Halk çocuklarını kandırıp sonra da kanını içmeye doymadınız mı, CIA Milliyetçileri!
Sinan Ateş cinayeti, tipik bir MHP-Kontrgerilla operasyonudur…
1- Operasyon, 20-30 kişilik Kontrgerilla bağlantılı bir ekip tarafından projelendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur.
2- Katliamın ihalesi her zaman, her seferinde olduğu gibi paçavralardan derleşik bir çakal örgütüne ihale edilmiştir.
3- Katliam sonrasında, Karanlıklar İmparatorluğunun ABD yapımı çıkar amaçlı, mafyatik suç çetesinin katliam emrini veren tüm şefleri tam bir suskunluğa bürünmüşlerdir. Ve katliam güpegündüz, her tarafı Mobese kameralarıyla dolu ve ortalama 100 milletvekilinin ikametgâh ya da ofisinin bulunduğu bir sokakta işlenmiştir.
4- Tetikçi paçavralardan oluşan katiller, İstanbul’dan Ankara’ya çakarlı bir araba içinde getirilmiş ve Ankara’da silahlandırılıp altlarına motosiklet verilmiş, katliam alanları ve sonrasındaki kaçış güzergâhları ezberletilmiştir.
Kriminoloji ilkelerine göre katiller, sorgulanmalarında her konudan ayrıntılıca uzun uzun söz ederler. Onları söyleyip yazın, derlerse de yazarak anlatırlar. Mesela sabah kalktıklarını, tuvalete gidip ellerini yüzlerini yıkadıklarını, tıraş olduklarını, kahvaltıda hangi gıdaları nasıl hazırlayıp kahvaltı sofrası oluşturduklarını hiç atlamadan anlatırlar. O anda televizyonda hangi programların ya da yayınların aktığını anlatırlar.
Ama varsayalım ki cinayeti saat 10.00’da işlediler. İşte o saatten hiç söz etmezler. Orayı hızla geçip saat 11.00-12.00’de nerede olduklarını, neler yaptıklarını, kimlerle buluştuklarını ve neler görüştüklerini yine ayrıntılıca anlatırlar. Öğleden sonrası ve akşamı da yine ayrıntılara boğarak anlatırlar. Bu, hırsızın hırsızlık yaptığı yerden ya da katilin cinayet işlediği yerden hızla kaçıp uzaklaşmasına benzer bir psikolojidir. Sorgulanmalarında da aynı şekilde orayı hızlıca atlayıp geçerler.
Bu bilimin ışığı üzerinden hareketle olaya bakarsak; hemen her konuda konuşup hemen herkese ayar verip ve hatta hakaret, küfür ve tehditler savurup göz önünde bulunmayı çok seven Devletlular, cinayetin üzerinden beş gün geçmiş olmasına rağmen hiç ağızlarını açıp konuşmamışlardır.
Kontrgerilla’nın ya da Süper NATO’nun Türkiye Şubesinin siyasi plandaki parti görünümlü paramiliter bir örgütü olan MHP’nin Bahçeli Şefi, sadece bir kere ağzını açmış, onda da her zaman yaptığı gibi demagojiye sarılmaktan ve tehditler savurmaktan geri kalmamıştır.
“Suskunluğumuzun asaletinden cesaret alan”, diyerek lafa başlamış, ardından bir yığın küfür ve hakaret sıralamış, sonunda da; “bunlar takibimizdedir”, diyerek tehdidini sallamıştır.
Yahu sen nasıl bir insansın…
Ülkü Ocakları Başkanlığına getirdiğin, babadan oğula hayatını MHP’ye adamış ve camianızda herkesin veliaht gözüyle baktığı gencecik, 37-38 yaşındaki bir insan katlediliyor, 6-7 yaşında yetim bıraktığı yavrucakları “baba” diye yürek parçalayan feryatlar ediyor; sen hiç oralı olmadığın gibi bir de katliamın üstünü örtmeye, katliamı araştıracak olanlara tehditler savurmaya girişiyorsun.
Böyle vatan evlatlarını genç yaşlarda tuzağınıza düşürüp CIA Milliyetçiliğiyle yani sahte milliyetçilikle doktrine edip Amerika’nın hizmetine koşuyorsunuz ve bizlere yani vatanı sevmenin ustası olan devrimcilere karşı onulmaz düşmanlıklar aşılıyorsunuz; sonra da hiç acımadan, Mustafa Kemal’e sahip çıktı diye, Amerika’nın taleplerine, çıkarlarına uygun davranmıyor diye katlettiriyorsunuz.
Sinan Ateş, dediğimiz gibi, böylesi bir tuzağa düşürülmüş, oyuna getirilmiş, CIA ideolojisiyle doktrine edilmiş ve biz Gerçek Devrimcilere, Gerçek Milliyetçilere düşman edilmiş ve hatta bizim kanımıza ekmek doğramaya heveskâr kılınmış bir gençti. Ama o da nihayetinde bu vatanın bir evladıydı. Bu sebeple biz onun böylesine alçakça, namussuzca bir pusuya düşürülüp katledilmiş olmasına ve evlatlarının, eşinin acılar içinde bırakılıp ömür boyu o travma içinde yaşatılmasına siz milliyetçiyim diyen vicdan, merhamet ve insani değerler yoksunu kişilerden çok daha fazla üzüldük.
Burada şunu da belirtmiş olalım ki; Önderimiz, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı aynen şöyle der:
“Gerçek Milliyetçilik, Sosyalistliktir.”
Ve yine der ki Kıvılcımlı Usta;
“Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek yeğdir!”
Biz, vatanımızın ve halkımızın tek gerçek dostları ve savunucularıyız. Bizim bu anlayışımızın, bu tek doğru ve namuslu olan tutumun dışında kalan sözde milliyetçilikler, sözde vatanseverlikler sahteciliktir, kalptır, kandırmacadır.
MHP Milliyetçiliği, başta da söylediğimiz gibi, Süper NATO Milliyetçiliğidir. Süper NATO ya da Gladyo veya bir başka adıyla Kontrgerilla’nın en önde gelen teorisyenlerinden olan ABD’li David Galula, “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Tatbikatı” adıyla yayımlanan kitabında, ki bu kitap 1965 yılında Genelkurmay Basımevince Türkçeye çevrilip, bastırılıp askeri birlikler içindeki ve diğer birimlerdeki Kontrgerilla şeflerine dağıtılmıştır, Kontrgerilla’nın resmi asker, polis ve siyasilerden oluşan ekibiyle birlikte hareket edecek siyasi parti formundaki paramiliter bir örgütün kurulmasını da elzem görür.
İşte bu teorik buyruk uyarınca 1965 yılında Alpaslan Türkeş, Osman Bölükbaşı’nın CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) adlı partisinin yönetimini devralmış ya da ele geçirmiş ve onu Kontrgerilla’nın hizmetine sunmuştur. Ondan sonrasında da bilinçsiz, yoksul halk çocukları, milli duyguları sömürülerek bu Kontrgerilla örgütünün tuzağına düşürülmüş ve bu parti saflarında örgütlendirilmiştir.
Sonra bunların katil olma potansiyeli taşıyanları seçilerek onlara Kontrgerilla’nın asker ve polislerden oluşan karanlık şefleri tarafından askeri eğitim verilmiştir, Türkiye’nin belli bölgelerinde oluşturulan kamplarda. Askeri eğitim adı altında sırtlan pusuları kurup devrimci gençleri katletme eğitimleri verilmiştir. Medyada “Komando Kampları” diye de anılan bu kampların en önde gelen finansörlerinden biri de MHP’li Parababası, Sancak Tül Tekstil Fabrikasının sahibi Murat Bayrak olmuştur. Bu hain faşist de faşist diktatörlerin geneli gibi çok uzun yaşamış (vicdan, merhamet ve insani değerlerden yoksun olduğu için) 95 yaşında, 2012’de ölmüştür.
İşte bu paramiliter yapı, 1968’den 12 Eylül 1980 Faşist Cuntasına kadarki süre içerisinde 3 binden fazla devrimci, demokrat, ilerici gencin ve Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu gibi bilim insanlarımızın, Doğan Öz gibi namuslu savcıların, Kemal Türkler (DİSK Genel Başkanıydı) gibi namuslu sendika başkanlarının, CHP Nevşehir İl Başkanı Zeki Tekiner gibi, Konya Çağdaş Hukukçular Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Aytekin Olcay gibi avukatların ve daha pek çok Mustafa Kemalci, Laik Cumhuriyet yanlısı öğretmen ve gazetecimizin canına kıymıştır.
Ve arkadaşlar; herhalde çoğumuz hatırlayacaktır; 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında yapılan ve 111 masum Alevi inanca sahip insanımızın kurşunlarla, baltalarla, satırlarla, hançerlerle canavarca katledildiği Maraş Katliamı’nı. Hem de genç yaşlı, çocuk, kadın, hamile ayrımı yapılmaksızın. Maraş Katliamı, masum, melek yüzlü, melek kalpli kadınlarımızın eşlerine; “Beni onların ellerine bırakma, sen öldür”, diyerek yalvarmak zorunda bırakıldığı bir canavarlıktır.
Maraş’ın dışında Çorum, Sivas toplu katliamlarını da gerçekleştirmiştir bu Kontrgerilla’nın MHP’li paramiliter cellatları. Tabiî İstanbul, Ankara başta gelmek üzere Türkiye’nin hemen bütün şehirlerinde katliam yapmışlar, cana kıymışlardır bunlar.
Bizim Yoldaşlarımızı da çakal pusularıyla katlettikleri olmuştur. Mesela İstanbul’da Çemberlitaş-Sultanahmet arasındaki Balıkesir Yurdunda, bodrum katındaki yurt kantininde çay içip sohbet ederken, Cağaloğlu’ndaki MTTB’de organize olup gelen bir grup MHP’li faşistin üzerimize yaylım ateşi açması sonucunda hemen yanı başımızda oturmakta olan Malatyalı Niyazi Tekin Yoldaş’ımız katledilmiştir.
İşin bir diğer acı yönü de arkadaşlar; faşist katillerin peşine hiç düşmeyen polis, ertesi gün gelip bizim yurdumuzu basmış ve otobüslere doldurarak bizleri alıp Sirkeci’deki Sansaryan Han’ın üst katında bulunan Siyasi Şube hücrelerine tıkmıştır. O gün hücrede gelip bize diskur çekmeye kalkan polislere; “Yahu insanda zerre miktarda da olsa vicdan merhamet olur, insanlık olur, dürüstlük olur. Gelip yurdumuzu basıyor silahlı MHP’li faşistler, bizi yaylım ateşine tutup bir arkadaşımızı vuruyorlar ölümcül şekilde (o gün henüz ölmemişti Yoldaş’ımız. Üç ya da dört gün sonra kaybettik Yoldaş’ımızı, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde); siz onların peşine düşmüyorsunuz, gelip yurdumuzdan bizi alıyorsunuz ve bu hücrelere tıkıyorsunuz. Artık ne diyelim ki size. Sözün bittiği yer işte burası”, dediğimi hatırlıyorum.
Bu sözüm üzerine, daha önce de bana defalarca işkence yapmış olan ekipte bulunan azgın bir işkenceci, kapatılmış şemsiyesinin ucuyla göğsüme vurup; “Sen de belanı arıyorsun ama bakalım ne zaman bulacaksın”, demişti. O arada işkence ekibinde yer almamış diğer polisler de gelip baktılar bize. Bu şemsiyeli işkencecinin yanındaki bir diğer işkenceci, onlara beni şöyle tanıttı:
“Bunun yediği dayağı bir eşek yeseydi ölürdü. Ama buna bir şey olmadı işte. Hâlâ görüldüğü gibi yaşıyor.”
O süreçte bazen 15 günde, bazen ayda bir okuldan, sokaktan alınıp Birinci Şubenin hücrelerine tıkılıyorduk. Ve her seferinde de işkencelerden geçiriliyorduk. Öyle ki falakanın yanında yediğimiz kaba dayaktan dolayı yüzümüz gözümüz şişiyor, gözlerimize kan oturuyordu. Bu duruma derman bulmak için başvurduğumuz bir eczacı bize Visine göz damlası tavsiye edip onu vermişti. O damla somyamızın altındaki valizimizdin ön kısmında bulunurdu artık. Ve iyi de geliyordu. Hem gözlerimizdeki batmayı gideriyor hem de oturan kanı birkaç gün içinde sıyırıyordu.
İşte Sansaryan Han’ın Siyasi Şubesine düşüp de işkenceye uğratılmadığımız tek gün Niyazi Yoldaş’ımızın kaybı sonrasındaki alınışımız olmuştur.
Yine o günden aklımda kalan bir başka anı da şudur:
Bizi yurttan çıkarıp sokakta duran otobüse bindirirlerken, bir resmi toplum polisi yanındaki arkadaşlarına; “Bu, Edebiyat Fakültesindendir. Meşhurlardandır. Konya Bozkırlıdır”, diye tanıtmıştı. Ben o zaman gayriihtiyari şaşırmıştım; “Yahu sivil olmayan, (direkt biçimde Siyasi Şube polisi olmayan-polisin Antikomünist Şubesine dahil olmayan, onun elemanı olmayan) resmi bir toplum polisi beni nasıl bu kadar ayrıntılıca, Bozkırlı oluşuma kadar biliyor ve tanıyor”, diye.
Yine Edebiyat Fakültesindeki devrimci eylemlerimiz sürecinde yetiştirdiğimiz Sivaslı devrimci gençlerden Hüseyin Aslantaş, kalmakta olduğu Çapa Yüksek Öğretmen Okulunu basan bir grup silahlı faşist tarafından orada vurularak katledildi.
Yine Konya’da bizim yoldaşlarımızdan olan Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencisi Mehmet Taşdemir’i de, evinin önünde pusu kuran faşistler kalleşçe ve puştça, yaylım ateşine tutarak katletmişlerdi, 4 Mayıs 1978’de.
Demek istediğimiz, arkadaşlar; 27 Mayıs Politik Devrimi sonrasının getirdiği sınırlı da olsa özgürlük ortamında hızla gelişime ve yükselişe geçen Devrimci Hareketin önünü kesmek için Süper NATO’nun paramiliter örgütü “MHP’li Komandolar” adı verilen katiller güruhu, kendilerine verilen görevi çok başarılı biçimde yerine getirmişlerdir.
Mesela 8 Ekim 1978 tarihinde Ankara Bahçelievler Semtindeki bir evde kalan, ömürlerinde ellerine hiç silah ya da sopa almamış olan, başka bir ifadeyle hiçbir siyasi gençlik kavgasında yer almamış olan, halim selim, sessiz, sakin, efendi, ağırbaşlı, sadece okullarını bir an önce bitirip memleketlerine dönme düşüncesi taşıyan 7 TİP üyesi devrimci genci katleden faşist cellatların o anki yöneticisi, Kontrgerilla’nın ünlü simalarından Abdullah Çatlı’ydı. Susurluk Kazasında da arabada bulunanlar, polis şefi Hüseyin Kocadağ, aşiret ağası Sedat Bucak ve Abdullah Çatlı’nın sevgilisi (o an evli olmasına rağmen yanında bulunan sevgilisi) Gonca Us’la beraber yine Abdullah Çatlı’ydı. Bilindiği gibi bu kazada, bu Kontrgerilla cellatlarının bindiği lüks Mercedes, bir kamyona arkadan varıp vuruyor. Hatırlanacağı gibi bu kazada Bucak Aşireti Reisi Sedat Bucak kurtulmuş, diğerleri ölmüştü. 7 TİP’linin evlerine girerek onları esir alıp cellatlığını yapansa, yine bilindiği gibi Haluk Kırcı adlı acımasız canavardı. Bu Haluk Kırcı’nın da Kontrgerilla’nın polis şefleriyle iç içe olduğu, pek çok olay ve onların medyaya yansıyan görüntüleriyle kanıtlanmıştır.
Bahçeli’nin ve MHP’nin Kontrgerilla eylemleri ve cinayetleriyle ilgili olarak, Cumhuriyet’in namuslu köşe yazarı Işık Kansu, gazetenin 28 Kasım 2020 tarihli sayısındaki köşesinde şunları yazar:
***
Türkiye Düşmanı Kim Acaba?
Atatürk’ün adını verdiği gazetemiz Cumhuriyet’i “Türkiye düşmanlarının sığınağı” diye niteleyenler için bir öykü:
Gazeteciliğe 1970’li yıllarda polis-adliye muhabiri olarak başlamıştık. Türkiye düşmanları, gencecik insanları birbirine karşı kışkırtıyor, sağdan ve soldan her gün vatan evlatları sokak ortasında öldürülüyorlardı.
Onları öldüren silahlar da Uğur Mumcu’nun saptadığı gibi aynı merkezlerden sağlanıyordu.
23 Şubat 1978 günü, polis, bir ihbar üzerine Adana’dan Ankara’ya gelen Renault marka bir arabayı Kepekli Boğazı’nda durdurdu. İçinden MHP Gençlik Kolları’na kayıtlı kişiler çıkan arabanın bagajındaki portakal sandıklarının altında 2 makineli tüfek ile cephane bulundu. Arabada yakalananlar ifadelerinde, silahları dönemin ülkücü lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na götürdüklerini söyleyip bir de ayrıntı verdiler:
“Biz o gün yemdik. Polis bizle uğraşırken Ankara’ya iki kamyon dolusu silah girdi.”
Bagajında silahlar ve cephane bulunan 01 FE 994 plakalı o beyaz renkli Renault marka otomobil kime aitti dersiniz?
Bugün MHP Genel Başkanı olan Devlet Bahçeli’ye…[1]
***
Tabiî MHP Şefi Bahçeli ve MHP’nin bütün Kontrgerilla’yla içli dışlı olmuş yönetim kadrosu, bu cinayetlerinin hiçbirinin hesabını vermemiştir. Yaptıkları hep yanlarına kalmıştır. İşte oradan aldığı cesaretle bugün, yukarıda alıntıladığımız gibi, Sinan Ateş cinayetinde kendilerini işaret eden namuslu aydınlarımıza küfür ve hakaretler yağdırıp onlara tehditler savurabiliyor.
Bilindiği gibi bu Bahçeli, bir zamanlar Kaçak Saray’da mukim Tayyip hakkında demediğini bırakmamıştır. Aynı küfür ve hakaretleri Tayyip’e de savurmuştur. Ve Tayyip’in AKP’sini PKK’den daha tehlikeli bulduğunu söylemiştir. Fakat “Kaset Tutsağı” olarak Tayyip ve avanesinin eline düşünce, o günden bu yana Tayyip’i, Tayyip’ten ve en has Tayyipçilerden daha has savunur hale gelmiştir.
Bilindiği gibi şu anda “Cumhur İttifakı” adı altında bir araya gelmiş olan Amerikan devşirmesi iktidar blokunun ikinci partisi durumundadır Bahçeli’nin MHP’si. Yani “kanki” durumları söz konusudur aralarında. Öyle olunca Tayyip de Sinan Ateş katliamı konusunda ağzını açıp tek söz etmemiştir. Ve onun bakanları da…
Yani arkadaşlar, suçlular açık, net ve kesin şekilde ortada durmaktadır. Herkesin gözü önünde durup durmaktadır. Fakat bunlar konuşmadıkları gibi Tayyip’in bakanları, cellatları ve onları yönlendiren MHP’li milletvekillerini koruyup kollamaktadırlar. Konuya ilişkin şu haberi okuyalım bir:
***
Sinan Ateş cinayeti: MHP’li vekil Kılavuz’un evinden gözaltı
Sinan Ateş cinayetinin tetikçilerine yardımla suçlanan Tolgahan Demirbaş’ın MHP’li milletvekili Olcay Kılavuz’un evinden gözaltına alındığı öğrenildi.
Ankara’da beş kurşunla öldürülen eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş cinayeti, MHP içerisinde yeni bir isme uzandı. Cinayeti işleyen tetikçilere yardım etmekle suçlanan eski Ülkü Ocakları Genel Merkez yöneticisi Tolgahan Demirbaş’ın dosyada şüpheli olduğu ve MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un kullandığı bir evde gözaltına alındığı öğrenildi. Ancak Demirbaş, ifadesi alınmadan savcılık kararıyla serbest bırakıldı.
DW Türkçe’de yer alan habere göre, cinayete ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatırken Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ise araştırma başlattı. Cinayet sırasında motosikleti kullanan şüpheli Vedat Balkaya gözaltına alındı. Silahı kullanan Eray Özyağcı ise yakalanamadı. Bu iki şüpheliyle bağlantılı olduğu belirtilen “Dodo” lakaplı Doğukan Çep de yine firarda.
Soruşturma kapsamında ilk gözaltına alınanlardan Vedat Balkaya’nın arasında bulunduğu üç şüpheli, emniyetteki işlemlerinin ardından bugün Ankara Adliyesine çıkarıldı. Olayla ilgili olarak tam olarak kaç kişinin gözaltına alındığı ise bilinmiyor.
MHP’li vekilin evinde gözaltı
Öte yandan Sinan Ateş cinayeti MHP bağlantılı yeni yeni isimlere uzandı. Soruşturma kapsamında MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Ufuk Köktürk gözaltına alınmıştı. Cinayetin planlanması aşamasında yer almakla suçlanan Köktürk’ün eşinin hesabından bir cinayet şüphelisinin hesabına para gönderildiği iddia ediliyordu.
Aranan şüpheli Kılavuz’un evinde
Soruşturmada şüpheli olduğu öğrenilen bir diğer isim ise eski Ülkü Ocakları Genel Merkez yöneticisi Tolgahan Demirbaş oldu. Cinayetin ardından Cinayet Büro polisleri, savcılığın talimatı üzerine Demirbaş’ı gözaltına almak istedi. Ancak Demirbaş’ın MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde olduğu tespit edildi. Kılavuz, adresin milletvekili evi olduğunu belirterek gözaltı işlemine karşı çıkmak istedi, ancak polisler ısrarcı olunca MHP’li vekil geri adım attı. Gözaltına alınan Tolgahan Demirbaş, bir süre sonra sürpriz bir şekilde savcılık kararıyla serbest bırakıldı.
Ancak Demirbaş’ın soruşturmanın ilerleyen süreçlerinde yeniden ifadeye çağrılacağı belirtiliyor. Cinayet soruşturmasında şüpheli olan Demirbaş’ın cinayetin tetikçilerine Ankara’da yardım etmekle suçlanıyor ve buna ilişkin delillerin de polisin elinde olduğu belirtiliyor.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği’nin yanı sıra Emniyet İstihbarat da cinayet soruşturmasında devreye girdi. Özellikle halen firarda olan tetikçi Eray Özyağcı ile “Dodo” lakaplı Doğukan Çep’in yakalanmasına yönelik İstanbul’da birçok adrese baskın düzenlendi. Ancak aramalar sonuçsuz kaldı.
İki özel harekât polisi de gözaltında iddiası
Cinayetle ilgili soruşturma üç koldan devam ederken ortaya çıkan yeni bilgilerle soru işaretleri de artıyor. Öncelikle olayın kilit sorusu olan cinayetin neden işlendiğine soruşturma kaynakları henüz tam bir yanıt bulabilmiş değil. Gözaltına alınan şüphelerin de buna ilişkin bir itirafta bulunmadığı öğrenildi. Cinayetin Ankara ayağı ise tam olarak çözülemedi.
Diğer yandan gözaltına alanınlar arasında iki özel harekât polisinin de yer aldığı iddia ediliyor. Soruşturmada gözaltına alınan şüpheli sayısı sır gibi saklanırken HTS ve güvenlik kamera görüntülerinin incelemesi sürüyor. Elde edilecek delillere göre yeni gözaltılar yapılması bekleniyor.[2]
***
MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde gözaltına alınan, ki hukuk çerçevesinde olaya baktığımız zaman asli faillerden olması gereken, bu şahıs; sürpriz biçimde savcılıkça serbest bırakılarak kayıplara karışmasının yolu açılıyor, daha doğrusu kayıplara karışması sağlanmış oluyor. Medyadaki bazı yorumcular da çok haklı olarak bu savcılıkça serbest bırakılışın, Tayyip’in bakanlarından gelen bir baskı sonucu olduğunu söylüyorlar.
Cellatlara parayı gönderen kim, arkadaşlar?
MHP’nin İstanbul İl Yönetiminde bulunan Ufuk Köktürk…
Eşinin hesabından 97 bin lira gönderilmiştir. Bu miktarın avans yani ön ödeme olduğu, asıl büyük meblağın “iş bitiminde” ödeneceği şeklinde anlaşıldığını öne süren analistler, yorumcular da vardır. İşin bir diğer trajikomik yönü de şudur ki, olayın patlaması sonucunda bu Ufuk Köktürk’ün adı, MHP İstanbul İl Yöneticileri listesinden hemen siliniyor.
Bu cellatlar ekibi, arkadaşlar; Maltepe Gülsuyu’nu mesken tutmuş, ora merkezli uyuşturucu dağıtımı yapan bir suç çetesidir. Bunlar daha önce de birçok cinayet dahil suça bulaşmıştır. Sinan Ateş katliamında cellatlar ekibi içinde yer alan Doğukan Çep, 2013 yılında Gülsuyu’nda halkımızın çocuklarını uyuşturucu çetelerinin elinden kurtarmak için mücadele eden devrimci gençlerden Hasan Ferit Gedik’i vurarak katleden bir insan sefaletidir. Bu katil 35 yıl ceza almıştır bu katliamı sebebiyle. Fakat 2 yıl yattıktan sonra cezaevinden çıkarılmış ve kayıplara karışmıştır.
Bu neyi gösteriyor arkadaşlar?
Halk çocuklarımızı eroinle, kokainle vb. uyuşturucularla zehirleyen halk ve insanlık düşmanı çetelerin MHP iltisaklı, Tayyipgiller korumalı bir durumda iş yaptıklarını.
Bakın, Sinan Ateş katliamına karar veren Kontrgerilla örgütü MHP’nin yöneticileri hemen bu paçavra katiller ekibiyle bağlantı kurup ihaleyi ona verebiliyorlar. Ve onları çakarlı arabalarla İstanbul’dan Ankara’ya taşıyıp günlerce besleyebiliyorlar.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, arkadaşlar; bu Kontrgerilla’nın, CIA yönetimindeki Süper NATO’nun paramiliter örgütü MHP’nin savunur gibi göründüğü milliyetçilik aslında bir NATO Milliyetçiliğidir, CIA Milliyetçiliğidir yani sahte milliyetçiliktir. Nasıl Tayyipgiller yoksul, cahil, bilinçsiz halkımızı “Allah’la aldatarak” tuzaklarına düşürüp kandırıp kullanabiliyorlarsa, MHP de aynı şekilde halkımızın ulusal duygularını ve değerlerini sömürerek yani o değerler aracılığıyla aldatarak tuzağına düşürüp peşine takabiliyor ve onu ABD Emperyalist Çakalının çıkarları doğrultusunda oynatabiliyor.
Dolayısıyla da arkadaşlar; MHP Milliyetçiliğinin en önde gelen karakteristik özellikleri şunlardır:
1- ABD Emperyalist Haydutlarının ve onun saldırgan askeri örgütü NATO’sunun ve onun yandaşı Avrupa Birliği Emperyalistlerinin ve Siyonist İsrail’in çıkarlarını korumak, kollamak, her tutum ve davranışlarında onlardan yana olmak.
2- İdeolojinin temel taşı olarak antikomünizmi benimsemek. Devrimcilere karşı nerede, hangi durumda olursa olsun karşı çıkmak, mücadele etmek, savaşmak ve gerektiğinde onları öldürmek.
3- Her türden mafyatik çeteler oluşturup çek senet tahsilatından, esnafımızı haraca bağlamaktan, uyuşturucu işi yapmaktan ve buralardan hiç alınteri akıtmadan büyük miktarda paralar elde etmek ve lüks içinde yaşamak. Tabiî bu hepsi de kanun dışı suç oluşturan eylemlerinizden dolayı polis ve adli yargılamalara uğramaktan devletçe koruncaklı kılınmak. Yani bu suçları işlerken polis sizi takibata uğratmayacak, eğer mızrağın çuvala sığmadığı durumlar oluşursa da mahkemelerden yani adli yargılardan bir şekilde yırtmanızı sağlamak.
4- Devlet kadrolarına yerleştirilerek oralarda etkin duruma gelmek, böylelikle de hiçbir liyakate sahip olmadığınız halde bedavadan maaşa bağlanarak geçim sahibi olmak. Kontrgerilla adına büyük kanun dışı organizasyonlar yaptığınız ölçüde, yaptığınız kanunsuzluğun büyüklüğü oranında devlet kademelerindeki mevkiiniz yukarıya doğru tırmandırılır. Böylece güç, itibar ve daha çok gelir elde etme imkânına kavuşmuş olursunuz.
İşte MHP Milliyetçiliğinin ya da CIA Milliyetçiliğinin özü, aslı, hepi topu budur, arkadaşlar. İşte MHP’nin ideolojisi bütünüyle bu maddelerden oluşur. Ve o katiller güruhunun tamamı da bu ideolojiyle doktrine edilir. Onların Türk Milliyetçiliği, Türk Birliğini Sağlama gibi lafları sadece kuru, içi boş birer söylemden ibarettir. O konuda ne bir derinliğe sahiptirler, ne bilgiye sahiptirler ne de herhangi bir davranışları söz konusu olur. O söylemler halkımızı kandırarak avlama ve tuzağa düşürme sürecinde oltanın iğnesine takılmış olan yemlerdir sadece.
İnanın arkadaşlar; 1965’ten bu yana MHP adlı bu Kontrgerilla’nın siyasi parti formundaki paramiliter örgütünde örgütlenmiş olanların tamamı Türklük adına, Türk Dünyası adına ve Türk Dünyasının Birliği adına şu Kazak kökenli, Türkiye’de yaşayan sevimli, içtenlikli, namuslu ve yiğit gazeteci ve belgeselci kızımızın, Nazgül Kenzhetay’ın yaptığı olumlu işlerin binde birini olsun yapamamışlardır. Çünkü bu genç kızımız hem içtenliklidir hem namusludur hem de Türk Dünyasının Birliği için olanca gücüyle her türlü riski göze alıp çalışmakta, çabalamaktadır.
MHP’li Kontrgerilla elemanlarıysa başka bir dünyadadır. ABD casus örgütleri tarafından oynatılmaktadır, kuru söylemin dışında Türklük mürklük de umurlarında değildir.
İşte Sinan Ateş katliamı, yani baba evlat tüm ömürlerini MHP’ye vermiş bu gencin sinsice, kalleşçe, namussuzca ve alçakça katledilişi ve bu katliam sonrasında hiçbir MHP’li yetkilinin ve onların yayın organlarının bu katliamdan tek kelimeyle olsun söz etmeyişi, onların bu iğrenç, gayriinsani içyüzlerini ve ideolojilerini bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya sermiş olmaktadır.
MHP kankisi AKP’giller de aynı tutum içindedir, bilindiği gibi. Onların da ne kendileri ne emirlerindeki televizyonlar, gazeteler, bu katliamdan hiç söz etmemiştir.
Vicdansız Amerikan devşirmeleri!
Bu cinayet böylesine büyük, önemli bir siyasi cinayet olmasa, sıradan insanlar arasında, sıradan anlaşmazlıklar sonucu işlenmiş bir cinayet olsa bile en azından yayın organlarınızın 3’üncü sayfalarında yer alır be. Ama siz böylesini bile yapmıyorsunuz. Çünkü hepiniz suç ortakları arasındasınız.
İşin bir diğer garip yönü, arkadaşlar; Sinan Ateş’in akademisyen olarak Tarih Bölümünde görev yaptığı Hacettepe Üniversitesi de Doçent Doktor bir Tarihçisinin böylesine acımasız bir katliama uğratılarak hayatının ortadan kaldırılması konusunda bir cümlecik olsun bir açıklama yapamamıştır.
Neden?
Çünkü oralar da Tayyipgiller adlı mafyatik suç örgütü tarafından ele geçirilerek işgal edilmiş ve onların emirleri altına girmiştir.
Son olarak, arkadaşlar; şu sorunun yanıtını da bulalım:
Sinan Ateş neden hedef seçilip katledildi?
Cumhuriyet’te yayımlanan şu haberi de bir okuyalım, arkadaşlar, bu sorumuza ışık tutması açısından:
***
“BAHADIROĞLU KRİZİYLE GÖREVİ DEVRETMİŞTİ
Öte yandan saldırıyla birlikte Ateş’in 2020 yılında Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevinden ayrılmasıyla sonuç veren olay da yeniden gündeme geldi. Atatürk düşmanlığı ile tanınan, gerçek adı Niyazi Birinci olan Yavuz Bahadıroğlu, TRT 1’de yayınlanan “Ya İstiklal Ya Ölüm” dizisinde Atatürk’ün övülmesinden rahatsız olduğunu belirterek; “TRT’ye bu dizi kimler tarafından dayatıldı bilmiyorum, ama hesabı iktidardan sorulur”, diye yazmıştı.
Sinan Ateş de Twitter hesabından Bahadıroğlu’nun bu mesajına, “FETÖ’nün alternatif tarih tezlerinin savunucusu olan Yavuz Bahadıroğlu, hiçbir zaman Türk tarihini bütün olarak görmemiş ve romanlarında genç zihinlere gizli nifak tohumları ekmeyi vazife bilmiş bir yazar müsveddesidir. Bir ticani kalıntısı olan Bahadıroğlu’nu memnun edebilmek için Türk tarihinin önemli bir bölümünü yok sayacak değiliz. Türk çocukları Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Türk tarihinin büyük simalarını asli kaynaklardan öğrenmeye devam edecektir” diyerek tepki göstermişti.
Sinan Ateş’in bu tepkisi üzerine Bahadıroğlu’nun AKP’nin üst kademesindeki isimlere, bu isimlerin de Bahadıroğlu’nun şikâyetini Bahçeli’ye ulaştırmasıyla Sinan Ateş’in görevden alındığı öne sürülmüştü. Ve nihayet Sinan Ateş ise 2 Nisan tarihinde Twitter’dan yaptığı açıklamada, “09 Ocak 2019 tarihinden itibaren şerefle yürütmekte olduğum Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanlığı görevimden akademik çalışmalarım ve üniversitedeki görevim nedeniyle bugün itibariyle Liderimizin müsaadeleriyle ayrıldım. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı, ömür boyu taşıyacağım en kutsal unvan olacaktır. Ülküdaşlarım haklarını helal etsinler. Bu can bu bedende oldukça Liderim Sayın Devlet Bahçeli’nin ve davamın emrinde olacağım” ifadelerini kullanmıştı.”[3]
***
Yukarıda da açıkça görüldüğü gibi, Sinan Ateş, Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve Silah Arkadaşlarına saygılı ve onların geleneğine sadık olmaya çalışan bir siyasi figür. Fakat MHP’de böylesi figürlere yer verilmez, tespit edilenler de uzaklaştırılır partiden. Alparslan Türkeş’ten bu yana bu anlayış hâkimdir MHP’de.
1967’de İstanbul’a ilk geldiğim günlerde Alparslan Türkeş’in Milli Türk Talebe Birliği’nde yaptığı bir konuşmada ben de orada bulunanlar arasındaydım. Sınıfımızdaki Bozkır kökenli Erol adlı bir arkadaşın ısrarlı davetiyle gidip dinlemiştim Türkeş’i o akşam. İşte orada kulaklarımla duyup işittim. Türkeş aynen şu cümleyi sarf etmişti:
“Türkiye’ye 200 yıldır lider gelmedi.”
Bu sözü işitince ben hemen anlamıştım Türkeş’in Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mıza ve onun dahi komutanı Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve Silah Arkadaşlarına karşı olduğunu ve kendisinin bambaşka havalardan çaldığını.
Sonradan araştırmalarımız sonucunda öğrendik ki Alparslan Türkeş, ta 1940’lı yılların sonlarına doğru Amerika’ya götürülüp orada CIA ideolojisiyle doktrine edilen, dolayısıyla da Kontrgerilla’nın yani Süper NATO’nun ilk eğitiminden geçen biriymiş. Dolayısıyla Türkeş’in milliyetçiliği bütünüyle bir CIA-Pentagon-Washington Milliyetçiliğinden başka hiçbir şey değilmiş. Nitekim MHP liderliği döneminde de yaptığı, Kontrgerilla’nın direktifleri doğrultusunda devrimci gençlerle ağlarına düşürüp aldattığı ülkücü gençleri karşı karşıya getirmek, çarpıştırmak ve birbirine kırdırmaktan başka bir şey olmamıştır. Devlet Bahçeli de aynı yolun yolcusu olmuştur, aynı CIA çizgisinin sadık izleyicisi olmuştur.
1974 yılında Bülent Ecevit, ABD baskısıyla 12 Mart Faşist Hükümetinin yürürlüğe koyduğu, çiftçilerimizin afyon ekmesini yasaklayan kararını ve kanunu ortadan kaldırarak çiftçimizin çok önemli bir gelir kaynağı olan afyon ekimini serbest bırakmıştı. Buna Amerika’yla birlikte ilk tepki veren Alparslan Türkeş oldu. Ve aynen şu Amerikanofil niyetini ortaya seren sözleri sarf etti:
“Afyon ekimini serbest bırakarak Amerika’yı kızdırmayalım.”
İşte ülkücü gençlerin “Başbuğ” diye andıkları Türkeş’in ciğeri de budur…
Devlet Bahçeli ne yapmıştır?
Onun ne yaptığını, 2015’teki TRT’de yayımlanan Seçimlerle ilgili Propaganda Konuşmalarımızda şöyle anlatmıştık:
“Saf, içtenlikli insanlarımızın milli duygularını sömüren bir başka Amerikancı parti olan MHP de zaten evvel ezel din sömürüsüne bayılır. Onlar, Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız, sloganıyla kandırırlar insanlarımızı. Oysa bu partinin Bahçeli şefi Amerikancılığını kanıtlamak için “Ben ömrümde İran’a bile 2 sefer gittim, Amerika’ya ise 9 sefer” diyerek taklalar atar ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un önünde.
“Yine aynı kişi, Amerikan Deniz Piyadeleri denen sapık katiller sürüsü Ege liman şehirlerimizde Türk kadınlarını serbestçe taciz edebilsinler diye, onları devrimci gençlerle birlikte protesto eden içtenlikli ülkücü gençleri yönetimlerden atarak cezalandırır. Ne milliyetçisi olacak bunlar! En has Amerikancıdırlar.”[4]
Demek ki arkadaşlar; ABD Emperyalist Çakalı Türkiye’de devşirip Meclise sokup oynattığı Amerikanofil partilerinden hiçbirinin Kuvayimilliye, Mustafa Kemal ve Laik Cumhuriyet yanlısı olmasını istemiyor ve buna izin vermiyor.
Bakın, Tayyipgiller’inden Saray’ın Arka Bahçeli’sinden, Destici’sinden, Çömlekçisinden ve muhalefet rolünü oynayan “Altılı Masa” adlı partilerinden hiç Birinci Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve Laik Cumhuriyet’e olumlu içerik taşıyan bir söz duydunuz mu?
Hayır, duymadınız, duyamazsınız da…
Daha önce de pek çok kez aktardık. Ne demişti CIA’nın Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller?
“Kemalizm miadını doldurdu, artık piyasacı-küreselleşmeci İslam’ın ana belirleyici olduğu Osmanlı benzeri Yeni Türkiye’nin zamanı geldi.”[5]
İşte iktidarıyla muhalefetiyle, sağcısıyla solcusuyla Amerikan yapımı sermaye partilerinin tamamı yukarıda da birkaç kez belirttiğimiz gibi Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İnönü’ye, Silah Arkadaşlarına ve Laik Cumhuriyet’e düşmandırlar. Bu düşmanlıklarını da bazen açık açık, Tayyipgiller gibi, Davidson Ahmet gibi, Karamolla gibi ifadelendiriyorlar, bazen de dolaylı yoldan. Bazen bu düşmanlıklarını karınlarında taşıyorlar. Sözleriyle olmasa da davranışlarıyla ortaya koyuyorlar.
Bizce Sinan Ateş’in katline sebep, işte bu kalıba ya da bu formata uygun bir lider adayı olmayışıdır. Yani Amerika’nın istediği lider tipi değildir Sinan Ateş. Kuvayimilliyecidir, Mustafa Kemal ve İnönü geleneğinin sahiplenicisidir. İşte bu sebeple de Amerika onu istememiştir, Bahçeli sonrasında MHP tepesinde bulunmasına izin vermemiştir.
Sinan Ateş, parti içindeki bilinçsiz kara halk kitleleri tarafından sevilip sayılan bir kişidir. Ve Bahçeli sonrasının MHP yönetimine gelmesi muhtemel adayların en avantajlısıdır, en fazla etkinliğe, güce sahip olanıdır.
Nasıl ki, yine Amerika kontrolünde olan Suudi Arabistan’da Muhammed bin Salman Veliaht Prens idiyse, Sinan Ateş de MHP tabanının gözünde aynı konumdaydı. MHP’nin Veliaht Prensiydi. Fakat ABD Emperyalist Çakalının Türkiye’ye ve MHP’ye biçtiği ideolojiye uygun bulunmadığı için Kral tarafından ortadan kaldırılmasına ferman buyuruldu. Beş gündür süren suskunluğun sebebi de budur. Suçluların sessizliğidir bu…
Fakat Saray’ın Arka Bahçeli’si, kaset tutsağı Bahçeli ve avanesinin hesabı, bu sefer onu ağır bir bedel ödemek durumuna düşürmüştür. Medyada yer alan haberlere göre MHP’den şu ana kadar 130 bin kişi istifa etmiştir. MHP’nin 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü dönemindeki avukatlarından Mehmet Saral, Tele 1’de Gökmen Karadağ’ın yönettiği bir programa katılarak; “Bu olay yani kanlı hesap görme sonrasında MHP en az yüzde 2 oranında oy kaybetmiştir. Bu olayın sarsıntıları daha sürecektir. İktidar ortaklarının bütün çabalarına rağmen olayı örtbas etme çabaları hesapladıkları gibi başarılı olmayacaktır”, demiştir.
Tabiî burada iş ağırlıklı olarak muhalefet rolünü oynayan “Altılı Masa” adlı diğer Amerikan kuklalarına düşmektedir. Onlar eğer olayın ortaya açıkça çıkarılması konusunda kararlı, ısrarlı bir tutum alırlarsa, suçluların en azından önemli bölümü ortaya çıkarılabilir. Fakat her zaman yaptıkları gibi göstermelik bir muhalefet ve göstermelik bir çaba içinde olurlarsa, Kaçak Saray Saltanatı, Saray’ın Arka Bahçeli’siyle birlikte bu katliamla içine düştüğü kötü durumdan az bir zararla çıkabilir.
Sinan Ateş’in ölümcül yanlışı
Sinan Ateş, yukarıda da anlattığımız gibi, Tayyipgiller şürekâsından “Keşke Yunan galip gelseydi”, diyen Fesli Deli Kadir benzeri Niyazi Birinci’nin (Yavuz Bahadıroğlu) Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal, İnönü ve Silah arkadaşlarına saldırısına tahammül edemeyip ona hak ettiği cevabı anladığı dilden verdiği için Devlet Bahçeli tarafından cezalandırılmış ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığından alınarak cezalandırılmıştır.
İşte tam bu noktada Sinan Ateş’in alması gereken doğru tutum, ortaya koyması gereken doğru tavır ne olmalıydı?
Aynen şu:
“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Vatanının bağımsızlığını, Sevr’i yırtıp çöpe atarak sağlayan Birinci Anteiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mıza ve onun büyük dahi komutanlarına gönülden bağlıyım. Bu bağı hiç kimse söküp atamaz. Onlara saldıranlar Türkiye Cumhuriyeti’nin vatanının ve halkının düşmanlarıdırlar. Türk Milliyetçiliğinin birinci görevi, eğer Gerçek Milliyetçilikse savunulan, Kurtuluş Savaşı’mıza ve Komutanlarımıza sahip çıkmaktır, onlara dil uzatanlara hak ettikleri cevabı vermektir, onlarla mücadele etmektir. Eğer ben bunu yaptığım için cezalandırılıyor ve Ülkü Ocağı Başkanlığından alınıyorsam, bu da benim için onur olur. Ama bana bu en haklı davranışımdan dolayı ceza vermeye kalkışanların Türk Milliyetçiliğini ağızlarına almaya asla hakları yoktur, olamaz.”
Eğer böyle bir rest çekerek Saray’ın Arka Bahçeli’sinin ve onun avanesinin savunduğu CIA Milliyetçiliğini teşhir edebilseydi; Sinan Ateş şu an MHP’de de üye olmazdı. Oradan da attırırdı Devlet Bahçeli onu. Ama şu kesindir ki, bugün hayatta olurdu. Saray’ın Arka Bahçelisi ona dokunmaya asla cesaret edemezdi. Çünkü böyle bir şey yapması halinde asli suçlu olarak herkesin kendisini göstereceğini bilirdi.
Üstüne üstlük Sinan Ateş, Bahçeli tarafından MHP üyeliğinden atılırdı ama MHP tabanındaki saygınlığı olağanüstü artardı. MHP tabanı Bahçeli’yi sorgulayıp Sinan Ateş’e yönelirdi. Böylece de partinin Genel Başkanlığına gelme olasılığı önemli ölçüde artmış olurdu.
Ancak, Sinan Ateş bu tutumu alma cesaretine ve bilincine sahip olmadığını göstermiştir, yukarıdaki aktarmamızın son bölümündeki satırlarında.
Ne demiştir?
“Bu can bu bedende oldukça Liderim Sayın Devlet Bahçeli’nin ve davamın emrinde olacağım.”
Böyle demiştir ama Bahçeli, bu tür söylemlere itibar etmez. Çünkü o, Karanlıklar Prensidir. Ve senin işini bitirmeye ferman buyurulmuştur artık…
Dediğimiz gibi o pusudan, o kapandan kurtulmanın ve hayatta kalmanın tek yolu meydan okumandı. Onu da yapamadın…
Arkadaşlar; doğa kanunları gibi sosyal mücadelelerin, siyasi mücadelelerin, askeri savaşların ve hatta spor karşılaşmalarının bile kanunları vardır. Siz o kanunlara uymadığınız ve onları hesaba katmadığınız durumda çarpılırsınız. Tıpkı doğa kanunları gibi çarpar sizi hayatın kanunları. Bir kavgada, kavganın kanununun emrettiği vuruşu yapmadığınız anda kaybedersiniz ve bu kayıp, belki de hayatınızdan olmak şeklinde tecelli edebilir.
Ama kavganın kanunlarına, kurallarına, prensiplerine uyarsanız, kazanırsınız. Hayat, anı-momenti iyi değerlendirenlere güler. Değerlendiremeyenlere ise kaybettirir…
Sonuç olarak arkadaşlar; tüm bu anlattıklarımızdan sonra şöyle diyelim:
Bu Amerikan yapımı katliam, vurgun ve ihanet örgütlerinden halkımıza bir dirhem dahi fayda gelmeyeceği, tam tersine onların Türkiye Cumhuriyeti’ne, vatanına ve halkına kötülükten, zarardan başka hiçbir şey vermeyeceği, veremeyeceği açıkça ortaya çıkmış oldu. Görmek isteyenler, aklını özgürce kullanabilenler, sorgulayan bir akla sahip olanlar ve de tabiî namuslu kalmak şartıyla olaya bakanlar açısından sözünü ettiğimiz durum görülüp anlaşılabilir.
Hep diyoruz ya arkadaşlar; Türkiye’nin tüm dertlerine derman olacak biricik ideoloji Gerçek Devrimci İdeolojidir. Halkımızın kurtuluşu uzun ve büyük fedakârlıklar gerektiren, bedeller ödemeyi gerektiren Devrimci Halk Savaşının zaferi sonrasında kurulacak olan Devrimci Demokratik Halk İktidarındadır. Tam Bağımsız ve Demokratik Türkiye’yi ancak o zaman kurabileceğiz. Vatanımıza ancak o zaman gerektiği şekilde sahip çıkabileceğiz. Halkımızı yerli-yabancı Parababalarının sömürü, vurgun ve tahakkümünden o zaman kurtarabileceğiz.
55 yıldan beri bu uğurda mücadele ediyoruz, son soluğumuzu verene kadar da mücadelemize devam edeceğiz. Ve ondan sonrasında da mücadele bayrağını genç yoldaşlarımıza devredeceğiz. Yani savaş kesintiye uğramadan sürecek ve sonunda mutlaka zafere ulaşacaktır.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
5 Ocak 2023
Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/isik-kansu/yargida-feto-taktiklerini-kim-kullaniyor-1794447.
[2] https://yeniyasamgazetesi3.com/sinan-ates-cinayeti-mhpli-vekil-kilavuzun-evinden-gozalti/.
[3] https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/eski-ulku-ocaklari-baskani-sinan-ates-olduruldu-akp-ve-mhp-sessiz-2017043.
[4] https://bit.ly/3Za6uiA.
[5] 1990, https://www.odatv4.com/makale/bir-cia-projesi-olarak-ataturke-saldirmanin-dayanilmaz-kustahligi-0905171200-115479.