Türkiye’de Hukukun ve Bağımsız Yargının kökünün kazındığına dair bir somut kanıt daha…
Tayyip ve oğlu Bilal’in hesaba kitaba sığmaz vurgunlarından biri olan Konya’daki öğrenci yurdu vurgununa dair bir suç duyurusunda bulunmuştuk dün, tabiî Konya’da. Hatırlanacağı gibi Konya İl Özel İdaresinin bir milyon sekiz yüz bin lira harcayarak yaptırdığı; köy ve kasabalardan gelecek yoksul çocukları barındıracak öğrenci yurdu, 29 yıllığına hiçbir karşılık alınmaksızın Bilal’in başkanı olduğu TÜRGEV’e devredilmişti. Yani peşkeş çekilmişti.
İşin garibi Kredi ve Yurtlar Kurumu bu binanın 100 metre ilerisinde özel bir şahıs malı olan binayı, aylık 160 bin lira ödemek kaydıyla, kiralamış ve yurt olarak kullanıma sokmuştu.
Burada iki yönlü bir vurgun vardı: 1- Bilal’in yaptığı vurgun, 2- Yandaş özel şahıstan kiralanan fahiş fiyatlı yurtla ilgili vurgun. Yani hem Bilal vuruyor, aşırıyor kamu malını, hem de yandaş özel vatandaş. Tayyipgiller böyledir işte. Onların vurgunları da en hayâsızca olan türdendir.
Bu çifte vurguna ilişkin dün vurguncular hakkında suç duyurusunda bulunduk Konya Adliyesinde.
Vurguncular; Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal idi ve suç ortakları ise Konya Valisi, Konya Özel İdaresi İl Genel Meclisi üyeleri ve Kredi Yurtlar Kurumu yöneticileri idi. (Suç duyurumuzun tam metni http://www.kurtuluspartisi.org/15-mansetler/586-hkp-genel-merkezi-tarafindan-turgev-yoneticileri-ve-gorevliler-hakkinda-suc-duyurusu.html linkinden okunabilir.)
Bugün konu etmek istediğimiz, Türkiye’nin içine düşürüldüğü şu içler acısı durumdur:
Konya’da yaşayan ve Konya Barosuna kayıtlı Yoldaşımız Orhan Özer, hazırladığı suç duyurusu dilekçesini Adliyeye götürür. Kapısını çaldığı ilk Cumhuriyet Savcısı dilekçeyi alamayacağını belirtir. İkincisi de aynı tutumu alır, kibarca. Arkadaşımız 1970’ten bu yana Konya’da mesleğini yaptığı için savcılarla şahsen de tanışmaktadır, işi gereği. Odasına girdiği üçüncü savcı Yoldaşımıza aynen şu iki cümleyi söyler: “Orhan Bey Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz. Bu sıkıntı yaratır.” Yani böylece her üç savcı da dilekçeyi kabulden kaçınır.
Bunun üzerine arkadaşımız Konya Cumhuriyet Başsavcısına yönelir ve durumu anlatır. Başsavcı bir telefon görüşmesinden sonra arkadaşımızı bir savcıya yönlendirir. Dilekçemizi o kabul eder.
Anlaşılıyor ki Başsavcı hukukun, yargının, adliyenin ve savcı arkadaşlarının içine itildiği hazin durumu daha da ağırlaştırmamak için böyle bir çözüm bulur.
Ne yapsın savcılar?..
Alıp hukuku uygulasa yani vurguncuların ihlal ettikleri yasa maddelerinin ruhunu ve lafzını sentezleyerek ortaya çıkardığı adaletin gereğini vicdanlarıyla yapmaya kalksalar adları gibi biliyorlar ki, anında “Paralelci ve Vatan Haini”, “Darbeci” olarak yaftalanacaklar, sonrasında da başlarına türlü musibetler getirilecektir. O sebepten iyisi mi ben bu işe hiç bulaşmamış olayım, diye düşünerek kendilerini korumaya çalışmaktadırlar.
Gerçek bir hukuk devletinde hiç kimsenin, bırakalım etkide bulunmaya, dokundurma yoluyla söz söylemeye bile cesaret edemeyeceği bu kişiler, bugün bu halde olursa sıradan bürokratlar, memurlar, işçiler, köylüler, aydınlar, bilim insanları ve gazeteciler ne yapsın?.. Onlar da nihayetinde ev bucak, çoluk çocuk sahibi. İşinden gücünden edilirse, uzak yerlere sürülürse, kurduğu düzen darmadağın olursa, bunun sonucu ne olur?.. Ailelerinin tümü perişan olur. Sıkıntılar, acılar çeker, kayıplara uğrarlar.
İşte bir AB-D Projesi olan Tayyipgiller İktidarı, 12 yıldan bu yana tüm topluma her gün kerte kerte artan bir oranda uyguladığı şiddetle insanlarımızı bu hale getirdi. Terörize etti, sindirdi, korkuttu. Kendi çok sevdiği deyişle “Taraf olmayanları bertaraf et”ti.
Tabiî tüm taraftarlarını da berhudar etti. Zenginleştirdi. Bir bölümünü de milyonlar, yüz milyonlar, milyar dolarlar sahibi etti.
Sefalete ittiği, kansızca sömürdüğü, ekonomik zulüm uyguladığı 20 milyon civarında insanımızı da oy karşılığında sadakaya bağladı, dağıttığı alışveriş çekleriyle ve kışlık kömürle.
Tabiî en büyük vurgunu da görevden alınan Deniz Feneri Savcısı, namuslu hukukçu Abdülvahap Yaren’in tanımlamasıyla “Hırsızlar İmparatoru” olan Tayyip ve ailesi yapıyor, vuruyor.
AKP’yi kuran dört üst düzey yöneticiden biri olan ve de AKP Programının yazarı Abdüllatif Şener’in iddiasına göre Tayyip’in şu anda aşırdığı kamu mallarının tutarı “100 milyar dolar”dan az değildir.
Kısıklı’daki villasında bir anlamda suçüstü edilen 1 milyar dolar sadece şu an elinde bulunan nakittir. Yani şu anın nakitidir, yine A. Şener’in iddiasına göre. Bu miktar Tayyip’in genel vurgununun ancak yüzde biridir.
Türkiye’yi böylesine vurgun yerine, yağma sofrasına çeviren Tayyip, elbette hırsızlıklarının hesabının sorulmasından kurtulmak için hukuksuzluğa sığınacaktır. Kendini, ailesini ve yandaşlarını her türlü kanunun kapsama alanı dışına, üstüne çıkaracaktır. Yani yargılanmaz kılacaktır kendilerini Tayyipgiller. Zaten öyle de yapıyorlar. Daha da pekiştirecekler, muhkemleştirecekler hukuksuzluklarını.
Hep söylediğimiz gibi Türkiye’de zaten gerçek bir demokrasi yoktu. Biçimcil, görünüşte bir demokrasi vardı. Daha doğrusu bir demokrasicilik oyunu oynanıyordu. Bir kandırmacaydı bu.
Fakat 17 Aralık sonrasında Tayyip, var olan bu demokrasi suretini, görünüşünü de paramparça edip bir kenara fırlatıp attı. Şu an Türkiye’de demokrasinin ne ruhu vardır ne de kabuğu, sureti, biçimi…
İşte yukarıda andığımız trajik olay bunun yüzlerce kanıtından sadece biridir…
Tayyip, 17 Aralık sonrası hukuku da yasaları da mahkemeleri de berhava etmiştir. Yerle bir etmiştir. Tabiî bu arada kendisi de tüm meşruiyetini yitirmiştir. Çünkü kendilerini o makamlara getiren yasaları ve kurumları kendi elleriyle parçalayıp kırıp, döküp, fırlatıp atmıştır. Böylece de onların kendilerinin Başbakanlık, Bakanlık, Milletvekilliği sıfatları ortadan kalkmıştır.
Onlar artık kriminal bir örgüttür. “Çıkar Amaçlı bir Suç Örgütü”dür. Bir çetedir sadece. İşte yukarıda andığımız savcılar da bunların böyle oluşlarından dolayı korkmaktadırlar, görevlerini yapmaktan geri durmak istemektedirler.
Bir Hırsızlar İmparatoru, bir çete Türkiye’yi tutsak etmiştir. Hiçbir meşruiyeti yoktur bunların. Bunlar geçim derdindeki, evlad-ü ıyal derdindeki sıradan insanlarımızı korkutabilirler. Nitekim korkutmuşlardır da işte.
Ama darağaçlarının sallanan yağlı urganları, yanıbaşımızdan vınlayarak geçen faşist kurşunları ve faşist cellâtların işkenceleri karşısında öfkeden ve hırstan kahkahalar atarak yumruğunu sıkan biz gerçek devrimcilere, bunların yaptığı ve yapacakları bütün zulümler vız gelir. Bizi asla korkutamazlar, yıldıramazlar.
Biz, bu halk ve bu vatan için daha yolun başında kelleyi koltuğa almışız. Zindan da ölüm de bizim için hiç yazar.
Bunlardan yaptıkları tüm hırsızlıkların, tüm zulümlerin, tüm caniliklerin ve tüm ihanetlerin hesabını bir bir soracağız. Muhakkak soracağız. Hiç boşuna umuda kapılmasınlar. Kurtuluşları yok…
Biz sanatseveriz. Şiirseveriz, müzikseveriz, sanatın tüm dallarını severiz. Bu sebeple Tayyipgiller’e dair yukarıda anlattıklarımızı ve onlar hakkındaki hükmümüzü bir de rahmetli yiğit Devrimci Ozanımız Aşık İhsani’nin dizeleriyle ortaya koyalım istedik. Dinle Tayyip! Dinle Tayyipgiller şürekası:
Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar
Geliyoruz, geleceğiz yakındır.
Kim nerede ne işliyor hepsini
Biliyoruz bileceğiz yakındır.
Bölüşmüşler memleketin varını
Bekliyoruz hele gelsin yarını
Elimizin nasır balyozlarını
Başlarına vuracağız yakındır.
Din alıp satmaya vermişler hızı
Hele şu ağalık başlıca sızı
Zorlanıp alınan haklarımızı
Fitil fitil alacağız yakındır.
Aç ölürüz tok yaşıyorlar bu neden
Yıkılsın bu hale hükümet eden
Şura doğu şura batı demeden
Güvercinler salacağız yakındır.
Eridi yokuşlar yöneldik düze
Boşuna bu çaba bu engel bize
İşçi köylü kendi meclisimize
Biz kendimiz dolacağız yakındır.
Aşık İhsani 08.05.2014
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi