Sorosçu Kemal’in Yeni CHP’sinin ABD-AB hizmetkârlığından aldığı şu zevke bakın

abd-nin-sadakat-yariscilari_hkpSorosçu Kemal’in Yeni CHP’sinin ABD-AB hizmetkârlığından aldığı şu zevke bakın

21 Kasım’ın medya haberlerindendi. Yeni CHP’nin Finans-Kapital ajanı ekonomi uzmanı ve Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, aynen şunları söylemektedir:

“AB’deki ekonomik entegrasyon ve ortağı olan ülkelerde yaratacağı kalkınma ve refah imkanı Şangay denen yapıda yok. Bir kez daha gerçeğin ifade edilmediği, hamaset üzerine inşa edilmiş bir siyasetle karşı karşıyayız. Türkiye hayaller peşinde koşan değil, gerçeği inşa etmek isteyecek olan ve gerçeği inşa ederken de dünyayı doğru okuyan bir iktidara ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin yönü bellidir. Türkiye’yi kalkınmaya, refaha taşıyacak olan, bütün dünya ile iyi geçinebilen ama yüzünü asla Batı’dan geri çevirmeyen bir gelecektir. Buna ekonomik olarak ihtiyacımız var.” (http://www.haberturk.com/gundem/haber/1326820-selin-sayek-boke-refah-imkani-sangay-denen-yapida-yok)

Türkiye, özellikle de 1946’dan itibaren, “yüzünü asla Batı’dan geri çevirmeyen” bir siyaset izlemiş.

Peki, bugün gelinen nokta ne?

Olumlu bir nokta mı?

İşin tuhafı, Böke Hanımefendi de gelinen noktayı, yani Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu felaketin eşiği olarak belirliyor.

“Bu ne 1994 krizine ne 2001 krizine ne de 2009 krizine benzemiyor, bu farklı. Bu bir finansal sektör krizi değil, bu bir reel sektör krizi. Deprem dalgası yaygın. Reel sektör krizi 2001 krizine benzemeyecek olabilir ama sonuçlarının o krizden daha ağır olma potansiyeli çok yüksek. İlk defa Türkiye bir krize vatandaşları borçlu olarak, işsizliği çok yüksek ve yapışkan olarak, şirketleri ve bankaları yaygın bir borçluluk içerisinde yakalanıyor. Tüm siyaset kurumunun bugün tarihsel bir sorumluğu var.

“(…)

“Türkiye’de işsizliğin yüzde 11,3’e ulaştığını, 3 milyon 493 bin kişinin aramasına rağmen iş bulamadığını, 2 milyon 514 bin kişinin ise umudunu kaybedip iş dahi aramadığını ileri süren Böke, sadece 500 bin kişinin bu yıl işsiz kaldığını belirtti.

“(…)

“Genel Başkan Yardımcısı Böke, Türk lirasının (TL) 2016’nın başından itibaren yüzde 15 değer kaybettiğine işaret ederek, “Bu değer kaybının yüzde 90’ı Ekim ayının başından itibaren yaşanmış. Değer kaybının hızlandığı tarihe baktığınızda, karşınıza 3 Ekim çıkıyor. 3 Ekim, Bakanlar Kurulunun OHAL’in uzatılacağı haberini paylaştığı gün. O günden bu güne Türk Lirası yüzde 13’ün üzerinde değer kaybetti.

“(…)

“Türkiye’nin kısa vadede ödemesi gereken 167.8 milyar dolarlık bir borcunun olduğunu anımsatan Böke, 2016’nın başında ödenmesi gereken toplam borcun TL değeri 493 milyarken, yaşanan değer kaybıyla bugün ödenmesi gereken borcun 570 milyar liraya yükseldiğini ileri sürdü.” (agy)

Bizzat Böke Hanımefendi’nin itiraflarıyla, Türkiye’nin, Batılı Emperyalistlerin yörüngesine 1946’dan bu yana girmiş olması yüzünden içine düşürüldüğü ekonomik ortam budur.

Türkiye eğer ekonomide, siyasette, askerlikte, kültürde, medyada tam bağımsızlığa sahip bir ülke olsaydı, tüm bu anılan, sayılan olumsuzluklar ortaya çıkabilir miydi?

Kesinlikle hayır…

Türkiye’nin milli bir ekonomisi yok şu anda. Milli sanayi diye bir şey yok. Adı “sanayi şirketi” olan kuruluşların tamamı Batılı emperyalist tekellerin Türkiye’deki birer şubesinden ibarettir. Yani bir anlamda montaj sanayidir, Türkiye’deki sanayi.

İşte bu sebepten de, Türkiye’nin kendine özgü sanayi markaları yoktur.

Adı Türkçe olanların bile, aslı yabancı tekellerdir.

Emperyalistler, bir ülkeye girdikleri zaman, onun kapitalizmce gelişkin olmasına asla izin vermezler. Emperyalistlerin güdümünde olup da kendi sanayisini kurabilmiş bir tek örnek ülke yoktur dünyada. Türkiye bugün küçücük bir ülke olan Finlandiya’nın ürettiği cep telefonunu bile üretemez durumdadır. İsveç’in ürettiği otomobili üretemez durumdadır.

Yerli otomobil üreteceğiz, yaygarasını çok yaptı, hem AKP’giller, hem onun yandaş Parababaları.

Ama ortaya çıka çıka ne çıktı?

İsveç’in Saab adlı otomobil firmasının Türkiye’de, belki de Türkçe bir adla üretilmesinden ibaret olacakmış, bu güya “yerli otomobil” de.

Bu neyi gösterir?

Türkiye’de ulusal bir teknolojik altyapı yok. TÜSİAD’cıların, MÜSİAD’cıların, TİSK’çilerin tamamı, Batılı tekellerin taşeronları durumundadır. Ya da işbirlikçi ortakları durumundadır.

Batılı şirket, kendi ülkesinde yüzde 10-15 kârla üretim ve satış yapar. Ama bizdeki montajcılar, yüzde 80, yüzde 100 ve hatta 150’den aşağı kâra razı olmazlar. Zaten onları denetleyen filan da yoktur. Onların fahiş kârla pahalandırdıkları otomobil fiyatının üzerine, AKP’giller’in iktidarı da yüzde 170 vergi bindirerek en büyük sömürüyü, vurgunu yapmış olur. Sonuçta da olan, yoksul halkımıza olur.

Bir otomobil, Batı ülkeleri pazarında satıldığı fiyatın ortalama üç katı fiyata satılır Türkiye’de. Yani yerli Finans-Kapitalistler ve devlet, halkımızı böylesine sömürür, soyar.

Hatırlanacaktır; 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği sınırlı da olsa demokrasi ve özgürlük ortamında, devrimci Genç Subaylar ulusal otomobil üretme çabasına girişmişlerdi. Ve Devlet Demiryollarının Eskişehir’deki fabrikasında, namuslu, yurtsever, bağımsızlıkçı ve Mustafa Kemalci genç mühendisler, 6 ay gibi kısa bir zamanda her şeyiyle orijinal üç adet “Devrim” adı verilen yerli otomobili üretti.

Fakat Politik Devrim’in kısa sürede yerli-yabancı Parababaları tarafından nötralize edilmesi sebebiyle, bu yerli otomobil üretimi sabote edildi. Resmen durduruldu. Seri üretime geçilmesine izin verilmedi.

Bunlardan biri, Eskişehir Devlet Demiryolları Bölge Müdürlüğünün hizmetine verilerek tam 25 yıl makam aracı olarak, hiçbir sorun çıkarmadan kullanıldı. Yani böylesine kaliteli yapılmıştı.

Yine hatırlanacaktır; Mustafa Kemal, “İstikbal göklerdedir” şiarıyla yerli uçak üretiminin de yapılması için emirler vermişti. Ve Kayseri’de uçak fabrikası kurularak yerli uçaklar yapmaya başlamıştık. Hatta İtalya’ya bile uçaklar satmıştık. Fakat ne yazık ki bu da sabote edildi.

Demek istediğimiz; emperyalistler, sömürmek için geri bir ülkeye girdikleri zaman, o ülkenin ekonomisini, siyasetini, kültürünü, dinini, felsefesini, sanatını bütünüyle teslim alırlar ve kendilerine bağlarlar. Onlardan izinsiz hiçbir şey yapılamaz hale getirilir.

Buna bir örnek daha verelim:

“Bir silah fabrikatörünün bilinmeyen hayatı

“Trablusgarp’ta Atatürk’ün silah arkadaşı, Kafkasya’da İslam Ordusu Kumandanı, Sütlüce’de silah ve cephane fabrikatörüydü. Fabrikasına düzenlenen bir sabotajla kendisi de dahil her şey yok oldu. Araştırmacı Atilla Oral’ın ‘Nuri Killigil’ kitabı, cumhuriyet tarihinin ilk yerli silah fabrikatörlerinden, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil’in hayatına ve Türk savunma sanayiinin bilinmeyen tarihine ışık tutuyor.

“İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, savaşa giren ülkelerin toparlanmaya çalıştığı, Birleşmiş Milletler’in oluşturulduğu, Ortadoğu’da İsrail devletinin kurulduğu, Türk-Amerikan ilişkilerinin geliştiği yıllardı… 2 Mart 1949’da İstanbul’da Sütlüce’deki bir silah fabrikasında büyük bir patlama meydana geldi. Atatürk’ün, Kafkas İslam Ordusu Kumandanı ve aynı zamanda Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’ya kurdurduğu Nuri Killigil Silah ve Mühimmat Fabrikası’nın yok olmasıyla birlikte, yerli üretim Türk savunma sanayiinin de sonu gelecekti…” (http://www.bidoluhaber.tv/nuri-killigil-silah-ve-muhimmat-fabrikasi.html)

Bırakalım sanayi üretimini, Türkiye’nin tarımını bile çökertmiştir, Batılı Emperyalistler. IMF aracılığıyla, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası aracılığıyla… Bunların tamamının yönetimi, başta ABD gelmek üzere, Batılı Emperyalist Devletlerin elindedir.

Türkiye bugün, ekmeklik buğdayını bile Kanada’dan, ABD’den, Kazakistan’dan ve Ukrayna’dan almak durumunda kalmıştır. Ekmek dedik de… hatta samanı bile dışarıdan almaya mecbur bırakılmıştır. Şu anki et üretimi bile nüfusumuzu beslemeye yeter durumda değildir.

Halkımız, pahalılığından dolayı, özellikle de kırmızı et tüketemediği için, kasap tezgâhlarında et ürünleri görünebilmektedir. Fakat halkımız tüketemedikten sonra neye yarar…

Kaldı ki et bile belli aralıklarla ithal edilmektedir; Brezilya, Arjantin, Avusturalya gibi uzak diyarlardan.

Unutmayalım; Türkiye’nin kendi üretim gücüne dayalı bir milli parası da yoktur. Türk Lirası doğrudan dolara bağlanmıştır. Yani dolarizasyon vardır Türkiye’de de, tüm ABD uydusu ülkelerde olduğu gibi.

Amerikan Merkez Bankası’nın faizleri minimal düzeyde bile olsa indirmesi ya da yükseltmesi, anında Türk Lirasına yansır ve onu dalgalandırır.

Böyle bir ülkede hiç yerli ve milli bir ekonomiden söz edilebilir mi?

Adam tarımda neyi ekip ekmeyeceğine, ekmene izin verdiklerini ise ne miktarda üreteceğine kendisi karar veriyor. Ona bile senin sözün geçmiyor.

İşte bu sebeple, tarımın tamamını çökertmiş durumdadır, Batılı Emperyalistler ülkemizde.

CHP Genel Başkan Yardımcısı, Parababaları ekonomisti Böke, bu durumu olumlu buluyor. Tek yapılması gerekenin ise, uslu, emre amade bir uşak gibi Batı’nın her dediğini yapmak; onunla arayı asla açmamak, bozmamak olduğunu söylüyor. Yani yalnız ekonomice değil, siyasetçe de Batı’nın dediklerini yapmalıyız yalnızca, diyor. Batı’yla siyasi gerilime girersek, ekonomik kriz çıkar, diyor.

Bu hükümet Batı’yla gereksiz sürtüşmelere giriyor, bunun sonucu; Türkiye’nin ekonomik bir felakete sürüklenmesi olabilir, diyor. Üstelik de bu felaket, geçmiştekilerden çok daha büyük olur, diyor.

Eee, bu hanımefendi, Batı’yla tam entegre olmuş durumdadır. Oralarda uzun yıllar çalışmışlığı vardır. TBMM sitesindeki tanıtımında şöyle denir:

“Bentley Üniversitesi Ekonomi Bölümünde Öğretim Üyesi, Georgetown Üniversitesinde Ziyaretçi Öğretim Üyesi, Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümünde Öğretim Üyesi olarak görev yaptı. Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanlığı ve İktisadi ve İdari Sosyal Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevlerini yürüttü. Çeşitli uluslararası kuruluşlarda görev yaptı. 2007 yılında Almanya’daki Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsünün verdiği Küresel Ekonomide Mükemmeliyet Ödülü’nü (Excellence Award in Global Economic Affairs) kazanan 4 ekonomistten biri oldu.” (https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/milletvekillerimiz_sd.bilgi?p_donem=25&p_sicil=7168)

Böyle bir hanımefendinin Batı’dan kopabilmesi, Batı’dan ayrı bir dünyanın da yaşanabilir olmasına inanması beklenebilir mi?

Tabiî ki beklenemez.

Böyle olunca da, bağımsız bir ekonomiyi, bağımsız bir siyaseti, bağımsız bir kültürü kabullenmesi, savunması söz konusu olamaz böylelerinin.

Hani ünlü şairimiz Attila İlhan da der ya;

“Türk aydını Türk değildir.”

İşte bu kategori içindeki aydın tiplerindendir, Böke.

Onu oraya kim getirmiştir?

Sorosçu Kemal aracılığıyla Batılı Finans-Kapitalistler. Yani Batılı Emperyalistler. TR 705, Mehmet Bekaroğlu vb.lerini kim getirdiyse, bu hanımefendiyi de o getirmiştir.

Şimdi böyle bir partinin ABD ve AB Emperyalist haydutlarını olumsuz bulması, onların yaptığı sömürü, talan, katliam ve işgallere karşı çıkması, kuşkusuz düşünülemez. Böyle partiler de aslında “Türk değildir”, artık. Batılı Emperyalistlerin Türkiye’deki siyasi yürütme komiteleridir bunlar. İşte bu sebepten, biz Meclisteki Dört Amerikancı Burjuva Partisi için, “Halk, vatan ve millet düşmanı dörtlü çete”, diyoruz.

Ve işte bu sebepten; Sorosçu Kemal de, AKP’giller’in Kaçak Saraylı Reis’i, faşist MHP’nin Bahçeli’si ve HDP’nin Demirtaş’ı gibi Suriye’de Amerika’nın destekçisidirler. Hem de birbirleriyle yarış halinde…

Başka türlü dersek; namuslu, yurtsever lider Beşşar Esad ve Baas İktidarı’na düşmanlıkta birbirleriyle yarışmaktadır, bu Amerikan işbirlikçisi hainler güruhu.

Gelelim konunun bir başka yönüne:

Türkiye, Batı’dan kopup Doğu’ya yönelse ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne girse, bugünküne göre iyi mi olur yoksa kötü mü?

Bizce iyi olur. Çünkü Batı’nın Türkiye hakkındaki ve bölgemiz hakkındaki planları, projeleri, yapıp ettikleri 1990’dan bu yana apaçık ortadadır. Adamlar BOP’u hayata geçirme uğraşındadır, çeyrek asırdan bu yana.

İçinde bulunduğumuz ekonomik durumsa zaten malum. Siyaset de öyle. Hepsi ABD’nin kuklası.

ABD ve AB Emperyalistleri, insan soyunun en büyük düşmanı olan emperyalist haydut devletler topluluğudur. Bunlar insanlığa karşı sayısız suçlar işlemişler, sayısız katliamlar yapmışlar, yüz milyonlarca masum insanın hayatını yitirmesine sebep olmuşlardır.

Şangay İşbirliği Örgütü’ne bakarsak, kimler vardır burada?

“6 ÜYE

“Çin Halk Cumhuriyeti, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan, Özbekistan

“5 GÖZLEMCİ

“Afganistan, Hindistan, İran, Moğolistan, Pakistan

“6 DİYALOG PARTNERİ

“Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kamboçya, Sri Lanka, Türkiye

“3 DESTEKÇİ

“ASEAN, BDT, Türkmenistan.” (http://www.haberturk.com/gundem/haber/1326726-sangay-5lisi-nedir)

Rusya ve Çin’i çıkarırsak, geriye kalanlar Asya’nın mazlum ülkelerinden oluşur. Rusya ve Çin, ne yazık ki bugün sosyalizmi terkederek Kapitalist Düzene geçmişler ve sosyalist toplumun kazanımı olan yüksek teknolojiye dayalı ekonomi güçlerinin yoğunlaşması sebebiyle de, birer emperyalist devlet haline gelmişlerdir. Fakat bunların şu ana kadar birkaç bölgesel saldırgan askeri eylemi dışında büyük boyutlu savaşları, işgalleri, katliamları, talanları, ilhakları olmamıştır.

Yani bu iki devlet, turfanda emperyalistlerdir, acemi emperyalistlerdir. Zulümkârlık kapasiteleri bakımından, Batı’yla kıyaslanamayacak ölçüde küçük kalırlar. Önemsiz kalırlar.

Bu sebeple de, Türkiye’nin Batılı Emperyalist dünyadan kopup Doğu dünyasına yönelmesi, ona önemli oranda ekonomik ve siyasi bağımsızlık getirir.

Ha, tam bağımsızlık mı getirir?

Hayır.

Ama önemli oranda getirir. Bu da Türkiye’de bir yerli ulusal sanayinin oluşmasına başlangıç sağlayabilir. Üretim ve gelişim kapasitesini arttırmasına sebep olur. Yani Türkiye, bugünküne oranla daha hızlı gelişir ve daha çok üretir. Daha da bağımsız olur.

CHP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Böke’nin iddia ettiğinin tam tersi gerçekleşir.

Peki, Türkiye’nin Batı’dan kopması mevcut Parababaları düzeninde mümkün müdür?

Hayır.

Çünkü Türkiye, ekonomide, siyasette, askeriyede, kültür ve sanatta, iletişimde Batı’ya tümden kendisini teslim etmiştir. Böyle bir teslimiyetten kurtuluş, mevcut sömürü ve talan düzeni çerçevesinde imkânsız olmasa bile ona yakın ölçüde müşküldür, zordur.

Kaçak Saraylı Reis’in ve AKP’giller’inse bu işi yapması yine bir o kadar zordur. Çünkü, Kaçak Saraylı Reis’i de, onun AKP’gilleri’ni de planlayan, programlayan, projelendiren, var eden, iktidara getiren ve 14 yıldan bu yana da iktidarda tutan ABD-AB Emperyalist haydutlar çetesidir. Kendi yaratıcılarına ve iktidarda tutucularına meydan okuyamaz, AKP’giller.

Kaçak Saraylı Reis bazen atar tutar Batı’ya. Ama o sadece içeriye yöneliktir. Hüloogg’cularını kandırmaya yöneliktir.

Hani bir tarihte İsviçre Davos’ta bir “one minute” çekmişti, zamanın İsrail Devlet Başkanı Simon Peres’e. İşte o numarası da tamamen bir kandırmacaydı. Yani cahil, bilinçsiz insanlarımıza, kendisini Siyonist İsrail Devleti’nin karşıtı olarak gösterip kandırmaya yönelikti.

Zaten o tarihlerde İsrail Başbakanı Netanyahu da o işin kendilerine değil, tam tersine Türkiye içine yönelik bir gösteri olduğunu açıkça söylemişti.

Sonradan apaçık ortaya çıktı ki, Kaçak Saraylı Reis ve AKP’giller’i, o “one minute”in özrünü dileyebilmek için ABD’deki İsrail lobilerine tam 67 milyon dolar para vermiş. Başka türlü dersek, Kaçak Saraylı Reis, “İsrail’le bizim aramızı buluverin, beni affetsinler”, şeklindeki mesajını İsrail Devleti’ne iletip kabul ettirebilmeleri karşılığında 67 milyon doları bu Yahudi Lobi Şirketlerine veriyor. Bunun belgelerini Aykut Erdoğdu hem sitesinde yayımladı, hem de Meclisin koridorlarında sergiledi, bildiğimiz gibi. Hem de TV ekranlarından gösterdi.

Sözü özetlersek, arkadaşlar; tıpkı Kaçak Saraylı Reis’in AKP’giller’i gibi, TESEV’ci, Sorosçu Kemal’in Yeni CHP’si de tam bir ABD hizmetkârıdır. Onunla eklemlenmişlerdir. Onlardan kopmayı, dünyadan ayrılmakla eşdeğer saymaktadırlar.

Tabiî Meclisteki diğer iki Amerikancı Parti de öyle.

Zaten Wikileaks Belgeleri de bunların ne sadık işbirlikçiler, hizmetkârlar ve hainler olduğunu açık açık ortaya sermektedir.

Bunlardan halka yarar en küçük bir olumlu davranış beklenemez. Bunların Meclisteki yalandan kavgası da yine halklarımızı kandırmaya yöneliktir. Göstermelik bir kavgadır o. Oynanan bir tiyatrodur.

Bunlar tepeden tırnağa ihanete batmışlardır. İflah olmazlar… Geriye dönüşleri mümkünsüzdür. Dolayısıyla da hepsi suç işlemiştir.

Bu ruhu kirlenmişler, eninde sonunda halkın adaleti önüne çıkacaklar ve ihanetlerinin hesabını verecekler. Hikâyenin özeti bu…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

25 Kasım 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı