Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

Emekçi Kadınlarımız:

ABD’nin BOP’u ile Parçalanmanın ve Ortaçağcı Faşist Din Devleti’nin Uçurumuna Getirilen Ülkemiz İçin Uyanın! Harekete Geçin! Mücadele Edin!

1850’li yıllardan 1900’lü yılların başlarına kadar tüm İngiltere’de ve ABD’de ölesiye çalıştırma yalnızca terzi atölyelerinde, dokuma tezgâhlarında değil; daha binlerce işkolunda olağan karşılanan, sıradan bir şeydi. Parababalarının iştahını kabartan birer ucuz işgücü kaynağı olan Kadın ve Çocuk işçilerin iş cinayetlerindeki ölümleri, gazete kupürlerine birbirinden dokunaklı haberlerle konu oluyordu. Bu ölümlerin her biri; doymak bilmeyen kapitalist azgın sömürü düzeninin yarattığı ölümcül çalışma koşullarının neden olduğu işçi kadın ve işçi çocuk katliamlarıydı.

İşte bu insanlık dışı, acımasız modern ücretli kölelik düzenine dair çok can yakıcı bir işçi kadın cinayetini ve aslında onun yanı sıra tüm emekçi kadınların yürek dayanmaz hikâyesini, kapitalizmin yaldızlarla süslediği kanlı peçesini kaldıran Marks Usta, ölümsüz eseri Kapital’de şöyle anlatıyordu:

“1863 yılının Haziran ayının son haftasında bütün Londra günlük gazeteleri “sensational” (sansasyonel) başlığını taşıyan bir paragraf yayınladılar: “Death from simple-overwork” (Aşırı-çalışmanın neden olduğu ölüm). Son derece saygın bir dikimevi işletmesinde çalışan, Elise gibi tatlı bir isme sahip bir hanımefendi tarafından sömürülen, 20 yaşındaki şapkacı Mary Anne Walkley’in ölümü ile ilgiliydi. Sık sık anlatılan eski hikâye bir defa daha anlatılıyordu. Bu kız günde ortalama 16 buçuk saat, sezon sırasında ise sık sık ara vermeden 30 saat çalışıyordu; tükenen ‘iş gücü’, ara sıra verilen likör, şarap ya da kahveyle çalışır durumda tutuluyordu. Ve sezonun en civcivli zamanıydı. Soylu hanımların, yeni ithal edilmiş olan Galler Prensesi onuruna verilen baloda teşhir edecekleri muhteşem elbiselerin göz açıp kapayıncaya kadar dikilip hazırlanması gerekiyordu. Mary Anne Walkley, diğer 60 kızla birlikte hiç ara vermeden 26 buçuk saat çalışmıştı; her bir odada 30 kız çalışıyordu; her birinde, 30 insan için gerekli olan havanın 1/3’ü ya vardı ya yoktu; geceleri bir yatakta ikişer ikişer yatıyorlardı; ve yatakları, boğucu odalardan birinde, tahtalarla ayrılmış bir bölmede bulunuyordu. Ve üstelik bu da Londra’nın en iyi dikimevi işletmelerinden biriydi. Mary Anne Walkley cuma günü hastalandı ve elindeki son işi bitiremediğinden Bayan Elise’i şaşkın bırakarak pazar günü öldü. Ölüm döşeğine çok geç çağrılmış olan hekim, Bay Keys, adli tıp jürisi önünde dosdoğru tanıklık etti ve şunları söyledi:

“Mary Anne Walkley, aşırı kalabalık bir odada çok uzun saatler boyunca çalışmaktan ve yatak odasının son derece dar ve havasız olmasından ötürü ölmüştür.”

“Doktora iyi bir görgü dersi vermek için jüri kararını şöyle açıkladı:

“Müteveffa inme sonucu ölmüştür; ancak, aşırı kalabalık bir işyerinde uzun saatler çalışmanın vb. ölümünü hızlandırdığı endişesini veren nedenler de vardır.” (https://www.marxists.org/archive/marx/works/download/pdf/Capital-Volume-I.pdf, s.174)

Marks Usta’nın bizlere aktardığı bu insanlık dışı çalışma koşulları, okurken dâhi kanımızı donduruyor, öyle değil mi?

Hayatta kalabilmek için günden güne ölüme sürüklenişin bu acıklı hikâyesi, aynı zamanda sömürülen emekçi kadın ve sömüren işveren kadın arasındaki sınıfsal ayrımı da net bir biçimde gözler önüne seriyor. Ancak insanlık sağmal hayvan sürüsü değildi ve aynı yıllarda, benzer şartlar altında hayatta kalma mücadelesi veren ABD İşçi Sınıfı, insanlık dışı koşullara karşı ayağa kalktı. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan emekçi kadınlar; bu direnişlere öncülük ederek bugün bizlere yol gösteren mücadelenin meşalesini ateşlediler. 8 Mart 1857’de bu azgın sömürüye isyan eden Amerikalı Dokuma İşçisi Kadınlar; 8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret, daha iyi çalışma ve yaşama koşulları talepleriyle greve çıktılar.

Bu olaydan 51 yıl sonra, 8 Mart 1908’de; öncülleri olan kız kardeşlerinin 1857 yılında yaptığı gibi ekonomik ve siyasi taleplerle eylem yaptılar. 8 Mart 1908’de Emekçi Kadınlar, New York’ta dikim işçileri sendikalarında örgütlü, bir kısmı sosyalist olan kadın işçilerin öncülüğünde; dikim işçileri için güçlü sendikaların kurulması ve oy hakkı talebiyle toplandılar.

1908 Eylemi öyle başarılı oldu ki, devrimci kadın önderlerden Clara Zetkin bu eylemden esinlenerek 1910 yılında, Parababalarının sömürü düzenine karşı yaşamları pahasına mücadele eden devrimci kadın işçilerin anısını yaşatmak ve sömürünün ortadan kaldırılması mücadelesinde kadın emekçilerin birliğini vurgulamak üzere Danimarka’nın Kopenhag kentinde, II. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi ve bu öneri oybirliği ile kabul edildi. İşte bu nedenle 8 Mart; o günden bugüne Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür!

Kadın, İnsanlığın Tüm Geçmişi Boyunca Her Zaman Bugünkü Gibi Metalaştırılmış, Aşağılanmış, Şeytanlaştırılıp Evlere mi Hapsedilmiştir?

Bu soruya yanıtımız hiç kuşkusuz ki; “Hayır”dır!

Kadın Sorunu; 1,7 milyon yıllık insanlık geçmişinde bundan yalnızca 10 bin yıl kadar önce başlamıştır.

 “Kadının alt edilmesi, üretici güçlerin belirli bir gelişme aşamasında (Orta Barbarlık Konağının Sürü Ekonomisinde ya da Orta Barbarlığın Çoban Toplumlarında) kaçınılmazca ortaya çıkmış olan bir olgudur. 10 bin yıl önce (ortalama olarak) ilk kez görülmeye başlayan bir olgudur.” (Nurullah Ankut, Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir, Derleniş Yayınları, s. 23)

Yani 1,7 milyon yıllık insanlık geçmişinde kadın; yakın geçmişteki ve bugünkü gibi daima toplumda ezilen, aşağılanan, hor görülen, şeytanlaştırılan bir cinsiyet değildi. Tam tersine; toplumda sözü geçen, saygı duyulan, erkekle eşit konumda bir cinsiyetti. Kadının alt konuma düşüşü 10 bin yıl önce başlamış, katmerlenerek artmış ve Medeniyete yani Sınıflı Topluma geçişle birlikte kadın hem sınıfsal hem cinsel olmak üzere çifte sömürüye uğratılmıştır. Bu eşitliğin, önderliğin, saygınlığın en somut örneklerinden birini; Sınıflı Topluma Mezopotamya ve Ortadoğu toplumlarına göre çok daha geç geçen ve 6 bin yıllık yazılı Medeniyet Tarihinin çok yakın zamanına kadar İlkel Komünal Toplum biçiminde; Orta Asya Bozkırlarında yaşayan Türklerin geçmişine bakarak görebiliriz.

Bu gerçek, Batı tarih yazımının atası sayılan Heredot’un yaklaşık 2 bin 500 yıl önce yazdığı “Tarih” adlı eserinde karşımıza çıkar. M.Ö. 530’lu yıllarda Ahemenid Pers Kralı Büyük Kiros’u, topraklarını, atalarının mezarlarını ve özgür halkını korumak için girdiği ulu savaşta yenen İskitler’in kadın hükümdarı yiğit Tomris Hatun’u anlatır. Yine tarihçi Plutark’ın masal gibi anlattığı: İskender’in Persleri devirdikten sonra şimdiki Türkiye’nin kuzeyinde, Karadeniz bölgesinde, Trabzon dolaylarında rastladığı ve Grek Mitolojisi’nden esinlenerek “Amazonlar” diye bahsettiği kadın savaşçılar; yakın geçmişte yapılan arkeolojik kazılarda bulunan kalıntıların, günümüz toplumlarıyla genetik karşılaştırmalarla da kanıtlanan; atları, kılıçları, kargıları ve okları ile dövüşen Orta Asya’nın yiğit İskit Kadın Savaşçılarından başkası değildir!

Yani Tüklerin çok yakın geçmişine kadar kadın: “Elinin hamuruyla erkek işine karışma!” denilmeyen, kara çarşafa dolanıp, eve hapsedilmeye çalışılmayan; toplumda sözü geçen, özgür, yiğit savaşçılardı. Dünya üzerinde yaşamış her Sınıfsız Toplumda bir zamanlar yaşayan tüm “Amazonlar” gibi…

Ne yazık ki bir 8 Mart’ta daha Emekçi Kadınlarımızın dertleri saymakla bitmiyor!

Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda her bir karışı atalarımızın kanlarıyla sulanmış, ata yâdigarı vatanımız günbegün hızla ABD’nin BOP Eşbaşkanı, din tüccarı AKP’giller eliyle Yeni Sevr bataklığında parçalanmaya ve aynı zamanda kadınlarımızın eve hapsedilerek, toplumsal hayattan silinmesi demek olan Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne sürükleniyor!

Yine BOP’un bir ayağı olarak ülkemiz, emekçi halkımız bakımından ekonomik olarak çökertildi. Başta İşçi Sınıfımız olmak üzere cefakâr, çilekeş halkımız, emeklilerimiz, gençlerimiz, esnafımız, köylümüz ve kadınlarımız; İşsizlik, Pahalılık, Zam, Zulüm, Yoksulluk ve Yoksunluk cehenneminde kavruluyor.

Mutfaklarda ocaklarımız yanmıyor!

Tencerelerimiz boş, kaynamıyor!

Aş yerine taş pişiriyor, dert kaynatıyoruz!

Çocuklarımızın sofrasından her gün bir lokma daha eksiliyor.

Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklarımızda büyüme ve gelişme bozuklukları giderek artıyor!

Okula giden çocuklarımızın beslenme çantaları boş, dolmuyor!

Bebelerimizin karnı aç, doymuyor!

Marketlerde bebek mamalarına kilit vurulmuş!

Evlerde yangın,

Sarayda saltanat,

Sarayda Lale Devri…

Canımız çocuklarımız, koklamaya kıyamadıklarımız:

Ortaçağcı gericiliğin tarikat ve cemaat evlerinin kör kuyularında yitip gidiyor.

Kızlarımızın ömürleri din derebeyliklerinde talan ediliyor. Çocuk yaşta evlendirilerek ruhu çekilmiş, canlı cenazelere çevriliyor.

Laik, Demokratik, Bilimsel bir Eğitim ve güvenli bir gelecekten yoksun bırakılıyor.

“Milli Eğitim”de, adına “ÇEDES” dedikleri Ortaçağcı projeyle çocuklarımıza deli gömleği giydiriliyor. Maket mezara ağıt yaktırarak, cenaze namazı kıldırarak, şeytan taşlatarak, silahlandırılıp “şehitlik mertebesine ulaştırarak”, ruh sağlığı bütünlüğü parçalanıyor. Özgür aklıyla düşünüp, sorgulayamayan; korkuyla sindirilmiş, travmalı, “dindar ve kindar nesiller” yaratılıyor.

MESEM’le, yine MEB eliyle çocuk işçiliği yaygınlaştırılıyor, okulda olmaları gereken çocuklarımız iş cinayetlerine kurban gidiyor.

Analarımızın yürekleri kor gibi yanıyor.

Emekçi Kadınlarımız gün geçtikçe çaresizliğe itiliyor.

Kadınlarımızın baş tacı Laik Cumhuriyet yıkılmaya yüz tuttu. Ülkemiz, başına getirilen “Yüzyılın Felâketi” AKP’giller tarafından Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne dönüştürülüyor. Esaret ağusunu altın tasta, özgürlükle ballandırarak sunuyorlar kadınlarımıza, ne yazık ki. Kur’an’da yeri olmayan, Ortaçağcı gericiliğin bayrağı olarak yaratılan Türban Meselesi, bir “kadın özgürlüğü” sorunu gibi gösteriliyor, kadınlarımız buna inandırılıyor ve böylece kendi cehennemine giden yolun taşlarını iyi niyetle döşüyor. Gerçekteyse kara çarşafla kafeslenmek, kişiliksizleştirilmek, mutfakla yatak odası arasına hapsedilerek ev kölesi yapılmak isteniyor! (Bu konuyu tarihsel bağlamında kesin bir biçimde anlamak için Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un ufkumuzu aydınlatan “Türban Konusu ve İşin Aslı…” ve “Ömürleri Talan Edilen Kız Çocukları” kitaplarının mutlaka okunmasını öneririz. Yine Kadın Sorunu’nu bütünüyle kavramak için Nurullah Efe Ankut’un Derleniş Yayınları’ndan çıkan “Kadın İnsanlığa Geçiş Tarih Sosyalizm” kitabını da okumamız gerekir.)

Kadınlarımız her gün tacize, tecavüze uğruyor,

Yetmiyor; evde, sokakta, işyerinde günde 1’er, 5’er, 8’er, 10’ar kadınımız eski eşleri veya eski sevgilileri olan erkekler tarafından hunharca katlediliyor.

Hâlimiz bu derece kötüyken, ABD Emperyalistleri tarafından 22 yıldır iktidarda tutulan AKP’giller’in Reisi, kadınlara kısıtlı da olsa koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı kararnamesiyle hukuksuz bir şekilde, aldırış etmeksizin çekilebiliyor!

Dünyamız ise kadınlar ve çocuklar için giderek daha yaşanmaz hâle geliyor!

Tüm dünya halklarının arasına; sanki bir koyun sürüsüne dalar gibi dalan Katil ABD kurdu, Siyonist İsrail ile birlikte; Filistin’de masum on binlerce kadını ve çocuğu canice katletti ve katletmeye devam ediyor!

Sözde insan hakları savunucusu ikiyüzlü AB Emperyalizmi Siyonist Katil İsrail’in Gazze’deki soykırım harekâtına tam destek veriyor. Din Tüccarı Ortaçağcı AKP’giller, yalnızca kafayı yakmış “hülooğğ”cularını kandırabilecekleri kuru gürültüler çıkarıyor, ancak bu katliama karşı gerçek anlamda hiçbir karşı tavır almıyor, BOP çerçevesindeki görevini lâyıkıyla yapıyor!

Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfı’nın Kurtuluşundan Bağımsız Değildir!

Açıkça görülüyor ki ekonomik güç yani üretim araçlarının mülkiyeti özel kişilerin veya bir takım ayrıcalıklı kişilerin elinde bulunduğu sürece, toplumda ezen ve ezilenler, sömüren ve sömürülenler olacaktır. Bu bir zorunluluktur; dolayısıyla da bugünkü dertlerimizin en önemli kaynağı en başta bu kahrolasıca sömürü düzenidir. Yani Feministlerin iddia ettiği gibi sadece erkekler değildir. Sömürücü sınıfların içerisinde kadınlar da vardır. Yani bu sınıfsal bir meseledir.

“Bu insanlık dışı duruma son vermenin ilk adımı; Kadının sosyal hayatın her alanında en aktif biçimde rol almasını sağlamaktır. Kadın, ekonomik hayatta da siyasi ve entelektüel hayatta da erkeğe eşdeğer bir görev alacaktır. Yani ekonomik hayatta erkeğin hâkimiyetine son verilecektir. Kadınla erkek eşitlenecektir. Böylece de kadının aşağılanmasına yol açan (onu aşağılayan şartları devamlı üreten) mekanizma kırılmış-ortadan kaldırılmış olacaktır. Erkek egemen düzen, temeli ortadan kaldırılmış olduğu için yıkılmaya; kadın da hakkı olan saygınlığı yeniden kazanmaya başlayacaktır.

“Kafaları en çağdaş bilimle, demokratik ve laik kültürle donatılan Kadınlarımız, elbette sosyal hayatın her alanında aktif bir biçimde çalışmak isteyecek ve toplumda hak ettikleri yeri alacaklardır. Tabiî bu iş siyaset yapmayı da kendiliğinden içerir. Doğaldır ki bu alanda da erkeklerle yarışacaklardır. Böylelikle kurtarılmayı, yardım edilmeyi bekleyen ve uman; zayıf, güvensiz insanlar olmaktan çıkacaklar, en insancıl ideoloji sahibi kurtarıcılar, topluma yön vericiler de olacaklardır.

“Kadının Kurtuluşunun ikinci ve son aşaması da; toplumda on bin yıldan beri kökleşmiş olan, kadını aşağılayan geleneklerin, kültürün ve alışkanlıkların bütünüyle ortadan kaldırılması-silinmesiyle gerçekleşecektir.” (HKP Programı’ndan)

Kurtuluş Partili Kadınlar olarak yolumuzun engellerle, zorluklarla dolu olduğunu biliyoruz. Ama biz bu karanlık yolun sonunda doğacak güneşi görüyoruz. Devrimci kadın önderlerimizin, emekçi kadınlarımızın, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızdaki yiğit kadın atalarımızın yaktıkları insanlığın kurtuluş mücadelesinin meşalesi ellerimizde, cesaret yüreklerimizde; AB-D Emperyalizmine ve onun başımıza bela ettiği Yüzyılın Felâketi AKP’giller’in Ortaçağcı gericiliğine karşı en ön safta savaşmaya devam ediyoruz, edeceğiz! Başta Laik Cumhuriyet’e sahip çıkarak onu Sosyal Kurtuluşla mutlaka taçlandıracağız.

Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle “yarımız olan kadın”larımızı, Halkın Kurtuluş Partisi’nin ön saflarında örgütlemeye çağırıyoruz.

Kadının Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir!

Kadının Kurtuluşu Devrimde, Sosyalizmde!

8 Mart 2024

Kurtuluş Partili Kadınlar