saraylı başta olmak üzere, ihanet yolunun sadık yolcuları olmuşlardı. Onların ihanetinin her iki halka da ne büyük felaketler getirdiğini, sanırız hepimiz bilmekteyiz.

Biz bunları pek çok kez söyledik, yazdık. Fakat isterseniz, bir de bizim dışımızdan birinin söyleminden görelim, bu felaket gerçekliklerini.

Strateji uzmanı, Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, Odatv’de yayımlanan yazısında aynen şunları diyordu:

***

Türkiye Suriye macerasını başlatmasa ne olurdu

Varsayalım ki Arap Baharı kapsamında ABD  İsrail’in güvenlik çıkarları için Suriye’yi parçalamaya karar verdiğinde ve karıştırmaya başladığında Türkiye’yi  yönetenlere;

– Suriye’de birlikte hareket etmeyi;

– Bu ülkede rejim değişikliğini gerçekleştirerek yönetimi Müslüman Kardeşlere devretmeyi;

-Bu amaçla muhaliflerden silahlı güç geliştirmeyi, eğitmeyi, donatmayı;

-Müslüman Kardeşler üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirmeyi;

-Türkiye’nin bu süreçte başat rol oynamasını;

-Demokratik rejimi ve Müslüman halkı ile Türkiye’nin Ortadoğu’ya Arap Baharı projesi içinde model olmasını;

-Suriye üzerinden Ortadoğu’da liderliğe giden yolda ilerlemesini teklif ettiğinde Türkiye’yi yönetenler bu teklifi reddetseydi ne olurdu? Muhtemelen;

-Gerginlik iç savaşa dönüşmez, Suriye’de merkezi yönetim çok zayıflamaz, ordusunu batıdaki kritik bölgelere çekmek zorunda kalmaz, kuzeyde ve doğuda güç boşlukları oluşmazdı.

-Oluşan güç boşluklarını önce IŞİD, sonra PKK-PYD doldurmazdı,

-Suriye ordusu fazla güç kaybetmez, IŞİD ve PKK-PYD ile daha etkili mücadele ederdi.

-Türkiye, sonu belli olmayan Suriye macerasını başlatmazdı.

-Türkiye, Suriye’de Fırat’ın doğusunda ortaya çıkan PKK-YPG tehdidi ile karşılaşmazdı.

-NATO’nun lider ülkesi ABD, NATO üyesi Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate almadan PKK-PYD’nin Suriye’deki kara gücü olduğunu ilan etmezdi.

-Yüzbinlerce Suriyeli ölmez, nüfusun dörtte biri ülke dışına çıkmaz, dörtte biri ise ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmazdı.

-Dört milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye göç etmez, milyarlarca dolar bu amaçla harcanmazdı.

-Türkiye Esad muhaliflerini eğitmek, silahlandırmak amacı ile harcama yapmaz, savaş bittikten sonra bu grupların ne olacağını düşünmek zorunda kalmazdı.

-Esad rejimine yardım için Rusya bölgeye müdahale etmez, Türkiye Rus uçağını düşürmez, ilişkiler geçici de olsa bozulmaz, Rusya güneyden de komşumuz olmazdı.

-İran ülkedeki askeri gücünü artırmaz, bölgedeki stratejik dengeleri bozmazdı.

-Trump, Türkiye’ye PKK-PYD’ye saldırırsan seni ekonomik olarak mahvederim diyemezdi.

-ABD, Fırat’ın doğusunda PKK-PYD’yi korumak için tampon bölge oluşturmazdı.

-Büyük PKK-PYD devletinin ilk adımları Suriye’de atılmazdı.

-Türkiye, stratejik meselelerde ABD (Atlantik) ile Rusya (Avrasya) arasında sıkışıp kalmazdı.

Türkiye, Suriye ile ilgili temel çıkarının bu bölgede istikrarın sağlanması ve korunması olduğu gerçeğini kabul etse ve  Suriye stratejisinin hedefini buna göre belirlese, bütün bunlar gerçekleşir miydi?

(…)

SON SÖZ:

Kendilerine bir ulusun talihi emanet edilen adamlar, ulusun güç ve kudretini yalnız ve ancak yine ulusun gerçek ve ulaşılabilir yararları yolunda kullanmaktan  sorumlu olduklarını bir an bile hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (https://odatv.com/turkiye-suriye-macerasini-baslatmasa-ne-olurdu-03021947.html)

***

İşte, açıkça ortaya konduğu gibi, ki namuslu her aydın da bu ağır gerçekleri kabul etmek zorundadır, AKP, onun Kaçak Saraylı Reis’i Türkiye’yi bir felaketin içine sürüklemiştir. Bir cehennem yangınına atmıştır ülkemizi.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yarım milyona yaklaşan Suriye vatandaşı bu emperyalist kışkırtması ihanet savaşının kurbanı olmuştur, Suriye ölüm tarlalarına dönüşmüştür. Yakılıp yıkılıp viraneye döndürülmüştür her yanı.

Beş milyon civarında kaçkın Suriyeli de ülkemize dolmuştur. Kilis gibi bazı şehirlerimizin nüfusu, TC vatandaşlarıyla Suriyeliler arasında eşit bir oran oluşturur hale gelmiştir.

Ve Türkiye, bu beş milyon civarındaki Suriyeliyi beslemek için, ortalama 70-80 milyar dolar civarında bir parayı, halkımızın alınterinden çalarak harcamıştır.

Ülkede sınır diye bir şey kalmadığı için, IŞİD’cisi, El Kaide’cisi ve her türden Ortaçağcı meczup dolmuştur ülkemize. Bunların yarın ne gibi kötülükler yapacakları bilinmemektedir.

Yani Emperyalist ABD ve AB Haydutları, cehenneme çevirdikleri Suriye’nin ateşine kendi halklarını atmamışlardır, Türkiye Halkını atmışlardır.

Düşünebiliyor musunuz; felaketi o alçaklar yaratıyor, acısını ve ceremesini bizler çekiyoruz…

İşte böylesine ağır ihanetler içindedir, Tayyipgiller’in AKP’giller İktidarı.

Nejat Eslen, Mustafa Kemal’in son derece doğru olan özdeyiş niteliğindeki bir belirlemesini aktarıyor. Ama orada söz konusu edilen, gönüllü olarak satılmamış, ihaneti benimsememiş bir yerli iktidarın varlığıdır.

Böyle bir iktidar yoktur ki Türkiye’de…

Bunlar iktidar olabilmek için ihanet şartıyla anlaşmışlardır ABD’li efendileriyle. Yani bunlar iktidarları öncesinde ruhlarını Büyük Şeytan’a satmışlardır ve onun karşılığında iktidara getirilmişlerdir, 17 yıldan bu yana da orada tutulmuşlardır.

Bunların Türkiye’nin, halkın çıkarları diye bir şey umurlarında değildir ki…

Bunlar kendilerini, devşiricileri ve yapımcıları ABD’ye hizmetle ve onun emperyalist çıkarlarını bölgede uygulamakla görevli saymaktadırlar.

Yani bunlar, Türk Milletine, Türkiye Halkına değil; sadece efendileri ABD’ye hizmete adanmışlardır…

Bunlardan an geçirmeksizin kurtulmazsak, ihanetlerine ara vermeksizin devam edecekler ve ülkeyi, halkı felaketten felakete sürükleyeceklerdir daha…

Bunlardan ihanetten, kötülükten başka hiçbir şey gelmez bu vatana ve halkımıza…

Bu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Ya da hiç göz ardı etmememiz gerekir…

Tayyipgiller, bu hainane işbirlikçilikleriyle efendileri ABD, AB ile birlikte Birleşmiş Milletler’e üye, meşru ve bağımsız bir ülkeye savaş ilan ederek ve savaşa girişerek açıkça Savaş Suçu işlemişlerdir.

ABD Emperyalist Çakalı’nın ve onun amigosu Avrupa Birliği Emperyalistleri Çakallarının çıkarları için, BOP’larını hayata geçirebilmek için durduk yerde savaşa girişmişlerdir Suriye’yle.

Bu, açık ve kesin biçimde bir Savaş Suçudur. Uluslararası Hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ayaklar altına alınmasıdır. Türkiye’nin 15 Ağustos 1945 tarihinde imzalamış bulunduğu, 26 Haziran 1945 tarihinde oluşturulup imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın da ihlalidir.

Çünkü Antlaşma, kesin bir ifadeyle şöyle der, Giriş Bölümü’nde:

“Biz Birleşmiş Milletler halkları: Bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, adaletin korunması ve antlaşmadan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları yaratmaya ve daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya ve bu ereklere ulaşmak için: hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayışı içinde birbirimizle barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye, tüm halkların ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemesini kolaylaştırmak için uluslararası kurumlardan yararlanmaya, istekli olarak, bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya karar verdik. Buna uygun olarak hükümetlerimiz, San Francisco kentinde toplanan ve yetki belgeleri usulüne uygun görülen temsilcileri aracılığıyla işbu Birleşmiş Milletler Antlaşmasını kabul etmişler ve Birleşmiş Milletler adıyla anılacak bir uluslararası örgüt kurmuşlardır.”(https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/3-30.pdf)

Ayrıca, Tayyipgiller’in bu hainane halk düşmanı eylemi, TCK’nin 304 ve 306’ncı maddelerinin de kesin biçimde ihlali anlamına gelir.

Çünkü şöyle der o maddeler:

“Madde 304- (1) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Mülga ikinci cümle: 29/6/2005 – 5377/37 md.) (2) Bu madde uygulamasında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliğine karşı suç işlemek üzere oluşturulmuş örgütlerin doğrudan veya dolaylı olarak desteklenmesi, hasmane hareket olarak kabul edilir.

“Madde 306- (1) Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir. (3) Fiil, sadece yabancı devletle siyasal ilişkileri bozacak veya Türkiye Devleti veya Türk vatandaşlarını misilleme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak nitelikte ise faile iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. (4) Siyasal ilişki kesilir veya misilleme meydana gelirse üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf)

Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar, Kaçak Saraylı Reis ve avanesi, tabiî eski avanesi olan Davudoğlu ve çevresi de buna dahildir, hem Uluslararası Hukuka göre hem de Türk Ceza Kanununa göre açıkça, tüm unsurlarıyla oluşmuş suçlar işlemişlerdir.

Bu, tam bir kesinlik taşımaktadır…

Yeni ortaya çıkan bu canlı ve somut delilin ışığında Hukukçu Yoldaşlarımızın bir kez daha, en azından tarihe not düşmek için olsun, Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunmaları gerekmektedir kanımızca.

Tabiî bizce ve hukuka içtenlikle bağlı vicdan sahibi hukukçularca ve tüm namuslu aydınlarca, Kaçak Saraylı ve avanesinin bu suçu işlemiş olduğu kesin bir gerçektir.

İleride hesaba çekildiklerinde, bu suçlarından dolayı da hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır bu ABD işbirlikçileri. Bundan da kaçışları olmayacaktır…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

8 Şubat 2019

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email