Tıpkı Sovyet Kızıl Ordusu’nun Tarih oluşu gibi. Aynen öyle yıkılıp, yok edilip, Tarihe gömülmek üzere.
Hatırlarız çoğumuz; 1917 Ekim Devrimi’nin zaferi üzerine kurulan Lenin önderliğindeki Kızıl Ordu, çok büyük işler yaptı Tarihte. Kıta Avrupası’nı ve Kuzey Afrika’yı neredeyse birkaç günlük harekatla avcunun içine alıveren ve Stalingrad önlerine kadar Sovyet topraklarını işgal ederek ilerleyen Hitler’in Nazi Ordularını önce durdurdu. Sonra geri çekilmeye zorladı Stalingrad’dan. Bunun ardından da kapsamlı genel bir saldırı başlattı, Nazi Ordusu’na karşı. Tarihe Kursk Muharebeleri diye geçen, 1943 Temmuz ve Ağustos aylarındaki muharebe sonucunda Almanları kesin bir malubiyete uğratarak sadece savaş güçlerini değil; mücadele azim ve kararlılıklarını da yok ederek geri çekilmeye mecbur bıraktı.
Yine Savaş Tarihçilerinin hatırlayacağı gibi; Dünya Savaş Tarihinin en büyük tank muharebesi de burada verildi, 12 Temmuz 1943’te. Bu muharebe sonunda Kızıl Ordu, daha hafif ama hareket ve manevra kabiliyeti yüksek, yeni ürettiği tanklarıyla Almanların ünlü ağır tanklarına karşı kesin bir zafer kazandı. Almanlar artık savaş makinelerinin de teknolojik açıdan Sovyetler’in gerisine düştüğünü görerek derin bir özgüven yitimine uğradılar.
Uzatmayalım; bu Kızıl Ordu, ABD-AB Emperyalistlerinin karşısında 1991’e kadar sadece Sovyetler ülkesini değil, tüm Sosyalist Kamp’ı ve hatta tüm dünya mazlum halklarının ülkelerini korudu, Batı Emperyalistlerinin şerrinden.
Sovyetler’de ilk çürüme Partide başladı. Parti bürokratlaştı, dondu, katılaştı, tüm duyarlılığını yitirdi. Kitlelerle bağı kalmadı. Bu çürüme, beraberinde devletin bürokratlaşmasını ve çürümesini getirdi. Ve sonunda bildiğimiz trajedi yaşandı, 1991’de. İskambilden şato gibi çöküverdi koca Sovyet Devleti. Tabiî Ordusu da…
Son vuruşu, Soros’un çocukları olan bir avuç satılmış yaptı.
Ne acı ki Türk Ordusu’nun kaderi de aynen benzedi Kızıl Ordu’nunkine. Tavşan kadar yürek taşımayan, Amerikancı burjuva parti liderleri ve cemaatler, adım adım çürüttüler Laik Cumhuriyet’i ve Ordusunu.
Aydınlık bir siyasi bilince sahip olmadıkları için 1945 sonrası ABD Emperyalistlerinin dayattığı demokrasicilik oyununa fena kandı, Kuvayimilliye Geleneğini savunan, Mustafa Kemalci subaylar ve aydınlar. Zahir demokrasinin gereği buymuş, diyerek her seçimde ABD’nin bire bir belirlediği işbirlikçi hainleri sandıklardan çıkardılar, Meclise doldurdular ve hükümetler kurdurdular onlara. Tabiî bir taraftan da İmam Hatip okulları, Kur’an Kursları, tarikatlar, cemaatler, bizzat CIA’nın yönetiminde olan “İlim Yayma Cemiyeti”, “Komünizmle Mücadele Derneği” vb. dernekler aracılığıyla Türkiye gençliğini ve insanlarını; aklını özgürce düşünmekten, kullanmaktan, toplumu ve dünyayı görüp kavramaktan alıkoyarak onları birer Ortaçağ insanı haline getirdiler. Giderek de toplumun çok önemli bir bölümü bu hale geldi. Böyle olunca da toplumun bu kesimi, Antiemperyalist Birinci Kuvayimilliye’ye ve Mustafa Kemalci, Tam Bağımsızlıkçı, Yurtsever Geleneğe düşman edildi. Tüm ulusal değerlerini reddetti. Ortaçağ’ın bir ümmet toplumuna dönüştü.
Mustafa Kemal, “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, mensuplar memleketi olamaz.”, demişti 1927’de.
Heyhat; tam da böyle oldu. Şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar sardılar memleketin dört bir yanını: Meclisini, Ordusunu, polisini, okullarını, üniversitelerini, mahallelerini, köylerini, kasabalarını, meydanlarını, sokaklarını.
Pensilvanyalı İmam’ın ordusuyla son kapışmayı 15 Temmuz 2016’da yaptılar, bildiğimiz gibi. Kazandıkları zaferle de; “artık tüm Türkiye elimize geçti, bizim oldu” kanaatine vardı AKP’giller. Zaferlerini kutlamaktalar 15 günden beri. Son vuruşu o gün yapmışlardı, bildiğimiz gibi. Laik Cumhuriyet’in son kalıntıları da yerle bir edildi artık. Onun kutlamasını yapıyorlar. Zikir çekerek, tekbir naraları atarak ve Mustafa Kemal’e küfürler savurarak. Laikliğe küfürler savurarak.
Türk Ordusu parça parça edildi. Zaten 40 yıl öncesinden başlamak üzere Pensilvanyalı İmam’ın şeytani planlarıyla girmeye başlamıştı tarikat mensupları Orduya. İşte 15 Temmuz’da bütünüyle ortaya çıkınca görüldü ki neredeyse komuta yani general kesiminin yarısını ellerine geçirmişler.
Tabiî Pensilvanyalı İmam’ın tüm devlet kurumlarında olduğu gibi Ordu içinde de asıl geliştiği yıllar, büyük mevziler elde ettiği altın yıllar, 2002’de başlayan AKP’giller’in iktidar yılları olmuştur. Bu iki Ortaçağcı güç, bu iki Amerikan yapımı, halk ve vatan millet düşmanı güç, tencere kapak gibi uyuşarak Orduyu ve devletin tüm kurumlarını benzer duruma getirmişlerdir.
Ne zaman ki 2013’ün 17-25 Aralığında, artık canını aldıklarına hükmettikleri Laik Cumhuriyet’in mirasını paylaşmada anlaşmazlığa, kavgaya ve giderek savaşa giriştiler; düşman kardeşler haline geldiler. Hani duyarız, medyaya yansır, baba mirasını paylaşma kavgasında birbirlerini vurup, öldürüp yaralar ya bazı kardeşler; işte öyle bir şey bunlarınki de. 15 Temmuz’daki kapışmada da Pensilvanyalı’nın askerlerinin hezimete uğraması, AKP’giller’in Büyük Reisi’nin meydanda tek başına kalması sonucunu doğurdu. Ve artık “Alem buysa kral benim!”, demesine yol açtı. Evet, kral, sultan, başkumandan ya da sevdikleri ünvanla Reis odur artık: Tayyip…
Zaten enkaza döndürülmüş Türk Ordusu’nun işini hızla bitirmeye girişti AKP’giller, o günden sonra. Enkazı bütünüyle yerle bir edip, kürüyüp atmak istiyorlardı. Atıyorlar da.
Önce parça parça böldü, ortada ne kalmışsa artık, Türk Ordusu’nun kalan enkazını. Jandarmayı ve Sahil Güvenlik’in tüm statüsünü polisle eşdeğer hale getirerek kendilerine bağladılar.
Ardından Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin komutasını doğrudan Reis’in Başbakanına, dolayısıyla da Reis’e bağladılar. Böylece, Genelkurmay boş düştü artık. Kurumuş bir ağaç gibi cismi var ama canlılığı yok oldu. Zaten Genelkurmayın kendisi de doğrudan Reis’e bağlandı.
Bütün askeri okulları kapattılar. Açacakları yeni askeri okullarına İmam Hatip mezunlarını ve onlarla benzer eğitimlerden geçerek aynı kafa yapısına sahip olmuş AKP’giller’in sadık yandaşı öğrencileri dolduracaklar artık. Yani, yeni askeri okullar, yani Harbiye, askeri üniformalı öğrencilerin okuduğu İlahiyat Fakültelesi ya da Yüksek İslam Enstitüsü benzeri kurumlar olacaktır. Hem asker hem din adamı yetiştirilecektir o okullarda.
Harp Akademilerini de kaldırıyor AKP’giller. Onun yerine de benzer nitelikte Milli Savunma Üniversitesi kuruyor, hatta kurdu bile Kanun Kuvvetinde Kararnameyle.
Bu okullara ve bu yapıya sahip bir ordu artık Türkiye Cumhuriyeti Ordusu olmayacaktır. Suudii Arabistan ve Ortaçağcı Arap devletçiklerinin orduları benzeri, AKP’giller’in Reisi’ne bağlı, parti ve kişi ordusu olacaktır. Her türlü milli değerden yoksun, bir ümmet toplumunun Sultanına ya da Reisi’ne bağlı bir ordu olacaktır.
Apaçık bilindiği gibi; bu orduların ne kadar modern harp silahlarıyla donatılmış olurlarsa olsunlar, savaş kabiliyeti olmaz. Al sana örnek: Suudi Ordusu. Petrodolarlarının çok önemli bir kısmını Amerika’dan modern harp araç gereçleri almaya yatırır. Böyle olmasına karşın bu ordunun hiçbir savaş gücü yoktur. İşte Yemen’de bile bu kadar güçlü silahlara sahip olmasına rağmen hiçbir başarı gösteremedi.
AKP’giller’in hızla kurmaya giriştikleri kendi orduları da aynen böyle olur; savaş gücüne sahip olmaz.
Ne için savaşacaktır bu ordu?
AKP’giller’in, miktarı trilyon dolarları bulan kamu malı hırsızlıklarını, ayakkabı kutularını ve para sayma makinalarını, “sıfırlayamadım babacığım”larını savunmak ve korumak için mi?
Söyleyin, hangi ordu böyle ahlâk dışı amaçlar için savaşmayı ve canlar vermeyi göze alır?
Savaş kuramcılarının altın değerindeki şöyle bir deyişi vardır:
“En güçlü savaş silahı, kutsal bildiği dava uğruna gözünü kırpmadan ölümü göze almış insandır.”
AKP’giller, hiçbir kutsal dava bırakmadılar bugünkü egemen düzende, yani burjuva düzeninde.
Ulusal değerleri çürüttüler, reddettiler, yok ettiler. Dini çürüttüler, ahlãkı çürüttüler, bütün insani değerleri, erdemleri çürüttüler. Hukuku, yargıyı çürüttüler, eğitimi, bilimi çürüttüler. Medyayı çürüttüler. Toplumu etnik ve dini temelde parça parça böldüler. Halkları birbirine düşman edip kırdırmaya giriştiler. Devlet bütünüyle çatırdıyor. Şu anda var olan, artık klasik bir Ortaçağ Sultanlığıdır. Bir din devletidir Ortaçağ’a mensup.
Bütün kanunları, yönetmelikleri, tek bir kişi kararlaştırıyor. Ve hemen o yapılıyor, uygulanıyor. Bu da AKP’giller’in Reisi’dir, bilindiği gibi. Diğer tüm devlet kurumları artık göstermeliktir, işlevsizdir. Çalışıyorlarmış gibi görünmeleri bizi yanıltmamalıdır. Reis’in emrettiği şekilde işletiliyor onlar.
İşte Reis günbegün bu durumunu yasal zırhlarla donatıyor ve oluşturacağı yeni kurumlarla pekiştirmeye çalışıyor. Yani tam tekmil bir AKP’giller Ordusu ve Devleti yapım çalışmasındadır şu anda. Ya da kurum çalışmasındadır, diyelim.
Ne demişti, zaferinin hemen akabininde, videokonferans yoluyla yaptığı konuşmada Konyalı taraftarlarına?
“Türkiye yeni ve daha öncekilere hiç benzemeyecek bir kuruluş dönemine girmiştir.”
İşte bu kuruluş dönemi, Tayyip’in ve AKP’giller’in Ortaçağcı, faşist din devletlerinin kuruluş dönemidir. Çok hızlı bir şekilde bu kuruluşla uğraşıyorlar şimdi.
Gerçek Bilimin tanımına göre “devlet; silahlı adamlar, mahkemeler ve cezaevleri” demektir. Devletin asli kurumları bunlardır.
Dikkat edersek; Tayyipgiller de Orduyu ve Yargıyı bütünüyle avuçlarının içine almak ve kendilerine sımsıkı bağlamak istiyorlar. Tüm çalışmaları o amaca yöneliktir.
AKP’giller’in kışla önlerini beton bloklar, iş makineleri ve çöp arabalarıyla kapatmasının ve sarıklı, cübbeli, kara çarşaflı, zikirli, tekbirli, Ortaçağ’dan fırlamış gelmiş ya da bütünüyle birer Ortaçağ insanına dönüştürülmüş taraftarlarını meydanlarda, caddelerde günlerden bu yana sürekli tutarak bir yönüyle zafer kutlamaları yaptırmasının, bir yönüyle de onlara nöbet tutturmasının sebebi budur. Yani, sürekli bir biçimde toplumun geri kalan kesiminin, laik yüzde ellinin sesini çıkarmasını, herhangi bir tepkide bulunmasını engellemek için uygulanan bir kara terördür bu. Estirilen Ortaçağcı, faşist terör rüzgarıdır.
Ne diyor Tayyip?
“Diyorum ki; bu yürüyüşünüz inşallah sizlere son duyuruyu yapacağımız ana kadar devam etmeli.”
Bilindiği gibi Tayyip 7 Ağustos 2016 gününü bu eylemlerin taçlandırılacağı gün olarak ilan etti.
Tabiî kendisinin sultan olduğu faşist din devletini tüm kurumlarıyla kurma tarihi daha uzak bir tarih olacaktır. Elini çok çabuk tutuyor. Hızla oraya varmak istiyor bir an önce. Bakalım ne zaman, nasıl varacak?
Tayyip’in son duyuruyu yapacağı an, artık Ortaçağcı Faşist Din Devletine gidişin ya da onun kuruluşunu yapışının kritik aşamasını geçtiğine kanaat getirdiği an olacaktır.
Artık bundan sonra bizim düşmanımız olan o yüzde elli bize hiçbir şey yapamaz, kanaatine vardığı an olacaktır. Sonrasında da tüm Türkiye, babasından kendisine miras kalmış gibi, istediği şekilde oynayacaktır artık.
Tarihteki bütün diktatörler de aynı ruhiyata sahiptiler ve hep aynı işleri yaptılar, aynı yollardan geçtiler. Ama tümü de kendilerini bekleyen hazin sondan kurtulmayı başaramadılar. Yıkıldılar, çöktüler ve Tarihin ibretli ve lanetli sayfalarındaki yerlerini aldılar. Bunlar da öyle olacaktır.
Bugün tüm insani değerleri, erdemleri; başka türlü dersek; insancıl olan her şeyi, hiç gözümüzü kırpmadan, hiç duraksamadan, apaçık bir şekilde savunan biziz. Onun savaşını veren biziz.
Hep dedik ya; hiçbir güç, bizi namus bellediğimiz yoldan döndüremez, diye. Öyledir…
Sonunda yeneceğiz bunları. Yenilmiş olmakla kalmayacaklar tabiî. Yaptıkları tüm zulümlerin, vurgunların, kamu malı hırsızlıklarının, yolsuzluklarının, hukuksuzluklarının ve de ihanetlerinin, ABD Emperyalistlerine ettikleri hainane hizmetlerin hepsinin hesabını soracağız. Hiç akıllarından çıkarmasınlar bunu. Bugünün hukukuna göre ve tabiî de hukuka ve vicdana sahip bağımsız mahkemeler önüne çıkarılarak sorulacaktır bu hesap…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
1 Ağustos 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı