Türk Ordusuna karşı kurulan kumpasa HKP’den suç duyurusu
Söz konusu Mustafa Kemalcilik, Yurtseverlik, Laiklik olduğunda paslaşıp kumpası kurdular. Hasdal’a, Silivri’ye, Maltepe’ye tıktılar Vatansever Subayları, Gazeteci, Yazar, Aydınları. Sahteliği yüzde yüz kanıtlanmış delillerle, Hukuku katlede katlede esir aldılar Yurtseverleri. Türk Ordusunu şamar oğlanına çevirdiler, mühimmatını taşıyamaz hale getirdiler. Vurgunlarına, soygunlarına,
efendi AB-D Emperyalistlerinin Dünya Halklarını sağmal sürüye çevirme projelerine, tırlarla Suriye Halkını vurmak için taşınan silahlara ses çıkaramasın diye kumpas kurdular, çuvallar geçirdiler Türk Ordusuna.
AB-D Emperyalistlerinin isteği yerine gelmişti. Amaç hasıl olmuş, kendilerine hizmet edecek, vurgunlarına, soygunlarına, yeni Sevr’e gidecek düzenlemelere ses çıkartmayacak özel, güzel, çapsız tören paşalarını tedavüle soktular. Şimdi sıra ganimeti paylaşmaya gelmişti.
Söz konusu ganimet olunca, zamanında Türk Ordusuna karşı paslaşıp kumpas kuranlar, birbirlerine düştüler. Leş kargaları, Tayyipgiller ve İblis Feto Cemaati, birbirlerini gagalamaya, pisliklerini ortaya dökmeye başladılar. Ergenekon, balyoz operasyonları başladığı ilk günlerde Partimizin teori gücüyle gördüğü Türk Ordusuna karşı kumpası, komployu, leş kargaları birbirlerini ifşa ederken ikrar etmiş oldular.
Türk Ordusuna karşı AB-D Emperyalistlerinin emirleri doğrultusunda saldırı başlatan Tayyipgillere ve CIA İslamcısı İblis’e karşı suç duyurularında bulunup tarihe not düşen Partimiz, leş kargalarının itiraflarıyla açığa çıkan kumpasa karşı bir kez daha Ankara Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Basın açıklamasıyla birlikte yaptık suç duyurusunu. HKP Ankara İl Sekreteri Av. Doğan Erkan yaptı basın açıklamasını. “Kumpası birlikte kurdunuz, birlikte yürüttünüz, suçlusunuz” dedik Ortaçağcı, ABD’ci, CIA’cı, AB’ci, gericilere. Dedik ya tarihe not düşme anlamında bu açılan davalar. Bu güruh Demokratik Halk İktidarında kurulacak Halk Mahkemelerinde yargılandıkları zaman cezaları kesilecektir. Gerçek hesabı o zaman vereceklerdir. Eninde sonunda bu gerçekle yüzleşecekler. Kaçışları yok bundan.
Ankara’dan Kurtuluş Partililer
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN : Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
V E K İ L L E R İ : Av. Metin Bayyar, Av. Sait Kıran, Av.Doğan Erkan
Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No: 4/15 Sıhhıye/ANKARA
Ş Ü P H E L İ L E R : 1- Fethullah Gülen
2- Recep Tayyip Erdoğan
3- Mehmet Ali Şahin
4- Yalçın Akdoğan
5- İhsan Arslan
6- Suça karıştığı tespit edilecek tüm şahıslar
S U Ç : Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma (TCK m. 220), Bilişim Sistemine Girme (TCK m. 243), Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme ve Değiştirme (TCK m. 244), Görevi Kötüye Kullanma (TCK m. 257), İftira (TCK m. 267), Suç Uydurma (TCK m. 271), Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi (TCK m. 279), Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya Değiştirme (TCK 281), Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etmek ve Bunlar Üzerinde Sahtecilik Yapmak (TCK m. 326)
BEYANLARIMIZ :
1- Bilindiği gibi yargılaması İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde yapılan “Ergenekon” ve “Balyoz” davasında yargılanan yüzlerce emekli ve muvazzaf subay/astsubay hakkında müebbet dahil olmak üzere pek çok cezalar verildi. Bu askerlerin çoğu yıllardır tutuklu durumdalar. İftiralara dayanamayan bazı askerlerimiz ise yaşadıkları acılar sonucunda kendi yaşamlarına kıydılar.
Balyoz davası, 2003 yılında 1. Ordu’da darbe planı hazırlandığı iddiasıyla sanal, imzasız ihbar mektuplarıyla başlatılan operasyonlar sonucunda açılmıştı.
Ergenekon davası ise, bir evin çatısında “bulunan” el bombalarıyla, arkasından şaibeli gizli tanıklarla, bilgisayarlara sonradan eklendiği yazılım firmalarının ve TÜBİTAK araştırmalarının raporlarıyla ortaya çıkan bir başka hukuksuzluk sürecidir.
Sanık avukatları her iki davanın dışarıdan “üretilen” dijital verilere dayandırıldığını, üretilen bu “belge”lerin sahteliklerini somut maddi delillerle kanıtladıkları halde, açıkça siyasal/ideolojik yaklaşan mahkeme; hukuki hiçbir değeri bulunmayan sanal ihbar mektuplarını, itirafçıların ifadelerini, önceden kararlaştırıldığı malum olan mahkumiyet kararlarının dayanağı ve gerekçesi yapmıştır.
2- Gelinen noktada, siyasal iktidarı oluşturan güçler (AKP ve Fetullah Gülen Cemaati), siyasal ve ekonomik nedenlerle birbirlerine düşmüş; Ergenekon, Balyoz, OdaTv, KCK gibi siyasal davalarda “ortak düşmana” karşı hukuk maskeli operasyonel faaliyet yürütürken akıllarına gelmeyen, “masumiyet karinesi”, “yetki aşan savcılar”, “yargı bağımsızlığı”, “yargının siyasi bir güç olarak kullanılması”, “komplo”, “kumpas” gibi kavramlar, tarafların ağzından düşmemeye başlamıştır.
Biz Devrimci Avukatların yorulmaksızın dile getirdiği, “hukukun egemen sınıfların elinde bir tahakküm silahı olması” gerçeği karşısında, homojen bir “hukukun üstünlüğü” kuramının pratikte mümkün olamayacağı, ancak “üstünlerin hukuku”nun gerçeklik kazanacağı tezimiz teorik bir tartışma olmaktan çıkıp, sürecin doğruladığı bir realite olmuştur.
Bu nedenle, bugüne kadar müvekkil partinin, çeşitli düzeylerdeki siyasi iktidar temsilcileri hakkında yaptığı, yolsuzluk, sahtecilik, suç örgütü kurma, davalara ve yargıya müdahale vb. konulardaki onlarca suç duyurusunda objektif-açık kanıtlara rağmen “kovuşturmaya yer olmadığı” kararları verilmiştir. Zira bugüne kadar AKP ve cemaat birbirine çoğunlukla eklemlenmiş ve “hukuk” kendileri aleyhine çalışmaz hale gelmişti.
Tabiî anılan “tahakküm hukuku”; “doğal hukuk”un kazanılmış ileri-demokratik-normatif yanıyla düşünebilen, adil, namuslu, bağımsız savcı ve hâkimlerin olmadığı anlamına gelmemelidir.
Şu an için var olan Cemaat-AKP dalaşının kazananı, ABD’nin tercih ettiği taraf olacaktır. Ancak bu kirli savaşın, pek çok teşhir, ifşa ve tevil yollu ikrar olanakları taşıdığı, yaşanmış hukuksuzlukları tarafların ortaya sermek zorunda kalacağı açıktır.
Nitekim taraflar, yukarıda saydığımız açıkça siyasi yargılamalardaki hukuksuzlukların suçunu birbirlerine atmaktadırlar.
3- Bu ikrar-ifşalardan en önemlisi, Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’dan geldi:
“Akdoğan’dan Gülen’e kritik mesaj
“Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan, kirli odaklarla işbirliği yapmakla eleştirdiği cemaate, şok bir suçlamada bulundu!
“Hükümet cemaat gerilimini Star gazetesindeki köşesinde “Ellerinde nur mu var, topuz mu” başlıklı yazısı ile kaleme alan Başbakan Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden Yalçın Akdoğan…, yazısında Gülen’in beddualı sözlerinin yer aldığı açıklamasına değinen Akdoğan, ”Başbakan Erdoğan kendisine her türlü hakareti, saygısızlığı ve bedduayı yapan kişilere karşı “Biz Müslüman’a lanetle emrolunmuş bir toplum değiliz, biz Müslüman’ın hidayetinin artması için dua ederiz, laneti için değil” diyerek bir erdem ve fazilet dersi verdi” ifadelerini kullandı. Akdoğan’ın yazısında vurgu yaptığı ilginç bir bölüm de vardı. Yazısının başlığını “Ellerinde nur mu var topuz mu” şeklinde atan Akdoğan, Türk ordusuna kumpas kurulduğunu ileri sürdü: ”KENDİ ÜLKESİNİN MİLLİ ORDUSUNA, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini çok iyi bilir” diye yazdı.” (www.sozcu.com.tr)
İşte bu beyan, “merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” deyimini hatırlatmaktadır bizlere. Tayyip Erdoğan’ın bu kadar yakınında olan bir isim, bu kumpastan haberdar olurken, Tayyip Erdoğan’ın haberdar olmaması düşünülemez.
Nitekim bu kumpasın bir başka itirafı olarak şüpheli Tayyip Erdoğan, “Ergenekon Operasyonu”nun yapıldığı ilk günlerde, “BEN BU DAVANIN SAVCISIYIM” demek suretiyle “kumpas”a dahlini ve kumpastaki aktif rolünü ikrar etmişti.
Süreç içerisinde de şöyle demişti Tayyip Erdoğan: “Başbakan Tayyip Erdoğan, Yüksek Düzeyli İstişare Konseyi toplantısı için gittiği Rusya’dan dönerken gündeme ilişkin konularla ilgili önemli açıklamalarda bulundu… Erdoğan “CEMAAT ÜYELERİ ŞİMDİYE KADAR BİZDEN NE TALEP ETTİLER DE YAPMADIK” yanıtını verdi.” (www.anadoluhaberim.com)
Bu “bizden ne talep ettiler de yapmadık” ifadesi, yargı içerisinde kurulan kumpasta da birlikte hareket edildiğinin tevil yollu ikrarıdır. Kaldı ki anılan düzeyde bir organizasyon kurulması, adı geçen şüphelilerin bunu kolaylaştırması olmadan mümkün değildir.
Bir başka ifşa-ikrar, AKP’nin eski adalet bakanı, şimdiki genel başkan yardımcısı Mehmet Ali Şahin’den geldi:
“AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Karabük’te Vali Nafiz Kayalı Gençlik Merkezi’nde düzenlenen partisinin il danışma meclisi toplantısına katıldı. Partililere hitaben konuşan Şahin, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın ‘Seçim stratejisi belli olmuştur, gelin deşifre edelim’ başlıklı yazısını okuyarak, şöyle konuştu…
“Cemaat; Fethullah Hoca cemaati dediğimiz bizlerin kardeşleri. Ancak acaba yargı içinde bu cemaate sempati duyanlar, birtakım yargıçlar bu projede görev üstlenmiş olabilirler mi? Buna ihtimal verebilir misiniz? Burada ilk defa açıklıyorum. Bu haberi aldığımda uzun süre düşündüm, inanmak istemedim, araştırdım, soruşturdum ve doğru olabileceği kanaatine vardım. Önemli bir holdingin başında bulunan bir kişi hakkında bir ceza davası var ve mahkûm olmuş. Dosya Yargıtay’a gelmiş. Yargıtay’da ‘CEMAATİN İMAMI’ diye nitelendirilen kişi, ismi bende saklı kendisini tanıyorum. Bu önemli kişinin dosyası ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pensilvanya’ya göndermiştir. Bir savcı, bir hâkim böyle bir şey yapabilir mi? diye sordum kendime kafam hafızam kabul etmedi. Ama araştırdığımda maalesef bunun doğru olduğu kanaatine vardım. Kamuda görevli bir takım işgüzarlar var” (www.odatv.com)
Yargıtay’ın Mehmet Ali Şahin’e hitaben yaptığı “bu kişileri bize bildirin” açıklamasına da Şahin’in “usulüne uygun isterseniz bildiririm” minvalinde yanıt verdiği yine basına yansımıştır. Bu şüpheli açısından “görevi kötüye kullanma”, “suçu bildirmeme”, “suç delillerini gizleme” eylemleri sübuta ermiştir. Sen bir kamu görevlisisin, öğrendiğin suçu bildirmek için hangi “usul”ü bekliyorsun?
Dolayısıyla, Adalet Bakanlığı yapacak kadar yargı örgütünün içinde, fiilen başında bulunmuş bir AKP’li de, bu ifşa ettiği yapılanmanın dışında olamaz. Bu nedenle kendisini “Fetullah Hoca cemaatinin kardeşi” ilan etmiştir. Aralarındaki ilişki böylesine girift, iç içedir.
Kaldı ki devletin bakanlık, başbakanlık, milletvekilliği koltuklarında oturan şüphelilerin, en iyimser yorumla “bilgisine sahip oldukları” yargı içindeki bu organizasyonu ihbar etme, gerekli ceza soruşturmasının başlamasını sağlama görevleri vardır. Bugüne kadar neredeydiniz? Şayet dahil değilseniz bu yasa dışı örgütsel suç oluşumuyla ilgili ne yaptınız?
Açıkça görüleceği üzere adı geçenlerin, Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi (TCK m. 279), Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya Değiştirme (TCK 281) bağlamlarında da cezai sorumlulukları doğmuştur.
4- Bugün AKP ileri gelenlerince ifşa-ikrar edilen, Tayyip Erdoğan tarafından ise “ÇETE” olarak tanımlanan yargı içerisindeki suç örgütünün, “hukuk” maskesiyle gerçekleştirdiği hukuksuzluklar üzerine, Balyoz davasının yargılaması devam ederken Çetin Doğan; “Balyoz Operasyonu”nun dayanağı yapılan 1. Ordu Komutanlığı’nda 5-7 Mart 2003 tarihinde yapılan Plan Semineri ile ilgili maddi temeli çok güçlü olan önemli iddialar ileri sürmüştü:
“Anladığım kadarı ile benim Birinci Ordu Komutanlığı’ndan ayrılmamdan sonra, Karargah içerisinde aşama aşama detaylı araştırmalar yapılarak, Kozmik Büro’ya ve Muhabere Bilgi Sistemler Başkanlığı’nın (MEBS) sistemlerine girilmiş, öncelikle 05-07 Mart tarihlerinde icra edilen Ordu Plan Semineri kayıtları ve dokümanları, plan seminerinde jenerik bir senaryoya göre irdelediğimiz Egemen Planı dışarıya çıkartılarak, bir darbe izi taraması yapılmıştır.
“…Bütün bunları yazış nedenim, kozmik büroya esas girişin emir-komuta zinciri içerisinde yapıldığının, dışarıya çıkartılan doküman ve ses kayıtlarında bir darbe izinin bulunmamasının ardından dokümanların tekrar kozmik büroya sokulmadığının, imha edildiği söylenen belgelerin muhtemelen “iyi niyetle yukarılara” taşındığı varsayımının gerçekçi bir yaklaşım olduğunun ortaya konması içindir.
“Birinci Ordu Karargahı’nda Ordu’nun kozmik bürosundan çok güvenilir ve yetkili bir “köstebeğin” bir veya birkaç evrakı dışarıya çıkarabileceği varsayımı, akla ve mantığa uygun gelebilir.
“Kaldı ki, bu “bavulun” içerisinde Birinci Ordu Karargâhı kozmik bürosunda bulunmayan, bulunmasına da olanak olmayan, (Ordu’nun kendi organik kuruluşunda olmayan) Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı unsurlarınca hazırlandığı ileri sürülen uydurma planlar da çıkmış durumda. Anlaşılan karacı subayımız (!) Birinci Ordu Karargâhı Kozmik Bürosundan çıktıktan sonra, Gölcük, Ankara, belki de Eskişehir’e kadar da uzanıvermiş ve kendisine kozmik bürolarda “özel ikramlarda” bulunulmuş!
“Evrakların “F Tipi Sahte Evrak ve Senaryo Üretim Merkezinden”, yandaş medya aracılığı ile değil, çok daha önceden ve doğrudan iletildiğine ilişkin ciddi kuşkular da bulunmaktadır. Savcılarımızın bir kısım sanıklar için hazırladığı ifade tutanaklarının altında görev yeri olarak halen bulundukları makamlar değil, 2006-2008 döneminde bulundukları makam ve yerlerin isimleri yazılmıştır. Bundan doğal olarak çıkarılacak sonuç; ilgili ve yetkililerin inceleme ve soruşturmalarının 2006 tarihine kadar uzandığıdır. Bu, aynı zamanda, özel yetkili savcılarımızın önlerine konan belgelerin bir kopyasının istenen “zamanda” kamuoyu yaratmak ve belirli kurumları etkilemek için yandaş medyaya sunulduğunu da göstermektedir.” (Çetin Doğan’ın Basın’a gönderdiği mektup.)
İşte bu tespitlerle Çetin Doğan, Ordu Plan Semineri ile “Balyoz Darbe Planı” arasındaki çelişkileri, benzemezlikleri, tutarsızlıkları deşifre etmişti. Yine operasyona konu olan “05-07 Mart tarihlerinde icra edilen Ordu Plan Semineri kayıtları” ile “dokümanların” dışarıya çıkartıldığını, kozmik bürolarda saklanan bu kayıt ve dokümanların ancak ve ancak bir “emir komuta zinciri içinde” dışarıya çıkartılmasının mümkün olabileceğini söylemişti. Ancak maddi gerçeğin ortaya çıkması bakımından, Çetin Doğan Paşa’nın yukarıdaki tespitlerinin hiçbiri hakkında inceleme yapılmamıştır.
Şüphelilerin doğrudan ya da dolaylı olarak içinde olduğu Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle “çete”nin müştereken gerçekleştirdiği suçların bir kısmı bunlardır. Bu eylemler, Bilişim Sistemine Girme (TCK m. 243), Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme ve Değiştirme (TCK m. 244), Görevi Kötüye Kullanma (TCK m. 257), İftira (TCK m. 267), Suç Uydurma (TCK m. 271), Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etmek ve Bunlar Üzerinde Sahtecilik Yapmak (TCK m. 326) suçlarına vücut vermektedir.
5- Orhan Aykut da Gazetecilere Yaptığı İtiraflarla Balyoz Davasında Kullanılan CD’lerin Kimler Tarafından, Nasıl Üretildiği Ortaya Sermişti
Anlatageldiğimiz suçlar konusunda Orhan Aykut da; “Balyoz Operasyonu”nun omurgası olan 1. Ordu Komutanlığı’nda 2003 Mart ayında yapılan Plan Semineri’ne ait belgelerin, 2007 yılında dönemin AKP milletvekili İhsan Arslan’a İstanbul Mövenpick Otel’inde teslim edildiğini, belgelerin Ankara’ya götürüldüğünü ve belgeler üzerinde değişiklikler yapılarak Taraf Gazetesi muhabirine verildiğini, yine Ergenekon-Poyrazköy kazılarında bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmatların İhsan Arslan’ın talimatıyla gömüldüğünü Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı ihbarda açıklamıştı. Savcılar Ercan Başaran ve Metin Arda’ya verdiği iki ayrı ifadede bu beyanlarını tekrarlamıştı.
Ancak her ne hikmetse Balyoz davasındaki isimsiz ihbar mektuplarını ciddiye alıp operasyon düzenleyen Savcılar bu açık ihbarlar karşısında ifade almakla yetinmişlerdi.
Sonraki gelişmelerle birlikte bizim bu konuda yaptığımız suç ihbarına savcılıkça verilen yanıt da değişmemişti: “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar…”
6- AB-D EMPERYALİZMİNİN TÜRK ORDUSUNU BİTİRME PLANLARI WİKİLEAKS BELGELERİNDE DE YAYIMLANMIŞTIR
AB-D Emperyalizmi, Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) eşbaşkanlık görevi verdiği şüphelilerden Tayyip Erdoğan’ın önünü açmak için her türlü planı yapmıştır. BOP ise dünyanın 1000 parçalı site devletçikleri halinde yönetilmesi amacıyla, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesini, bu arada Tükiye’nin de en az üçe bölünmesini amaçlamaktadır. Bu haritayı NATO dergilerinde yayımlamışlar, NATO’nun okullarında ders olarak okutmuşlardır.
Wikileaks Belgelerinden öğrendiğimize göre; dönemin ABD Büyükelçisi Robert Pearson, 6 Haziran 2003 tarihinde gönderdiği kriptoda şöyle demektedir:
“… (Türk generaller) AKP’den seçilmiş Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duymaktadır. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan menfaatlerinin korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Özkök’ün sadakatli duruşu sahiplenilmelidir.
“Muhalif generaller, Orgeneral Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmektedirler. Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir. Ancak, Türk ordusundaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz.
“Amerikan menfaatlerine karşı çıkan Org. Aytaç Yalman, Org. Şener Eruygur, Org. Çetin Doğan, Org. Hurşit Tolon, Org. Fevzi Türkeri, Org. Tuncer Kılınç, Org.Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün talimatlarına uymadıkları gibi her an muhtıra verebilirler. Bu bakımdan değerlendirildiğinde güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.” (Bkz. Sızıntı: Wikileaks’te Ünlü Türkler, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, Kırmızıkedi Yayınları, 2012, s. 178)
Yine bilindiği gibi Wikileaks Belgelerinde; Avrupa Birliği’nin Aralık 2004’te Türkiye ile müzakerelere başlanması kararını almadan önce Tayyip Erdoğan’dan Ege’deki operasyonları askıya almalarını istediği, Erdoğan’ın o tarihteki AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot’a; “Ordu benim kontrolümde olmadığı için uçuşları durduramıyorum” dediği de yayımlanmıştı.
Görüldüğü gibi ABD Büyükelçisi, ordudaki kendilerine yakın Hilmi Özkök gibi yandaşlarından memnuniyetini, Antiemperyalist subaylardan ise rahatsızlığını açıkça dile getiriyor. Ordunun tasfiye edilerek Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önünün açılması için de CIA tarafından organize edilen Ergenekon, Balyoz davaları, kaset operasyonları uygulamaya konuluyordu.
Özetçe, bu Ergenekon, Balyoz, Oda TV vb. davalar müvekkil partinin yayınlarında görüp gösterdiği gibi, Kontrgerilla Operasyonlarıdır. NATO üyesi tüm ülkelerde değişik isimlerle gizli örgütlenen (Gladyo, Süper Nato vb.) Kontrgerilla yapılanması bu davaların zeminini oluşturmaktadır. Bir başka anlatımla bizzat bu operasyonları yapan ve bu davaların açılmasını sağlayan örgütlenmenin kendisi gizli ve derin bir örgütlenmedir. Bugün bu örgütlenmeyi Tayyip Erdoğan bir başka tevil yollu ikrarıyla “paralel devlet” şeklinde tanımlamaktadır. Bu ikrarı bir değişiklikle kabul etmekteyiz: Paralel değil, DERİN DEVLET!
Sonuç olarak; BU OPERASYONLARIN BAŞLADIĞI İLK GÜNDEN İTİBAREN PARTİMİZİN “BUNLAR CIA OPERASYONUDUR, ÜLKEMİZDEKİ İLERİCİ, YURTSEVER, ANTİEMPERYALİST, MUSTAFA KEMALCİ AYDIN VE ASKERLERİN TASFİYE EDİLMESİDİR” ŞEKLİNDE YAPTIĞI TESPİT BİR KEZ DAHA DOĞRULANMIŞTIR
Ancak gün gelmiş, siyasal iktidarın “kardeşlik” ittifakı çatlamış, devlet aygıtının aparatlarına tek başına hükmetmek isteyen Tayyip Erdoğan ve ekibi ile ganimetten aldığı pay küçülmekte olan Fetullah Gülen cemaati birbirine düşmüştür.
Arkasına aldığı Emperyalist desteğin özellikle Gezi Direnişi’nden sonra yitmekte olduğunu gören AKP, kurulmuş bulunan “çete”nin TCK 220 bağlamındaki cezai sorumluluğundan ve mağlubiyetin hesabını dökülmekte olan “kale”nin yıkıntıları altındaki eski ortağı Cemaate bırakmak yoluyla siyasi sorumluğundan sıyrılma saikleriyle ifşalarda bulunmaktadır. Ancak bu beyanlar “ifşa yollu ikrar”dan başka bir şey değildir. Cezai ve siyasi sorumluluk, her iki tarafın da omuzlarındadır.
7- CUMHURİYET SAVCILARINI HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE UYGUN DAVRANMAYA, MADDİ GERÇEĞİ ORTAYA ÇIKARMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
Ceza Yargılamasının en temel ilkesi MADDİ GERÇEĞE ulaşmaktır. Artık “hukuk devleti” tasavvurunun çivisi çıkmış, “mızrak çuvala sığmaz” hale gelmiştir. Yargı’nın böylesine suç örgütleriyle yönlendirildiği, hukukun evrensel-normatif değerlerinin yok edildiği bir süreçte “bağımsız yargı” idealinin güç bulması, herkesten çok hâkim-savcıların görevidir.
“Türk Ordusu’na kumpas kuranlar”ın oluşturdukları suç örgütüyle birlikte ortaya çıkarılmasını ve cezalandırılmasını sağlamak, kendisine “hukukçuyum” diyenlerin boynunun borcudur artık!
Bu nedenle işbu suç duyurusunun yapılması zorunluluğu doğmuştur.
SONUÇ ve İSTEM..: Yukarıda arz edilen ve re’sen araştırılarak görülecek sebeplerle, şüphelilerin müştereken işledikleri ve ancak yasa dışı bir suç örgütü organizasyonuyla icrası kabil olan anılan suç eylemlerinden soruşturma yapılıp cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını müvekkil parti adına arz ve talep ederiz. 03/01/2014
Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
V e k i l l e r i
Av. Metin BAYYAR Av. Sait KIRAN Av. Doğan ERKAN