Yarım Asırlık 15-16 Haziran Ruhu ve Mücadelesi Partimiz saflarında ilk günkü heyecanıyla devam ediyor!

Yaşasın Şanlı 15-16 Haziran Direnişimiz!

Adnan Yücel “Bu günlerden geriye, bir yarına gidenler kalır, bir de yarınlar için direnenler…” diyordu şiirinde.

Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ni yaratanlar kendi yarınları, İşçi Sınıfının yarınları için direnmişlerdi. Ve bu Direniş, bir kez daha dosta düşmana, İşçi Sınıfımızın varlığını ve gücünü göstermişti.

O yüzdendir ki 50 yıl, yani yarım asır geçmesine rağmen unutmadık ve unutmayacağız bu Şanlı Direnişimizi.

Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın “Başta İşçi Sınıfımız Gelmek Üzere” dediği ve Kurtuluş Partisi olarak bizlerin de bu sözden hareketle İşçi Sınıfına olan inancımız ve güvenimizle Türkiye İşçi Sınıfı Tarihine altın harflerle yazılan bu onurlu Direnişe sahip çıkmaya devam edeceğiz.

15-16 Haziran Direnişi’ni bu kadar önemli kılan, bu günlere kadar taşıyan güç neydi?

Kısaca tarihi hatırlarsak;

Birkaç hafta önce 60. yıldönümünde, bizim dışımızda hemen hemen her kesimin “askeri darbe” dediği 27 Mayıs 1960 için “politik devrim” dediğimizde Tarihi bilmeyenler, tahlil edemeyenler bu tespitimizi eleştirmiş ve doğru bulmayanlar olmuştu. Oysa ki 27 Mayıs Politik Devrimi’nin sonrasında gelişen olaylar, bizi bir kez daha doğrulamıştır. Çünkü 27 Mayıs Politik Devrimi sonrası yapılan 61 Anayasası ile halkımıza ve İşçi Sınıfımıza sınırlı da olsa bir özgürlük ortamı sağlanmıştır. Yani 27 Mayıs Politik Devrimi’yle birlikte İşçi Sınıfı ve halkımız büyük ölçüde ör­gütlenme ve mücadele haklarına kavuşmuştur. 1947 yılında çıkan Sendikalar yasasında toplu iş sözleşme ve grev hakkı yokken, 61 Anayasası ile toplu iş sözleşme ve grev hakkına kavuştu işçiler.

Mustafa Kemal’in 1921’de söylediği sözden hareketle “(bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı) savaşmaya ant içmiş sendikacılarız” diyerek yola çıkan ve 1967 yılında DİSK’i kuran sendikacıların özverili çalışmaları ile Türkiye İşçi Sınıfı çok kısa sürede DİSK çatısı altında örgütlenmeye başladı. Öyle ki birkaç yıl içerisinde DİSK’in üye sayısı yüz binleri buldu.

İşte İşçi Sınıfının bu devrimci büyümesinden, örgütlenmesinden, bilinçlenmesinden korkan ABD Emperyalizmi ve onun güdümündeki iktidar, CIA tarafından Türkiye İşçi Sınıfının başını bağlamak için 1952 yılında kurdurulan Türk-İş’le birlikte; 1967 yılında kurulan DİSK’in gelişimine engel olmak için kolları sıvadı. Yani amaç; mücadelesini yükselten İşçi Sınıfı ve onun örgütü DİSK’i bitirmekti. DİSK, işçilerin iradesiyle güçlendikçe, işyerlerinde işçilerin lehine sözleşmeler imzalıyor, grevler yapıyor, DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinde patronlar işçileri istediği gibi ezip sömüremiyordu. Bazı verilere göre “1965-70’li yıllarda kamu ve özel sektörde 425 grev gerçekleştiği, bu grevlere 91 bin 387 işçinin katıldığı” belirtiliyor. Bu, Parababaları için korkunç bir şeydi.

Adalet Partili Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk işverenlerin, patronların talebini almış ve Türk-İş’in Erzurum’da yapılan kongresinde yaptığı konuşmada “Yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyerek DİSK’e yönelik operasyonun başlayacağının sinyalini vermişti.

O yıllarda yürürlükte olan 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunlarında değişiklik taslakları hazırlanarak “sendikaların güçlenmesi için hazırlandığı” iddiasını dile getiren açıklamalar yapılıyordu.

Oysa ki DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler; “Değişiklik, DİSK’i kapatmayı hedeflemektedir. Tasarı Anayasa’ya aykırıdır, İşçi Sınıfımız, DİSK’in kapatılmasına izin vermeyecektir” diyerek son sözünü söylemişti. Nitekim öyle de oldu.

DİSK, örgütlü olduğu İşçi Sınıfını harekete geçirerek bu anti-demokratik yasaya karşı direnme hakkını kullandı.  “Anayasa Çiğnenemez!”, “DİSK Kapatılamaz” sloganları ile 168 fabrika ve 150 bine yakın işçiyi kapsayan Direnişte, işçiler İzmit ve Gebze’den Kadıköy’e, Levent’ten Mecidiyeköy ve Taksim’e, Bakırköy’den Topkapı ve Edirnekapı’ya kadar yürüdüler. Öyle ki İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin bir araya gelememesi için vapur seferleri bile iptal edildi; Galata Köprüsü açılarak geçişe kapatıldı.  İktidar yüz binleri aşan işçinin ayaklanmasından çok korktu ve ancak sıkıyönetim ilan ederek bu Direnişi durdurabildi. Öyle ki İşçi Sınıfının bu iradesini, o zaman DİSK yöneticilerinin işçileri işbaşı yapmaya çağıran açıklamaları da durduramıyordu. Böylesine güçlü, inançlı bir Direnişti… O dönemin Başbakanı olan Süleyman Demirel’in “memleket rejim tehlikesindedir” sözü durumu çok netçe özetliyordu.

Verilen mücadele sonucunda, yerli-yabancı Parababaları yapmak istedikleri değişiklikleri gerçekleştiremediler. Değişiklikler Anayasa Mahkemesinden geri dönü. İşçiler DİSK’e, sendikalarına, anayasal haklarına sahip çıktılar. İşçilerin Direnişi sonucu kapatılamayan DİSK, ancak ABD Emperyalizminin tezgâhladığı 1980’deki 12 Eylül Faşist Darbesiyle kapatılabildi. O dönemin TİSK Başkanı Halit Narin  “20 yıl siz güldünüz biz ağladık, şimdi sıra bizde” diyerek DİSK’in kapatılmasını ve işçilerin, emekçilerin örgütsüz kalmasına memnuniyetini böyle dile getiriyordu.

Biz Marksist-Leninist Sosyalisteler Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik ve pratik ideolojisi ile 15-16 Haziran İşçi Direnişi’ni değerlendirirken şu sonuçlara varıyoruz: Türkiye sol ortamı ve İşçi Sınıfımız bu Direnişten de kendine dersler çıkartmalıdır.

Öncelikle bu Direniş o dönem için bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye’de gerçek bir İşçi Sınıfı Partisi yoktur.

Tüm dünyada yapılan ve yapılacak işçi hareketleri eğer İşçi Sınıfı Partisi yoksa ne yazık ki gerçek amacına ulaşamayacaktır ve kendiliğindenci bir hareket olarak sönümlenecektir. Bizler biliyoruz ki bu Parababaları düzeni yıkılmadığı sürece tek tek yapacağımız bu tür Direnişler ne yazık ki İşçi Sınıfının, halkımızın sorunlarını kesince gidermeyecektir.

15-16 Haziran’da, Şanlı Gezi İsyanı’mızda birlik ve örgütlü olduğumuzda neler yapabileceğimizi ortaya koyduk. Her iki Direniş de bizlere güç verdi, umut verdi. Ancak karşımızda domuz topu gibi örgütlü olan Parababaları düzenini alt edebilecek yegâne güç Proletarya Partisidir. Bu sınıflar savaşında, devrimci kavgada da öncü güç olan İşçi Sınıfına kendi partisi yani Proletarya Partisi önderlik edecektir. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı “İktidar lâfla alınmaz. Normal olarak Siyasî İktidar Savaşı yapacak bir Sınıf Partisi ile alınır.” diyor. Buradan da yola çıkarak Partimiz, İşçi Sınıfının en deneyimli, fedakar, kararlı ve cesur unsurlarını bir araya getirerek İşçi Sınıfımızın Partisini yani Proletarya Partisini yeniden örgütleyerek bu görevi başaracaktır.

15-16 Haziran Direnişi İşçi Sınıfının Öz Güç Olduğunu Gösterdi

Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçi iktidarlarının en büyük korkuları İşçi Sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesidir. Bu yüzdendir ki buna engel olmak için her türlü engellemeyi, yasaları çıkartıyorlar yetmezse katlediyorlar. 1 Mayıs’lar, 8 Mart’lar, 15-16 Haziran’lar ve daha birçokları, işçilerin örgütlenmesini engellemek için kanla bastırılmıştır. Çünkü emperyalizm ve kapitalizm, İşçi Sınıfından ölümünü görmüş gibi korkar. İşçi Sınıfının örgütlendiği zaman, bilinçlendiği zaman ne yaman bir güç olacağını, devrim yapacağını çok iyi biliyorlar.

Emperyalizmin bildiğini ne yazık ki o dönemde kendisine sol adını veren kesimler bilmiyor, İşçi Sınıfının özgüç olduğunu kabul etmiyordu, devrim yapacak gücü hep dışarda arayıp duruyordu. İşte 15-16 Haziran bir tokat gibi onların suratına çarparak dosta da düşmana da İşçi Sınıfının gücünü ve neler yapabileceğini bir kez daha gösterdi.

Bizler bu özgücün neler yapabileceğini bildiğimiz için o günlerde de yoldaşlarımız bilfiil bu Direnişin öncesinde Direniş Komitelerinde ve Direnişin olduğu 15-16 Haziran’da en ön safta ve sonrasında hep oldular. İPSD yöneticileri, üyeleri ve şu anda Partimizin Genel Başkanı Nurullah Efe de o işçi eylemine boylu boyunca dalmış ve birçok işçiyle beraber gözaltına alınmış, tutuklanmıştı. 15-16 Haziran Direnişi’nde üç işçi; Mehmet Gıdak, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Bayram polis kurşunu ile şehit oldular. Şan olsun 15-16 Haziranları Yaratanlara ve Yaşatanlara!

Günümüze dönersek o gün başarılı olamayan emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri daha sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle bunu başardılar. DİSK kapatıldı. 12 Eylül, 2821 sayılı Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt Yasasını çıkartarak İşçi Sınıfının üzerinden silindir gibi geçmiştir. Vehbi Koç 12 Eylül’de Kenan Evren’e mektup yazarak “Kıdem Tazminatı patronlara bir yüktür, bunun uygun bir şekilde ortadan kaldırılması gerekir.” diyordu.

Bugün 12 Eylül faşist cuntasının bile cesaret edemediği hak gasplarını da AKP’giller yapmaktadır. Sendikaları kağıt üzerinde kalan, formaliteden ibaret kurumlara dönüştürmek için harekete geçen AKP’giller, 18 yıllık iktidarları boyunca da kerte kerte bunu yapmışlardır. 12 Eylül Darbesinin çıkarttığı ve işçilerin ölüm fermanı olan 2821 ve 2822 yasalarını ortadan kaldırarak yeni bir yasa çıkartmıştır. 6356 Sayılı Sendikalar Ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu daha da geri bir yasadır. Bu yasa ile işkolları birleştirilmiş, işkolu barajının aşılması örgütlenmenin önünde büyük bir engel haine getirilmiştir.

İşçi Sınıfımızın tek İş güvencesi olan 84 yıllık kıdem tazminatı hakkı yerli-yabancı Parababalarının direktifleri ile gasp edilmeye çalışılıyor. Her dönem gündemde olan Kıdem Tazminatını, Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi adı altında hakkını gasp ederek işverenlere bir yük olmaktan çıkartmak istiyorlar.

ABD Emperyalizminin yerli ortaklarından biri olan Tefeci-Bezirgân sermayenin temsilcisi AKP’giller de İşçi Sınıfından korktukları için iktidara geldikleri günden beri İşçi Sınıfına ve örgütlü olduğu sendikalara yönelik saldırılarını arttırarak devam etmektedir. Taşeron cehennemini yarattılar, Özel İstihdam Büroları ile kiralık işçilik, BES, Esnek Çalışma gibi birçok uygulamayı hayata geçirerek, grevleri yasaklayarak İşçi Sınıfını darmadağın ettiler. Amerikancı Türk-İş ve Ortacağcı-gerici Hak-İş gibi konfederasyonlarla yandaş ve sarı sendikacılığı ilke edinmiş, İşçi Sınıfına ihanet eden, patron yanlısı sendikaları çoğaltılar.

12 Eylül’de kapatılan ve yöneticileri tutuklanan DİSK 1991’de yeniden açılmış ve faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmiştir. Ancak zaman içerisinde DİSK’in yönetimine gelen sendikacılar kuruluş ilkelerinden, mücadele geleneklerinden, İşçi Sınıfından uzaklaşmıştır. Bugün İşçi Sınıfının ekonomik, demokratik, kitlesel mücadele örgütü işlevini giderek yitirmektedir DİSK, ne yazık ki.

Örneğin, 1 Mayıs Taksim Mücadelesinden vazgeçilmesi… Sefalet Ücetine karşı gereken tavrın alınamaması… Bu süreçte, Koranavirüs salgını döneminde AKP’giller’in yaptırımlarına karşı gerekli tavırların alınamaması ve DİSK’in işçiler aleyhine AKP’giller’den yasaklamalar isteyecek duruma getirilmesi. “Ücretsiz İzin” meselesine, sendikal faaliyetlerin durdurulmasına, Koronavirüsün neden olduğu hastalıkların ve ölümlerin “Meslek Hastalığı ve İş Kazası Kapsamından Çıkartılması”na karşı bir mücadeleye girişilmemesi…

Türk-İş’in İşçi Sınıfına ihanetlerine ve Sarı Sendikacılığına karşı alternatif olarak kurulan; işçiler arasında “işçinin hakkını alır”la ünlenen DİSK’in bugünkü durumu bu…

Oysa Nakliyat-İş, AKP’giller’in bu saldırılarılarına karşı anında tavır almıştı ve eylemlere girişmişti.

Uzatmayalım. Ama DİSK Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun DİSK yönetiminde olduğu dönemleri ayrı tutmak gerekir tabiî ki. 2008-2013 (Şubat) dönemi, eski DİSK’in mücadeleci günlerini yeniden yaşatmıştır. Özellikle belirtmek gerekirse, Taksim 1 Mayıs alanı bu dönem yeniden kazanılmıştır DİSK’in öncülüğünde.

Yeri geldiği için Yeni DİSK’in durumuna değinmek zorunda kaldık. “Sendikalar faciasının yaşandığı ülkemizde Nakliyat-İş’in farklılığını da ortaya koymamız gerekir.

İşçi Sınıfına yönelik AKP’giller’in saldırılarını sıralamakla bitiremeyiz. Ne yazık ki İşçi Sınıfına ihanet edenler sadece emperyalizm ve yerli ortakları değil. İşçi sınıfına ihanet edenler arasında işçilerin kendi örgütleri olan sendikalar da var. Biz bunlara sarı gangster sendikalar diyoruz.

İşte Nakliyat-İş hem Parababalarına hem sarı sendikacılığa karşı mücadelesiyle 15-16 Haziran Direnişi’nin bayrağını taşıyor. Yaptığı Direniş, İşgal, Grev ve Toplu İş Sözleşmeleri ile 15-16 Haziran’ları daha ilerilere taşımaya devam ediyor.

Pandemi döneminde eylemlerine, Direnişlerine ara vermeden devam eden Nakliyat-İş Sendikası sadece kendi işkolundaki işçilere değil tüm işçilere sahip çıkarak “İşçilerin sağlığı Patronların, Kapitalistlerin Kârından Değerlidir, Önemlidir” diyerek alanlarda eylemler yaptı, Direnişlerini ve grevlerini devam ettirdi. Birçok sendika bu dönemde kapısına kilit vurmuşken Nakliyat-İş Sendikası çalışmalarına, mücadelesine devam etti.

Bizler İşçi Sınıfının hakları için Parababalarına karşı mücadele ederken aynı zamanda sarı sendikacılığa karşı da mücadele ediyoruz. Partimiz iradi olarak on binlerce işçiyi örgütleyerek onlarca İşgal, Grev, Direniş gerçekleştirdi. İşçi Sınıfımızı, insanca yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri toplusözleşmelere kavuşturdu. İşçilere “yılgınlık yok Direniş var” diyerek direnmeyi, mücadele etmeyi öğretti.

Bugün gerçek Proletarya Sosyalistleri önderliğindeki, İşçi Sınıfımızın yüzakı Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde nerede haksızlığa uğramış bir işçi varsa işkoluna bakmaksızın derhal sahip çıktık. Mücadeleyi büyüttük ve zaferlerle sonuçlandırdık. Türkiye İşçi Sınıfı Tarihine çok önemli sayısız İşgal-Grev ve Direniş kazandırdık.

Hangi birini sayalım…

Hurma Elektronik Grevi, Yurtiçi Kargo Direnişi, 12 Eylül Faşizmi sonrası ilk işyeri işgali olan ve bugün halen aşılamamış Aras Kargo İşgal ve Grevi, dünyanın en büyük emperyalist şirketlerinden olan Coca-Cola İşgal ve Direnişi, Ünsa İşgal ve Direnişi, Rozi Kağıt Direnişi, LC Waikiki-Meha Tekstil Direnişi, Pirelli-Ekolas Direnişi, Nemtrans Direnişi ve yürüyüşü, İzmir İZELMAN örgütlenmesi, Tansaş Direnişi, Koç Holding’e karşı Arçelik Direnişi, Real, Uyum/Makro Market ve Uzel işçilerinin Direnişi, Tüvtürk Araç Muayene İstasyonlarına bağlı Muğla, Şanlıurfa, Eskişehir, Karabük, Kastamonu Direnişleri ve daha sayamadığımız onlarca Direniş…

Bu mücadelelerin başını hep Proletarya Sosyalistleri-Kurtuluş Partililer çekmiştir. Yine 1 Mayıs’larda Taksim’den vazgeçmeyen Kurtuluş Partililerdir.

Biliyoruz ki, AKP’giller Yerli-Yabancı Parababalarının Korona salgını nedeniyle daha da derinleşen ekonomik krizlerinin faturasını emekçi Halkımıza kesmek için her yola başvurmaya devem edecektir. Her yönden zor günler Halkımızı ve bizleri bekliyor.

Akp’giller’in İşçi Sınıfının kıdem tazminatına, sendikal örgütlenmesine ve grev hakkına yönelik saldırıları devam ediyor. Bu saldırılara karşı mücadele etmek, 15-16 Haziran ruhunu yaşatmak, daha ileriye taşımak, onu nihai amacına ulaştırmak; İşçi Sınıfının ekonomik mücadelesini, kesin kurtuluşu olan iktidar mücadelesiyle bileştirmekten geçiyor.

İşte bizler bu bilinçle hız kesmeden mücadelemize devam edeceğiz.

Bizler proletarya iktidarının, devriminin öncü gücü olan İşçi Sınıfına olan inancımızla bir avuç Finans-Kapital+Tefeci-Bezirgân ittifakının sömürü ve soygununa son verip, Demokratik Halk İktidarını kuracağız. İşçi Sınıfımızın Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’nin 50’nci Yıldönümünde her biri Direniş, grev ve işgal okullarında yetişen işçi önderleri tarafından Kurulan Partimiz, kurulduğu günden bu yana; ABD ve AB Uşağı Parababalarının Satılmışlar Cephesine Karşı Halk Kurtuluş Cephesini Örmek İçin Savaşıyor. İşçi Sınıfının, emekçi halkımızın kurtuluşu Partimiz öncülüğünde gerçekleşecektir. Buna inancımız tamdır. 15.06.2020

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
Yaşasın Şanlı 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişimiz!
Selam Olsun İşçi Sınıfımızın Şehitlerine!
Şan Olsun 15-16 Haziran’ı Yaratanlara ve Yaşatanlara!

HKP Genel Merkezi