3 Mart’ın Üç Devrimini İlelebet Yaşatacağız!

3 Mart’ın Üç Devrimini İlelebet Yaşatacağız!

Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarının önderliğinde, Türküyle Kürdüyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle yiğit halkımızın eseri olan Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mız zaferle sonuçlandı, bugünden 96 yıl önce, dünyada ilk olarak. Sonrasında yurdumuzun tam bağımsızlığını sağlamak, halkımızın insanca, hak ettiği şekilde yaşamasını sağlamak isteyen, ömrü cephelerde geçmiş Mustafa Kemal kolları bir kez daha sıvadı ve bir dizi devrimci, ilerici hareket başlattı. 

Ancak emperyalist haydutlar rahat durmuyorlardı ve o dönem emperyalistlerin jandarmalığını yapan İngiltere Lozan Barış Görüşmelerine yerli işbirlikç

ilerini, yani İstanbul Hükümetini de çağırdı. Cephede kaybettikleri savaşın acısını Lozan’da çıkarabileceklerini sanıyorlardı. Buna ulaşmak içinse saltanat budalalarından daha iyisini bulamazlardı. Mustafa Kemal manda ve himaye kabul edilemez derkenki azim ve kararlılığıyla, uzun tartışmalar sonucu 1 Kasım 1922’de TBMM’nin saltanatı kaldırmasını sağladı. Hain ve korkak Vahdettin kararın hemen öncesinde İngiliz zırhlısı Malaya ile Türkiye’den kaçtı.  TBMM Vahdettin’in yerine hanedandan Abdülmecit Efendi’yi halife seçti.  

18 Kasım 1922’de TBMM’nin gizli oturumunda Mustafa Kemal halifenin yetkileri konusundaki fikrini şu şekilde açıkladı. Kendi ağzından okuyalım:

“… Türkiye halkının kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum.  Egemenlik hiçbir anlamda, hiçbir biçimde ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez.  Unvanı halife olsun,  ne olursa olsun hiç kimse bu milletin kaderinde ona ortak olamaz. Millet buna kesinlikle izin veremez. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz.” (Nutuk, II. Cilt s. 699-700)

Açıkça görülmektedir ki Mustafa Kemal “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” derken laf salatası yapmamıştır. 

Yurtta bir devrimci mücadeleye girişilmişti ve bunun önüne çıkabilecek her türlü engel kaldırılmalıydı. Bunun için 3 Mart 1924’te Üç Devrim Yasası kabul edildi. Bunlar:

1)        Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkartılmasına dair yasa,

2)        Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim Birliği) kabulü,

3)        Şer’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye Bakanlıklarının kaldırılmasına dair yasa.

Halifeliğin kaldırılmasıyla devlet yönetimi laikleşmiştir.

Peki, laiklik neden bu kadar önemlidir?

Laiklik yoksa şeriat vardır ve şeriat Ortaçağ’dır. Ortaçağ’ın din savaşları bataklığıdır. Tüm şeriat örgütlenmeleri toplumu kendi anlayışıyla kuşatır ve bu anlayış doğrultusunda devleti ele geçirip yönlendirmeyi, yönetmeyi ister.  Bunu yaparken de onlara güç verecek hiçbir desteği geri çevirmezler. Bu yüzdendir ki emperyalist çakallar gözlerini diktikleri yerlerde en çok bunları destekler ve her istediklerini yaptırırlar. Amaçları; halkı ezmek; yani yoksulluk içinde yaşatmak, hurafelerle uyutmak koşuluyla örgütlü halkın gücüne olan bilincini, inancını kırarak kaçınılmaz olan devrimden uzaklaştırmak ve halklar arasına nifak sokarak halkların kardeşliğini bozmak ve sonunda da ülkeleri küçük parçalar halinde midelerine indirmektir. Yurdumuzu bir virüs gibi sarmış olan tarikatlar da bunlara hizmet eder. Yani halk düşmanıdırlar.

Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulü ile Türkiye’deki tüm okullar Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanmış, tüm mektep, tekke, zaviye ve medreseler kapatılmış, eğitim öğretim bilimselleşmiş, kız ve erkek çocuklar arasındaki ayrım kalkmış, eğitim öğretim yaygınlaşmış ve laikleşmiştir. Hiç şüphesiz İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel’in inşa ettiği yarım kalan mucize Köy Enstitüleri bu kanunun kabulünün yarattığı ortamda hayat bulmuş ve yurdun her köşesinde yoksul halk çocuklarına ışık olmuştur, ekmek olmuştur. Tüm olanaksızlıklara rağmen çok kısa zamanda neler yapılabileceğinin göstergesi olmuştur. Adeta cehaletten, karanlıktan kurtulma savaşı olmuştur ve maalesef yarım kalmıştır bu savaş.  Başrollerde yine haydutlar vardır ve piyonları yine aynıdır. Amaçları da aynıdır; biricik yurdumuzu ve halkımızı karanlıklar içinde, paramparça hale getirmek ve orada öyle tutmak.  AKP’giller’in uyguladığı, durmadan değiştirip durduğu tüm eğitim politikaları, tarikatları desteklemesi hep bundandır. Çünkü emperyalistlerin işbirlikçisidir ve en az onlar kadar halk düşmanı ve kan emicidir.

Osmanlı Devleti’nde Şeriye Bakanlığı, kişiler arasındaki ilişkileri İslam dininin şeriat kurallarına göre düzenleyen, bu kuralları oluşturan bir bakanlıktı. Yani toplumsal, sosyal ilişkilerin şeriata uygun yapılmasından sorumluydu. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yasa yapma yetkisi TBMM’ye aitti. Şeriye Bakanlığı’nın kaldırılmasıyla kişiler arası iş ve işlemlerin ve devlet iş ve işlemlerinin şeriata göre değil laik hukuk kurallarına göre karara bağlanması hedeflenmiştir.

Elbette 3 Mart 1924’te bu kanunları sadece 3 ret oyuna karşılık kabul edenler; o zamandan bu zamana bağımsız mahkemelerin yerinde yeller estirecek, AKP’giller’in Reisinin önünde cübbesini iliklemeye çalışacak kadar alçalacak, onursuz hukukçuların peydah olacağını bilemezlerdi. Hukukun, kanunların kişiye göre değiştirilebileceğini, güçlünün “haklı” çıkmasının çok kolay olacağını da…

Ancak Halkçı Kamu Emekçileri olarak,

Sözümüzdür; 3 Mart’ın Üç Devrim Yasalarını, Laik Cumhuriyeti’ ortadan kaldıranlardan hesabını soracağız.

Sözümüzdür; laiklik her türlü manevi sömürüyü ortadan kaldırmak için en güçlü silahımızdır, vazgeçmeyiz!

Sözümüzdür; her türlü maddi sömürüyü devrimciliğimizle boğacağız!

Sözümüzdür; biricik yurdumuz ve Ortadoğu coğrafyasında iğrenç emeller güden AB-D Emperyalistlerinin, Halklarımızı birbirine kırdırma projesinin Eşbaşkanlarının pisliklerini nefesimiz yettiğince haykıracağız ve zafere kadar mücadeleyi bıkmadan, usanmadan, yılmadan devam ettireceğiz. 3 Mart 2018

Halkçı Kamu Emekçileri

Print Friendly, PDF & Email