Ülkemizi Emperyalizmin Ortadoğu’daki “Kasap Satırı” Yapmak Vatana İhanettir!

 

Ülkemizi Emperyalizmin Ortadoğu’daki “Kasap Satırı” Yapmak Vatana İhanettir!

 

ABD ve AB Emperyalistleri daha önce Irak ve Libya’da yaptıkları gibi, 1000 ülkeli bir dünya yaratmak, Dünya Halklarını çok daha rahat sömürebilmek için Suriye Halkına ve Önderliğine saldırılarını yoğunlaştırdılar. Yine dünyanın her yerinde yaptıkları gibi Suriye Halkına “özgürlük ve demokrasi getirmek” bahanesine sığınıyorlar. Ama dünya halkları çok iyi bilmektedirler ki, AB-D Emperyalistleri nereye adım atarlarsa kan, gözyaşı ve ölümler o ülkenin kaderi haline gelmekte.

Ne acıdır ki, Suriye’ye yönelik saldırılarında AB-D Emperyalistleri taşeron, “kasap satırı” olarak ülkemizi kullanmaktadırlar. AB-D Emperyalistlerinin, Tayyipgiller’in iktidara getirilmesi seçimlerinde ne kadar doğru bir karar verdikleri Suriye konusunda bir kez daha kanıtlandı. Tayyipgiller iktidarı boylu boyunca bu taşeronluğa, emperyalistlerin Suriye Halkının boynuna inecek kasap satırlığına soyunmuştur. Tayyipgiller ne kadar sadık bir uşak olduklarını, dün “kardeşim” dediklerini bugün satacak kadar onursuz olduklarını kanıtlamak için canhıraş bir uğraş içerisindedirler. Bu uğraşın sonucu olarak, ülkemizin güney bölgesinde eğitilip Suriye’ye gönderilen sözde özgürlük savaşçıları adı verilen katil sürüleri kan akıtmaya devam etmektedir. Tayyipgiller, Uluslararası Hukuk, Anayasa, Kanun dinlemeyip AB-D Emperyalistlerinin uşaklıklarını yaparak ülkemizi savaşa sürüklemektedir.

Yine çok daha acıdır ki, Hatay ilimiz sınırları içerisinde kamplarda eğitilen katil sürüleri, ilimizin caddelerinde, sokaklarında fink atmakta, halkımızı “sıra size de gelecek” diyerek tehdit etmekte, ellerinde Tayyipgiller’in silahlarıyla insanlarımızı terörize etmektedir. Sanki mülteci halkımız, ev sahibi kendileri… Bu kadar pervasız olmalarının nedeni arkalarında AB-D Emperyalistlerinin, kasap satırı Tayyipgiller’in olmasıdır.

Halkın Kurtuluş Partilleri olarak bu onursuzluğa isyan ediyoruz. Ülkemizin Suriye ve diğer komşu devletler Rusya ve İran ile savaş durumuna getirilmiş olması nedeniyle, Tayyipgiller hakkında Vatana İhanet Suçunu işledikleri için basın açıklamasının ardından suç duyurusunda bulunduk.

Adliye Sarayı önünde yapılan basın açıklamasının ardından da, Kurtuluş Partili Avukatlar, hazırlanan dava dilekçesini Savcılığa ilettiler.

Basın Açıklamasında “Suriye Halkı Yalnız Değildir”, “Kahrolsun AB-D Emperyalizmi”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek”, “Muhalif Değil Şeriatçı Terörist” sloganları atıldı. 31.08.2012

 

Ankara’dan Kurtuluş Partililer

 

Yapılan Suç Duyurusu Dilekçesini Aynen Yayınlıyoruz:

 

ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

 

SUÇ DUYURUSUNDA

BULUNAN……………….: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

                                               Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA

 

V E K İ L L E R İ……….: Av. Orhan ÖZER, Av. Metin Bayyar, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN           

Ortak adres: Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No: 4/15  Sıhhiye/ANKARA

 

Ş Ü P H E L İ L E R….…..: 1- Abdullah Gül (Cumhurbaşkanı)

2- Recep Tayyip Erdoğan (T C Başbakanı)

3- Ahmet Davutoğlu (Dışişleri Bakanı)

4- Diğer Bakanlar Kurulu Üyeleri

                                                                                             

S U Ç………………………: Anayasa’nın “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve

Yetkileri”ni düzenleyen 87. Maddesi ile “Savaş Hali ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Verme”yi düzenleyen 92. Maddesine ve Uluslararası Hukuka açıkça aykırı olarak, meclis kararı olmadan ülkemizin komşu Suriye Devleti ile savaş haline getirilmesi ve 5237 Sayılı TCK’nin 304. maddesinde öngörülen “Devlete karşı savaşa tahrik” ve 306. maddesinde düzenlenen “Komşu devlete karşı hasmane hareket” suçları.

 

ŞİKAYETLERİMİZ……..: Müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı tarafından, bundan bir ay önce de (27/07/2012) aynı şüpheliler hakkında; 5237 Sayılı TCK’nin “Devlete karşı savaşa tahrik” ve “Komşu devlete karşı hasmane hareket” suçlarından Sayın Savcılığınıza suç duyurusunda bulunulmuştu.

Şüpheliler, yürütmenin başında olmanın verdiği yetkilerini açıkça kötüye kullanarak, gerek yazılı ve görsel medyaya yaptığı açıklamalarla gerekse Anayasa, Türk Ceza Yasası ve Uluslararası Hukuka aykırı uygulamalarıyla suç fiillerini her geçen gün daha da artırmaktadırlar.

 

I- ŞÜPHELİLERİN FİİLLERİ NEDENİYLE ÜLKEMİZ SURİYE VE DİĞER KOMŞU DEVLETLER RUSYA ve İRAN’LA SAVAŞ HALİNE GETİRİLMİŞTİR

Şüpheliler, tamamen AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki çıkarları için ve bu güçlerin kendilerine verdiği desteği kaybetmemek uğruna komşu Suriye’ye karşı ülkemizi “savaş hali” durumuna getirmişlerdir. Bir başka anlatımla iktidarda kalabilmek için Emperyalistlerin taşeronluğuna soyunmuşlardır. Emperyalistlerin, Suriye’yi bitirme planlarının başarıya ulaşması halinde bu savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılması kaçınılmazdır. Böylece Suriye’ye karşı hasmane bir politika izleyen şüpheliler yüzünden ülkemizin diğer komşularımız İran ve Rusya ile de savaşın içine sokulacağı görmek isteyen gözleri için gün gibi açıktır. Batı Basını ve tarafsız/objektif Bilim İnsanları da ülkemizin Suriye ile savaş halinde olduğunu yazmaktadırlar.

Maalesef ülkemizin yazılı ve görsel medyasının büyük bir bölümü ise bu durumu görmezden gelmekte, savaş çığırtkanlığı korosuna katılmaktadır.

Şüphelilerin suç fiillerinden bazılarını özetlersek;

Yürütme yetkisini elinde bulunduran şüphelilerin kararları ve uygulamalarıyla, Ülkemizin güney sınırını oluşturan topraklarımızın bir kısmı, egemen Suriye Devleti’ne karşı savaşan saldırganların üssü durumuna getirilmiştir. Özellikle Hatay’da bulunan kamplarda barındırılan bu çapulcuların gece Suriye’de sabotajlar biçiminde terör eylemleri yapıp gündüzleri kampa döndükleri bilinen bir gerçektir.

Buralarda barındırılan canilerin bir kısmı geçmişte Bosna’da, Çeçenistan’da, Cezayir’de, Afganistan’da, savaşmış El Kaidecilerden oluşmaktadır. Bunlar nerede bir Ortaçağcı hareket başladıysa oraya gidip, katliam yapan, yağma, talan, soygun, ırza geçme suçlarını işleyen, madde bağımlısı sapık tiplerdir. Hepsinin onlarca kez adi suçtan oluşan kabarık sabıkası vardır.  Yine bu El Kaidecilerin arasında ülkemizde bombalı eylemler gerçekleştirerek masum insanların katledilmesinden sorumlu katillerin bulunduğu ve bunlardan dördünün öldürüldüğü Suriye’den gelen ölüm haberleriyle açığa çıkmıştır. Öldürülen Türkiyeli El Kaideciler de yukarıdaki tiplerle aynı kategoridendir.

Bu kamplarda kalanlar, Hatay yöresinde yaşayan Alevi Halka karşı da; “sıra size de gelecek” diye tehditlerde bulundukları gibi, kampta yaptıkları taşkınlıklara müdahale etmek isteyen polis memurunu kendi silahı ile yaraladılar. Kentte alışveriş yaptıkları esnafın parasını ödememekteler. Muayene olmak için gittikleri hastanelerde doktor, hemşire vb. sağlık görevlilerine saldırmaktadırlar. Görüldüğü gibi bu katillerin tamamı Türkiye’den nefret etmektedir ve bundan dolayı da Kamplardaki Türk Bayrağı’nı dahi indirmişlerdir.

Hatta Hatay’daki Apaydın Kampı’nda kimlerin kaldığı, burada kalanlara ne gibi bir eğitim verdikleri kamuoyuna açıklanmadığı gibi, yöre halkından gelen şikayetler üzerine bu kampa girmek isteyen milletvekilleri bile engellenmektedir.

AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçileri bunlara eskiden “İslamcı Terörist” derken, şimdi “özgürlük savaşçısı” demektedir. Ülkemizde ve diğer ülkelerde gerçekleştirdikleri adi suçlarından ve caniyane eylemlerinden dolayı yargılanıp cezaevine konulmaları gereken bu katiller, ABD, İngiliz, Fransız vb. emperyalist ülkelerin ajanları tarafından başta İncirlik Üssü olmak üzere, İstanbul, Hatay gibi illerde eğitilmekteler. Kendilerine silah ve cephane verilmektedir. Ülkemiz topraklarında teçhizatlandırılan bu güruh Suriye topraklarına salınarak, burada katliamlar yaparak geri dönmektedir. Bu katillere Türkiye’de askeri eğitim verildiği dünya medyasında da sık sık yer almaktadır.

Guardian, “Türkiye, isyancılara eğitim üssü kurdu” derken,

Bild am Sonntag, “Alman ve İngiliz ajanlar, Suriye’deki isyancılara yardımcı olmak ve eğitmek amacıyla Akdeniz’de konuşlandırıldı” iddiasında bulundu.

The Times’a göre “Suriyeli muhaliflerin üssü Adana’da, İncirlik Üssü yakınlarında.”, BBC ise “Suriyeli isyancıları Türkiye eğitiyor. Ordu tarafından yönetilen gizli kamplarda özel bir eğitim programı yürütülüyor” diyor.

Öyle ki, gazeteci Aslan Bulut, 27 Ağustos 2012 tarihli yazısında; “Türkiye’nin 30 şehrinde Suriyeli muhalifler için kamplar kurulacağı, Her kampta 10 bin kişinin eğitileceği ve toplam 300 bin Suriyelinin silahlı eğitimden geçirileceği” haberinin kendisine bir yıl önce AKP Gençlik Kolları kaynaklarından geldiğini yazmaktadır.

Ayrıca yabancı basının yazdığına göre ABD ve Fransız birlikleri bir aydan beri Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlanmış durumdadır.

Yine Daily Telegraph Gazetesi’nin yazdığına göre, Suriye’de Esat sonrası rejimin organize edilmesi ve “Suriye’de, geçiş dönemi sonrası köy ve şehirlerde yerel yönetimleri üstlenmeleri için” ABD’li ve İngiliz ajanlar tarafından İstanbul’da “Haliç manzaralı apartmanlarda” muhalifler eğitilmektedirler.

Emperyalistlerin kendi ülkelerinde değil de ülkemiz topraklarında ajanları eliyle yürüttükleri Suriye karşıtı bu eylemlerinin, Irak ve Afganistan’dan çıkarttıkları derslerden sonra, kendileri kenarda durarak ülkemizin hızla Suriye bataklığına çekilmesinden başka bir anlamı bulunmamaktadır.

 

II- ŞÜPHELİLERİN FİİLLERİ ULUSAL ve ULUSLARARASI HUKUKA AÇIKÇA AYKIRIDIR. SAVAŞ SUÇU KAPSAMINDADIR

Şüphelilerin bilgisi ve denetiminde ve hatta açıktan kışkırtıcılığından gerçekleştirilen yukarıda sadece birkaçı yazılı olan bu terörist faaliyetlerin DEVLETİ DE TERÖRİST DEVLET durumuna düşürdüğü çok açıktır. Bu tür faaliyetlerin Devletler Hukuku’na göre suç olduğu sabittir.

Yine bu fiiller, Birleşmiş Milletler Şartı’nın “Amaç ve İlkeler” Bölümünün 2/1. Maddesinde düzenlenen: “Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.” ilkesi gereğince “egemen eşit” BM üyesi Suriye’ye karşı savaş ilanından başka bir şey değildir.

Oysa aynı BM Şartı’nın 2/4. Maddesinde: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” denilmektedir.

Yine bu eylemlerin; 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge” Ekinde belirtilen;

“Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır.

“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.

“Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz.

“Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır.

“Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir.

“Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür.

“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.” şeklindeki ilkelere aykırı olduğu açıktır. Hemen her gün bir yeni örneği ile karşılaştığımız uygulamalarla, egemen bir devletin (Suriye’nin) toprağına saldırı amacı taşıyan güçlerin ülkemizde örgütlendiklerini hatta bu güçlerin kontrolsüz bir şekilde kendi halkımıza karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz.

Bir başka anlatımla, 42 yıl önceki BM toplantısında kabul edilen bu ilkelerin bütün üye ülkeleri bağlayıcı hükümleri ortadayken, ne ülkemizde şüphelilerin temsil ettiği yürütme organının ne de başını AB-D Emperyalizminin çektiği Uluslararası Emperyalistlerin kendilerini bu taahhütlerle bağlı hissetmemesi, onların Dünyayı babalarından miras kalan bir çiftlik gibi görmesinden kaynaklanmaktadır.

 

III- ŞÜHPELİLER, ULUSAL HUKUKU DA HİÇE SAYMAKTALAR, ANAYASA ve TCK’NE AYKIRI TASARRUFLARDA BULUNMAKTADIRLAR

Bilindiği gibi Anayasa’nın “TBMM’nin Görev ve Yetkileri”ni düzenleyen 87. Maddesinde; “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, (…)” hükmüyle ÜLKENİN BAŞKA BİR ÜLKEYE KARŞI SAVAŞ İLANINA KARAR VERME YETKİSİ TBMM’NE BIRAKILMIŞTIR.

“Savaş Hali İlanı ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Verme”yi düzenleyen 92. Maddede de; “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.” denilmektedir.

Oysa şüpheliler, 1,5 yıldır devam eden Suriye sorununda ne TBMM’ne ne de halka bilgi vermiştir. Dahası bilgi vermek bir yana, açıktan yetki gaspında bulunarak Anayasa ile TBMM’nin görevleri arasında bulunan alanlara müdahale ederek, ülkeyi savaşın içine sürüklemişlerdir.

Yine basın yayın aracılığı ile yaptıkları açıklamaların tamamında, Suriye devletine karşı düşmanca bir dil kullanarak, bir zamanlar “terörist” dedikleri çakal sürülerini “özgürlük savaşçısı” diyerek eğitip silahlandırarak sınırlarımızdan Suriye topraklarını salmaları 5237 Sayılı TCK’nin 304 ve 306. Maddelerinde öngörülen; “Savaşa Tahrik” ve “Komşu Devlete Karşı Hasmane Hareket” suçlarını oluşturmaktadır.

Bilindiği gibi; 5237 Sayılı TCKnin “Devlete karşı savaşa tahrik” suçunu düzenleyen 304. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.” hükmü yer almaktadır. Şüpheliler, suç fiillerinin tamamını basın yayın yolu ile işledikleri sabit olduğundan cezanın ağırlaştırılmış hadden tayin edilmesi gerekmektedir. Aynı yasanın “Komşu devlete karşı hasmane hareket” başlıklı 306. Maddesinde ise; “Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir” denilmektedir. Dolayısıyla şüpheliler hakkında TCK’nin bu maddelerini ihlalden de dava açılması gerekmektedir.

 

IV- ŞÜPHELİLER VATANA İHANET SUÇU İŞLEMEKTEDİRLER

Gazetelerden öğrendiğimize göre, ABD’li düşünce kuruluşları 27 Haziran 2012’de Washington’da bir araya gelerek “Suriye Krizi” ile ilgili savaş oyunları oynamaktalar ve Ağustos 2012’den Nisan 2013’e kadar bölgede yaşanacakları dizayn etmekteler. Türkiye’nin savaşa dâhil edilmesi için önce Suriye’deki ölenlerin sayısının artırılacağı, bu yetmeyince Suriye’den kaçan mültecilerin sayısının artırılacağı bu da yetmeyince Türkiye’de Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi illerde bombaların patlatılacağı ve böylece Türkiye’nin Suriye’ye asker çıkarmasının sağlanacağına dair senaryolar yazmaktalar.

Gerçekten de son iki aydır Tarih hızlı akmaktadır ve Suriye’de yaşananlar Emperyalistlerin planladığı şekilde gelişmektedir. Emperyalistler, sadece ülkemizi değil, Suriye’nin diğer komşularını da içine alacak şekilde çok yönlü senaryolar uygulamaktalar. Ülkemizdeki bombalama eylemlerinin hangi kentlerde yapılacağını tayin eden Emperyalistlerin Suriye sınırındaki illeri seçmeleri tesadüfî değildir.

Emperyalistlerin, Suriye’deki amaçlarına ulaşınca arkasından İran’a sonrada ülkemize yönelecekleri gün gibi ortadadır. AB-D Emperyalistleri, Suriye’de elde edeceği başarı ile tüm Ortadoğu’da ve dolayısıyla Ülkemizde de bir mezhep çatışmasının, Arap-Kürt-Türk boğazlaşmasının temellerini atmaktadır. Böylece tüm bölge savaşın içine çekilecek ve Ortadoğu’da “sınırlar yeniden çizilecek”tir. Herkes bunu çok iyi görüyor. Ama bir tek AKP, Cemaatçi medya ve Parababaları bunu görmezden gelmektedir. Bu kesimlerin tamamı, sırf Amerika’nın desteğini almak ve biraz daha iktidarda kalabilmek için bu politikaları uygulamaktadırlar. Ya da önceki CIA Başkanı Leon Panetta’nın 5 günlük sır Ankara ziyaretinde önlerine koyduğu dosyalarının deşifre edilmemesi için bu ihanet bataklığında debelenip durmaktadırlar. Çünkü onlarda vatan, ulus sevgisi, insan yaşamının kutsallığı gibi erdemlerden eser yoktur.

 

V- Görüldüğü gibi ülkemiz AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçileri tarafından Suriye’yle ve bu ülkeyi destekleyen Rusya, Çin ve İran’la savaş haline getirilmiştir.  Amaçları ülkemizi Emperyalizmin Ortadoğu’daki “kasap satırı” yapmaktır. Aslında bu savaş Emperyalist Batı ile Mazlum Doğu Bloku arasındaki bir savaştır. Tek bir ülke ile sınırlı kalması mümkün değildir.

Uydurma gerekçelerle başlattıkları, CIA operasyonlarıyla Türk Ordusu’nun Antiemperyalist, Mustafa Kemalci, Yurtsever, Laik subayları Silivri toplama kampında tutulmaktadır. Bu nedenle AB-D Emperyalistlerinden iktidarı da muhalefeti de kimse hesap soramıyor. Öyle ki, bu durum Yunan Basının dahi diline düşmüş ve “Türk Ordusunun subayları tutuklandıktan sonra direnci zayıfladı” şeklinde yazılar yazılmaya başlanmıştır. Ancak batılı Emperyalistlerden tıpkı Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi hesap sorulacaktır. Halkların arasına sokulmak istenilen kin ve düşmanlık tohumları eninde sonunda yeşeremeden yok olacaktır. Çünkü Emperyalistler tarafından kışkırtılmadığı sürece hiçbir halkın başkasıyla herhangi bir sorunu olamaz. Halklar kardeştir.

 

Sonuç olarak; Şüphelilerin yukarıda belirtilen suçlarının sabit olduğu çok açıktır. Bağımsız, objektif ve hukukun üstünlüğüne uygun bir soruşturma yürütüldüğünde, şüphelilerin fiillerinin, altına imza koyduğumuz Birleşmiş Milletler Şartı, Cenevre Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin, Anayasa’nın 87 ve 92. maddeleriyle, TCK’nin 304. ve 306. maddelerinin ihlali olduğu kesindir. Bu suçlarından dolayı dokunulmazlık zırhına sığınamazlar, sığınamamalıdırlar.

Ülkemizin bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne, komşu ülkelerle barış içinde bir arada yaşama gerekliliğine inanan savcı ve yargıçların hâlâ bitmediğine inanmak istiyoruz. Bu nedenle suç duyurumuzu Türkiye ve Dünya Halklarına karşı bir sorumluluk olarak görüyor ve tarihe bir not düşmek için Sayın Makamınıza veriyoruz.

 

SONUÇ ve İSTEM………: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak anılan maddelerden yargılanmaları ve cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını, görev yönünden yüce divanın yargılama alanı giren suçlar açısından dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini vekâleten dileriz. 31.08.2012

 

Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

 

Vekilleri

 

Avukat Metin BAYYAR   Avukat Sait KIRAN   Avukat Doğan ERKAN