Saygıdeğer Halkımız; Şu kafaya bakın bir…

Saygıdeğer Halkımız;
Şu kafaya bakın bir. Adam, şirket yönetmekle ülke yönetmeyi aynı şey sanıyor.
Aynı zamanda da ülkeyi babasından miras kalmış ya da bir şekilde sahip olduğu şirketi sanıyor…

Görelim hemen, Kaçak Saraylı Hafız’ın dediklerini:

“Sizden benim istirhamım şudur: Yeni Türkiye’yi, Başkanlık Sistemini, Yeni Anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir iş adamı gibi, bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz?

“Değerli arkadaşlarım, benim derdim ne, biliyor musunuz?

“Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Öyle yönetilmelidir.

“Ve bu yeni Türkiye, inanıyorum ki, tabiî ki bu yeni anayasayla beraber olacak. Ve yeni anayasayla beraber de bu Başkanlık Sisteminin özellikle ülkemizde yerleşmesi gerekiyor. Tabiî bunun için de hedef 400 milletvekili. 400 milletvekilini verdiğiniz zaman, bu şu demektir, bakın biz size 400 milletvekili veriyoruz, A partisi, B partisi, C partisi neyse, siz şimdi buna layık olun, yeni anayasayı yapın ve Başkanlık Sistemini getirin.” (http://www.cnnturk.com/video/turkiye/ben-bu-ulkenin-anonim-sirket-gibi-yonetilmesini-istiyorum)

Saygıdeğer Halkımız;

Söylenen net. Böyle bir adamın, bırakalım Bakan, Başbakan, Devlet Başkanı olmasını, milletvekili ya da üst düzey bir bürokrat olmasını bile ülke açısından, vatanımız milletimiz açısından tehlikeli görmemiz gerekir.

Adam daha şirketle devletin farkını bilmiyor. Şirket yönetmekle ülke yönetmeyi aynı şey sanıyor.

Yahu, şirket en az 1 kişinindir. Ya da birkaç kişinindir. Şirketin sermayesi, mal varlığı, büyümesi, küçülmesi, batması, çıkması sadece onların sorumluluğudur ve de onları ilgilendirir. Şirket büyür, gelişir, güçlenir, sermaye ve üretim gücü, pazar hâkimiyeti artarsa; sahipleri kazançlı çıkmış olur. Onların servetleri-zenginlikleri artmış olur.

Peki, batarsa-iflas ederse ne olur?

Bu bir ya da birkaç kişi kaybetmiş, zarara uğramış olur…

Bir şirketin batması ya da çıkması, sahiplerinin dışında toplumu ancak dolaylı yoldan ilgilendirir. Diyelim ki şirket, teknoloji üreten, yüksek teknoloji ürünleri üreten bir sanayi şirketidir. Böyle durumda, ülkenin de bir anlamda kapitlaizmce daha ileri bir seviyeye ulaşmasına katkıda bulunmuş olur. Eğer batarsa da, ülkenin kapitalizmce gelişmesine, o şirketin üretim kapasitesi oranında zarar vermiş olur. Şirketin sermaye varlığı, mal varlığı, ancak el değiştirir, batması halinde. Yoksa, o varlıklar ülkeden yok olup gitmez. Başka kapitalistlerin eline geçmiş olur.

Şirket, dış pazarlara sahip bir şirketse, onun gelişip büyümesi, ülkeye döviz girişi sağlar, kapasitesi oranında. Batarsa da, o kaynak kurumuş olur.

Yani, demek istediğimiz; şirketlerin iyi ya da kötü yönetilmeleri, batmaları ya da çıkmaları doğrudan sahibi ya da sahipleri olan gerçek ya da tüzel kişileri ilgilendirir. Toplumu ise ancak dolaylı olarak etkiler, ilgilendirir.

Bu sebeplerden şirketleri, sahipleri kendi anlayışları, kapasiteleri, hırsları, öngörüleri, bilgi ve becerileri doğrultusunda, kimseye hesap vermeksizin yönetme hak ve yetkisine sahiptirler. Çünkü onların malıdır şirketler. Şirket çalışanları da, tümüyle patronlarına tabidirler. Patronları istediği anda onları işten atar, pozisyonlarını yükseltir ya da düşürür.

Odatv yazarlarından Kerem Çalışkan’ın da 14 Mart’ta bu konuya ilişkin güzel bir makalesi yayımlandı. İsterseniz oradan da bir paragraf aktaralım:

Eğer Türk milleti referandumda ‘Evet’ derse bu deneyi yaşayarak görecek…

“Türkiye Erdoğan’ın şirketi haline gelecek…

“Yani milletin, halkın tamamı vatandaş değil, ‘şirket elemanı’ haline gelecek…

“Bunun sonuçlarını da teninde hissedecek…

“Türkiye’yi şirket olarak yönetmenin çok önemli sosyal, ekonomik, politik, kültürel, etik ve felsefi bedelleri olacak…” (http://odatv.com/sirket-gibi-yonetmek-istiyorum-1403171200.html)

Oysa, ülke nedir?

Orada yaşayan on milyonlarca insanın eşit derecede hak sahibi olduğu bir maddi varlıktır. Vatandır, millettir, halktır. Onların Tarihidir, kültürüdür, töresidir, sanatıdır, dinidir, felsefesidir, bilimidir…

Demek ki, ülkenin kaderi, o ülke vatandaşlarının kaderidir, bir anlamda. Ülkemizin-memleketimizin gelişmesi, güçlenmesi, insanlarımızın özgür ve mutlu yaşaması, tüm halkın dileğidir. Ülkemizin kötü yönetilmesinden, felaketler yaşamasından, gerilemesinden ve hatta Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye gibi ölüm tarlalarına dönüp parça parça edilmesinden, milletimiz, halkımız, doğrudan etkilenir. Korkunç felaketler, acılar yaşar. On binler, yüz binler, hatta milyonlar yok yere hayatlarını kaybeder. Ülkenin ekonomik altyapısı çöker, cehenneme döner ülke…

İşte bu sebepten, ülkemizin yönetimi de dahil olmak üzere her şeyini tüm ülke halkı hassasiyetle ölçüp biçerek değerlendirmeli ve doğru kararlara varmalıdır. O doğru kararların yol göstericiliğinde yönetilmelidir memleket. Çünkü, ülkemizin yaşayacağı bir olumsuzluk, ülke halkının tamamını etkiler.

Aslında, ülkenin yönetiminde, ülke halkının tamamı söz sahibi olmalıdır. Tabiî doğru söze sahip olabilmesi için de, özgürce çalışan bir zihne, bilime, bilgiye, bilince sahip olmalıdır. Ancak böyle kişilikler ülke için kamunun yararına doğru düşünceler ortaya koyabilirler, doğru önerilerde bulunabilirler, doğru etkilemede, yönlendirmede bulunabilirler.

Bunun gerçekleşebilmesi için de, insanlarımızı, gelişimlerinin ilk adımından itibaren, bilimin verileri, doğruları ışığında eğitmeliyiz. Bilimsel ve laik bir eğitimle yetiştirmeliyiz, gençlerimizi. Tabiî bu arada insani, vicdani, ahlâki değerleri de yüklemeliyiz gençlerimize. İnsan sevgisini, hayvan sevgisini, doğa sevgisini yerleştirmeliyiz yüreklerine, bilinçlerine.

Her düşünce ve davranışta, kendi çıkarlarını değil, kamunun çıkarlarını öncelikli olarak görmelerini, ele almalarını öğretmeliyiz onlara.

İşte böyle insani, yüksek değerlere sahip insanlar, eşit derecede pay sahibi olmalıdır, söz ve karar sahibi olmalıdır, ülke yönetiminde.

Ancak o zaman ülkemiz, olumsuzluklar yaşamaz. Hep iyiye doğru, güzele doğru gelişir, büyür. Her geçen gün, insanlarımızın mutlulukları, yaşam süreleri ve kaliteleri artar.

Kaçak Saraylı Caligula ne diyor?

Ben tek başıma, kendi malım olan bir anonim şirketi yönetir gibi ülkeyi yönetmeliyim…

Bu kafa hasarlıdır. Hiçbir sağlıklı ruh yapısına sahip insan, böyle bir talepte bulunamaz.

Ne demiş halkımız?

“Beşer, şaşar.”

Başka ne der?

“Yanılmamak Allah’a mahsustur.”

Eğer ülkenin kaderi tek kişinin eline geçerse, o kişi, çok iyi niyetli bile olsa, felakete sürükleyip batırabilir ülkeyi, yanılgısından dolayı. Çünkü, bir kişinin aklı, bilgisi sınırlıdır. Hiç kimse her şeyi bilemez, her konuda uzman olamaz. Her şeyi bilirim, diyenler; ancak akıl hastanelerindedir.

Ortak akılsa, yanlışları, hataları en aza indirir. O sebepten de, güvenilen, daha doğrusu güvenilmesi gereken odur.

Kaldı ki, Kaçak Saraylı Caligula, bırakalım ülke yönetmeyi, bizce sıradan bir şirket yönetmeyi bile başarılı bir şekilde yapabilecek ruh durumuna, psikolojiye, bilgi ve bilince sahip değildir. 15 yıllık iktidarı bunun en açık kanıtıdır. 15 yıldan bu yana, o ve avanesi, vatana ihanet dahil, yüz kızartıcı suçlar dahil, hatta Türk Ceza Kanununudaki hemen her suç kapsamına giren binlerce suç işlemişlerdir. Ege’de, Lozan’da almış olduğumuz, birkaç tanesi Büyükada’dan daha büyük tam 18 Adamızı Yunanistan’ın işgal ve ilhak etmesine sadece seyirci kalmışlardır. Bugüne dek gık diyememişlerdir. Onlarda vatan millet sevgisinin, cesaretin zerresi yoktur.

Trilyonlarca dolarlık kamu malını hırsızlamışlar, aşırmışlar, zimmetlerine geçirmişlerdir. Ülke insanlarını din, mezhep ve milliyet temelinde bölmüşler, birbirlerine düşmanlaştırmışlardır. Yok yere binlerce masum Türk ve Kürt gencinin kanına girmişlerdir.

Ülkenin neredeyse tüm milli kuruluşlarını yani kamu mallarını, çoğu yabancılar olmak üzere, Parababaları şirketlerine peşkeş çekmişlerdir.

Yapımcıları olan ve onları iktidara getirip 15 yıldan bu yana da iktidarda tutan ABD-AB Emperyalist haydut devletlerinin emrinde, Ortadoğu Müslüman Halklarına kan kusturmuşlardır. O emperyalist haydut devletlerin, on milyon civarında Müslümanı katletmesinde taşeron rolü oynayarak, onların yardımcısı, destekçisi olmuşlardır. Yanaşması olmuşlardır. Daha da açığı, suç ortaklığı etmişlerdir onlarla. Ne komşu bırakmışlardır, ne sınır… Ülkemizi; dört milyon civarında Suriyeli, vatan ve millet sevgisinden yoksun insanın bedavadan yiyip, içip, barındığı mülteci kampı haline getirmişlerdir. Bazı bilim insanları, Kaçak Saraylı Caligula’nın 16 Nisan’dan galibiyetle çıkması durumunda, bu sayının yedi buçuk milyonu bulacağı öngörüsünde bulunmaktadırlar. Çünkü Caligula bunlara vatandaşlık hakkı tanıyarak, onları hülooğğ’cusu, yani yandaş seçmeni haline getirmeyi planlamaktadır.

Yine bildiğimiz gibi, bu zat, ABD-AB haydut devletleriyle Suudi Arabistan, Katar gibi hain krallıklarla birlikte, kendisinin de yaratıcısı olduğu Suriye faciası sonucunda ülkemize doluşan bu dört milyon insanın geçimine, yoksul, çilekeş halkımızın alınterinden gasp edilmiş 40 milyar doları bulan para aktarmıştır. Bu rakam, daha da yükselip gidecektir… Zam ve vergiler yoluyla alınmaktadır bu para halkımızdan, zorla…

Şu anda, halkımızın evlatları, Suriye çöllerinde Coniler ölmesin diye ABD haydutunun yarattığı IŞİD’in karşısına çıkarılarak ölüme gönderilmektedir.

Ne için bulunmaktadır Türk Ordusu Suriye’de?

ABD ve Rusya’ya taşeronluk etmek için. Onların vekâlet savaşını yürütmek için. BOP’un Suriye ayağının oluşturulmasında Tayyip’in ve AKP’giller’in üzerine aldıkları rolün gereğini yerine getirmek için. Yani, Amerikancı Burjuva Kürt Devleti’nin Suriye bölümünün oluşturulması ve kesin bir devlet statüsüne kavuşturulması için. Daha önce de söylediğimiz gibi, artık sırada Türkiye var. Yani BOP’un Türkiye parçasının hayata geçirilmesi işi var.

Kaçak Saraylı Caligula ve AKP’giller, işte bunun için iktidarda tutulmaktadır. 15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşı’nda Pensilvanyalı İmam’ın askerlerine karşı bu ihanet görevlerini yerine getirsinler diye galip getirtilmişlerdir AKP’giller, Amerika tarafından.

ABD Emperyalistleri, Kaçak Saraylı Caligula Türkiye’ye bu ölüm vuruşunu yapabilsin diye Başkan seçtirmek istiyorlar, 16 Nisan’da. Daha önce defaatle söylediğimiz gibi, Meclisi dolduran burjuva partilerinin üyelerinin neredeyse tamamı, her ne kadar Amerikan işbirlikçisi de olmuş olsalar, BOP’un, yani Yeni Sevr’in uygulanmasına, hayata geçirilmesine el kaldırmaktan, dolayısıyla da imza atmış olmaktan korktuklarından dolayı geri durabilirler. Bunun ileride hesabı sorulur, endişesine kapılabilirler.

İşte bu sebeple, ABD, Kaçak Saraylı Caligula’ya bir “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”yle bu işi yaptırtmak istiyor. Yani Türkiye’yi üç parçaya böldürtmek istiyor. Caligula, iktidarda kalması, ihanetlerinin ve işlemiş olduğu suçların hesabından kurtulması karşılığında bu vahim suçu da gözünü kırpmadan işleyebilir. Onun zaten, vatanımızla, milletimizle bir aidiyet bağı yok…

Saygıdeğer Halkımız;

İşte böylesine ölüm kalım günlerindeyiz. 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı günlerden çok daha ağır, karanlık günler yaşıyoruz. Bunun farkına var. Uyan, ayık… Bak bu sefer memleketin elden gidiyor…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

27 Mart 2017

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı