Yanan bu yurtların, kurban edilen çocukların katilleri ABD Emperyalistleri …

tarikat-yurtlarinda-katledilen-evlatlarimizin-katilleri_hkpYanan bu yurtların, kurban edilen çocukların katilleri ABD Emperyalistleri ve başta Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i gelmek üzere Meclisteki Dört Amerikancı Sermaye Partisidir!

Gelinen noktada, laik eğitim diye bir şey kalmadı artık. Türkiye, dört bir yanını pıtrak gibi saran İmam Hatiplerle, 4+4+4’lerle, sayısı on binleri bulan Kur’an Kurslarıyla, onlarca, herbiri birer din derebeyliği olan tarikat yuvaları, yurtları ve okullarıyla, Ortaçağ’ın karanlıklarına doğru yuvarlanıp gitmektedir.

İstanbul gibi Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte birinin yaşadığı tarihi ve sanayi şehrimizde bile artık caddede, sokakta, toplu taşıma araçlarında görülen kadınlarımızın ortalama yarısı türbanlı, kara çarşaflı ya da feracelidir.

Bu, hep iddia edilenin aksine, kadının özgürleştirilmesi değildir. Kadının nesneleştirilmesi, Ortaçağ insanına dönüştürülmesi ve de mutfakla yatak arasında köleleştirilmesinin bir belirtisidir, göstergesidir.

O kadınlarımızın o hale getirilmesi, uzun bir sürecin sonucudur. O süreçte, günbegün, beyinleri hasara uğratılmış, Ortaçağ’ın dogmalarıyla doldurulmuş, çağdan ve dünyadan koparılmış ve artık bir insan değil de, cinsel bir nesne olduğuna inandırılmıştır. Bu kadınlarımız, artık ne dünyayı kavrayabilirler, ne toplumu kavrayabilirler, ne gerçek bilimle ilgi kurabilirler, ne de bilimsel bilgiyle bir alışverişleri olur. Ortaçağ dogmaları, hurafeleri, menkıbeleri, dillerinden düşmez artık. Cinler, periler, büyüler, nazarlar doldurur dünyalarını. Aslında acınacak hale düşürülmüşlerdir de, onlarda bunu görüp kavrayacak mantık kalmamıştır artık.

Hatırlanacaktır sanırız; tüm Ortaçağ’da kadına biçilen rol aynen buydu. “Kitaplı Dinler” olarak adlandırılan üç büyük dinde de aynen budur, kadına verilen rol.

Kadın, toplumdan, sosyal hayattan, üretimden koparılır, eve hapsedilir. Artık, sadece cinsel bir nesne, nesil üretme aracı ve erkeğin her türden ihtiyaçlarını yerine getiren bir canlıya dönüştürülür. Bir gönüllü köleye dönüştürülür.

Kadın böyle de erkekler mantık ve kavrayış açısından farklı mı?

Hayır. Birebir aynı. Fakat toplum erkek egemen bir yapıya sahip olduğu için, hoşuna gider erkeklerin bu durum.

Çağdan koparılmış olmak bakımındansa zerre farkları yoktur kadınlarımızdan.

Böyle insanların oluşturduğu bir toplum, tabiî ki, bilimle, dolayısıyla da doğayla ve toplum gerçekleriyle tüm ilişkilerini yitirir. Ne bilim öğrenebilir, ne de bilim üretebilir. Çağdaş teknolojik ürünleri ise, cep telefonu, bilgisayar ve benzeri gibi, ithal eder Batı’dan.

Peki, hiçbir şey üretmez mi?

Üretir: Yol yapar, inşaat yapar, AVM yapar, köprü yapar ve bunun gibi şeyler yapar. Yani bin yıllardan bu yana yapılanları yapar.

Çağdaş dünyadan koparılır tabiî bu toplum. Bu durumdan kurtulamadığı sürece de yalnızca Batılı büyük emperyalist devletlerin uydusu olur, yarısömürgesi olur, piyonu olur.

Peki, Türkiye’yi bu duruma kim itti?

Kuşkusuz, 1946 sonrası Uluslararası Emperyalizmin Başhaydut Devleti mertebesine terfi etmiş bulunan ABD Emperyalistleri itti.

Bilindiği gibi, “Yeşil Kuşak Projesi” diye adlandırdığı bir projeyle, tüm İslam ülkelerini olduğu gibi, Muaviye-Yezid Diniyle ya da CIA-Pentagon Diniyle dincileştirerek çağdaş bilimle, dolayısıyla da dünyayla bağlantısını keserek kuşattı ülkemizi de.

İşte onun sonucu olarak tarikatların önü açıldı. İmam Hatipler günbegün, her ilçeye, her kasabaya varıncaya dek yayıldı.

ABD’nin casus örgütü CIA’sının Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller, gurur duyuyor yaptıkları bu aşağılık işten dolayı. Şöyle diyor, verdiği bir röportajda:

“Peki bu cihatçılar sorununu başımıza ABD açmadı mı? Hatta CIA’nın Ortadoğu Masası Şefi olarak sorumlusu bizzat siz değil misiniz?

“Efendim, zannederim radikal İslam’ı, siyasal İslam’ı ilk olarak biz yaratmadık. Biz icat etmedik. Ayrıca bütün dünya radikal İslam’ı Sovyetlere karşı kullanmak istedi. Sadece ABD değil. Bütün Arap dünyası, Avrupalılar, herkes Sovyetler bir hezimete uğrasın diye yardım ettiler. Parayla, silahla… Her şekilde…

“Yeşil Kuşak ilk kimin fikriydi peki? ABD’nin değil mi?

“Soğuk Savaş zamanında Sovyetler’in güneye doğru yayılmasını önlemek içindi. Fikir herhalde bizimdi. Ama o zamanlar bütün İslam devletleri de komünizme karşı Müslümanlığın çok güçlü bir duvar olduğunu anlamışlardı.

“Türkiye’de bu fikrin en ateşli savunucusu olarak siz biliniyorsunuz?..

“Benim için şeref sayılabilir ama ben kabul etmiyorum. Tek bir kişi olarak bunu sahiplenemem. Suudi Arabistan’ın da büyük katkısı vardı. Herhalde babası ben değildim. Ama babasını kim bilir?

“CIA’nin Ortadoğu Masası Şefi sizdiniz. En azından büyük katkı size ait değil mi?

“Oldu tabiî, belki bu kavram hakkında en çok konuşan bendim. Çok da haklı bir tezdi. Çok çok doğruydu. Komünizme karşı gerçek bir duvar oluyordu İslam.

“Bu yüzden siz de bölgede sürekli radikal İslam’ı pompaladınız?..

“Pompalamadık. Bizden evvel Suudi Arabistan yaptı bunu. ABD’nin Afganistan üzerindeki rolü daha büyüktü.

“Peki Türkiye’yi niye kattınız bu kuşağın içine? Tam da Türkiye’de laik bir reform oturtulmaya çalışılırken?..

“Çünkü Türkiye’de çok kuvvetli bir sol vardı. Aynı şekilde İran’da da… Hem 1950, 1960’larda hem 70’lerde… Komünizm hareketi çok kuvvetliydi. Ve Türkiye’de İslam komünizme karşı çok efektif değildi. İslam zayıf ama solculuk güçlüydü.” (http://www.kurtulusyolu.org/isid-canavarini-da-ortadogudaki-cehennemi-de-tayyipgilleri-de-9-yasindaki-cocuklarimizin-basina-dolanan-turbani-da-yaratan-ab-d-emperyalistleridir-onlarin-yesil-kusak-projesi/)

Evet, arkadaşlar. Hain ajan açıkça ortaya koyuyor, yaptığı namussuzlukları. Türkiye’de sol gelişmesin, onun önünü keselim diye; Muaviye-Yezid Diniyle tüm insanlarının beynini uyuşturup hasara uğrattık, diyor.

Böylece hem laikliği bitirdik, hem de bu kelle kesen, kadınları cariyeleştiren, Ortaçağcı, cihatçı caniler topluluğunu yetiştirdik, diyor.

İşte bu sebepten, tüm İslam ülkeleri bugün ölüm tarlalarına dönmüştür. Her gün bin Müslüman, Müslümanlar tarafından katledilmektedir. Ve insanlar, yaratılmış olan bu cehennemden kaçıp kurtulmak için evlerini bucaklarını, yurtlarını yuvalarını terkedip, o güne dek “kâfir” dedikleri Batı’nın Hıristiyan ülkelerine kendilerini atıp canlarını kurtarmak için yollara düşmektedirler, deryalarda boğulmaktadırlar.

İşte sadece biz, gelmekte olan bu cehennemi tâ 1960’lı yıllarda görüp, ona karşı insanlarımızı, özellikle de sol, sosyalist kimlikli aydınlarımızı uyarmak istedik. Önder’imiz Kıvılcımlı, şöyle anlattı bunları, sınıf yapılarıyla birlikte:

“Türkiye’de “kozmopolit” olma bakımından Finans Kapitale tıpatıp uygun ve çarkla dişli gibi içiçe gelen tek bilinçli ve kasıtlı sosyal sınıf Tefeci-Bezirgân sınıfıdır. Çünkü bu sınıf oldu olasıya modern  “MİLLET” karakterini bilmemiş ve tanımamıştır. İlk Mekke ve Medine kentlerinden beri Antika Toplumun kutsal “ÜMMET” düzeyini yaşamaktadır. Ümmetçiliği aşamadığı için, kendiliğinden “VATANSIZ” ve “MİLLETSİZ” olan Tefeci-Bezirgân sınıfı, ister istemez 1300 yıllık Hilafet ve Saltanat düşkünlüğüne bağlıdır.  Saltanatı kendi toprağının devletçiliğinde bulamadığı gün, Finans-Kapitalin uluslararası yapısına giren yerli şubesini başına taç etmekte sakınca bulmaz. O zaman gözünü kırpmaksızın bütün kasaba eşraf ve agavatını Türkiye devrimci güçlerine karşı, Sen Bartelmi katliamlarına taş çıkartan, kana susamış eğilimiyle Haçlılar Seferi açmış durumda buluruz.

“Bu durum, Türkiye’de hayli sol ve sosyalist edebiyatı, kitaplarda okumuş, millete “turist bakışlı” kimseleri şaşırtmaktadır. Bu kimseler formüllerini biraz gözü kapalı ezberledikleri bir “MODERN KAPİTALİST SINIF” önünde bulunuyormuş izlenimine aldanırlar. Bir avuç Finans-Kapitalist ile ülke düzeyine yaygın fakat yeri geçmiş çağlarda duran Tefeci-Bezirgân sınıfının kaynaşması bu izlenimi “Hafız-ı Kapital” olanları kolayca aldatabilir. Aldanılmamalıdır.” (Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’de Sınıflar ve Politika, Derleniş Yayınları, 4’üncü Baskı, 1993, s. 19-20)

Önder’imizin bu makalesinin yayınlanma tarihi 8 Haziran 1969’dur.

Demek ki arkadaşlar, biz o yıllardan bu yana, durup dinlenmeden, günbegün büyüyen ve yaklaşan bu felaketi olanca gerçekliğiyle görmüşüz, göstermişiz; ona karşı mücadele etmek istemişiz. Fakat ne yazık ki, bir başımıza kaldığımız için, gücümüz yetmemiş, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu bu kara günlerin gelişini engellemeye.

Kendisini Marksist-Leninist, Komünist, Maoist olarak adlandıran onlarca sol grubun bir tekine olsun, yaklaşan bu felaketi kavratamadığımız gibi, laikliği savunmanın önemini de kavratamadık. Ortak hazırlanan bildirilerde bile, bize karşı ittifak kurup laikliği savunan ibareler taşıyan önerimizin oralarda yer almasını engellediler. Hepsi de CIA çizgisinde gelişen Ortaçağcılığın sol cenahtan destekleyicileri oldular. Beyazıt Meydanı’nda, Boğaziçi Üniversitesinde ve diğer üniversitelerde, “Türbana özgürlük eylemleri” yaptılar, Tayyip Erdoğan’la, Abdurrahman Dilipak’la ve tüm tarikat ve cemaatlerin meczuplaştırdığı insanlarla yan yana, omuz omuza.

Daha önce de söylediğimiz gibi, bizi “Şeriat ve Sevr Paranoyasına kapılmış olmakla” suçladılar. Yazılı metinlerinde kayıtlıdır bu ibareler.

Hep söylüyoruz ya; devrimci teorinin görevi, pratiğe ışık düşürüp yol göstericilik etmektir. Dolayısıyla da önceden görmektir. Yani olayları, tüm süreçleri içinde, kökenleri ve neden sonuç ilişkileriyle birlikte görüp kavrayabilirseniz; hangi yönde gelişeceğini de önceden belirleyebilirsiniz.

İşte bu teori, yani gerçek devrimci teori, yalnızca biz Gerçek Devrimcilerde olduğu için, her meselemizi olduğu gibi, günbegün büyüyen ve yaklaşan bu felaketi de gördük, gösterdik ve ona karşı mücadele ettik, bir başımıza kalmış olmamıza rağmen.

Tekrar belirtelim ki, biz o mücadeleyi yürütürken bu Sahte Sol, bize aynen şöyle karşılık veriyordu:

“Laiklikten bize ne. Bu, Kemalistlerin işi.”

Evet, arkadaşlar; onların çizgisi buydu işte, yıllar boyu. Akılları sıra, bize eleştiri yöneltmeye de çalışıyorlardı, laikliği savunduğumuz için.

“ABD-AB Emperyalizmi, Ortaçağcı İrtica ve Türkiye” adlı bir konfernas verdik, Ankara’da, 2008 yılında. Bu konferansımızda Sahte Sol’a hak ettiği karşılığı verip mahkûm ettik onları.

Arkadaşlarımız konferans metnini, aynı adla kitaba da dönüştürdüler sonra.

Solun durumu bu da, Meclisteki Dört Amerikancı Burjuva Partisinin durumu başka türlü mü?

Hayır. Onlar da başta Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i gelmek üzere, Muaviye-Yezid Dininin sömürüsünü yaparak, onu siyasi ranta dönüştürme yani insanlarımızı “Allah’la Aldatma” yarışını ediyorlardı birbirleriyle.

Tabiî, AKP’giller zaten Antika; vurguncu, asalak, insan düşmanı Tefeci-Bezirgân Sermayenin siyasi plandaki temsilcisiydiler. Ve bu sermaye sınıfının dünya görüşü olan “Ümmetçilik”i savunmaktaydılar. Ki hâlâ da öyledirler. Bu sebeple de, ulusa ve ulusal değerlere düşmandırlar, dolayısıyla da vatansız ve milletsizdirler.

İşte 1950’den itibaren Yeşil Kuşak Projesi’nin ürünü olan, meczuplaştırılmış milyonlarca insanın oyunu devşirebilmek için, Meclisteki diğer Amerikancı burjuva partileri de yarışa kalkmışlardı, AKP’giller’le. Yani, CHP de, MHP de, HDP de…

Bunların bir tekinin olsun tarikatlara, cemaatlere yönelik olumsuz bir tek laf ettiğini duyan, bilen olmuş mudur?

Hayır. Daha önceki yazılarımızda da belirttik defalarca; bunlar, Said-i Nursi’ye, Fethullah’a ve diğer tarikat şeyhlerine övgüler düzmüşlerdir yıllar boyu.

Bugün bile Fethullah hariç diğer bütün tarikatlara yakın durmakta, övgüde bulunmaktadırlar.

Hatırlanacaktır; Yeni CHP’nin Sorosçu Kemali ne demişti, bir kaset operasyonuyla CHP’nin başına tünetildikten sonra?

“Biz belli bir inanç grubunun bir araya gelip cemaat kurmasına karşı değiliz. Siyasete girmemek koşuluyla.” (http://www.ntv.com.tr/turkiye/kilicdaroglu-cemaatlere-karsi-degiliz,gh2lRvdiG0iZvEMkcx5NKg)

Gördünüz mü, arkadaşlar?

Tarikatlar, cemaatler olmalıymış ama siyasete girmememeliymiş.

Mantıktaki zavallılığı ve cehaleti görebiliyor musunuz?

Neye benzer, Sorosçu Kemal’in bu dediği?

Büyük şair ve düşünür Hayyam’ın deyişiyle:

Kadehi ters tut
Ama dökme

Daha üç ay kadar önceydi Sorosçu Kemal’in Avanesinden çarşafçı namıyla maruf Gürsel Tekin de şöyle demişti?

“Bunun dışında herhangi bir cemaatle, sorunum da yok. Cemaatler aynı zamanda bir sosyal olgudur, bu başka bir şey.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/597594/Gursel_Tekin__Kendimi_Taksim_Meydani_nda_asarim.html)

Yani adamlar, hâlâ herbiri bir Ortaçağ örgütlenmesi ya da bir din derebeyliği olan ve insanları Allah’la aldatmaktan başka hiçbir işlevleri olmayan tarikatlarla bir sorunumuz yok, diyorlar.

Hâlâ adamlar siyasi rant peşinde.

“Cemaatler bir sosyal olgudur”, diyor, Çarşaf Açılımcısı Hazret…

İyi de o sosyal olguyu bir kanser tümörü gibi Türkiye’nin dört bir tarafına yayan kim?

Onu anlayacak ne kafa var, ne de anlasa bile ifade edebilecek bir namus…

CIA tarafından, Kontrgerilla’nın paramiliter bir özel örgütü olarak 1965 yılında kurulmuş olan MHP, zaten evvel ezel din sömürüsüne bayılır. Hatırlardadır onların “Hacı Başbuğ” dönemindeki, dillerinden düşürmedikleri, caddelere, sokaklara, dağlara taşlara yağlı boyayla yazdıkları şu slogan:

“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız.”

Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi olan PKK ve HDP de yıllardan bu yana, daha açığı 1991’den bu yana yoğun biçimde din sömürüsü yapmaktadır.

Abdullah Öcalan, defalarca Hüseyin Velioğlu liderliğindeki Hizbullah’a ve Fethullah’a övgüde bulunup ittifak çağrıları yapmıştır.

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş ve diğerleri de aynı yolun yolcusudur. Bunlar da Şeyh Sait, Said-i Nursi ve Fethullah Gülen’e defalarca övgü düzmüştür.

“Kutlu Doğum Haftaları” kutlamaktadır, bilindiği gibi PKK ve HDP’liler.

Ayrıca da, Öcalan’ın önerisiyle, “İslam Kongresi” toplamışlardır Diyarbakır’da, iki sene kadar önce:

“PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önerisiyle aylardır hazırlıkları yapılan “Demokratik İslam Kongresi” Diyarbakır’da Kur’an okunarak başladı.

“İki gün sürecek kongrenin ilk gününe 300’ü aşkın delege katıldı.” (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/05/140510_kongre_diyarbakir)

2015 Seçimleri öncesinde de HDP yöneticileri, Kürt illerindeki şeyhlerin mollaların ellerini öpmüşlerdir, ayaklarına giderek.

Özetçe arkadaşlar; Meclisteki bu Amerikancı Dörtlü Çetenin tamamı yani AKP de, CHP de, MHP de, HDP de:

1- Antiemperyalist değildir. Dolayısıyla da ABD işbirlikçisi ve hizmetkârıdır.

2- Antifeodal değildir. Yani laikliği savunmaz, vazgeçilmez bir ilke olarak. Böyle olunca da, birer din derebeyliği olan tarikatlara ve cemaatlere karşı olamazlar. Tersine, onlara şirin görünerek, övgü düzerek siyasi rant elde etmeye çalışırlar.

3- Antişovenist de değildirler. AKP’giller “Ümmetçi”dir. CHP Sahte Atatürkçüdür. MHP Türk ırkçısıdır, HDP Kürt ırkçısı…

Yani bunlar Amerika nasıl oynayın derse, öyle oynarlar. Hepsi de birer piyondur. Senaryosunu CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un yazdığı, yönetmenliğini de CIA’nın yaptığı ihanet oyununun değişik aktörleridir bunlar.

Elbirliğiyle Türkiye’yi Yeni Sevr bataklığına taşımaktadırlar. Yani BOP’u hayata geçirme uğraşı içindedirler.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı, arkadaşlar; tarikat yurtlarında yanıp kavrulan, can veren yavrularımızın ortaklaşa katilleridir bunlar. Cürum ortaklarıdır. Bu katliamların müşterek failleridir. Neylersiniz…

Yalnızca biziz, Hikmet Kıvılcımlı’nın, Mustafa Suphi’lerin, Denizler’in ve Mahirler’in meşru mirasçısı ve devamcısı olan. Yalnızca biziz, halklarımıza gerçek kurtuluşun yolunu gösteren ve o yolda mücadele eden. Yalnızca biziz, herbiri birer din derebeyliği olan ve Gerçek İslam’da asla yeri bulunmayan bu Ortaçağ kurumlarının tamamına karşı olan. Ve bunların herbirini birer “yılan yuvası” olarak gören.

Hz. Muhammed ve Kur’an İslamı’nda Allah’la Kur’an arasına hiç kimse giremez. Aracıya vs.’ye kesinlikle yer yoktur.

Dolayısıyla da, bu tarikatların tamamı İslam dışıdır, sahtekârlıktır, kandırmacadır, halk düşmanıdır, vatan millet düşmanıdır.

Ve yalnızca biziz, arkadaşlar, bir siyasi hareket olarak, bir devrimci hareket olarak ahlâkı, namusu, onuru, her şeyin üstünde tutan. Bu değerleri yaşamdan bile önemli sayan…

Daha önce de söylediğimiz gibi, biz aynı zamanda Ahlâk Savaşçılarıyız da…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

02 Aralık 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı